Geçmiş Zaman Olur Ki - Ahmed Yüksel Özemre Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Geçmiş Zaman Olur Ki kimin eseri? Geçmiş Zaman Olur Ki kitabının yazarı kimdir? Geçmiş Zaman Olur Ki konusu ve anafikri nedir? Geçmiş Zaman Olur Ki kitabı ne anlatıyor? Geçmiş Zaman Olur Ki PDF indirme linki var mı? Geçmiş Zaman Olur Ki kitabının yazarı Ahmed Yüksel Özemre kimdir? İşte Geçmiş Zaman Olur Ki kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Ahmed Yüksel Özemre
Yayın Evi: Kubbealtı Neşriyatı
İSBN: 9789757663441
Sayfa Sayısı: 256
Geçmiş Zaman Olur Ki Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
İnsanın kendisi hakında yazı yazması mes'uliyetli bir iştir. Çünkü nefsin, insanı kendisi hakkındaki gerçeklerin dışına itekleyen ve kendi hasletlerini abartmaya meylettiren bir gücü vardır. Bu bakımdan bir kimsenin hatıratında objektif olabilmesi çok zordur...
Geçmiş Zaman Olur Ki Alıntıları - Sözleri
- Bayram tebrikâtı için ziyâretlerde bulunmak bir fazîletti. "Aman bayramın şamatasından uzakta kafamı dinleyeyim" zihniyetiyle kendini bayramdan ve bayramın mânevî mükellefiyetlerinden uzak tutan bir tek fert yoktu. Kimsecikler fırsat bu fırsattır diyerek kafa dinleme bahânesiyle şehir dışına çıkmazdı.
- Hey gidi günler hey! Geçmiş zaman olur ki hayâli cihâna değermiş.
- Geçmiş Zaman olur ki hayali cihana değermiş!
- “Evladım; Allah’ın rahmeti üzerinize olsun! Bilir misiniz, insan Allah’ın Rahmeti’nin tecelligâhı olduğunu nasıl anlar?” dedi. “Hayır efendim, bilmiyorum.” diye cevap verdim. “Ne zaman sizde Allah’ın bütün mahlukatına karşı bir muhabbet uyanır da hiçbir karşılık beklemeksizin onlar için hayırlı duada bulunursanız, biliniz ki o anda siz Allah’ın Rahmeti’nin temerküz ettiği ve dağıldığı müstesna bir tecelligâhsınız. Bu idrâke kavuştuktan sonra, sakın unutmayın oğlum, bu idrâkin ilelebet muhafaza edilebilmesi için insanın bunun mesuliyetinin gerektirdiği şuur ve vekarla hareket etmesi gerekir.” dedi.
- Heyhât! Hepsi de mâzîde, hepsi de gönüllerin ve gitgide zayıflayan hâfızaların hücrâ köşelerinde kalmış! Bir de bakıyorsunuz ki Üsküdar'ın âgûşunda inkişâf etmiş altmış küsûr yıl da tıpkı bir gölge gibi, tıpkı bir meltem gibi geçip gitmiş bile! Bâkî kalan ise zaman zaman tahassürle, zaman zaman da kederle yankılanan ama her seferinde zayıflayarak sönmekte olan ve sâdece ama sâdece idrâk ve temyiz ehline hitâbeden bir hoş sadâ olmuş!
- "Evlâdım; ben sana ismini sordum mu? Eğer zâtımı idrâk edememişsen, ismimin sana ne faydası dokunur ki? Zâtı idrâk edemeyene isimler yalnızca dedikodudur, dedikodu! Sen sen ol! Zâtı bırakıp da isimlere, cevheri bırakıp da sıfatlara takılma e mi! Bunun gibi dedikoduları terkedersen Hakîkat da sana olanca yalınlığıyla görünür" dedi.
- Neyzen Niyâzi Sayın, bir gün bana, bu dükkânın rahmânî füyûzâtının sebeb olduğu maddî ve mânevî müktesebâtını hamd-ü şükrânla ve cezbeyle, âdetâ gönlümü okuyarak, yâd ederken: "Yüksel'ciğim, biz bu dükkândan geçmemiş olsaydık şimdi yedi dükkân süprüntüsünden beter olurduk" demiştir ki elhak doğrudur!
- Annem bayramlık esvaplarımızı yatağımızın yanındaki iskemlenin üzerine geceden sergilemiş olurdu. Ben gözümü açar açmaz bunları görünce, ellerimi açar, Kıble'ye doğru döner, annemin tembihlediği duayı mırıldanarak: "Yâ Rabbî! Lûtfettiğin bütün nîmetler için Sana ne kadar hamdetsem azdır. Beni anneme, babama mutî hayırlı bir evlâd; Sana teslîm hâlis bir kul ve sevgili Peygamberin'in de râzî olduğu ümmetinden kıl! Hatâlarımı, kusurlarımı ört de beni herkese rezil-rüsvâ etme, günahlarımı bağışla!" der ve akabinde de bir Fâtiha okurdum.
- Hayrettir! O devride Üsküdar esnafının terâziyi hiç dengelememek gibi tuhaf bir adetleri vardı. Manav Hasan Efendi amca da ne tartarsa tartsın, tartılan tarafın kefesi dâima ağır basardı.
- Doğancılar Caddesi’nin bitiminde, Üsküdar vapur iskelesine dönüldüğünde, Balaban Baba hazîresinin de bulunduğu ufak meydanlıkdan genç ya da yaşlı bir hanımefendi geçecek olsa bütün bu bitirim takımı, bu hanımı, mevcudiyetleri dolayısıyla dahi rahatsız etmemek için ya yan sokaklara çekilir ya da sigaralarını söndürerek veyâhut da hiç değilse arkalarına saklayarak edeben sokağa yan dönerlerdi. Hey gidi günler hey!
- Matematık hocamız Mr Maumus ise Ecole Normale Superieure’ün Matematik Bölümünü birincilikle bitirir bitirmez Agregation imtihanını da birincilikle vermiş olan 25 yaşlarında bir gençti. *Fransa’nın, askerlik süresini yabancı bir ülkede hocalık yaparak geçirmeğe müsaade eden imkânmdan faydalanmak için Türkiye’ye gelmişti*. Hayatında ilk sınıfı biz 12 Fen’dik. Kendini beğenmiş, ukalâ mı ukalâ, pedagojinin p’sinden haberi olmayan biriydi. Fransızcayı güneyliler telaffuzuyla ve r’leri olanca haşmetiyle seslendirerek konuşurdu.
- Kısa sürede matematikte büyük ilerlemeler kaydetrne arzum ile bunu tahakkuk ettirecek seviyede olgunluğa henüz sâhip bulunmamam arasındakı çelişkinin dogurduğu gerilim âsâbıma iyiden iyiye tesir etmekteydi. Sinirli, içe dönük ve her şeyden sıkılan bir bünye kazanmıştım.
- (Biyoloji Hocamız) Mr.Charèzieux iyi bir hoca fakat oldukça eksantrik bir zattı. Sık sık tekrarladığı tekerlemeleri dört yıl boyunca zihnimizde yer ettiydi: "Il ne faut pas confondre le jour et la nuit, la feme et la mari, la canne et la parapluie!" "Gün ile geceyi, zevc ile zevceyi, baston ile şemsiyeyi karıştırmamak gerekir!" http://vocaroo.com/i/s0hzQjmwF4u4 http://www.evernote.com/l/AhaZIYJLB89NtrGY3nKSXtM2D6DRcpnCY9E/
- Ömrüm billâh Galatasaray Lisesi ve kitapçılarından başka hiçbir şeyini sevemediğim Beyoğlu'na çıktım mıydı buradan bir an önce kurtulmak için, tıpkı talebeliğimde yapmış olduğum gibi zikrederek, en hızlı adımlarımla Tünel’e doğru koşarcasına yola koyulurum.
- (Mezuniyet Konuşmasından)... Galatasaray’a mânevî borcumuz en az anne ve babalarımıza olan borçlarımız kadar büyüktür. Zira o bize yalnız ilim ve irfan değil, fakat onlardan çok daha kıymetli bir şey, cemiyetteki yerimizi kuvvetle tebârüz ettirebilecek, şahsiyetlerimizi diğer kimselerin yanında değerli kılacak bir vâsıta: Necîb bir Galatasaraylılık Asâleti verdi.
Geçmiş Zaman Olur Ki İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Eski İstanbul'un Üsküdar semtine ait bir Üniversite hocasının hayatının; çocukluk, gençlik, yetişkinlik ve yaşlılık yıllarıyla ilişkili ibret alınabilecek kıssalarını akıcı bir üslupla anlattığı bir hâtırat. Kimler için: +Tasavvufa ilgililer: gonderi/10724280, gonderi/10718838, gonderi/10718906 +Akademik planı olanlar: gonderi/10614759, gonderi/10619412 +Eski İstanbul hayatı meraklıları: gonderi/10542943, gonderi/10550817 Kimler için değil: -Lise tefahurundan bıkkınlar: gonderi/10686291, gonderi/10686433 -Birbirinden kopuk anı okumayı sevmeyenler:gonderi/10620531 -Çok fazla zâtın adının geçmesini sevmeyenler: gonderi/10550660 (blueman)
Kitap yazarın şahit olduğu Üsküdar ile başlıyor. Üsküdar'ı tarif ediyor, mekanlarından, bostanlarından, anılarından bahsediyor. Başlangıçtaki Üsküdar portresini çizdiği kısımları anlamadan okudum. Üsküdar'ı çok da bilmediğim için yerler zihnimde bir fotoğraf oluşturamadı. Akif Ersoy'un Süleymaniye Kürsüsünde ve Fatih Kürsüsünde yazıları gibi bu kısmı da, geze geze okuma, yazarın şurasında dediğine şahit olma isteği de buralarda belirdi. Kitapta öğrencilik yıllarından bahsettiği kısımlar okumaktan en çok keyif aldığım kısımlardı. Ayazma 21. İlkokulu ile başlayan, Galatasaray Lisesi, İstanbul Üniversitesi ile devam eden süreç okudukça beni hayran bıraktı. Yazarın azmi, çalışmaları, okumaları, atletizmi, hocaları... Bilhassa bu bölümlerde matematik ile ilgili kısımlarda beni etkisi altına aldı. Okulsuzluk düşüncesinde olsam dahi, kendimi "okunacaksa böyle okullarda okumalı, yoksa bizim liselerimiz, üniversitelerimiz zaman kaybı" diye düşünmekten alamadım. Öyle bir zincir ki, köklerinde Feza Gürsey ve Cahit Arf, meyvelerinde Şafak Ural ve Şaban Teoman Duralı var. Hele üniversitedeki o sınavlar... Nerede bizim defterden çalışıp geçmelerimiz nerede onların sözlü olarak kendilerini ispat ettikleri! Bu eğitim bölümlerinin herkes tarafından okunmasını isterim. Yazar ilerleyen kısımlarda ailesinden daha detaylı olarak bahsediyor. Son kısımlarda başından geçen birkaç olayın aktarımıyla bitiyor. Dili telaffuzu hoş, ne yazık ki artık günlük hayatımızda duymadığım kelimeleri ihtiva etmekte ve "â, û" lar sayfalara ayrı bir görüntü güzelliği, okuma lezzeti katmakta. (Şeyma Nur Gezen)
Geçmiş Zaman Olur ki...: Merhum Ahmed Yüksel Özemre’nin ilk Tanıştığım kitabı Doktora eğitim döneminde okuduğum “İbn Arabi'nin Fusus'undaki Anahtar-Kavramlar” adı ile Türkçeye tercüme ettiği Toshihiko İzutsu’ya ait eserdir. Bundan sonra “Üsküdar’da Bir Attar Dükkanı” adlı hatıra eserini son olarak da bu kitabı okudum.. Bugüne kadar okuduklarımdan edindiğim en önemli tecrübelerimden biri şu ki ilim ehlinin hayatı genelde çile ve ızdıraplarla dolu oluyor.. Bu yüzden ilim yolculuğuna çıkanların öncelikle buna hazırlıklı olmaları gerekmekte.. Müellif bu kitabında da tıpkı “Üsküdar’da Bir Attar Dükkanı” adlı kitabında olduğu gibi hayatını ve o dönemin yaşam tarzını çok ince ve hassas ayrıntılarıyla anlatması yanında, inancımız, kültürümüz, aile ve toplum yapımız, mimarimiz, şehirciliğimiz, örf ve adetlerimiz, ekonomi, sanat, eğitim vs. kısaca hayatın maddi manevi her yönüyle ilgili birçok önemli bilgi ve tecrübeyi paylaşmaktadır. Hatıra kitaplarının hem akıcı ve kolay okunur olması hem de birçok bilgi ve tecrübeyi yansıtması bakımından bizlere çok şeyler katacağı düşüncesindeyim ve severek okuyorum.. Netice olarak diyebilirim ki ilim aşkı ile büyük bir hırs ve gayretle, bir o kadar da ızdıraplarla örülü hayatı ile millet ve memleketi yararına çok büyük hizmetler yapmış çok önemli eserler kazandırmış, milli ve manevi unsurlara bağlılığını, kimliğini ve kişiliğini hiçbir zaman kaybetmemiş önemli bir şahsiyeti, önemli bir ilim ve devlet adamını yakından tanıma fırsatı veren bu eseri zevkle okudum.. Okurlara tavsiye ederim.. (Kadir Öztürk)
Geçmiş Zaman Olur Ki PDF indirme linki var mı?
Ahmed Yüksel Özemre - Geçmiş Zaman Olur Ki kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Geçmiş Zaman Olur Ki PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Ahmed Yüksel Özemre Kimdir?
1935'te Üsküdar'da doğdu. 1954'te Galatasaray Lisesi'nden, 1957'de İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik-Fizik Bölümünden ve 1958'de Fransa Nükleer Bilimler ve Teknoloji Millî Enstitüsü'nden mezun oldu. Bu itibarla, Türkiye'nin ilk Atom Mühendisi'dir.
Pozitif, sosyal ve dinî ilimler konularında 350 kadar makale ve raporu bulunan Prof. Özemre'nin halen kırka yakın tercüme ve telif eseri vardır.
Türkiye Yazarlar Birliği, Prof. Özemre'yi, 1996 yılında Üsküdar'da Bir Attâr Dükkânı isimli eseriyle Hatırat Dalı'nda ve 1998 yılında da Prof. Dr. Toshihiko İzutsu'dan çevirdiği İbn Arabî'nin Fusûs'undaki Anahtar-Kavramlar (3 baskı) başlıklı çevirisiyle Çeviri Dalı'nda "Yılın Sanatçısı" ödüllerine lâyık görmüştür. Üsküdar Belediyesi ise, yazarın Üsküdar'a hizmetlerinden ötürü, 2002 yılında Çengelköy'de inşa ettirdiği bir kültür merkezine Ahmet Yüksel Özemre Kültür Merkezi adını vermiştir. Yazar, İstanbul Üniversitesi'nin altın Hizmet Madalyası ve Beratı'nın da sahibidir.
Fransızca, İngilizce, İtalyanca, Almanca ve İspanyolca bilen Prof. Özemre evlidir; iki kızı ve bir de torunu vardır.
Ahmed Yüksel Özemre Kitapları - Eserleri
- Üsküdar'da Bir Attar Dükkanı
- Gel de Çık İşin İçinden
- Üsküdar'ın Üç Sırlı'sı
- Geçmiş Zaman Olur Ki
- Rühan
- Üsküdar Ah Üsküdar
- Hasretini Çektiğim Üsküdar
- Kamil Mürşidlerin Mirası
- Galatasarayı Mekteb-i Sultani'sinde Sekiz Yılım
- Toma'ya Göre İncil
- Vahye Göre Akıl
- Portreler Hatıralar
- Aklın Yolu İlimdir
- Çernobil Komplosu
- Ah, Şu Atomdan Neler Çektim!
- Türkiye'nin Çernobil Çilesi
- Çağdaş İlmi Tefsirde Vehmin Egemenliği
- Akademik Yıllarım
- İlimde Demokrasi Olmaz
- 50 Soruda Türkiye'nin Nükleer Enerji Sorunu
- Kuran-ı Kerim ve Tabiat İlimleri
- Fiziksel Realite Meselesine Giriş
- İslam'da Aklın Önemi ve Sınırı
- Din ve Misyonerlik
- XX. Yüzyılda Fiziğe Yön Verenler
- Muhabbet ve Mücadele Mektupları
Ahmed Yüksel Özemre Alıntıları - Sözleri
- Tûr-i Sinâ'da değil, Hakikat sinendedir Âlem-i Kubrâ sensin! Kalem, Levh, Arş sendedir. Artık derûnuna göç, keşfet bu avâlimi! Buna muvaffak olan ebediyyen zindedir. Ganiyy-i Muhtefî (Kamil Mürşidlerin Mirası)
- Nefis insana bir benlik atfeder, ona Rabb’ini unutturup kendini ön plana çıkartır. Beşer, Allah’ın izni olmaksızın bir yaprağın dahi kımıldamasının mümkün olmadığını unutur da her şeyi kendisi yapıyormuş gibi gizli bir şirke düşer. Bu vehim ve tekebbür onu Rabb’inden uzaklaştırır. (Gel de Çık İşin İçinden)
- Bendendirler halka ne karışırlar. Halktandırlar bana ne gelirler; götürürler getirirler, götürürler getirirler, götürürler getirmezler. (Üsküdar'ın Üç Sırlı'sı)
- Zaman, temkin ve teenni zamanı. (Rühan)
- Annem bayramlık esvaplarımızı yatağımızın yanındaki iskemlenin üzerine geceden sergilemiş olurdu. Ben gözümü açar açmaz bunları görünce, ellerimi açar, Kıble'ye doğru döner, annemin tembihlediği duayı mırıldanarak: "Yâ Rabbî! Lûtfettiğin bütün nîmetler için Sana ne kadar hamdetsem azdır. Beni anneme, babama mutî hayırlı bir evlâd; Sana teslîm hâlis bir kul ve sevgili Peygamberin'in de râzî olduğu ümmetinden kıl! Hatâlarımı, kusurlarımı ört de beni herkese rezil-rüsvâ etme, günahlarımı bağışla!" der ve akabinde de bir Fâtiha okurdum. (Geçmiş Zaman Olur Ki)
- - " (…) Bakın nefisten bütün kötü huylar çıkar da, en son çıkan huy "hubb-i riyasettir" yani "baş olma sevdasıdır..." İnsan yetmiş yaşına gelir. Pîr-i Fânî olur, alnı secdeden kalkmaz. Ellerini açar dua eder: "Ya Rabbi sana ne kadar hamdetsem şükretsem azdır. Sen beni âsî iken ne hâllere getirdin". Ayağı küt diye kayar! Çünkü bu beyânda gizli bir kibir, gizli bir şirk, gizli bir hubb-i riyâset vardır. "Biz ne olduk yâhu?" kabilinden gizli bir hâl vardır. Bu iş incedir ince. Çok incedir. Her babayiğit bu işe soyunamaz. Her soyunan babayiğidi de kabul etmezler..." (Kamil Mürşidlerin Mirası)
- Ebru yapımı, insanın 1. Kevnî âlemdeki hilkatin esrarini ve erenini idrak etmesi 2. Nefsinin oyunlarını teşhis ve tespit edebilmesi 3. Ezel hükmünün edebine riayet edebilmesi 4. Bu aleme daha rahmani bir nazarla bakabilmesi için tekkelerde daima eğitim aracı olarak kullanılırdı. (Üsküdar Ah Üsküdar)
- "... Âlem'i tanıyıp ta kendi nefsinden câhil olan kimse, her (mânevî) makamdan mahrûm olur." (Toma'ya Göre İncil)
- Kurban bayramlarının bir günü muhakkak yağmurlu olurdu. Rahmetli babaannem ise bunu: "Cenâb-ı Hakk'ın kurbanların kanlarını silmek için yağdırdığı rahmet" olarak yorumlardı. (Üsküdar Ah Üsküdar)
- Nikâh için Betül'e çok güzel bir gelinlik aldım. "-Vedat'ım kırkına merdiven dayamış biri olarak gelinlik giymekten utanıyorum" dedi. "-Bunda utanacak ne var bir tânem? Rahmetli ilk eşim de benimle ikinci evliliğini yaparken, ona bile bir gelinlik almıştım" dedim. "-Vedat'ım, sen bana da, âileme de Allah'ın ne büyük bir Lutfusun!" dedi. Güldüm: "-Betül'üm; bu gibi sözlerle şımartılmaya ihtiyâcım var. Lutfen beni pohpohlamaktan vazgeçme!" dedim. (Rühan)
- zorla ne muhabbet ne de hörmet olur! ... ~... (Gel de Çık İşin İçinden)
- Her ülkede araştırma fonları bilim adamları arasında itah ve ihtirâsın artmasına sebep olur. Amaç da daima bu fonlardan en büyük dilimi alabilmektir. Bunun için de bilim adamları ve kurumları arasında kıyasıya bir rekabet hüküm sürer. Bu, akademik geleneği iyice oturmuş olan gelimi ülkelerde belirli kurallara uygun ve iş ayağa düşürülmeden belli bir zâhirî zerâfetle yapılır. Marmara Depremi'nin, depremle ilgilenen bilim adamlarımız ve mensubu bulundukları kurumlar açısından: 1) daha sofistike deprem araştırmalarının yapılmasına, ve 2) bu araştırmalar için Devlet'in dolgun araştırma fonları tahsis etmesine vesile tekil edecek bir imkân olarak algılanmakta olduğu gözlenmektedir. Ekranlarda gördüğümüz asabîyete, sübjektif iddialara, vekar ve zerâfet yoksunu beyânlara, çi ithamlara ve suçlamalara biraz da ite bu paylaşılması gereken pastaya karı duyulan iştah sebep olmaktadır. Marmara Depremi dolayısıyla Medya'nın rating ihtirâsına bilmeden âlet olmuş olan tüm bilim adamlarımızın, âlet edildikleri bu oyunu artık berrak bir biçimde idrâk etmeleri, kamuoyundaki imajlarının daha fazla yara almaması için de, televizyonlarda arz-ı endâm edecek yerde, çenelerini tutarak meseleyi akademik ortamlara taşımaları gerekir. (Ah, Şu Atomdan Neler Çektim!)
- Çocukken babam cevabı evet yada hayır sorularıma bile ancak birkaç dakika sonra cevap verebilirdi. Bunun nedenini defalarca sordum. Annem bir gün baban Hafız-ı Kur'an, sokakta giderken bile hatim indirir. Bir sayfayı tamamlamazsa ayetleri birbirine kavuşturur. Sayfa sonuna gelir Sadak Allah ül Azim deyince ancak cevap verebilir dedi. (Üsküdar Ah Üsküdar)
- Platon, Cumhûriyet isimli eserinde mûsıkî ile astronominin iki karde bilim olduklarını söyler ki, bu, Pitagor-cu geleneğe uygun bir beyândır. Nitekim Pitagor-cu geleneğe göre mûsıkîdeki âhenk göklere de yansımaktadır. İzmirli Teon'dan rivâyet olunduğuna göre, Pitagor-cular için, her biri birer nefs ve akıl sâhibi olan gezegenleri göklerde taşıyan kürelerden Ay'ınki Arz'a en yakın olanı olup, Merkür ve Venüs'ünkiler sırayla ondan sonra gelmektedirler. Güneş'i taşıyan küre dördüncü olup onu Mars ve Jüpiter'inkiler izlemekte, Satürn'ünki ise yıldızlara en yakın ve en son yedinci küreyi oluşturmaktadır. Böylelikle bu yedi semâvî küre ya da yedi kat gök, ikişer ikişer birbirlerini ayıran aralıkların, bir oktavı oluşturan seslerin aralıklarına tekabül etmeleri dolayısıyla(!) lîr ya da çenk denilen yedi telli çalgının da verdiği seslere tekabül etmektedir. Bu itibârla âlem yedi telli çenk misâli olup, Pitagor-cular için mûsıkî gamı da, aslında, kozmik bir olgu ve astronomi de semâvî bir mûsıkîden baka bir ey değildir (İlimde Demokrasi Olmaz)
- İlk ve Orta Öğretim'deki öğretmenlerin ücretleri tatminkâr değildir. Öğretmenler, maişet sıkıntısıyla, çoğu kere ikinci bir iş tutmak zorunda kalmaktadırlar. Bu iş, özel ders vermekten şoförlüğe ve işpoftacılığa kadar uzanabilmektedir. Bu ise öğretmenlerin sınıftaki verimini düşüren, vekarlannı ve kendilerine karşı duymaları gereken saygılarını azaltan bir dizi psikolojik ve idâri sıkıntılara yol açmaktadır. Neticede zararlı çıkan asıl kesimi: daha az ilgi ve daha az tahammül ve sabıra mâruz kalan öğrenci kesimi olmaktadır. 16.11.1994 Tarihli Sohbetten (Aklın Yolu İlimdir)
- Etimolojik olarak Dünya: ednânın ednâsı yani alçakların alçağı demektir. (Toma'ya Göre İncil)
- Vâsıl-ı Cânan olan, tende ağyar istemez. (Üsküdar'ın Üç Sırlı'sı)
- Davranışları ve takındığı tavırlar yüzünden sağduyulu kişiler nezdinde kendisini küçük düşürdüğünü ve gülünç kıldığını temyîz edemeyecek kadar idrâk ve görgü yoksunu ya da nefsine mağlûb olan kimseye zibidi denir. Zibidiler her ülkede ve toplumun her kesitinde rastlanılan marazî bir grup oluştururlar. Önemli olan bunların fert olarak kimler olduğu değil, fakat nasıl tesbit ve teşhis edilebilecekleridir. Zibidinin teşhis edilmesini olağanüstü kolaylaştıran etkenler arasında kendisine yakıştırdığı tavırlarının ve davranışlarının yapaylığını, çiğliğini, zıpçıktılığını ve gerek kendisine gerekse diğer kimselere karşı müraîliğini sayabiliriz. Bütün zibidilerin ortak bir özelliği de kendilerini dev aynasında görmeleri ve dolayısıyla kendilerine hayrân olmalarıdır. Bu bakımdan bütün zibidiler narsisik bünyelidir, yâni kendi kendilerine âşıktırlar. (Vahye Göre Akıl)
- Eski İstanbulda lodosun hüküm sürdüğü günlerde kadılar "Lodos muhakeme kabiliyetimizi bozar da adalete uymayan bir karar veririz" endişesiyle herhangi bir karar vermekten kaçınırlar, kararı poyrazlı bir güne ertelerlermiş. (Üsküdar Ah Üsküdar)
- Dâr-ı dünyâ, ey birâder, köhne mihmânhânedir. (Üsküdar'da Bir Attar Dükkanı)