Hangi Batı - Attila İlhan Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Hangi Batı kimin eseri? Hangi Batı kitabının yazarı kimdir? Hangi Batı konusu ve anafikri nedir? Hangi Batı kitabı ne anlatıyor? Hangi Batı PDF indirme linki var mı? Hangi Batı kitabının yazarı Attila İlhan kimdir? İşte Hangi Batı kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Attila İlhan
Yayın Evi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
İSBN: 9789754584165
Sayfa Sayısı: 323
Hangi Batı Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
"Cumhuriyet kuşaklarının dramı Atatürk sonrasında başlar. Çağdaşlaşmayı batılılaşma yapan sonrakilerdir. Hiç değilse, müdafaa- i hukuk doktorinini ulusalcı içleminden soyanlar, Dersaadet tipi kozmopolit bir batılılaşmayı Ankara'ya göçürüp Cumhuriyet'in 'resmi' tutumu yapanlar, onlardır. Avcıoğlu, yeni devletin ilk yıllarından itibaren, Babıali'nin, köhne kadrolarıyla Ankara bürokrasisini ele geçirdiğini yazar. Yalnız bürokrasiyi mi? Kuvay- i Milliye ruhunu da ele geçirip dağıtmışlar, devrimin ideolojisini şaşılacak bir çabuklukla yozlaştırmışlardır."
(Tanıtım Bülteninden)
Hangi Batı Alıntıları - Sözleri
- .. Toplumbilimci gibi yazdılar mı "geri kalmış bir ülke" olan Türkiye, sanatçı gibi yazdılar mı "ileri kapitalist ve emperyalist bir ülke" oluveriyor.
- 17 devrimi(Rus), 19 devrimiyle aynı hattaydı. Çünkü ikisi de antiemperyalistti. Birisi kendini sosyalist sanıyordu, olmadığı meydana çıktı sonradan. Onların hali meydanda. Kemalizm hala ayakta duruyor. Hala direniyor.
- ..Batılı bir ülke için ilerlemek, gerçekte endüstrileşmek demek, batılılaşmak diye ayrıca bir sorunu yok! Bizim ikisini birleştirişimiz, daha doğrusu endüstrileşmenin anlamını iki yüzyıl kavrayamayıp da işin sadece uygarlık yönüne bakışımız neden?"
- ".. Doğu doğudur. Batı da batı. Bu ikisini hiç kimse, hiçbir zaman ve hiçbir yerde bağdaştıramaz."
- Siz hiç Fransız şiirlerini Türkçeye çeviren bir Fransıza rastladınız mı?.. Peki niye Türk ozanlarını Fransızcaya Fransızlar değil de Türkler çevirecekmiş?.... Nerde kaldı o bir türlü yerlere göklere koyamadımız Türk onuru, Türk gururu?
- Kötümser olan yalnız gençler mi, herkes kötümser..Nâzım'da bile böyledir bu: En iyimser şiirlerini en tarifsiz hüzünlerle söylemiştir.
- ...Unutamadığım doğulu,uzakdoğulu bir söz şöyle diyor: Ahmak,hayran olur,bağlanır,çünkü anlamaz; zeki,kuşkulanır ,dibini karıştırır,çünkü anlar Siz kendi hesabınıza ahmaklar defterine geçmek ister misiniz ?
- Hayır, bize bunları öğretmediler: Lisede Sophokles okuduk, klasik Türk sanat musikisine sövmeyi, Divan şiirini hor görmeyi, buna karşılık devletin yayınladığı kötü çevrilmiş batı klasiklerine körü körüne hayranlık göstermeyi öğrendik. Sanki Sinan Leonardo'dan önemsiz, Mevlâna Dante'den küçüktü, Itrî ise Bach'ın eline su dökemezdi. Aslında kültür emperyalizminin ilmiğini kendi elimizle boynumuza geçiriyorduk, ulusal bileşim arama yerine hazır bileşimleri aktarmak hastalığımız tepmişti, o kadar ki İkinci Dünya Savaşı sonrasında batılı emperyalizmin örgütlü politikasını uygulamaya kendimizden talip olduk(...) Oysa, bir kere yaptığımız batılılaşmak değildi, ikincisi batı bizim sandığımız gibi değildi, üçüncüsü batı'nın ulaştığı yer özenilecek bir yer değildi.
- "Çevremizde artık sadece yalnızlık, sessizlik!.. Her şey ıpıssız, insanlığa sığmaz, umut kırıcı,bu kadarla kalsa iyi, aşırı derecede de aşağılık, hayvanca ve miskin!.. Anlayış mı bekliyorsunuz, ya korku çıkıyor karşınıza, ya uşak tehdidi! Sizden ya kaçıyorlar, ya hor görüyorlar."
- Batı ülkelerinde harp okullarının birinci müşterileri, yüksek burjuvaziden ve aristokrasiden gelir. Bizde yüksek burjuvaziden tek kişi Harbiye'ye girmemiştir. Müracaat bile etmemiştir. Onun için Türk Ordusu, tipik bir halk ordusudur. Müdafa-i Hukuk'tan geliyor.
- Ama sen Tevhid-i Tedrisat Kanunu delersen, misyoner okullarını devlet eliyle kurarsan ve yabancı dili memlekette yaygınlaştırırsan, özel eğitimi teşvik edip devlet eğitimini üvey evlat haline getirirsen, o zaman ne yetişiyor, o zaman üretici yetişmiyor tüketici yetişiyor. Tüketici çok kötü bir insandır...
- .. Sanki Sinan Leonardo'dan önemsiz, Mevlâna Dante'den küçüktü, Itrî ise Bech'in eline su dökemezdi. Aslında kültür emperyalizminin ilmiğini kendi elimizle boynumuza geçiriyorduk, ulusal bileşim arama yerine hazır bileşimleri aktarmak hastalığımız tepmişti...
- Zira batılılar, kendi ulusal bileşimlerini yaparlarken skolastik dönemlerinden gelen ulusal görenek ve geleneklerini atmamışlar, onları aklın ışığında değerlendirip bileşimleri içerisinde eriterek kullanmışlardır.
- Diyelim ki bu hızlı sözleri bana Cezayirli ya da Ghanalı bir aydın söylemiş olsun, ben de aklımsıra açıkgözlük edip ona sorayım: "...Peki ya, Michel Ange, ya Goethe, ya İbsen, Flamand ressamları? Mozart, Beethoven, Bach, sürrealistler?.." Sözlerimi bıçak gibi kesip şöyle diyeceğinden kıl kadar kuşkum yok: "... Çok kibar, çok varlıklı, çok ince bir komşunuz olsa sizin; konağın duvarları usta ressamların tablolarıyla süslü, kitaplığı en namlı yapıtlarla yüklü olsa; piyanoya çöktü mü Bach'ı, Monteverdi'yi derya gibi çalkalandırsa parmaklarıyla, şiir okumaya durdu mu duyarlığına vurulsanız; ama bir gün öğrenseniz ki, bu kibar kültürlü komşu bu evi kurmak, bu inceliğe varmak için çevresindeki bütün komşularını haraca bağlamış, kimisini vurmuş, kimisini kırmış, kimisini evinden yurdundan etmiştir; yine de ona aynı saygıyı duyar, elini aynı içtenlikle sıkar mısınız ve sıkarsanız, ayna da kendi suratınıza nasıl bakarsınız?"
- Önce şu gerçeği işkilsiz ve kuşkusuz ortaya koymak faydalı: Toplumcu ve ilericilerin "batılı" mantığı ve bilgisiyle yaptıkları bütün hesaplar adamakıllı fos çıkmıştır.
Hangi Batı İncelemesi - Şahsi Yorumlar
"Hangi Batı" üzerine bir inceleme: Attilâ İlhan, Türk aydını ve entelektüeli olarak ülkemiz için çok kıymetli bir insan. Aslında Attilâ İlhan'ı bana sevdiren ve bana anlatan babama sevgilerimi yolluyorum. Kendisi Attila İlhan'ın "Türkiye'nin en aydın insanı" olduğunu söylüyor, ki haksız da değil. Öncelikle onu anlayabilmek için onun okuduklarını okumak, araştırdıklarını araştırmak gerekiyor. Kitaplarını okuyunca ne kadar bilgili olduğunu görmemek mümkün değil. Türkiye'nin içerideki ve dışarıdaki durumunu çok iyi bilen ve çok iyi analiz etmiş biri. Tarih ve dil bilincini özellikle bu kitabında çok fazla vurguladığını görebiliriz. Özellikle Atatürk ve İnönü kıyaslamalarına katıldığımı söyleyebilirim. Atatürk'ün yapmak istediğinin ulusal ve bağımsızlık adına olduğudur. İnönü'nün ise Atatürk öldükten sonra ipleri büyük çoğunlukla Batı'nın eline verdiğidir. Yani Attilâ İlhan bu şekilde bir yorum yapmış. Burada amacı İnönü'yü yermekten çok gittiği yolun yanlış olduğudur. Özellikle şu alıntı aslında Atatürk'ün net bir şekilde yapmak istediğini anlatıyor: "Gazi, hiçbir zaman Batı medeniyeti gibi olacağız dememiştir. Çağdaş uygarlık seviyesi demiştir, muasır medeniyet demiştir. Peki muasır medeniyet seviyesi bir yere mahsus ve sabit midir? Asla. Bugün Batı'da olur, yarın Asya'da olur, öbür gün Afrika'da olabilir. Nerede olursa olsun Türkiye için hedef, seviyeyi yakalamaktır. O seviyeyi yakalamak için mücadele etmektir." Şahsen bunun böyle olduğunu bende düşünüyorum. Atatürk öldükten sonra, aslında halka onun ne kadar yanlış anlatıldığını görmüyor muyuz? Gerçekten de Atatürk her zaman çağdaşlarımızın seviyesinde olmamız için verdiği mücadeleyi sürdürmemizi istemiyor mu? Yani çağın gerisinde kalmak, Türkiye'nin kaderinde olsun istemiyor. Bulunduğu konum itibariyle Türkiye zaten zor bir yerde. Yaptığı devrimlerle çağının yıldızı olmuştu. Ama şu an ülkemiz maalesef ki tepetaklak olmuş bir vaziyette. Batılı ülkelerin riyakâr tutumunu kitabın sonuna kadar net bir şekilde okudum. Misyoner okullarının ne amaçla kurulmak istendiği, vakıf üniversitelerinin varlığı vb. durumlarla ilgili yorumlarını da okuyoruz. Türk gencinin neler yapması gerektiği, hangi yoldan gitmesi gerektiğini de söylüyor. Attila İlhan, aydınların amacının ne olması gerektiği ve ne olduğu yani onların hangi görevi üstlendiğine değinmişti. Tabi bu benim ilgimi çekti. Çünkü aydın bir insanın görevinin halkı aydınlatmak, onların arasına girip sohbet ederek görevini yerine getirebileceğini belirtiyor. Aslında bu kadar eleştirinin ardından insanı üzen şey şu, bir şeyler hiç değişmiyor. Attilâ İlhan bu kitabı yazalı kaç sene olmuş, kitap ilk çıktığı zaman okuyan biri şimdi de okusa "eee ne değişmiş ki?" deme ihtimali çok yüksek. Ben zamana yayarak okudum bence doğrusu da bu. Çünkü sindirerek okumak daha etkili oluyor. Kitap daha birçok konuya değinmiş. Bu kadar yorum tabii ki de yeterli değil ama ben özellikle ilgimi çeken yerlere değindim. Tavsiye eder miyim, kesinlikle ederim. (Yasemin İlhan)
Bir Zamanlar Batı'da: Fikir, bitmeyecek tükenmeyecek sonu gelmez düşünsel bir yolculuk. Biz bugün bildiklerimizi, çıkarımlarımızı geçmiş zamanların tecrübeleri sayesinde yapabiliyoruz ve bu bize mantıklı geliyor, sanki hatalı değilmiş gibi geliyor. Ama bundan 50 yıl sonra bambaşka bir hayat, düzen, insan ilişkileri ortaya çıkınca önceki çıkarımlarımız o geleceğin gerçeklerine uyabiliyor da uymayabiliyor da. Kitapta Attila İlhan 'a bazı yönlerden hak verebiliyorsak da bazı yönlerden veremiyoruz. Ancak biz bu hak vermemeleri bugünden yapabiliyoruz. Attila İlhan buradaki denemelerini yazdığı zaman, bizim bugün yanlış diyebileceğimiz görüşleri biz o gün diyebilir miydik yoksa bu karşı çıkışlarımızı geçen zaman içindeki tecrübelerimize mi borçluyuz? Ben ikinci kısım olduğunu düşünüyorum. Kitabın ana iskeletindeki görüş şu şekilde : 1-Batı 'yı gözümüzde çok büyütmemeliyiz. Sizin o çok aydın, akıllı zannettiğiniz toplum o kadar da akıllı değil. Onları insan haklarına, demokrasiye çok saygılı olduğunu düşünüyorsunuz ama sadece kendilerine öyleler, bazen o bile olmuyor. Bu konuda Attila İlhan tarihten, kendi tecrübelerinden bolca örnekler de veriyor düşüncelerini kanıtlamak için. Bu konulardaki fikirleri akla yatkın yerler olduğunu düşünüyorum. Lakin burada Batı toplumunun fikir özgürlüğüne dünyanın geri kalanında daha çok önem vermesi sebebiyle daha ideal bir bölüm olduğunu düşünüyorum. 2- Taklitçi Türk aydınlarını eleştiriyor. Yenileşmeyi kendi kökümüzün doğrultusunda yapmamız gerektiğini düşünüyor. Böyle kişilerin Tanzimat döneminde ve İnönü dönemi Türkiye 'sinde oluştuğunu düşünüyor. Dede Efendi, Mevlana, Nedim varken, bunlardan hiç haberi olmadan Mozart, Platon, Hugo' yu ezbere bilmenin Batı'ya karşı eziklik duygusundan kaynaklandığını düşünüyor. Batılı yazarları boş verin demek istemiyor tabi. Kendi özünü unutan aydınları eleştiriyor. Bu kişilerin bu şekilde halkıyla asla kaynaşamayacağını, halk nazarında onların ciddiye alınmalarının imkanı olmadığını söylüyor. Garip akımını ve İkinci Yenileri de taklitçi yönleri olduğunu düşünerek eleştiriyor. 3- Bazı bölümlerde Attila İlhan uluslararası ilişkiler konusunda kendi görüşlerini söylüyor. Bunlar daha çok 70 li yılların Türk dış politikası ile alakalı. Tabi Attila İlhan düşünce hayatının da önemli bir kişisi, zannedersem Cumhuriyet' te yazıyordu. Tabi bunlar oradan mı bilmiyorum. Burada da Attila İlhan çokça okumalar, dış politikayı yakından takipler yaptığı anlaşılıyor. Bu bölümde Batılı büyük devletleri, ABD 'yi, Rusya, Çin' I inceliyor, onların davranışlarını yorumluyor. 4- Atatürk dönemi ve İnönü dönemi farklarını inceliyor. Tabi İnönü dönemini ve aydınlarını sertçe eleştiriyor. İnönü döneminde emperyalist devletlerin gücüne yeterince karşı konulamadığını düşünüyor. Ayrıca Attila İlhan sosyalizmin aynen aktarılamayacağını düşünüyor. Nasıl Rusya'nın, Çin'in, Küba'nın sosyalist anlayışı farklıysa Türkiye 'ninki de farklı olmalıdır diye düşünüyor. Buradan da dışarıdan direkt sosyalizm ithalatı yapmaya çalışanları eleştiriyor. Bu kişilerin böyle yaparak halka inemediğini zaten bu yüzden de sosyalistleri hedef alan tutuklamaların aydınlar düzeyinde kaldığını, halkı etkileyemediği için bu müdahalelere halktan kişilerin doğal olarak maruz kalmadığını söylüyor. Genel olarak bu eksenler üzerinde gezen düşünceler. Tanzimat dönemini ve Meşrutiyet dönemi uygulamalarında eleştirilerine çok katılamadım. Misal ordunun Alman subaylarla eğitildi diye hemen Almanya 'nın elinde artık düşüncesi bana hiç doğru gelmedi. Osmanlı sonrasında orduda, donanmada yaptığı yenileşmelerle savaşta oldukça başarılar da sağlamıştır. Tanzimat Fermanı' nı ve yapanları eleştirmiş, niye ülkenin köklerine göre yenileşmeler yapıldı diye eleştirmiş. Şimdi burada da Osmanlı' nın o dönemki hali malum, bu Ferman zaten bir tercih değil bir baskıya karşı yapılan bir müdahale. Bunu ileryen sayfalarda Attila İlhan da, direkt bu olmasa da olayın iç yüzünü sezdiren o dönemki yabancı sefirlerin anılarını yazarak açıklyor. Burada kendi içinde çelişiyor diye yorumladım. Ayrıca çok uluslu bir devletten nasıl bir kök, öz beklenebilir ki? Türklerin zaten zaten o dönem adı geçmiyor, müslim-gayrımüslim diye ayrılmış bir imparatorluk ve eski şaşalı günlerinden çok uzak. Ayrıca son sayfalarda geçen, ülke insanına olan inancını anlatışını fazla duygusal buldum. Tamam ülkenin jeopolitik önemi var ve uzun süren bir devlet kurma, impatorluk hafızası var. Lakin bu Avrupalılar'ın Türkiye'den çok çekindiği düşüncesi günümüz dünyasında pek gerçekçi değil. Ama bu olumsuz çıkarımları ben bugünden yapabiliyorum. Sonuçta fikirler, düşünceler bir birikimle oluşuyor. Bu yargıları ben kitabın yazıldığı dönemde verebilir miydim, bilmiyorum. Olumsuz yazdıklarımı görünce kitabı kötü bulduğum düşünülmesin. Benim ilk defa duyduğum tarihi bilgiler, farklı bakmanı sağlayan fikirlerle de karşılaştım. Bir deneme kitabı, bir fikir kitabıyla olumlu ve olumsuz düşünebilmeliyiz. Yazarla tartışabilmeliyiz. Böyle olunca çok daha güzel oluyor. yazar/attila-ilhan kitap/hangi-bati--5882 (Oğuz)
Hangi Batı - Atilla İlhan: Bu metinler, solun içinden sola karşı yapılan bir protesto metinleridir aslında. Şair Atilla İlhan, Türk aydınına veryansın etmiş. Dedikleri şeyler, kırklı ve ellili yılların entelektüel sancılarını çekenler için yazmış; yani Batı karşısında afallayan Türk aydını için. Sadece kendi kuşağına değil, bütün Türkiye için yazmış bunları. Zavallı İlhan, yazdıkları şeylerin arasından elli yıl geçmesine rağmen, tespitlerinin güncelliğini görse, bu ülkeden ümidini keserdi herhalde. Bu Türkiye hâlen, evet hâlen, Batı karşısında aşağılık komplekslerine tutulmaya devam ediyor! Daha beteri nedir biliyor musunuz? Eski Türk aydınlarının çoğu, Batıcı olmasına rağmen, milli bir sentez üretememenin beceriksizliğinden utanç duyarlardı içten içe. Son yirmi yılın neo-liberal Türk aydınında ise, bu beceriksizlikten bir utanma da yok. Evet, şuanki Türk aydınları, hem yetersiz hem de yüzsüzdür, ve ahlâksızdır. Bunu belirtmeden geçemeyeceğim. Sözü uzatmadan Atilla İlhan'ın kitabına gelelim: Bizim aydınlarımız diyor, Atatürk devriminin milli karakterini unutup, Atatürk batıcılığını, Tanzimat'ın kozmopolit batıcılığı zannettiler. Halbuki diyor, Atatürk batılılaşmadan değil çağdaşlaşmadan yanaydı. O anki şartlar gereği batıya dönüldü, Atatürk aslen batıcı değil; milliyetçi, çağı yakalamış ve kalkınmış bir Türkiye'den yanaydı diyor anladığım kadarıyla. Ve devamında diyor ki, sözde Atatürkçü aydınlar, Atatürk'ün devrimci ve halkçı karakterinden ilham alıp endüstirileşmeyi gerçekleştirselerdi, Türk kültürü ile Batı kültürü arasından yeni bir sentez (bileşim) çıkabilirdi diyor. Kitabının ana fikri bunlar. Tabi Atilla İlhan, sosyalist bir yazar, Üçüncü Dünya ülkelerinden yana. Mazlum milletlere kol kanat germekten yana. Atilla İlhan'a göre, emperyalist batıcılığa karşı direnmenin tek yolu, ağır sanayi ile kalkınmış güçlü bir Türkiye olduğunu düşünüyor. Batı aşığı aşağılık aydınlara bakın ne diyor, bu sadece bir paragrafı: "...Önce Türk olsun, Türk!... Şevki Bey'i dinleyip içlenen, Nedim'i okuyup hoşlanan, Ramazan gecelerinin uysal "romantisme"ini içi sıra yaşayıp, İslam filozoflarının onca işlenmiş iç gerçeklerini içinde damıtıp duran, aksi gibi de Batı'nın ve Batılı'nın en sevmediği Türk!..." Evet, Atilla İlhan, geçmişteki aydınların hamiyetsizliğinden şikayetçi biriydi. Yaptıkları tespitler de doğru ve güncelliğini korumuyor mu? Atilla İlhan'dan öğrenecek çok şeyimiz var. Özetle: 9/10 veriyorum. Okumanızı tavsiye ederim. (Cemil Meriç)
Hangi Batı PDF indirme linki var mı?
Attila İlhan - Hangi Batı kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Hangi Batı PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Attila İlhan Kimdir?
Attilâ İlhan (15 Haziran 1925 - 10 Ekim 2005), Türk şair, romancı, düşünür, deneme yazarı, gazeteci, senarist ve eleştirmen. Aydın çalışmalarıyla Türk edebiyat ve düşünce dünyasına önemli katkıları olmuştur.
15 Haziran 1925'te İzmir, Menemen'de doğdu. İlk ve orta eğitiminin büyük bir bölümünü İzmir ve babasının işi dolayısıyla gittikleri farklı bölgelerde tamamladı. İzmir Atatürk Lisesi'nin birinci sınıfındayken mektuplaştığı bir kıza yazdığı Nazım Hikmet şiirleriyle yakalanmasıyla 1941 Şubat'ında, 16 yaşındayken tutuklandı ve okuldan uzaklaştırıldı. Üç hafta gözaltında kaldı. İki ay hapiste yattı. Türkiye'nin hiçbir yerinde okuyamayacağına dair bir belge verilince, eğitim hayatına ara vermek zorunda kaldı. Danıştay kararıyla, 1944 yılında okuma hakkını tekrar kazandı ve İstanbul Işık Lisesi'ne yazıldı. Lise son sınıftayken amcasının kendisinden habersiz katıldığı CHP Şiir Armağanında Cebbaroğlu Mehemmed şiiriyle ikincilik ödülünü pek çok ünlü şairi geride bırakarak aldı. 1946'da mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne kaydoldu. Üniversite hayatının başarılı geçen yıllarında Yığın ve Gün gibi dergilerde ilk şiirleri yayımlanmaya başladı. 1948'de ilk şiir kitabı Duvar'ı kendi imkânlarıyla yayımladı.
Paris yılları
1948 yılında, üniversite ikinci sınıftayken Nâzım Hikmet'i kurtarma hareketine katılmak üzere ilk kez Paris'e gitti. Bu harekette faal olarak yer aldı. Fransız toplumu ve orada bulunduğu çevreye ilişkin gözlemleri daha sonraki eserlerinde yer alan birçok karakter ve olaya temel oluşturmuştur. Türkiye'ye geri dönüşünde başı sık sık polisle derde girdi. Sansaryan Han'daki sorgulamalar ölüm, tehlike, gerilim temalarının işlendiği eserlerinde önemli rol oynamıştır. Şair bu gerilim havasını ilk şiirlerinde olmasa da özellikle Bela Çiçeği gibi kitaplarında eski günlerini yâd ettiği ya da eleştirdiği şiirlerini yayımladı. Birkaç kez gözaltına alındı.
Attilâ İlhan, "Kaptan" lakabının kendisine Paris yıllarında bir dönem sakal bırakması üzerine arkadaşları tarafından yakıştırıldığını belirtmiştir. Lakabın yayılmasında beş bölümden oluşan Kaptan şiiri etkili olmuştur.
İstanbul-İzmir-Paris üçgeni
1951 yılında Gerçek gazetesinde bir yazısından dolayı soruşturmaya uğrayınca Paris'e tekrar gitti. Fransa'daki bu dönem, Attilâ İlhan'ın Fransızcayı ve Marksizmi öğrendiği yıllardır. 1950'li yılları İstanbul-İzmir-Paris üçgeni içerisinde geçiren Attilâ İlhan, bu dönemde ismini yavaş yavaş Türkiye çapında duyurmaya başladı. Yurda döndükten sonra, Hukuk Fakültesi'ne devam etti. Ancak son sınıfta gazeteciliğe başlamasıyla beraber öğrenimini yarıda bıraktı. Sinemayla olan ilişkisi, yine bu dönemde, 1953'te Vatan gazetesinde sinema eleştirileri yazmasıyla başlamıştır.
Sanatta Çok Yönlülük
1957'de gittiği Erzincan'da askerliğini yaptıktan sonra İstanbul'a dönüş yapan Attilâ İlhan, sinema çalışmalarına ağırlık verdi. On beşe yakın senaryoya Ali Kaptanoğlu adıyla imza attı. Sinemada aradığını bulamayınca, 1960'ta Paris'e geri döndü. Sosyalizmin geldiği aşamaları ve televizyonculuğu incelediği bu dönem, babasının ölmesiyle birlikte yazarın İzmir dönemini başlattı. Sekiz yıl İzmir'de kaldığı dönemde, Demokrat İzmir gazetesinin başyazarlığını ve genel yayın yönetmenliğini yürüttü. Aynı yıllarda, şiir kitabı olarak Yasak Sevişmek ve Aynanın İçindekiler dizisinden Bıçağın Ucu yayımlandı. 1968'de Biket İlhan ile evlendi, 15 yıl evli kaldı.
İstanbul'a dönüş
1973'te Bilgi Yayınevi'nin danışmanlığını üstlenerek Ankara'ya taşındı. Sırtlan Payı ve Yaraya Tuz Basmak'ı Ankara'da yazdı. 1981'e kadar Ankara'da kalan yazar Fena Halde Leman adlı romanını tamamladıktan sonra İstanbul'a yerleşti. İstanbul'da gazetecilik serüveni Milliyet (2 Mart 1982 - 15 Kasım 1987) ve Gelişim Yayınları ile devam etti. Bir süre Güneş gazetesinde yazan Attilâ İlhan, 1993-1996 yılları arasında Meydan gazetesinde yazmaya devam etti. 1996 yılından 2005 yılına kadar köşe yazılarını Cumhuriyet gazetesinde sürdürdü. 1970'lerde Türkiye'de televizyon yayınlarının başlaması ve geniş kitlelere ulaşmasıyla beraber Attilâ İlhan da senaryo yazmaya geri döndü.
Sekiz Sütuna Manşet, Kartallar Yüksek Uçar ve Yarın Artık Bugündür halk tarafından beğeniyle izlenilen diziler oldu.
İlk romanı Sokaktaki Adam yayımlandığında 10 roman yazmıştı. Bunlar hiç gün ışığına çıkmadı. Attilâ İlhan bunun sebebini bir söyleşide şöyle açıklıyor: "... birçok roman yazdım daha önceden. Ama neden yayınlamadım? Çok akıllıca bir sebebi vardı. Çünkü biliyorum ki yazarlar ilk romanlarında kendilerini anlatırlar. O da romancılık değildir. Günlük tutmaktır." (Düşün, Haziran 1996).
Roman serüvenine başladığında döneminin diğer yazarları daha çok yerel ve kırsal olayları, kişileri işlerken Attilâ İlhan şehir insanını Türkiye'nin yakın dönem tarihini siyasal, ekonomik ve sosyal yanlarıyla ele alan bir yapı içerisinde işliyordu. Sadece İstanbul ve İzmir gibi Türkiye'nin büyük şehirlerini, işlediği dönemin yaşam tarzını, ekonomik ve sosyal sorunlarını kahramanlarının gözüyle yansıtmakla yetinmiyor; aynı zamanda, batı kültürünün Türkiye'ye ne şekilde yansıdığını, olumlu ve olumsuz etkilerini, çizdiği karakterlerle ve Avrupa'daki şehirlerle örtüşen bir yapı içerisinde inceleniyordu.
Hazırlık ve arayış dönemi
Romanda "hazırlık ve arayış dönemi" diye nitelendirilebilecek dönemde, yayımladığı Sokaktaki Adam ve Zenciler Birbirine Benzemez'de yazarın Paris'te yaşadığı yıllara ait deneyimlerinin ve gözlemlerinin karakterlere yansıdığı görülür. Yazıldığı yıllarda Türkiye'deki Batılılaşma uğruna toplumdan kopan kişilerin bocalamaları Sokaktaki Adam'da ele alınırken, Zenciler Birbirine Benzemez'de Avrupa'da komünist ve antikomünist mültecilerle karşılaşan, hayal kırıklığına uğramış bir devrimci anlatılır. Her bölümün farklı bir karakterin ağzından aktarıldığı Sokaktaki Adam, Attilâ İlhan'ın edebiyatımıza getirdiği yeni bir söylem olarak alınabilir. Daha sonraki romanlarında da görüleceği gibi, diyalektik bir yaklaşımla işlenen olaylarda kahramanlar güçlü ve zayıf yanlarıyla okura ulaşır; birbirlerini suçlamaz ve okuyucuda ön yargı oluşturmazlar. Attilâ İlhan, Zenciler Birbirine Benzemez için şunları söylemiştir: "Kitap 'soğuk savaş'ın en belalı döneminde yazıldı, yayınlandı. Çok ikircikli bir sorunu tartışıyordum. Romanın kahramanı, İstanbul'daki ve Paris'teki 'solcu' çevrelerle düşüp kalkıyor, bunlarla ilişkilerini ve tartışmalarını anlatıyordu, her şeyi olduğu gibi yazmak, romanın yayımlanmasından vazgeçmekle eşitti. Bu bakımdan, içeriğine hafif flu bir hava verdim."
Romanın dilinin farklılığını ise yazıldığı dönem içerisinde yoğun Fransızca çalışmasına bağlayan yazar, bazı cümleleri Fransızca düşünüp Türkçe yazmıştır.
Olgunluk dönemi
Yazarın "olgunluk dönemi" diye tanımlanabilecek edebiyat süreci Kurtlar Sofrası ile başlar. Sokaktaki Adam'da ne istediğini değil, ne istemediğini bilen biri anlatılırken; Zenciler Birbirine Benzemez'de Mehmed-Ali istedikleri ile istemedikleri arasında mütereddit bir karakteri yansıtmaktadır. Oysa Kurtlar Sofrası'nda Mahmud ne istediğini çok iyi bilen bir karakteri çizer. Bu üç romanıyla Attilâ İlhan Türk aydınına farklı açılardan bakar, fikirlerini diyalektik-materyalist bir sentez içinde derleyerek Türkiye için bir sentez önerir – ki sonradan yazdığı yedi kitaplık Aynanın İçindekiler serisi de bu zemine oturmaktadır. Bıçağın Ucu, Sırtlan Payı, Yaraya Tuz Basmak, Dersaadet'te Sabah Ezanları, O Karanlıkta Biz, Allah'ın Süngüleri: Reis Paşa ve Gazi Paşa bu seriyi oluşturan romanlardır. Her romanda yer alan karakterler, Türkiye'nin tarihinde köşe başlarını oluşturmuş dönemlere ayna tutan aydınlardır. Tarihi olaylar, politik ve sosyal dengelerle ele alınır. Birbirleriyle bağlantısı olan karakterlerden her biri bir romanda ön plana çıkar ve olaylar onun gözlemleriyle aktarılır. Bu serinin bütünü irdelendiğinde yine, yazarın Türk aydınına yakın tarihimize bir bakma şansı tanıdığını ve kendi toplumcu-gerçekçi bakış açısıyla önergeler sunduğu görülür.
Ölümü
Attilâ İlhan ilk kalp krizini 1985 yılında geçirdi. Bu tarihten sonra kardiyolojik sorunları devam eden İlhan'ın 2004'ten itibaren sağlık durumu daha da bozuldu. 10 Ekim 2005'te İstanbul'daki evinde geçirdiği ikinci kalp krizi sonucu hayata veda ettiğinde 80 yaşındaydı. Tiyatro ve sinema sanatçıları Çolpan İlhan'ın ağabeyi ve Kerem Alışık'ın dayısıdır.
2003 Sertel Demokrasi Ödülü'ne layık görülmüştür. 1946 CHP Şiir Yarışması İkinciliği, 1974 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü Tutuklunun Günlüğü ile, 1974 Yunus Nadi Roman Armağanı Sırtlan Payı ile, vefatından sonra 2007 yılında kurulan Attilâ İlhan Bilim Sanat Kültür Vakfı çalışmalarına devam etmektedir.
Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Attilâ_İlhan
Attila İlhan Kitapları - Eserleri
- Ben Sana Mecburum
- Ayrılık Sevdaya Dahil
- Sisler Bulvarı
- Kimi Sevsem Sensin
- Elde Var Hüzün
- Yağmur Kaçağı
- Böyle Bir Sevmek
- Yasak Sevişmek
- Duvar
- Hangi Atatürk
- Belâ Çiçeği
- Tutuklunun Günlüğü
- Sokaktaki Adam
- Korkunun Krallığı
- Bir Avuç Kıvılcım
- Hangi Batı
- Fena Halde Leman
- Kurtlar Sofrası
- Gazi Paşa
- O Sarışın Kurt
- Hangi Sol
- Bıçağın Ucu
- Hangi Laiklik
- Zenciler Birbirine Benzemez
- Allahın Süngüleri
- Hangi Edebiyat
- Sırtlan Payı
- Batı'nın Deli Gömleği
- Hangi Sağ
- Dersaadet'te Sabah Ezanları
- Abbas Yolcu
- Yaraya Tuz Basmak
- Hangi Seks
- Hangi Küreselleşme
- O Karanlıkta Biz
- Yanlış Kadınlar Yanlış Erkekler
- Kadınlar Savaşı
- Haco Hanım Vay
- Aydınlar Savaşı
- Bir Sap Kırmızı Karanfil
- Bir Millet Uyanıyor! 1
- Faşizmin Ayak Sesleri
- Yengecin Kıskacı
- Sağım Solum Sobe
- Sosyalizm Asıl Şimdi
- Ulusal Kültür Savaşı
- Yıldız, Hilâl ve Kalpak
- Sultan Galiyef - Avrasya'da Dolaşan Hayalet
- İkinci Yeni Savaşı
- Gerçekçilik Savaşı
- Sisler Bulvarı - Yağmur Kaçağı
- Ufkun Arkasını Görebilmek
- İntibah Başladı
- Dönek Bereketi
- Denemeler
Attila İlhan Alıntıları - Sözleri
- Yolunda yürüyen bir yolcunun, yalnız ufku görmesi kâfi değildir. Muhakkak ufkun ötesini de görmesi ve bilmesi lâzımdır. (Hangi Atatürk)
- Âdeta ilk temâşasında hayret ve dehşete düştüğü bir cinematoraphe filmini, tekrardan, bambaşka şerait altında seyretmekte, lâkin eski heyecanı bulamamaktadır. (Dersaadet'te Sabah Ezanları)
- İster öyle gezer, ister böyle! Diyeceksiniz ki ama bu bir ‘imanın’ belirtisidir; iyi de, o ‘iman’ o genç kızla Tanrı’sı arasında bir şey biz ona karışamayız, çünkü laiklik aslında bu demektir. (Ulusal Kültür Savaşı)
- 'Hatıra defteri'nin başka bir sayfası, başka bir günü uyandıracaktır. (Dersaadet'te Sabah Ezanları)
- kalbin neden durmuş rüzgarı kesilmiş değirmen gibi (Sisler Bulvarı - Yağmur Kaçağı)
- Yalnızlık bana dokunuyordu (Bir Avuç Kıvılcım)
- Yorgun kadınlar içtik yalnızlıktan uğuldayan tuzlu kan gibi. (Elde Var Hüzün)
- ben hiç böylesini görmemiştim vurdun kanıma girdin itirazım var sımsıcak bir merhaba diyecektim başımı usulca dizine koyacaktım dört gün dört gece susacaktım (Sisler Bulvarı)
- Ne diye Azrailde mantık arıyoruz? Ölmek, bir sıra işi olmaktan ziyade, bir tesadüf işi. Fakat ölüm, ölenden fazla kalanın... (Kurtlar Sofrası)
- "... Türk aydınları 'akılcı kuşku' nedir bilmezler, kör değneğini bellemiş gibi bir adamın ya da saplantının ardına takılırlar taa gerçeklerin acımasız dürtüsü onları eşekten düşürünceye kadar..." (Aydınlar Savaşı)
- Ne solculuğumuz solculuktu ne sağcılığımız Karanlık bir kapı olup üstümüze kapandılar Kimse bizi sevmedi / ağır kan kaybıyız. (Korkunun Krallığı)
- (...)doğa kendisi değişiyor, bu değişme toplumu değiştiriyor, toplum doğayı değiştiriyor, bu değişme sırasında kendi değişiyor, insanlar toplumu değiştiriyor,tarihi yapıyorlar, bu arada kendileri de değişiyor. (İkinci Yeni Savaşı)
- Cebimizde metelik yokmuş. Terk edilmiş bir köpek yavrusu gibi açmışız. Herkes bizi hor görmüştür: — Adam sen de, diye düşünürüz, adam sen de! Yarın elbette huzur-u mahşerde...(!) (Zenciler Birbirine Benzemez)
- sanki ölüm yoktur zulüm yoktur dünyada sanki bir rüzgar gibi ferah yaşamaktayız sema tertemiz henüz yıkanmış caddeler batan güneşe karşı seninle baş başayız. (Duvar)
- “Millet, kadın ve erkek denilen iki cinsten mürekkeptir. Kabil midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de, kütlenin yarısı zincirlerle toprağa bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin?” (Ulusal Kültür Savaşı)
- ...her ferdin hayatına bir şey hükmeder, bazımıza kudret, bazımıza servet hırsı, bazımıza ilim irfan! Bana, aziz mösyö, ölüm hükmediyor. (Dersaadet'te Sabah Ezanları)
- Yüreği delik deşik Yaşlanmış ama uslanmamış (Ayrılık Sevdaya Dahil)
- eksilmeyecek dedi bugünden yarına bir hiçliğin koynunda istifham gibi büyüyeceksin sual sorduğun herşey senden sual soracak bitirdim sandığın vakit başladığını göreceksin (Sisler Bulvarı - Yağmur Kaçağı)
- "Bizimkisi yaşamak değil, boşa çıkmış bir intiharın utanılacak koması..." (Bıçağın Ucu)
- "...memleket bir kurtlar sofrasına döndü mü, isyan haktır." (Kurtlar Sofrası)