Gödel, Escher, Bach - Douglas R. Hofstadter Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Gödel, Escher, Bach kimin eseri? Gödel, Escher, Bach kitabının yazarı kimdir? Gödel, Escher, Bach konusu ve anafikri nedir? Gödel, Escher, Bach kitabı ne anlatıyor? Gödel, Escher, Bach PDF indirme linki var mı? Gödel, Escher, Bach kitabının yazarı Douglas R. Hofstadter kimdir? İşte Gödel, Escher, Bach kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Douglas R. Hofstadter
Yayın Evi: Pinhan Yayıncılık
İSBN: 9786058795303
Sayfa Sayısı: 944
Gödel, Escher, Bach Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Felsefe, psikoloji, karşılaştırmalı edebiyat, bilim tarihi ve felsefesi, bilgisayar ve bilişim bilimleri, müzik ve elbette matematik gibi pek çok alanda öncü araştırmalar yapan Douglas R. Hofstadter, kitabevlerinde hangi rafa konacağına bile henüz karar verilememiş kitabı Gödel Escher Bach için şöyle der: "Gödel, Escher, Bach 'ben' ya da bilinçlilik sözcüğü çevresinde gezinir. Ben'in düşünmenin diplerinde bir yerdeki, güçlükle anladığımız örtük mekanizmalarla nasıl ortaya çıktığını ele alır. Yalnızca düşünmenin değil, benlik duygumuzun ve bilinçliliğimizin farkında oluşumuzun bizi diğer karmaşık şeylerden ayrı kıldığını vurgular. “Benliğin ve ruhun ne olduğunu kavramak istedim."
Gödel, Escher, Bach Alıntıları - Sözleri
- Beyindeki en önemli hücreler sayıları on milyar kadar olan sinir hücreleri ya da nöronlardır. (Gariptir, ama beyinde nöronların on katı kadar glial hücreleri ya da glia bulunur. Glianın nöronların başrolüne göre yardımcı role sahip olduğuna inanılır, bu yüzden biz de onları tartışmamızın dışında bırakacağız.) Her bir nöron birkaç sinapsa (“giriş iskeleleri”) ve bir aksona (“çıktı kanalı”) sahiptir. Girdi ve çıktı elektrokimyasal akışlardır: yani hareket eden iyonlar. Bir nöronun giriş iskeleleri ile çıktı kanalı arasında “kararların” verildiği hücre gövdesi bulunur. Bir nöronun karşılaştığı karar tipi -ve bu saniyede bin kez kadar olabilir- şudur: ateşlemek ya da ateşlememek - yani sonunda bir ya da daha fazla başka nöronların giriş iskelelerine girecek, böylece onların da aynı türde karar vermesine neden olacak iyonları, aksonundan aşağı bırakıp bırakmamak. Karar çok basit bir biçimde verilir: Eğer bütün girdilerin toplamı belli bir eşiği aşarsa, evet; aksi takdirde hayır. Girdilerin bir kısmı, başka yerlerden gelen pozitif girdileri iptal eden negatif girdiler olabilir. Her durumda zihnin en alt düzeyini yöneten basit toplama işlemidir. Descartes’in ünlü deyişini biraz değiştirerek söylersek, “Düşünüyorum, öyleyse topluyorum” (Latince, Cogito ergo am). Karar verme tarzı çok basit gibi görünmesine karşın konuyu karmaşıklaştıran bir olgu vardır: Bir nöronun 200.000 ayrı giriş iskelesi olabilir, bu da, nöronun sonraki eyleminin belirleniminde 200.000 ayrı toplama gerekebileceği anlamına gelir. Karar verildiğinde, iyonların bir pulsu, aksondan aşağı son uca doğru hızla yol alır, iyonlar uca ulaşmadan önce bir -ya da birkaç- çatallanmayla karşılaşabilirler. Böylesi durumlarda, tek çıktı pulsu, çatallanan aksondan aşağı ilerlerken parçalara ayrılır ve uca ulaşmadan “tek” iken “çok” olur - ve bunlar hedeflerine ayrı zamanlarda ulaşabilirler, çünkü boyunca ilerledikleri akson dalları farklı uzunluklar ve farklı dirençlerde olabilir. Bununla birlikte önemli olan bunların hepsinin hücre gövdesinden ayrılırken tek bir puls olarak hareketlerine başlamalarıdır. Bir nöron ateşledikten sonra yeniden ateşlemeden önce kısa bir toparlanma süresine ihtiyaç duyar; bu karakteristik olarak saniyenin binde birleriyle ölçülen bir süredir, dolayısıyla bir nöron saniyede bin keze kadar ateşleyebilir.
- Tümceler içinde ifade edilen çoğu düşünce genellikle daha fazla çözümlemediğimiz temel, atomsu bileşenlerden oluşur. Bunlar kabaca sözcük büyüklüğündedir - kimi zaman biraz daha uzun, kimi zaman biraz daha kısa. Örneğin “şelale” adı, “Niagara Şelalesi” özel adı, geçmiş zaman soneki “- dı,” “yetişmek” fiili ve daha uzun deyimlerin hepsi yaklaşık atomik öğelerdir. Bunlar bir filmin konusu, bir kentin kokusu, bilincin doğası ve benzeri daha karmaşık kavramları tasvir ederken kullandığımız temel fırça darbeleridir. Böylesi karmaşık düşünler tek fırça darbelerinden oluşmaz. Dilin fırça darbelerinin düşüncenin de fırça darbeleri olduğunu ve dolayısıyla simgelerin yaklaşık bu büyüklükte kavramları temsil ettiğini düşünmek usa uygundur. O halde bir simge kabaca, kendisi için bildiğiniz bir sözcük ya da sözcük öbeğinin bulunduğu ya da bir özel adla ilişkilendirdiğiniz bir şey olacaktır. Ve bir aşk ilişkisindeki sorun gibi, daha karmaşık bir düşüncenin beyinde temsili, diğer simgeler tarafından çeşitli simgelerin etkinleştirilmelerinin oldukça karmaşık bir dizisi olacaktır
- Tosbağa: İyi günler Bay A. Akhilleus: Vay, sana da iyi günler. Tosbağa: Seni görmek ne güzel. Akhilleus: Sen benden çok yaşayacaksın. Tosbağa: Yürüyüş içinde mükemmel bir gün. Yakında eve varırım sanırım. Akhilleus: Ah, gerçekten mi? Senin için yürümekten daha iyi bir şey yoktur bence. Tosbağa: Bu arada senin de bugünlerde pek dinç göründüğünü söylemeliyim. Akhilleus: Çok teşekkür ederim. Tosbağa: Hiç önemli değil. Puromdan alır miydin? Akhilleus: Ah, ne zevksiz herifsin. Bu alanda HollandalIların yaptığı katkılar özellikle çok zevksiz, sen de öyle düşünmüyor musun? Tosbağa: Buna katılmıyorum. Ama zevkten söz etmişken, geçen gün bir gale ride senin gözde sanatçın M. C. Escher’in Yengeç Kanonu’nu gördüm sonunda ve hem ileri hem geri gidişlerle kendi kendisiyle içiçe geçirdiği tek bir temayla sergilediği güzellik ve yaratıcılığın hakkını teslim ettim. Yinede korkarım daima Bach’ın Escher’den daha üstün olduğunu hissedeceğim. Akhilleus: Bilemem. Ama zevklerle ilgili tartışmaların umurumda olmadığı kesin. De gustibus non est disputandum. Tosbağa: Söylesene, senin yaşında olmak nasıl bir şey? Artık hiçbir şeyin umurunda olmadığı doğru mu? Akhilleus: Kesin olarak, hiçbir kaygın kalmaz. Tosbağa: Ah, şey, benim için hepsi bir. Akhilleus: Saçma. Büyük fark olduğunu biliyorsun. Tosbağa: Bana bak, sen gitar çalmıyor muydun? Akhilleus: Hayır, bir dostum çalar. Genellikle çalar, aptal. Ama ben bir gitara üç metre yakınından olsun dokunmadım. Tosbağa: Buna katılmıyorum. Ama zevkten söz etmişken, geçen gün bir galeride senin gözde sanatçın M. C. Escher’in Yengeç Kanonu’nu gördüm sonunda ve hem ileri hem geri gidişlerle kendi kendisiyle içiçe geçirdiği tek bir temayla sergilediği güzellik ve yaratıcılığın hakkını teslim ettim. Yine de korkarım daima Bach’ın Escher’den daha üstün olduğunu hissedeceğim. Akhilleus: Bilemem. Ama zevklerle ilgili tartışmaların umurumda olmadığı kesin. De gustibus non est disputandum. Tosbağa: Söylesene, senin yaşında olmak nasıl bir şey? Artık hiçbir şeyin umurunda olmadığı doğru mu? Akhilleus: Kesin olarak, hiçbir kaygın kalmaz. Tosbağa: Ah, şey, benim için hepsi bir. Akhilleus: Saçma. Büyük fark olduğunu biliyorsun. Tosbağa: Bana bak, sen gitar çalmıyor muydun? Akhilleus: Hayır, bir dostum çalar. Genellikle çalar, aptal. Ama ben bir gitara üç metre yakınından olsun dokunmadım.
- Eukleides’in ispatı bütün sayıların belli bir özelliğe sahip olduğunun bir ispatı olmasına karşın, ayrı ayrı sonsuz sayıda çok durumu işlemden geçirmekten kaçınır. “N ne olursa olsun,” ya da “N’nin olduğu sayı” gibi deyimler kullanarak sonsuzluğun etrafından dolaşır. İspatı yeniden başka şekilde ifade edebiliriz, bu durumda “bütün N’ler” deyişi kullanılır. Böyle deyişler kullanmanın uygun bağlamını ve doğru yollarını bilince hiçbir zaman sonsuz sayıda bildirimle uğraşmak zorunda kalmayız. Yalnızca “bütün” sözcüğü gibi -kendileri sonlu olmakla birlikte sonsuzluğu içinde bulunduran- iki üç kavramla uğraşırız; ve bunları kullanmakla, ispatlamamız gereken sonsuz sayıda olgu bulunduğu sorununu atlatmış oluruz. “Bütün” sözcüğünü usavurmanın düşünce süreciyle tanımlanmış birkaç biçimde kullanırız. Yani “bütün”ü kullanmak için uymak zorunda olduğumuz kurallar vardır. Bunların bilincinde olmayabiliriz, ama sözcüğün anlamı üstüne temellenmiş işlemler yaptığımızı iddia etme eğilimindeyizdir; ama sonuçta bu yalnızca, asla açıklığa kavuşturamadığımız kurallarca yönlendirildiğimizi söylemenin dolambaçlı bir yoludur. Sözcükleri bütün yaşamımızda belli örüntüler içinde kullanırız ve örüntülere “kurallar” demek yerine, düşünce sürecimizin seyrini sözcüklerin “anlamlar”ına yükleriz. Bu keşif, sayılar kuramının biçimlendirilmesine doğru alman uzun yolda can alıcı bir belirlemeydi.
- Dilin fırça darbelerinin düşüncenin de fırça darbeleri olduğunu ve dolayısıyla simgelerin yaklaşık bu büyüklükte kavramları temsil ettiğini düşünmek usa uygundur.
- Buna yanıt vermek için aydınlanmanın ne olduğunu anlamak gerekir. Aydınlanmanın en özlü özeti belki de şudur: ikiliğin aşılması. Peki ikicilik nedir? ikicilik dünyanın kavramsal olarak kategorilere bölünmesidir. Bu çok doğal eğilimi aşmak olanaklı mıdır? “Bölünme” sözcüğünün önüne “kavramsal”ı koymakla bunu entelektüel veya bilinçli bir çaba gibi göstermiş olabilirim ve belki de bu nedenle basitçe düşüncelerin bastırılmasıyla (düşünceyi bastırmak sanki o kadar basitmiş gibi!) ikiciliğin üstesinden gelinebileceği izlenimini yaratmış olabilirim. Ama dünyayı sınıflara ayırmak düşüncenin üst katmanının çok altında yer alır; aslında ikicilik, dünyanın kavramsal olarak kategorilere bölünmesi kadar algısal olarak da bölünmesidir. Bir başka deyişle insan algısı doğası gereği ikici bir görüngüdür - en azından aydınlanma araştırmasını çetin bir savaşıma dönüştüren bir görüngü.
- Zenin ne olduğunu bildiğime emin değilim. Bir bakıma, onu çok iyi anladı ğımı düşünüyorum; bir bakıma da hiç anlayamadığımı. Lisedeki İngilizce öğretmenim, Jöshü’nun MU’sunu sınıfa okuduğundan beri yaşamın Zen veçheleriyle uğraşıyorum ve herhalde bunun sonu hiç gelmeyecek. Bana göre Zen entelektüel bataklık kumu- kargaşa, karanlık, anlamsızlık, kaostur. Düş kırıklığına uğratır, çıldırtır. Yine de gülünçtür, canlandırır, ayartır. Zenin kendine özgü anlamı, parlaklığı ve açıklığı vardır. Bu bölümde bu etkilerin bir demetini size aktarabilmeyi umuyorum. Ve sonra, tuhaf görünse de bu bizi doğruca Gödelci konulara götürecek. Zen Budizminin temel öğretilerinden birisi Zenin ne olduğunu karakterize etmenin yolunun olmadığıdır. Zeni hangi sözel mekân içine kapatmaya çalışırsanız çalışın, direnir ve bu sınırı aşar. Bu durumda Zeni açıklama çabalarının hepsi boşa zaman geçirme gibi görünebilir. Ama Zen ustaları ve öğrencilerinin tutumu böyle değildir, örneğin sözel olmalarına karşın Zen koanları Zen çalışmasının ana parçalarındandır. Kendi başlarına aydınlanma konusun da yeterli bilgiyi içermeseler de koanların, insan zihnindeki aydınlanmaya götürecek mekanizmayı harekete geçirme yeteneği olan “tetikler” oldukları var sayılır. Ama genelde, Zen tutumu, sözcüklerin ve hakikatin bağdaşmaz olduğu ya da en azından hiçbir sözcüğün hakikati ele geçiremeyeceği yönündedir.
Gödel, Escher, Bach İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Füg değil öncelikle bunu belirteyim. Bilemiyorum füg’ün bunun matematiksel terimi nedir, ancak bunun müzikal bir söylence olduğuna kimse beni inandıramaz. Resmen Bach’ta bile matematiksel analizler yerleştirilmiş. Kitaba başlarken Önceliği Bach’a verdim ilgim dolayısıyla. Çünkü kitaba severek başladığım bir isimden başlarsam Gödel’e kadar bir çok kısmı aşmış olurdum. Çünkü Gödel’in matematiksel teorilerini anlayabilmek, söylence içerisinde çözümleyebilmek oldukça zor olacaktı benim için. Ancak matematiği resmen Bach ve Escher’de işlemiş yazar Douglas Hofstadher (adamın soyadı bile zor). Kitabı bitirdim diyemem. çünkü Gödel için özellikle matematiksel altkültürün olması gerekiyor. –ki yazar burada matematiksel felsefeden çok matematik bilmini işliyor. Escher’in yarısına geldiğimde kitap benim için bitti. Oldukça zor (zorlaştırılmış) bir dile sahip yazarımız. Çözümleyebilmek ve içerik analizi gerçekleştirebilmek için elinizin altında interneti açık tutun çünkü Hz. Google size oldukça uzak terimlerin anlamları için açıklama yapacak. İşin esprisi bir tarafa kitabın içeriğinden bahsedecek olursam, Escher ve Bach noktasında oldukça Dionyssos’cu bir yaklaşımı var. Ancak bu yaklaşım kitaba adını veren üç büyük isim üzerinden değil tamamen olgular üzerinden yürümüş. Özellikle bu isimlerin yarattıkları, ortaya çıkardıkları olgular üzerinden. Genelde matematik, sanat ve müziğin özsel olarak nasıl aynı olduğunu gösteren bir kitap olduğu teşhisine şiddetle karşı çıkıyor dünyanın en zor insanı olan Hofstadher. Hatta bir ara sinir olup iyice odaklanmaya çalışınca artık gözümün önünde kanonlar, mantık ve doğruluk, geometri, yinelenme, sentaktik yapılar, anlamın doğası, Zen Budizm, paradokslar, beyin ve zihin, indirgemecilik vebütüncülük, karınca kolonileri, kavram lar ve zihinsel tasarımlar, çeviri, bilgisayarlar ve bilgisayar dilleri, DNA, proteinler, genetik kod, yapay zeka, yaratıcılık, bilinçlilik ve özgür istençler dönmeye başladı. İşyerinde yürürken arkadaşımın alnında zen budizm yazdığını gördüm bir an. :) Dil öyle zorlayıcı ki gerçekten iki buçuk günde yordu beni. Yazar kitabı zorlaştırmak için anlam analizinde kendini ele vermiş diyebilirim. Çünkü zorlaştırmak adına paragraf bütünlükleri, geçişler öyle alakasız düzenlenmiş ki zaten dili doğrudan çözmüş olan bir okuyucu paragraf ve bölümler arası kopukluk yüzünden yine okuyamaz bu kitabı. Kitap dilini sadeleştirip okumaya başladığımda gördüğüm ayak oyunu bu oldu. Ayak oyunu dedim çünkü yazar kendi açıklamasında New York Times’ta çıkan eleştirileri baz alarak anlaşılamamasından duyduğu memnuniyeti sözlerinden anlaşılabiliyor. Hedefine ulaşmış gibi. Bach üzerine Müzikolojik incelemeleri ise oldukça iyidi bölüm bölüm ele almış olsa da. Bach’ın 15 adet Üç-Sesli Envansiyon yazması üzerinden Gödel ve Escher’in olgularına atıfta bulunarak ilerlemiş. Envansiyonlarda geçen kahramanların içerik analizlerini yaparak aralarındaki konuşmalardan Escher’in sanat anlayışına atıfta bulunarak çözümlemeler sunuyor. Bunu yaparken Escher’i okumaya başladığınız farkediyorsunuz. Bach henüz tam anlamıyla irdelenememişken Escher’in resimlerinin figür ve zemin paradokslarını işliyor. Yazarın yarattığı bu karmaşadan çıkış yolunu da, karmaşık bölümleri Bach ve Escher altbaşlıkları altında yeniden bir araya getirerek buldum. Ancak böyle okunabildi. Kitabı okuyabilmek için ciddi bir emek harcamak gerek gerçekten. (Uğur De Molinari)
Peki bu Gödel, Escher, Bach: bir Ebedi Gökçe Belik -genellikle “G EB” kısaltmasıyla bilinen kitap gerçekte ne hakkındadır? Bu soru 1973 yılında ilk taslaklarını yazmaya başladığımdan beri peşimi hiç bırakmadı. Elbette arkadaşlar ne üzerine çalıştığımı sorup durdular, ama kısa ve özlü bir açıklama getirmekte zorlandım. Yıllar sonra 1980’de, GEB bir süreliğine The New York Tim es'm çok satanlar listesine yerleştiğinde, başlığın altına haftalar boyunca şöyle tek tümcelik bir özet koyuldu: “Bir bilim insanı gerçekliğin birbirleriyle bağlantılı bir belikler dizgesi olduğunu iddia ediyor.” Ben bu su katılmadık zırvalığı şiddetle protesto edince sonunda yerine, beni tekrar hom urdanm aktan ancak alıkoyan birazcık daha iyi bir şeyler koydular. Pek çok insan başlığın her şeyi ifade ettiğini düşünüyor: bir matematikçi, bir sanatçı ve bir müzisyen hakkında bir kitap. Ama en dikkatsiz bakış bile, karşı çıkılamaz biçimde yüce kişiler olsalar da, bu üç bireyin per se kitabın içeriğinde çok küçük roller oynadıklarını görebilir. Kitap kesinlikle bu üç kişi hakkında değildir! Peki, öyleyse GEB'i “matematik, sanat ve müziğin özsel olarak nasıl aynı olduğunu gösteren bir kitap” olarak betimlemeye ne denir? Bu da yine esas konudan çok uzaktır ama bu yine de yalnızca kitabı okumayanlardan değil, kitabı okuyanlardan, hatta büyük bir hevesle okuyanlardan bile defalarca duyduğum bir yorum. Ve kitabevlerinde, GEB’in birbirinden çok farklı rafları süslediğine tanık oldum, yalnızca matematik, genel bilimler, felsefe ve bilişsel bilimler (hepsi de gayet iyi) değil, aynı zamanda din, okült ve Tanrı bilir başka hangi rafları. Bu kitabın ne hakkında olduğunu saptam ak neden bu kadar zor? Herhalde sırf uzun olduğu için değil. Kısmen GEB her türden pek çok konuyu fügler ve kanonlar, mantık ve doğruluk, geometri, yinelenme, sentaktik yapılar, anlamın doğası, Zen Budizm, paradokslar, beyin ve zihin, indirgemecilik ve bütüncülük, karınca kolonileri, kavram lar ve zihinsel tasarım lar, çeviri, bilgsayarlar ve bilgisayar dilleri, DNA, proteinler, genetik kod, yapay zekâ, yaratıcılık, bilinçlilik ve özgür istenç hatta bazen bunlar yetmezmiş gibi sanat ve müzik! sırf yüzeysel değil derinlemesine araştırdığı için böyle olmalı; bu nedenle pek çok insan için odaktaki konuyu saptamak olanaksızlaşıyor. (Mehmet Ergn)
Kitap gerçekten çok ağır. Yazılanları anlamak için yavaş ilerlemek, üzerinde düşünmek gerekiyor. Okuduğum kitaplar arasında okurken böyle hissettiğim kitap Kapital olmuştu, ama bu daha sayısal, daha ağır. Matematiği iyi olmayan biri birçok yeri anlayamayacak zaten. Ancak, matematik, mantık, programlama gibi alanlara ilgisi olanlar için kitabı okumak çok daha zevkli olacaktır diye düşünüyorum. Yazara göre bu kitap, canlı varlıkların cansız maddeden nasıl oluştuğunu açıklamaya yönelik bir girişim. Kendilik (self) nedir? Bunun cevabı verilmeye çalışılıyor. Yazar, bunları, kitap boyunca kullanıp, açıkladığı “garip döngüler” (strange loop) ile yapmaya çalışıyor. Yazmaya ilk başladığında kitabın adını “Gödel’in Teoremi ve İnsan Beyni” olarak düşünmüş. Ancak zamanla şu anki haline gelmiş. Bertrand Russell’in Principia Mathematica’sı bu garip döngüleri engellemek üzere yazılmış. Çünkü Russel bu döngüleri bir nevi kusur olarak görüyor. Ancak sonradan Kurt Godel PM’de geri döngüler bulunduğunu, bunun aslında bir kusur olmadığını, tam tersine güçlülük belirtisi olduğunu gösteriyor. Kitabın temel görüşü, yeterince karmaşık hale gelmiş, kendine referans yapabilen bir sistemin bilinç sahibi olacağı. Yani bilinçlilik hali insana özgü değil, ve siyah-beyaz değil, dereceleri var. Ve bu sistemin organik olması gerekmiyor. Aynı sistem bir bilgisayar programı olarak kurulursa programın gelişmişliği oranında o da bilinçlenir diyor. Bach, kitapta, yazdığı bazı bestelerde döngüler oluşturmasıyla yer alıyor. Escher de aynı şekilde yaptığı resimlerde bu döngüleri kullanmış olmasıyla. Yazar da Escher gibi bu döngülerden büyülenmiş. Godel, Escher, ve Bach; üçünün ortak noktası eserlerinde yazarın “garip döngü” dediği olayı kullanmış olması. Kitabın ilk bölümü daha çok temel matematik, mantık üzerine. İkinci bölümde de birinci bölümdeki temelin üzerine daha çok bilinç, düşünmek, yapay zeka konuları incelenmiş. Kitap 70’li yıllara ait ama yazarın ileri görüşlülüğü, yapay zeka ve bilinç hakkındaki tahminleri kendine hayran bırakacak şekilde. (Hakan)
Gödel, Escher, Bach PDF indirme linki var mı?
Douglas R. Hofstadter - Gödel, Escher, Bach kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Gödel, Escher, Bach PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Douglas R. Hofstadter Kimdir?
Douglas Richard Hofstadter, (gen. Douglas R. Hofstadter, d. 15 Şubat 1945) ABD'li bir bilimadamıdır. Yaygın olarak 1979'da yayınlanan Gödel, Escher, Bach: An Eternal Golden Braid (Gödel, Escher, Bach: Ebedi Güzel Bağlantı, Türkiye'de Gödel, Escher, Bach: Bir Ebedi Gökçe Belik adıyla 2001 yılında yayınlanmıştır) kitabı ile tanınır. 1980 yılında kurgu dışı alanda Pulitzer Ödülünü kazanan bu kitap, binlerce öğrencinin bilgisayar bilimleri ve yapay zekâ konusunda meslekler seçmelerine önayak olmuştur.
Douglas R. Hofstadter Kitapları - Eserleri
- Aklın G'özü
- Gödel, Escher, Bach
- Ben Bir Garip Döngüyüm
- Gödel, Escher, Bach: an Eternal Golden Braid
Douglas R. Hofstadter Alıntıları - Sözleri
- “Burada“ diye düşünürken, nereyi kast ettiğimi nereden biliyordum? (Aklın G'özü)
- Ya o seni düşlemekten vazgeçerse… Borges (Aklın G'özü)
- Tümceler içinde ifade edilen çoğu düşünce genellikle daha fazla çözümlemediğimiz temel, atomsu bileşenlerden oluşur. Bunlar kabaca sözcük büyüklüğündedir - kimi zaman biraz daha uzun, kimi zaman biraz daha kısa. Örneğin “şelale” adı, “Niagara Şelalesi” özel adı, geçmiş zaman soneki “- dı,” “yetişmek” fiili ve daha uzun deyimlerin hepsi yaklaşık atomik öğelerdir. Bunlar bir filmin konusu, bir kentin kokusu, bilincin doğası ve benzeri daha karmaşık kavramları tasvir ederken kullandığımız temel fırça darbeleridir. Böylesi karmaşık düşünler tek fırça darbelerinden oluşmaz. Dilin fırça darbelerinin düşüncenin de fırça darbeleri olduğunu ve dolayısıyla simgelerin yaklaşık bu büyüklükte kavramları temsil ettiğini düşünmek usa uygundur. O halde bir simge kabaca, kendisi için bildiğiniz bir sözcük ya da sözcük öbeğinin bulunduğu ya da bir özel adla ilişkilendirdiğiniz bir şey olacaktır. Ve bir aşk ilişkisindeki sorun gibi, daha karmaşık bir düşüncenin beyinde temsili, diğer simgeler tarafından çeşitli simgelerin etkinleştirilmelerinin oldukça karmaşık bir dizisi olacaktır (Gödel, Escher, Bach)
- Tosbağa: İyi günler Bay A. Akhilleus: Vay, sana da iyi günler. Tosbağa: Seni görmek ne güzel. Akhilleus: Sen benden çok yaşayacaksın. Tosbağa: Yürüyüş içinde mükemmel bir gün. Yakında eve varırım sanırım. Akhilleus: Ah, gerçekten mi? Senin için yürümekten daha iyi bir şey yoktur bence. Tosbağa: Bu arada senin de bugünlerde pek dinç göründüğünü söylemeliyim. Akhilleus: Çok teşekkür ederim. Tosbağa: Hiç önemli değil. Puromdan alır miydin? Akhilleus: Ah, ne zevksiz herifsin. Bu alanda HollandalIların yaptığı katkılar özellikle çok zevksiz, sen de öyle düşünmüyor musun? Tosbağa: Buna katılmıyorum. Ama zevkten söz etmişken, geçen gün bir gale ride senin gözde sanatçın M. C. Escher’in Yengeç Kanonu’nu gördüm sonunda ve hem ileri hem geri gidişlerle kendi kendisiyle içiçe geçirdiği tek bir temayla sergilediği güzellik ve yaratıcılığın hakkını teslim ettim. Yinede korkarım daima Bach’ın Escher’den daha üstün olduğunu hissedeceğim. Akhilleus: Bilemem. Ama zevklerle ilgili tartışmaların umurumda olmadığı kesin. De gustibus non est disputandum. Tosbağa: Söylesene, senin yaşında olmak nasıl bir şey? Artık hiçbir şeyin umurunda olmadığı doğru mu? Akhilleus: Kesin olarak, hiçbir kaygın kalmaz. Tosbağa: Ah, şey, benim için hepsi bir. Akhilleus: Saçma. Büyük fark olduğunu biliyorsun. Tosbağa: Bana bak, sen gitar çalmıyor muydun? Akhilleus: Hayır, bir dostum çalar. Genellikle çalar, aptal. Ama ben bir gitara üç metre yakınından olsun dokunmadım. Tosbağa: Buna katılmıyorum. Ama zevkten söz etmişken, geçen gün bir galeride senin gözde sanatçın M. C. Escher’in Yengeç Kanonu’nu gördüm sonunda ve hem ileri hem geri gidişlerle kendi kendisiyle içiçe geçirdiği tek bir temayla sergilediği güzellik ve yaratıcılığın hakkını teslim ettim. Yine de korkarım daima Bach’ın Escher’den daha üstün olduğunu hissedeceğim. Akhilleus: Bilemem. Ama zevklerle ilgili tartışmaların umurumda olmadığı kesin. De gustibus non est disputandum. Tosbağa: Söylesene, senin yaşında olmak nasıl bir şey? Artık hiçbir şeyin umurunda olmadığı doğru mu? Akhilleus: Kesin olarak, hiçbir kaygın kalmaz. Tosbağa: Ah, şey, benim için hepsi bir. Akhilleus: Saçma. Büyük fark olduğunu biliyorsun. Tosbağa: Bana bak, sen gitar çalmıyor muydun? Akhilleus: Hayır, bir dostum çalar. Genellikle çalar, aptal. Ama ben bir gitara üç metre yakınından olsun dokunmadım. (Gödel, Escher, Bach)
- İnsana özgü herhangi bir dilde isimlerin ve fiillerin (vb) sınırsız karmaşıklıkta bir dansa girişebilmeleri gibi, doğal sayılar da sınırsız karmaşıklıkta bir toplama ve çarpma (vb) dansına girişebilirler ve bir kod ya da analoji aracılığıyla sayısal olsun olmasın her türlü olay hakkında "konuşabilirler." (Ben Bir Garip Döngüyüm)
- Beyindeki en önemli hücreler sayıları on milyar kadar olan sinir hücreleri ya da nöronlardır. (Gariptir, ama beyinde nöronların on katı kadar glial hücreleri ya da glia bulunur. Glianın nöronların başrolüne göre yardımcı role sahip olduğuna inanılır, bu yüzden biz de onları tartışmamızın dışında bırakacağız.) Her bir nöron birkaç sinapsa (“giriş iskeleleri”) ve bir aksona (“çıktı kanalı”) sahiptir. Girdi ve çıktı elektrokimyasal akışlardır: yani hareket eden iyonlar. Bir nöronun giriş iskeleleri ile çıktı kanalı arasında “kararların” verildiği hücre gövdesi bulunur. Bir nöronun karşılaştığı karar tipi -ve bu saniyede bin kez kadar olabilir- şudur: ateşlemek ya da ateşlememek - yani sonunda bir ya da daha fazla başka nöronların giriş iskelelerine girecek, böylece onların da aynı türde karar vermesine neden olacak iyonları, aksonundan aşağı bırakıp bırakmamak. Karar çok basit bir biçimde verilir: Eğer bütün girdilerin toplamı belli bir eşiği aşarsa, evet; aksi takdirde hayır. Girdilerin bir kısmı, başka yerlerden gelen pozitif girdileri iptal eden negatif girdiler olabilir. Her durumda zihnin en alt düzeyini yöneten basit toplama işlemidir. Descartes’in ünlü deyişini biraz değiştirerek söylersek, “Düşünüyorum, öyleyse topluyorum” (Latince, Cogito ergo am). Karar verme tarzı çok basit gibi görünmesine karşın konuyu karmaşıklaştıran bir olgu vardır: Bir nöronun 200.000 ayrı giriş iskelesi olabilir, bu da, nöronun sonraki eyleminin belirleniminde 200.000 ayrı toplama gerekebileceği anlamına gelir. Karar verildiğinde, iyonların bir pulsu, aksondan aşağı son uca doğru hızla yol alır, iyonlar uca ulaşmadan önce bir -ya da birkaç- çatallanmayla karşılaşabilirler. Böylesi durumlarda, tek çıktı pulsu, çatallanan aksondan aşağı ilerlerken parçalara ayrılır ve uca ulaşmadan “tek” iken “çok” olur - ve bunlar hedeflerine ayrı zamanlarda ulaşabilirler, çünkü boyunca ilerledikleri akson dalları farklı uzunluklar ve farklı dirençlerde olabilir. Bununla birlikte önemli olan bunların hepsinin hücre gövdesinden ayrılırken tek bir puls olarak hareketlerine başlamalarıdır. Bir nöron ateşledikten sonra yeniden ateşlemeden önce kısa bir toparlanma süresine ihtiyaç duyar; bu karakteristik olarak saniyenin binde birleriyle ölçülen bir süredir, dolayısıyla bir nöron saniyede bin keze kadar ateşleyebilir. (Gödel, Escher, Bach)
- Farkındalık içeren bir ahmaklığa gereksinimim var. Kendi kusursuz boşluklarını görebilmek için masum bir göz ve boş bir kafa gereklidir. (Aklın G'özü)
- Babamın ölümünü izleyen aylarda kasvetli bir günde ailemin evinde mutfakta idim ve annem babamın belki 15 sene önce çekilmiş insanın içine işleyen sevimli bir fotoğrafına bakıyordu. Annem umutsuzca bana "bu fotoğrafın anlamı ne? hiçbir anlamı yok! üzerinde şurada burada koyu renk noktalar olan düz bir bez parçasından ibaret, hiçbir işe yaramıyor," dedi. Annemin kedere boğulmuş sözlerini çıplaklığı başımı döndürdü. Çünkü sezgilerim bana ona katılmadığını söylüyordu. ... "Oturma odasında çok önemli bir piyano etütleri kitabı var bütün sayfalarında koyu renk işaretler olan kağıtlar bunlar. Tıpkı babamın fotoğrafı gibi, 2 boyutlu dümdüz ve eğilip bükülebilen kağıttan yapılmış. yine de 150 yıldır bunların dünyanın dört bir tarafından nasıl güçlü bir etki yaptığını düşün. O düz kağıtlar üzerinde kara işaretler sayesinde, birbirinden habersiz binlerce insan aynı anda parmaklarını kalmış görüntülerle piyanonun klavyesinde gezdirerek kendilerini anlatılmayacak ölçüde haz ve yüce anlam duyguları veren sesler üretiyorlar. ve bu piyanistler bize, senin benim gibi milyonlarca dinleyiciye, frederic chopin'in yüreğinde esen duygusal fırtınaları ulaştırıyorlar. Böylece hepimizde bir nebze de olsa chopin'in iç dünyasının kapısı aralanıyor ve frederic chopin'in kafasında, daha doğrusu ruhunda yaşadığı deneyimleri açılıyoruz. o kağıtlar üzerindeki işaretler ruh yongalarından, frederic chopin'in paramparça ruhunun etrafa dağılmış kırıntılarından başka bir şey değil." (Ben Bir Garip Döngüyüm)
- Eukleides’in ispatı bütün sayıların belli bir özelliğe sahip olduğunun bir ispatı olmasına karşın, ayrı ayrı sonsuz sayıda çok durumu işlemden geçirmekten kaçınır. “N ne olursa olsun,” ya da “N’nin olduğu sayı” gibi deyimler kullanarak sonsuzluğun etrafından dolaşır. İspatı yeniden başka şekilde ifade edebiliriz, bu durumda “bütün N’ler” deyişi kullanılır. Böyle deyişler kullanmanın uygun bağlamını ve doğru yollarını bilince hiçbir zaman sonsuz sayıda bildirimle uğraşmak zorunda kalmayız. Yalnızca “bütün” sözcüğü gibi -kendileri sonlu olmakla birlikte sonsuzluğu içinde bulunduran- iki üç kavramla uğraşırız; ve bunları kullanmakla, ispatlamamız gereken sonsuz sayıda olgu bulunduğu sorununu atlatmış oluruz. “Bütün” sözcüğünü usavurmanın düşünce süreciyle tanımlanmış birkaç biçimde kullanırız. Yani “bütün”ü kullanmak için uymak zorunda olduğumuz kurallar vardır. Bunların bilincinde olmayabiliriz, ama sözcüğün anlamı üstüne temellenmiş işlemler yaptığımızı iddia etme eğilimindeyizdir; ama sonuçta bu yalnızca, asla açıklığa kavuşturamadığımız kurallarca yönlendirildiğimizi söylemenin dolambaçlı bir yoludur. Sözcükleri bütün yaşamımızda belli örüntüler içinde kullanırız ve örüntülere “kurallar” demek yerine, düşünce sürecimizin seyrini sözcüklerin “anlamlar”ına yükleriz. Bu keşif, sayılar kuramının biçimlendirilmesine doğru alman uzun yolda can alıcı bir belirlemeydi. (Gödel, Escher, Bach)
- PLATON: Evet, düşünceme sözcükleri sistematik olarak birbiriyle bağlantılandırma alışkanlığı rehberlik ediyor. SOKRATES: O zaman bir kez daha bu bilinçli düşüncelerin refleks bir edimle üretildiği ortaya çıkıyor. PLATON: Bu doğruysa bilinçli olduğumu nasıl bilebilirim, yaşadı- gımı nasıl hissedebilirim, bunu göremiyorum, ama dayan- dığın savı izleyebiliyorum. SOKRATES: Ama bu savın kendisi tepkinin alışkanlıktan ibaret ol- duğunu ve seni yaşadığını bildiğini söylemeye yönlendiren bilinçli bir düşünce olmadığını gösteriyor. Üzerinde düşün- mekten vazgeçtiğinde, böyle bir cümle dile getirmekle ne demek istediğini gerçekten anlıyor musun? Yoksa bu bilinç- li olarak düşünmeden öylece aklına mı geliyor? PLATON: Kafam öyle karıştı ki, aslında bilmiyorum. SOKRATES: Yeni yollara sapınca insanın kafasının nasıl karıştığı- nı görmek ilginç oluyor. “Yaşıyorum” cümlesini ne kadar az anladığını görüyor musun? (Ben Bir Garip Döngüyüm)
- Bilinci beynin içindeki hücreler taşımıyor; bilinci taşıyan örüntüler. Önemli olan malzeme değil, örgütlenme örüntüsü. (Ben Bir Garip Döngüyüm)
- Bir organizmanın kategori dağarcığı ne kadar yoksulsa, kendilik döngüsü de o kadar yoksuldur, bir noktadan sonra da geriye hiç kendilik kalmaz. (Ben Bir Garip Döngüyüm)
- Zenin ne olduğunu bildiğime emin değilim. Bir bakıma, onu çok iyi anladı ğımı düşünüyorum; bir bakıma da hiç anlayamadığımı. Lisedeki İngilizce öğretmenim, Jöshü’nun MU’sunu sınıfa okuduğundan beri yaşamın Zen veçheleriyle uğraşıyorum ve herhalde bunun sonu hiç gelmeyecek. Bana göre Zen entelektüel bataklık kumu- kargaşa, karanlık, anlamsızlık, kaostur. Düş kırıklığına uğratır, çıldırtır. Yine de gülünçtür, canlandırır, ayartır. Zenin kendine özgü anlamı, parlaklığı ve açıklığı vardır. Bu bölümde bu etkilerin bir demetini size aktarabilmeyi umuyorum. Ve sonra, tuhaf görünse de bu bizi doğruca Gödelci konulara götürecek. Zen Budizminin temel öğretilerinden birisi Zenin ne olduğunu karakterize etmenin yolunun olmadığıdır. Zeni hangi sözel mekân içine kapatmaya çalışırsanız çalışın, direnir ve bu sınırı aşar. Bu durumda Zeni açıklama çabalarının hepsi boşa zaman geçirme gibi görünebilir. Ama Zen ustaları ve öğrencilerinin tutumu böyle değildir, örneğin sözel olmalarına karşın Zen koanları Zen çalışmasının ana parçalarındandır. Kendi başlarına aydınlanma konusun da yeterli bilgiyi içermeseler de koanların, insan zihnindeki aydınlanmaya götürecek mekanizmayı harekete geçirme yeteneği olan “tetikler” oldukları var sayılır. Ama genelde, Zen tutumu, sözcüklerin ve hakikatin bağdaşmaz olduğu ya da en azından hiçbir sözcüğün hakikati ele geçiremeyeceği yönündedir. (Gödel, Escher, Bach)
- Canlı olmakla yaşamak arasındaki fark ne? (Ben Bir Garip Döngüyüm)
- Aristoteles beynin, kanı serinleten bir organ olduğunu söylemişti. (Aklın G'özü)
- Mantık, sezgiyi geçersiz kılar. (Aklın G'özü)
- ... ben dün olduğum kişiye çok "yakın" olurum, iki gün önce olduğum kişiye biraz daha uzak olurum. (Ben Bir Garip Döngüyüm)
- Zihin-beden sorununu çözümsüz hale getiren bilinçtir. (Aklın G'özü)
- Matematiğe yatkın bir kafa için bir şeyin "kanıtı" olması" onun "doğru olmasıyla" aynı şey! Aynı şekilde, bir şeyin "yanlış olmasıyla" "kanıtı olmaması" anlamına geliyor. (Ben Bir Garip Döngüyüm)
- Hiç kimse bir kasırganın ne olduğunu tam olarak tanımlayanmaz. (Aklın G'özü)