Gizli Oturum - Jean-Paul Sartre Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Gizli Oturum kimin eseri? Gizli Oturum kitabının yazarı kimdir? Gizli Oturum konusu ve anafikri nedir? Gizli Oturum kitabı ne anlatıyor? Gizli Oturum kitabının yazarı Jean-Paul Sartre kimdir? İşte Gizli Oturum kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Jean-Paul Sartre
Çevirmen: Oktay Akbal
Orijinal Adı: No Exit
Yayın Evi: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları
İSBN:
Sayfa Sayısı: 59
Gizli Oturum Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Gizli Oturum Alıntıları - Sözleri
- Göz yaşlanır dünya hiçleşir.
- "Bana öyle geliyor ki tüm bir yaşamı kendimi sorgulamakla geçirdim."
- Dokunmayın bana. Birinin bana dokunmasından nefret ederim. Acımanızı da kendinize saklayın. Haydi!
- "Cehennem başkalarıdır."
- "Ya siz, insanın kendi ilkelerine uygun bir biçimde yaşamasını hata olarak mı görüyorsunuz?"
- Benden bir şey beklenmesine dayanamam. Hemen tersini yapmak isterim.
- cehennem Başkalarıdır.
- Bitti. Artık hiçbir şey yok: hiçbir şey duymuyor, hiçbir şey görmüyorum. Tamam işte, sanırım dünyayla alış-verişim kalmadı artık. Hiçbir kaçamak noktası yok bundan böyle. (Titrer.) Kendimi bomboş hissediyorum. Şimdi, bütün bütün öldüm artık. Bütünüyle burdayım.
- "Sıkıntılı biriyim, anlıyor musunuz, ve ben... benim... kendime sıkıntı yaratmak âdetimdir."
- Ya siz, kendi bildiği gibi yaşamayı bir suç olarak görür müsünüz?
- Dinle: yuvadan düşen küçük bir kuş gibi düştüm onların kalbinden. Yerden kaldır, gönlüne yerleştir beni, göreceksin ne kadar cici davranacağım.
- Ağzınızı durduramaz mısınız? Burnunuzun altında bir topaç gibi dönüp duruyor.
- İnsan hep çok erken ölür — ya da çok geç. Ama hayat ortadadır, bitmiş olarak ortadadır; çizgi çekilmiştir, toplamı yapmak gerekir. Hayatından başka bir şey olamazsın.
- Durun: neden dayanılmaz bir şey bu? Neden ille de dayanılmaz olsun? Anladım: kesintisiz yaşama bu.
- Kimseye verecek güvenim yok ki benim; çok canımı sıkıyorsun. Ah! benden güvenimi istediğine göre pek berbat bir iş yapmış olacaksın.
Gizli Oturum İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Oyun öldükten sonra cehenneme gelen üç kötü niyetli karakterin yaşantısını ele alır. Buraya geldiklerinde onları karşılayan bir de '' Garson'' karakteri vardır. Buraya gelen üç ana karakter ''Garcın'' , ''Estelle'' ve '' İnes'' dünyada çeşitli kötülükler yapmış olan ancak bunlardan pişman olmayan karakterlerdir. - İnsanların birbirlerinin cehennemi olması, kendinin cehennemi olması, özgürlüğü, korkuları ve özünü oluşturmak için yaptığı seçimler bunların hepsi bilincin bir ürünüdür. -Kesinlikle etkileyici ve ciddi anlamda ders cikartilacak , kìsa bir oyun. (Eda)
Kitapta; öldükleri için ebediyyen bir arada, bir odada kalmak zorunda olan üç kişi, her biri diğerinin vicdanında tutsak olduğundan, sonsuza kadar kendi kendilerini yargılamaya mahkûmdur. Bu sarsıcı kitapta; kişilerin özgürlüğe ulaşma çabasında başkalarının özgürlüğünü bulmasını kısıtladığının altı çok iyi çizilmiş. Dışarı çıkılamaz, uyku uyunamaz, diş fırçası kullanılamaz, yatağı olmayan cehennemde bir araya gelen üç kişinin giderek daha çok konuşmaya, geçmiş yaşamlarından söz etmeye ve konuştukça da gerçek kişiliklerini ortaya dökmeye başlamaları, akıcı bir biçimde anlatılmış. Her biri ilk önce kendi geçmiş yaşamlarını çarpıtarak, yalan söyleyerek ve eksik bırakarak anlatırken, maskelerinin de yavaş yavaş düşmeye başlamasını; konuştukça kendilerini olduğu kadar karşılarındakini de yargılamalarını sarsıcı ve düşündürücü bir şekilde okuyoruz. (Şafak Aykut)
CEHENNEM BAŞKALARIDIR.: Spoiler içerir. (Her türlü ) Tiyatro eserimiz ana karakterlerden biri olan Garcin’ in kendini başka bir yerde bulmasıyla başlar ama bu bir başka yer neresidir acaba? Garcin bu yerde bir garson görür ve garsona ilk sorduğu şeylerden biri de “Burada diş fırçası var mıdır?” olur. Bu mekân için ilginç bir soru… Devamında ise; “GARCIN: Demek ki, diş fırçası yok. Yatak da yok. Çünkü burada hiç uyunmuyor, öyle değil mi? GARSON: Ne gezer!” (Tahminleri alalım) . . . . Garson olması sizi şaşırtmasın karakterimizin bulunduğu yer cehennem… (Evet hakiki cehennem.) Bu konu hakkında çok düşündüm. Eğer ben gözlerimi cehennemde açsaydım. Karşıma çıkan ilk kişiye ne sorardım diye. Diş fırçası ilk soracaklarım arasında mı olurdu emin değilim. Gelelim Garcin’ e; karakterimiz ise cehennemde kendi odasında, odanın içinde 3 tane koltuk bir bronz heykel ve kâğıt keseceği var. Hatta kâğıt keseceği üzerine şöyle de bir muhabbet dönüyor. “GARCİN: Bu da nesi? GARSON: Görüyorsunuz ya kâğıt keseceği. GARCİN: Kitap var mı, burada? GARSON: Hayır.” Daha sonrasında odaya iki kişi daha dahil oluyor: Ines ve Estelle. Odada birden fazla kişi olduğundan normal olarak konuşmalar ve tartışmalar başlıyor. İlk başta üçlü ekip nerede olduklarını, birlikte olmalarının tesadüf mü yoksa bilerek mi yapıldığını ve son olarak birbirlerinin işledikleri suçlardan habersizlerdir. Sonraları bunların hepsine bir cevap bulunuyor tabi. “Hah! Bütün mesele burada işte. Gerçek nedenler bunlar mıydı acaba? Düşünüyordun, yok yere kendini bağlamak istemiyordun. Ama korku, nefret ve insanlardan sakladığımız bütün öteki pislikte birer neden-dir. Haydi, ara, sor kendi kendine.” Kısa bir eser olmasına karşın hayat, ölüm, var olma vb. konular güzelce işlenmiş. “İnsan hep çok erken ölür-ya da çok geç. Ama hayat ortadadır, bitmiş olarak ortadadır; çizgi çekilmiştir, toplamı yapmak gerekir. Hayatından başka bir şey olamazsın.” (Dizi Spoilerı!!!) Eser bana The Good Place dizisini anımsattı. Dizide izleyenler bilir bir avuç insan öldükten sonra cennete girmeye hak kazandıkları söylenir. Ardından çok güzel ve sevimli bir kasabaya götürülürler. Herkesin kendi evi hatta ruh eşi bile vardır ama kimse orada mutlu olamaz ve sürekli sorunlar çıkar. En sonunda biri buranın cennet değil cehennem olduğunu anlar. Bu cehennem daha farklı tasarlanmıştır. İçinde alevler ve fiziksel işkenceler yoktur ama insanlar diğer insanlara cehennem olur. İncelememe bu alıntı ile son veriyorum. “GARCİN: Bronz heykel… (Heykeli okşar.) İşte vakit geldi çattı. Heykel önümde, ona bakıyor ve anlıyorum ki cehennemdeyim. Her şey önceden hesaplanmış diyorum size. Bu şöminenin önüne geleceğimi, elimi heykelin üzerine koyacağımı, hem de bunu bütün bakışlar altında yapacağımı önceden hesaplamışlardı. Beni yiyen bu bakışlar altında… (Birden geri döner.) Hah! Yalnız iki kişisiniz öyle mi? Sizi daha kalabalık sanıyordum… (Güler.) Demek cehennem bu. Hiç aklıma getirmezdim böyle olacağını…Acı, ateş, kızgın ızgara, hepsi sizsiniz demek…Ay! Ne gülünç şey…Kızgın ızgaranın ne gereği var: cehennem BAŞKALARIDIR.” (emine demirci)
Kitabın Yazarı Jean-Paul Sartre Kimdir?
Jean-Paul Sartre (tam adı: Jean-Paul Charles Aymard Sartre) (21 Haziran 1905, Paris - 15 Nisan 1980, Paris), ünlü Fransız yazarve düşünür. Felsefi içerikli romanlarının yanı sıra her yönüyle kendine özgü olarak geliştirdiği Varoluşçu felsefesiyle de yer etmiş; bunların yanında varoluşçu Marksizm şekillendirmesi ve siyasetteki etkinlikleriyle 20. yüzyıl'a damgasını vuran düşünürlerden biri olmuştur. Sartre, bir anlatıcı, denemeci, romancı, filozof ve eylemci olarak yalnızca Fransız aydınlarının temsilcisi olmakla kalmamış, özgün bir entelektüel tanımlamasının da temsilcisi olmuştur.
Babasını ufak yaşta yitiren Sartre, annesinin ailesinin yanında büyüdü. Olgunluk sınavını Louis le Grand Lisesi'nde verdi. Daha sonraki eğitimini Ecole Normale Supérieure'de, İsviçre'deki Fribourg Üniversitesi'nde ve Berlin'deki Fransız Enstitüsü'nde sürdürdü. Çeşitli liselerde öğretmenlik yaptı ve 1928'de Simone de Beauvoir'la tanıştı.
1939 yılında II. Dünya Savaşı başlayınca Fransız ordusuna meteorolog olarak hizmet vermeye başladı. 1940 yılında Almanlar tarafından yakalanıp 9 aylığına hapse atılmasının sonrasında Direniş hareketine katıldı. Sinekler adlı ünlü oyunu bu koşullarda yazıldı ve sahnelendi. Aynı sekilde, Varlık ve Hiçlik adlı kendi felsefesini açıkladığı ünlü yapıtı da bu sırada yazıldı (1943).
1945 yılında öğretmenliği bıraktı ve "Les Temps Modernes" adlı edebi-politik dergiyi çıkarmaya başladı. Kitaplarının neredeyse tümü edebi ve politik sorunları işleyen kuramsal metinler olarak şekillendi. Sartre, savaş sonrası dönemde ise özellikle politik etkinlikleriyle öne çıkmaya başladı. Soğuk savaş dönemi boyunca birçok eleştirisine rağmen Sovyetler Birliği'ni desteklemiş, Fransa'nın Cezayir'e karşı yürüttüğü savaşa karşı çıkmıştır. Çıkardığı dergi, bu bağlamda yoğun bir etkinlik göstermiştir.
Sartre, hep sol politik görüşe yakın olmuştur. 1956 yılında Macaristan'ın Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmesine kadar Fransız Komünist Partisi'ni (PCF) desteklemiş, ardından desteğini çekmiştir. Ardından Fransız Komünist Partisi'nin Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nden daha bağımsız politikalar izleyebilmesine dolaylı katkısı olmuştur. 1960'ların sonlarında Sartre, kurulu komünist partileri reddettiği için Maocuları destekledi. Sartre daha sonra Maocularla ittifak halinde olduğunu reddetmiş ve Mayıs olaylarından sonra "Eger biri tüm kitaplarımı yeniden okursa, benim hiç değişmediğimi, hep anarşist olarak kaldığımı anlayacaktır." demiştir. Bundan sonra kendisinin anarşist olarak tanıtılmasını uygun karşılamıştır.
Sartre, 1964 yılında kendisine verilmek istenen Nobel Edebiyat Ödülünü geri çevirmiştir. Bunun hem yapıtlarına hem de politik konumuna zarar verecegini düşünmüştür. "121'ler Manifestosu" olarak bilinen bildirgeyi imzalamış ve 1961-1962 yılındaki büyük gösterilere katılmıştır. Ayrıca, 1966-67 yılları arasında Vietnam Savaşı'nda meydana gelen katliamları sorgulamak üzere kurulmuş olan Russell Mahkemesi'nin de başkanlığını yapmıştır. Politik etkinlikleri giderek yoğunlaşmış ve kendi iç-dönüşümleriyle birlikte şekillenmiştir. 1968olayları Sartre'ın kendi fikirlerini ve geleneksel entelektüel konumlarını da sorguladığı bir dönem olmuştur. Sovyetler'in Prag'a müdahalesinin ve Fransa'daki öğrenci hareketlerinin üzerine, teorik politik alanı yeniden değerlendirmeye başlamış, 1973'te Liberation'u kurmuştur.
1974 yılında Sartre'ın gözleri büyük oranda görmez oldu. Bu nedenle politik etkinlikleri yavaşladı, ancak her zaman yine de Batı'nın Doğu üzerindeki baskılarına karşı etkinliklerde bulundu ve insan hakları konusunda her zaman duyarlı oldu. Bu tutumuyla, Aydınların yeri ve rolükonusunda hem teorik hem de pratik bir örnek oluşturdu.
Öte yandan siyasal aktifliğinin onun edebi ve felsefi yönünü gölgelediği söylenemez. Sartre her şeyden önce kendisinden iyi bir edebiyatçı ve yetkin bir filozof olarak söz ettirmeyi başardı. 15 Nisan 1980'de Paris'te öldüğünde geride felsefe ve edebiyat açısından büyük değerde metinler bıraktı. Kendi varoluşçu felsefesini işlediği yapıtları başlıca; Özgürlügün Yolları, Bulantı, Gizli Oturum, Kirli Eller, Sözcükler, Duvarolarak belirtilebilir.
Sartre'ın Varoluşçuluğu:
Varoluşçuluk, esas olarak 17. yüzyıldan beri var olmakla birlikte, gerçek ününü Sartre ile birlikte kazanmıştır. 20.yüzyılda, Martin Heidegger gibi kendine özgü ve yetkin varoluşçu filozoflar söz konusu olmakla birlikte, bir felsefe olarak varoluşçuluk asıl etkisini Albert Camus ve özellikle de Sartre ile birlikte göstermiştir. Sartre, varoluşçu felsefenin hem felsefi hem de siyasal alandaki taşıyıcısı, uygulayıcısı olmakla bir entelektüel ve filozof olarak ayrı bir yer edinmiştir.
Varoluşçuluğun, geriye doğru gidildiğinde Blaise Pascal'a kadar uzayan bir geçmişe sahip olduğu görülür; bu elbette belli bir şekilde anlaşılan varoluşçuluk anlamında bir felsefe eğilimidir, bunun yanı sıra varoluşçuluğun argümanlarının bir kısmı, nüve halinde ya da perspektif düzleminde de olsa çok daha öncelerde, örneğin Sokrates felsefesinde, kutsal metinlerde vb. de bulunmaktadır. Ama felsefe tarihi incelemelerinde bir felsefe eğilimi olarak Varoluşçuluğu Pascal ile birlikte ele alıp değerlendirmek yaygın bir tutumdur.
Daha sonraları, Soren Kierkegaard varoluşçuluğun anlaşılmasına tam olarak belli bir şekil verir. Buna göre dünyadaki insanın varoluşu bir problematiktir ve felsefenin soruşturulması bunun üzerine yürütülmelidir. İsa, modern varoluşçuluğun kurucusu olarak kabul edilir. Varoluşçuluk öyle ki hem edebiyat alanında hem de felsefe alanında etkili olmuş ve çeşitli şekillerde temsilcilerini bulmuştur. Friedrich Nietzsche, Martin Heidegger, Albert Camus, Dostoyevski varoluşçuluk dendiğinde akla gelen ve modern varoluşçuluğun temsilcileri olarak incelenen isimlerdir.
Sartre'ın, varoluşçuluğunda ilk olarak görülen, insanın önceden-tanımlanmamış bir varlık olarak ele alınmasıdır. İnsan kendi yaşamını ya da tanımını kendi kararlarıyla verecektir. İnsanın içinde bulunduğu koşullar içinde yaptığı tercihleri onun kim olacağını ve ne olacağını belirler. Bu, "varoluş özden önce gelir" sözünün anlamıdır. İnsan önceden-zaten-belirlenmiş bir öze sahip değildir, daha çok o özünü kendi eyleyişleriyle gerçekleştirecek, yani varoluşunu şekillendirerek özünü ortaya koyacaktır. Kahraman ya da alçak olmak, insanın kendi yaptıklarıyla ilgili bir sonuçtur. Bu anlamda varoluşçu felsefede insanın etik bir varlık olarak şekillendirildiği, ama bunun da siyasalı yadsımayan bir etik olduğu görülür. İnsan belirli bir bütünlüğün içine doğmuştur, burada belirli bağımlılıkları vardır ve yaşamı boyunca bu bağımlılıklar içinde bazı kararlar vermek zorundadır. İşte bu kararlar insanın varoluşunun gerçekleştirilmesidir. Bu anlamda Sartre varoluşçuluğu genelde sanıldığının aksine ve varoluşçu edebi metinlerde görülen karamsarlığa rağmen iyimser bir felsefe olarak değerlendirir. Bu felsefede özgürlük ve bağımlılık arasında tuhaf bir ilişki kurulur, öyle ki, Sartre; insan kendi özgürlüğüne mahkum edilmiştir der. Sartre'a göre insan kendi kararlarıyla ve tercihleriyle özgürlügünü gerçekleştirmek zorundadır.
Öte yandan varoluşçuluk belirtildiği gibi iyimser bir felsefedir ve özünde hümanisttir. Hümanizm Sartre'ın felsefesinde önemli bir yöndür. 20. yüzyılın ikinci yarısı özellikle Hümanizmin kuramsal ve felsefi olarak reddedilmesi ve eleştirilmesi olarak ortaya çıkmış olmasına ve bunların çoğunluğunun Fransa kaynaklı olmalarına rağmen, Sartre ısrarla, kendi felsefi konumunu ifade etmek için özgül bir şekilde anladığı anlamda hümanizmi vurgular. Sartre Varoluşçuluk Hümanizmdir der ve bu isimde felsefi bir çalışması vardır.
Bulantı
Bulantı, Sartre'ın aynı adlı kitabı olmasının yanı sıra, terim olarak da Sarte'ın varoluşçu felsefesini ifade etmektedir. Dünyanın kendinde varlığı ("kendinde şey"), insana bulantı duygusu verir; çünkü gerçeklik, yani varlıklar ne iseler o olarak orada öylece ve anlamsız bir şekilde dururlar. Bilinç ise, "kendi-için-şey"dir, ve o hiçlikle ortaya konur. Sartre, felsefi olarak "Varlık ve Hiçlik" kitabında bu noktaları açıklar. Daha sonra da Bulantı romanında edebi bir metin olarak konuyu somut biçimde değerlendirir.
Bulantı romanının kahramanı Antoine Roquentin'dir. İlk kez yerde gördüğü bir taş parçasını eğilip almak istediğinde bunu yapamadığını fark eder; çünkü bu anda varoluşun saçmalığına karşı bir bulantı duymaya başlar, varlıkların varoluşuna, doluluğuna karşı duyulan bir bulantı. Bu dünyanın özündeki kendinde anlamsız varlığı karşısında duyulan bir bulantı'dır. Sartre'a göre hissedilen bu bulantı hissi, kişinin varlıkların kendiliğinden varoluşlarının doğurduğu anlamsızlıktan sıyrılmasını sağlar ve onu bilinçli bir varlık olma konumuna getirir.
Varoluşçu Marksizm
Sartre'a göre Marksizm esas itibariyle varoluşçu bir mantıkla değerlendirilebilir ve değerlendirilmelidir. Marksizm, yapısalcılık gibi kuramcı eğilimlerin iddialarının aksine özünde Hümanisttir; "Marksizm hümanizmdir", der Sartre.
Diyalektik Aklın Eleştirisi'nde Sartre, varoluşçulukla Marksizmi karşılaştırarak değerlendirir ve Marksizmin, "çağımızın aşılmaz bir felsefi ufku olduğu" saptamasını yapar. Sartre'a göre; bir Descartes ve Locke dönemi, bir Kant ve Hegel dönemi, ve son olarak bir Marx dönemi söz konusudur. Bu temsilcilerin hepsi, bütün bir kültürün tarihsel ufkunu temsil ederler ve Marx bunların en yetkinleşmiş halidir. Tarihsel bir perspektif olarak Marksizmi kesin bir şekilde önerir ve "insanlık tarihinin tek geçerli yorumu"nun Marksizm ya daDiyalektik Materyalizm olduğunu söyler. "Hiç olmazsa zamanımız için" der Sartre, "marksizm aşılamazdır".
Sartre ve Aydın tavrı:
Sartre, bir aydın ya da entelektüel olarak her zaman çok özel bir konumda durmuş, her zaman bu aydın konumu üzerinden tartışmalar yürütülemesine vesile olmuştur. Hem savunduğu hem de uyguladığı aydın tavrı, Sartre'ı entelektüeller arasında özel bir konumda tutar. Öyle ki, Sartre, hem tamamen özgürlükçü ve bağımsız bir konumda bulunup hem de sıkı bağlanımları gerektiren pek çok politik tavrı, tereddüte ya da çelişkilere düşmeksizin sergileyebilmiş ve zamanının bütün sorunları konusunda neredeyse aktif bir tavır sergileyebilmiştir.
Bu bakımdan Sartre için, "çağının tanığı ve vicdanı" diye söz edilmesi yanlış olmaz. Sartre'ı Sartre yapan yalnızca felsefi çalışmalarının yetkinliği ve özgül varoluşçu kuramının ilgi çekiciliği değil, aynı zamanda sergilediği aktif aydın tavrıdır. Sartre, bu noktada kuram ve eylem adamı niteliklerini birleştirmiş durumdadır.
Sartre'ın anladığı ve savunduğu anlamda aydın, ister eylem alanında ister yazı masasında olsun, esasta aydını aydın yapan nitelik, yaşadığı zamanın dünyasına sırt çevirmeyen, bu dönemin gerçekliklerinden ve çelişkilerinden kaçınmayan, aksine tutumunu ve eylemini bu gerçeklikler ve çıkmazlardan hareketle oluşturup belirleyen tavırdır.
Bu anlamda Sartre'ın bir bütün yaşam doğrultusu bu bakışın doğrulanmasıdır. Dolayısıyla da, Sartre'ın sergilediği aydın tavrı ve kişiliği, varoluşçuluğun edebiyattaki yetkin temsilcisi olarak kabul edilen Dostoyevski'nin sözünü onaylar niteliktedir; "Her insan herkes karşısında her şeyden sorumludur." Bu söz Sartre'ın anladığı ve örneğini sergilediği anlamda aydının tavrının da iyi bir açıklanmasıdır.
Jean-Paul Sartre Kitapları - Eserleri
- Bulantı
- Duvar
- Akıl Çağı
- Varoluşçuluk
- Yıkılış
- Yaşanmayan Zaman
- Edebiyat Nedir?
- Sözcükler
- Aydınlar Üzerine
- Varlık ve Hiçlik
- İş İşten Geçti
- Sartre Sartre'ı Anlatıyor
- Baudelaire
- İmgelem
- Sanat, Felsefe ve Politika Üstüne Konuşmalar
- Toplu Oyunlar
- Toplu Oyunlar 2
- Kirli Eller
- Öznellik Nedir?
- Ego'nun Aşkınlığı
- Denemeler
- Saygılı Yosma
- Yöntem Araştırmaları
- Hepimiz Katiliz
- Materyalizm ve Devrim
- Altona Mahpusları
- Özgür Olmak
- Şimdi Umut: 1980 Söyleşileri
- Tuhaf Savaşın Güncesi
- Çark
- Gizli Oturum
- Mezarsız Ölüler
- Sinekler
- Heyecanlar Üzerine Bir Kuram Taslağı
- Şeytan ve Yüce Tanrı
- Bir Şefin Çocukluğu
- Altona Men - Without Shadows - The Flies
- Komünistler Devrimden Korkuyor
- Çağımızın Gerçekleri
- Jean Paul Sartre Küba'yı Anlatıyor
- Yazınsal Denemeler
- Yabancının Açıklaması
- Estetik Üstüne Denemeler
- In Camera and Other Plays
- Briefe an Simone de Beauvoir 1
- Sahibin uşaqlığı
- Seçilmiş Əsərləri
- The Age of Reason
- Yöntem Araştırmaları
Jean-Paul Sartre Alıntıları - Sözleri
- Emek, hayatın yeniden üretilmesi yoluyla nesnelleşmeyse, emek yoluyla nesnelleşen nedir? İhtiyaçla tehdit edilen nedir? Jouissance'la (haz, keyif) birlikte ihtiyacı ortadan kaldıran nedir? Cevap elbette ki pratik biyolojik organizmadır ya da diğer bir deyişle, bu terim bizi öznellik açısından ilgilendirdiği ölçüde, psikosomatik birliktir. Sonuç olarak, burada içselliğiyle dolaysız bilgiden kaçan bir birliği kavrıyoruz. (Öznellik Nedir?)
- Özgürlük, metafizik değil, pratik özgürlük, proteinle koşullanmıştır. İnsanlar, açlıktan kurtulduğu, uğraşlarını ona yakışan koşullar altında yapabildikleri gün, yaşam insanca olacaktır. (Sanat, Felsefe ve Politika Üstüne Konuşmalar)
- Dokunmayın bana. Birinin bana dokunmasından nefret ederim. Acımanızı da kendinize saklayın. Haydi! (Gizli Oturum)
- Aşk, aşktan daha fazla bir şeydir. (Denemeler)
- Ben de herkes gibi değiştim: bir sürerlilik içinde. (Sanat, Felsefe ve Politika Üstüne Konuşmalar)
- Bize ihanet eden, kendi sözlerimiz, kendi eylemlerimiz, kendi alçaklıklarımızdır. (Altona Mahpusları)
- Köksüzlerin ağırlığı olmaz. (Sinekler)
- "O halde bu, proletaryanın hiçten yola çıkarak icat ettiği ya da 'yarattığı' bir şey değil, daha ziyade bütünlüğü içindeki evrim sürecinin zorunlu sonucudur; bu yeni öğe, ancak proletarya onu bilincine yükseltip pratik kıldığında somut bir gerçeklik halini almaya dair soyut bir imkân olmayı yine de bırakmaz. (Öznellik Nedir?)
- İnsan dönüp kendi geçmişine bir anlam yakıştırarak onu bir çeşit değişikliğe uğratabilir. Yani kendi kişisel tasarısına göre, geçmişini farklı bir biçimde sahiplenir. Bir başka deyişle geçmiş, insanın özgürlük anlayışına göre kimlik kazanır.. (Ego'nun Aşkınlığı)
- "Yeniden kendimi hissedebilmek istiyorum. İçten ve yoğun bir duygu beni kurtaracak." (Jean Paul Sartre Küba'yı Anlatıyor)
- "Eskiden beklemek umurumda değildi. Şimdiyse yapamıyorum artık." (Kirli Eller)
- Cehennem, başkalarıdır. (Toplu Oyunlar)
- “Neden iki ayrı kişi olduğumuzu anlamıyorum. Kendim kalarak, sana dönüşmeyi isterdim.” (Toplu Oyunlar)
- Gerçekten savaşsaydım, pek fena olmazdı. Fakat, savaşmıyorum işte. Silah altına alınmışım, o kadar. (Tuhaf Savaşın Güncesi)
- "Bizi hiçbir zaman sevmediler!.." (Yıkılış)
- Öncelikle en başında boşluk korkutmuştu sanatçıyı. Kuş uçmaz kervan geçmez, bu ıpıssız mekanda kendi boşluğunu kavramaya çalışırken, bir aşağı bir yukarı, aylarca gezinmişti. Sadece kendi korkunç yalnızlığı eşlik etmişti ona... (Estetik Üstüne Denemeler)
- " Belli bir grubun emrindeki bilim, bir ideolojiye dönüşür. '' (Aydınlar Üzerine)
- "İnsan özgür olmaya mahkûmdur." (Varoluşçuluk)
- Söyleyebildiğim zaman söyleyeceğim. (Tuhaf Savaşın Güncesi)
- Biz rüzgar ektik, o ise fırtınadır. Şiddetin çocuğu, şiddetten her an kendi insanlığını yaratıyor. Biz onun sırtından insandık, o da bizim sırtımızdan kendisini insanlaştırıyor. Yeni bir insana doğru hem de daha niteliklisinden. (Hepimiz Katiliz)