Hapishanenin Doğuşu - Michel Foucault Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Hapishanenin Doğuşu kimin eseri? Hapishanenin Doğuşu kitabının yazarı kimdir? Hapishanenin Doğuşu konusu ve anafikri nedir? Hapishanenin Doğuşu kitabı ne anlatıyor? Hapishanenin Doğuşu PDF indirme linki var mı? Hapishanenin Doğuşu kitabının yazarı Michel Foucault kimdir? İşte Hapishanenin Doğuşu kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Michel Foucault
Çevirmen: Mehmet Ali Kılıçbay
Orijinal Adı: Surveiller Et Punir Naissance De La Prison
Yayın Evi: İmge Kitabevi Yayınları
İSBN: 9789755330327
Sayfa Sayısı: 445
Hapishanenin Doğuşu Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
İktidarın kendini gösteriş ve debdebe içinde dışa vurduğu, gücünü bu gösterişten aldığı eski siyasal sistemden mümkün olduğunca ve giderek artan bir şekilde görünmez hale geldiği modern siyaset sistemine geçiş, bir yandan iktidarı kişileştiren hükümdarın yerine, adsız kişiler tarafından kullanılan bir yönetim aygıtının yerleşmesiyle, diğer yandan da kamuya açık cezalandırmadan, gizli cezalandırmaya doğru olan bir hareketle belirlenmektedir.
Kendini öne çıkartan iktidar bireyin oluşmasını engellemiştir; oysa karanlıklara çekilen modern iktidar herkesi bireyselleştirmek istemektedir; çünkü bireyselleştirmek, gözetim altında tutmak ve cezalandırmak yani egemen olmak demektir. Böylece modern iktidar çocuğu okulla, hastayı hastaneyle, deliyi tımarhaneyle, askeri orduyla, suçluyu hapishaneyle kuşatarak bireyselleştirmiş, kaydetmiş, sayısal hale getirmiş, egemen olmuştur.
Her kişi bir yerde kayıtlı hale gelince, herkes denetim altında olacak, gözetim altında tutulacaktır. Modern iktidar büyük gözaltıdır.
(Arka Kapak)
Hapishanenin Doğuşu Alıntıları - Sözleri
- Dışarıda bırakılmak içeri kapatılmakla aynı şeydir
- Ruh, bedeninin hapishanesidir.
- Bir yerde herkes birbirine benziyorsa orada kimse yok demektir.
- Ruh, bedeninin hapishanesidir.
- Günümüzün sorunu artık ne olduğumuzu keşfetmek değil, olduğumuz şeyi reddetmektir..
- "Dışarıda bırakılmak içeri kapatılmakla aynı şeydir."
- Bir yerde herkes birbirine benziyorsa orada kimse yok demektir.
- "Ruh politik bir anatominin sonucu ve aracıdır; ruh bedenin hapishanesidir."
Hapishanenin Doğuşu İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Michel Foucault, iktidar olgusunun bireyler üzerindeki güç ilişkisini orta çağdan itibaren modern çağa kadar nasıl değiştiğini incelemiş. Orta çağda, toplum suçluya yapılan fiziksel azabı veya ölüm cezasını tören şeklinde meydanlarda seyrederdi. Bu törenin amacı kralın güç gösterisidir . Kral yasadır. Egemenin gücü sergileniyordu. Fakat zamanla kaybedecek bir şeyi olmayan suçlunun son kötü sözleri ve isyanı halkta hayranlık uyandırır. Egemenin gücü sarsılmaya başlar ve törenler azalarak yok olur. Aydınlanma çağından itibaren cezalandırma sisteminde değişim başlamıştır. Aydınlanma düşüncesi özgürlükçüdür. Ölüm cezasına karşı düşünceler desteklenmeye başlamıştır. "Özgürlükleri keşfeden Aydınlanma çağı disiplinleri de keşfetmiştir." M.Foucault Modern adalet sisteminde iktidar ölüm cezası yerine kapatma, hapsetme sistemini daha ön planda tutar. İktidar otoritesini fiziksel azapla dayatma yerine kontrol mekanizmasıyla psikolojik olarak baskı yapmayı tercih eder. M.Foucault buna örnek olarak; İngiliz filozof ve toplum kuramcısı Jeremy Bentham'ın 1785 yılında tasarladığı yeni bir hapishane modeli olan panoptikonu gösterir. Panoptikonun Mimari yapısında, merkezde gözetleme kulesi, kulenin etrafında çember şeklinde hücrelerin olduğu hapishane mevcuttur. Kuleden bakınca etraftaki hücrelerin içi tamamen gözükür ama hücrede olan kişi kulede birinin olup olmadığını göremez. Gözetleniyorum korkusuyla hücredekiler davranışlarını normlara göre otonom olarak düzenler. Gardiyana ihtiyaç yoktur. Modern iktidarın kilit noktası, insanları yönetmek için kullandığı temel kaynak panoptikon mekanizmasındaki gibi gözetlenme korkusuyla öz denetimdir. Michel Foucault, gözlemler ile insanın farkındalığını, bireyselliğini baskı altına alarak tek tip düşünceye sahip aynı şekilde hareket etmeye ve aynılaşmaya zorlandığına dikkat çeker. Buna dinamik normalleşme der. Dinamik normalleşme ile özgür irade ve düşünce yok edilerek mekanik bir toplum oluşturulmaktadır. Disipline edici iktidar, bireyin normları içselleştirmesini sağlar, iktidar görünür değildir, bilimsel bilgiden güç alarak, söylemlerle normlar oluşturur. Yeni bir iktidar biçimi ve psikoloji, psikiyatri, sosyoloji gibi yeni bir bilgi çeşidi ortaya çıkmıştır. İktidar denetimle bilgiyi elinde tutar. İktidar ve bilgi içiçe geçmiştir. Panoptikon ilk önce bireyin kendi içinde daha sonra dahil olduğu toplumun içindedir. M.Foucault'a göre, hapishane gibi diğer kamu kuruluşlarında; fabrika, hastane, ordu sayesinde bireyler yalnızlaştırılarak zaman ve mekân çizelgesi tutulur. Bedeni ve zamanı bu şekilde kontrol altına alınır. Beden iktidarın bir nesnesi olur. Böylece itaatkar ve toplumun normatif yapısına uygun hâle getirilir. Bedene uygulanan şiddet sisteminden yıllar içerisinde insanın zihnine yönelen, görünmeden sinsice işleyen, disipline edici iktidar ortaya çıkmıştır. M.Foucault bu çalışmayı, en sevdiği düşünür Nietzsche 'nin kullandığı soykütük yönteminden esinlenerek yapmıştır. Foucault'a göre soykütük bir anlamda özgürlüğün koşuludur. Aydınlanma çağından sonra avrupada tarihi büyük bir gelişim olarak sunmak yaygınlaştı. Soykütük yöntemi bu söyleme karşı çıkar. Tarih yükselen bir çizgi değildir, kopukluklara sahiptir. Bu sebeple hapishane sistemine geçişin bir gelişim olarak kabul etmez. Hapishane sadece iktidarın görünen bir yüzüdür. İnsan söylem kalıpları içinde düşündüğü için normları doğal karşılar. Oysa söylemler ve normlar tarihsel olduğu için doğal değildir. Eğer tarihte daha farklı olaylar söylemler ve normlar olsaydı bugün daha farklı sistemler ortaya çıkardı hapishane ceza sistemi normal kabul edilmezdi. Herşey tarihsel olduğuna göre, herşey başka bir şeyle ilişkili olduğuna göre iktidar söylemlerinin doğal ve zorunlu olmadığını görebilirsek, herşeyi değiştirir, alternatif söylemlerde başarılı olabiliriz. Hapishane sisteminin suçluluk oranında azalma yapmadığını, suç ve suçlu sayısı sabit kalmakta daha da kötüsü artmaktadır fikrini savunur. "Modern iktidar büyük gözaltıdır. " M.Foucault Keyifli okumalar dilerim.. (Fama)
Foucault beni etkileyen bir filozof. Özellikle kapitalizmin bedenleri disipline etmesi üzerine düşüncelerini çok severim. Bu kitabın önsözündeki M. Ali Kılıçbay’ın yazısını okudum öncelikle. “Toplum olarak felsefeyle içli dışlı değiliz. Felsefe pratikte yararlanacağımız sloganlardan öte gitmiyor. Eğer işimize gelen formüller sunuyorsa buyur ediyoruz,” diyor. Ne kadar da haklı. “Foucault’un felsefesi kolay kolay içinden çıkılır gibi değil. Ben Türkçeye sığdırmaya çalıştım” diye de ekliyor. Suç ve suçlulara ilişkin her olay ve olgu ilgimi çekiyor. Kitabı okudukça Prag’da işkence müzeleri, Terezin Kampı, darağaçları, idam yerlerine götürülürken karanlık ve izbe yollar aklıma geliyor. İnsan nasıl da vahşi bir varlık! Daha önce engellilerin tarihini okuduğumda onlara yapılan işkenceleri aklım almamıştı. Şimdi de bu kitapta Azap bölümünde canlı canlı insan bedenlerinin parçalanması, suçluların tekerleğe gerilerek etlerinin lime lime edilmesi, suçluların başının bir kalbura konularak kendi karınlarının deşilmesini seyretmesi ve bacaklarının, kollarının hayvanlarca canlı canlı kopartılıp gövdelerinin ateşe atılması içimi yakıyor. Ortaçağ’da suçlulara verilen cezaları toplum bir şölen biçiminde seyrediyor. Kral yasanın kendisidir. Kişi krala karşı bir suç işlemiştir. Şölenin amacı kralın yenilmezliğinin gösterilmesidir. Halkın bu şölenleri izlemesinin nedeni ise yönetenin yenilmezliğine tanık olmasıdır. Doğrusu suçluların da kaybedecek bir şeyleri yoktur. Halk ölüm anında ne söyleyecekleri merak eder, şölenlere katılır. Bu törenlerden, 19. yüzyıl başında toplumu öldürmeye teşvik ettiği, cellat ve yargıçlar katil oldukları için vazgeçilir. Şimdilerde televizyonlarda suçluların arandığı, kamuoyunca yargılandıkları tv programları aklıma geliyor. Ne yazık ki, her gün başkalarının özel hayatının deşifre edildiğini görüyor, her türlü suçun evimizin içine girerek normalleştirildiğine tanık oluyoruz. Böylece insana olan güvenimizi kaybediyoruz. Foucault, suç ve suçluyla ilgili öyle yerlere parmak basıyor ki, suçluyu değil, suçu öldürmek lazım diyorsunuz kendi kendinize. Suçlulara verilen cezanın adım adım nasıl değişip dönüştüğüne tanıklık ediyorsunuz. Aydınlanma döneminde cezaların yumuşatılması gündeme geliyor. Beden değil, ruh cezalandırılmalıdır artık. Suçlu, cezasını ölüm olarak değil de bir yere kapatılarak çekmelidir. Kapatılma çok eskiden beri vardır kuşkusuz. Ancak o tarihlerde suçlu yalnızca yargılama sürecinde bir tutukevinde kalır. Modern çağla birlikte cezalarda da bir değişim-dönüşüm olur. İktidar, bireyin özgürlüğünü elinden alır, kalın duvarlar ve kapalı kapılar ardında büyük bir gizlilikle kişi gözetim altında tutulur. Foucault, Bentham’ın panoptikon denilen mimari yapısından söz ediyor. Bu modelde merkezde bir gözetleme kulesi, kulenin çevresinde ise çember biçiminde hücreler vardır. Kuleden bakılınca hücrelerin tümü apaçık görünür. Ama hücredeki kişi kuleyi göremez. Foucault, panoptikonu bir metafor olarak kullanır. İktidar polis, yargı, ordu, okul, hastane, hapishane vb. kurumlarda bir otoritedir. Suçlular eskiden krala karşı sorumluyken şimdi topluma karşı sorumludur. Bizler bir kültür içinde doğuyoruz tabii. O kültürde neyi yapıp yapmayacağımızı öğreniyoruz. Yazar, modern bireyin iktidarın disipline edici anlayışıyla tektipleştirildiğini iddia ediyor. Kişi adeta büyük bir makinenin dişlilerindeki bir civata parçasıdır. Bireyselliği baskı altına alınır. Bilgi sınıfsaldır. İktidarın gözü disipline edici gücüyle her yerdedir. Birey her bakımdan kuşatılmıştır. İktidarın egemenliğiyle zaman ve bedeni kontrol edilir. Böylece “normal” olan “anormal” olandan ayrılır. İktidarın normları içselleştirilir. Ben de Sakatlığa Övgü kitabımda sağlam beden ideolojiyle toplumun nasıl yönlendirildiğini örnekleriyle açıklamıştım. Bu ideolojiye göre, “sağlam” olmak, “sağlıklı” olmak demektir. Bunun dışında kalanlar, doğdukları andan itibaren ayrılmışlardır. İnsan soyu, “normalin” dışında olanı “kusurlu” sayarak kendi üstünlüğüne inanır. Bunu da iktidarının gücüyle yapar. Fabrikalarda çalışacak “sağlam” bedenli insanlara ihtiyaç vardır. Tıp bilimiyle çürük olanlar olmayanlardan ayrılır. Toplumun dışlananları müebbete mahkum edilir. Yeniden kitaba gelecek olursam... Yazar, modern iktidar büyük gözaltıdır diyor. Bu gün çoğumuz sosyal medya kullanıyoruz. Yaptığımız paylaşımlar büyük şirketler açısından bir değer taşıyor. Çünkü her birimiz onlar için bir veriyiz. Kişisel bilgilerimiz kaydediliyor. Ya da bizler paylaşımlarımızla kendi mahremiyetimizi gözler önüne seriyoruz. Hoşgeldiniz büyük dijital gözetleme çağına! Alan memnun, veren memnun mu diyeceksiniz? Öyleyse bu kitabı okuyun. (Satı İlen)
Hapishanenin Doğuşu PDF indirme linki var mı?
Michel Foucault - Hapishanenin Doğuşu kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Hapishanenin Doğuşu PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Michel Foucault Kimdir?
Michel Foucault Fransız düşünür, sosyal teorist, tarihçi, edebiyat eleştirmeni, antropolog ve sosyolog. 15 Ekim 1926’da Poitiers'de doğdu. Babası, oğlunun kendi kariyerini takip etmesini isteyen bir cerrahtı. Foucault, Saint-Stanislas Okulunu bitirdikten sonra, saygın bir okul olan Paris’teki 4. Henry Lisesi’ne girdi. 1946’da, daha önce sınavlarında başarısız olduğu École Normale Supérieure’e kabul edilen dördüncü öğrenciydi. İkinci Dünya Savaşı sırasında Poitiers, Alman ordularının işgali altında kaldı.
Maurice Merleau-Ponty ile felsefe çalıştı. 1948’de felsefe diplomasını, 1950’de psikoloji diplomasını aldı ve 1952’de psikopatoloji diplomasıyla ödüllendirildi. 1950-1953 yılları arasında Fransa Komünist Partisi'nde yer almıştır. Partiye girişi Louis Althusser aracılığıyla olmuştur. Ancak Stalin'in Sovyetler Birliği'nde izlediği politikalar onu partiden soğutmuş ve bir süre sonra partiden ayrılmıştır.
1954’ten itibaren dört yıl İsveç’te Uppsala Üniversitesi’nde doktora tezini yazdı. Zamanın Uppsala Üniversitesinin pozitivist damarı Foucault'un tezini bilimsel bulmayıp kabul etmedi. Birer yıl da Varşova ve Hamburg Üniversitelerinde Fransızca öğretti. 1960’da Fransaya Clermont-Ferrand Üniversitesine felsefe bölüm başkanı olarak döndü. "Delilik ve Medeniyet" (Folie et déraison. Histoire de la folie à l'âge classique) kitabındaki teziyle doktorayla ödüllendirildi. Aynı yıl Foucault, kendinden on yaş küçük olan felsefe öğrencisi Daniel Defert’la tanıştı. Defert’ın politik aktivizmi çalışmalarında ona yol gösterdi. Foucault, Defert’la aralarındaki ilişki için çok sonraları bunun zaman zaman da aşka benzeyen uzun soluklu bir tutku ilişkisi olduğunu söyledi.
Foucault’nun ikinci önemli eseri "Kelimeler ve Şeyler" (Les mots et les choses) 1966’da yayımlanan karşılaştırmalı bir ekonomi, doğa ve dil bilimleri çalışmasıydı. Çok satan bu kitap Foucault’nun adının tanınmasında büyük rol oynadı.
1966-1968 arasında Defert’la birlikte Tunus’a gitti ve birlikte tekrar Paris’e döndüler. Foucault, Vicennes’deki Paris-VIII Üniversitesi’nde Felsefe bölüm başkanı oldu, Defert da sosyoloji bölümünde ders vermeye başladı. 1968 öğrenci hareketinden oldukça etkilendiler. Aynı yıl Foucault başka aydınlarla beraber Hapishane Bilgilendirme Grubu’nu (Groupe d'information sur les prisons) kurdu.
1969’da "Bilginin Arkeolojisi"’ni (Archéologie du savoir) yayımladı. 1970’de en önemli araştırma enstitülerinden biri olan Fransa Koleji’ne Düşünce Sistemleri Tarihi profesörü olarak seçildi. 1975’te belki de en etkili kitabı olan "Hapishanenin Doğuşu"’nu (La naissance de la prison) yayımladı.
Ömrünün kalan yıllarında kendini "Cinselliğin Tarihi" (Histoire de la sexualité) çalışmasına adadı. 1976’da ilk cildini yayımladı, çalışmasını tam bitirememiş olsa da ikinci ve üçüncü ciltler 1984’teki ölümünden hemen sonra yayımlandı.
1978'li yıllarda İran'da Şah karşıtı gösteriler ayyuka çıktığında Foucault, Corriere della Sera ve Le Nouvel Observateur dergilerine muhabirlik yapmış, İran'ı ziyaret etmiştir. Paris'te Ayetullah Humeyni ile görüşmüş, İran'daki muhalefet liderleri ve gösteriye katılan insanlarla mülakatlar gerçekleştirmiştir. İran'a ilişkin "Ruhsuz dünyanın ruhu" gibi yazdığı makaleler ve kullandığı "siyasi ruhanilik" kavramı ilginçtir. Bu makaleler İngilizceye çok sonradan tercüme edilmiş, özellikle 11 Eylül saldırılarının ardından ilgi görmüş; siyasal İslam, İran-Batı ilişkileri bağlamında incelenen metinler olmuştur.
Michel Foucault, daha çok toplumdaki daimi doğruları inceleyen bir filozoftu. Nietzsche ve Heidegger’in düşüncelerinden oldukça etkilenen Foucault, çalışmalarında çoğunlukla Karl Marx ve Sigmund Freud’un fikirleriyle mücadele etti. Hapishaneler, polis, sigorta, delilik, eşcinsellik ve sosyal haklar konularında çalıştı. Bütün çalışmalarını modernitenin bireyler üstündeki etkisi ve getirdiği yeni iktidar ilişkileri üstüne kurdu. Öte yandan Gerard Raul'a verdiği röportajda post-modernist yahut post-yapısalcı olarak tasnif edilmeyi reddettiğini söylemiştir.
25 Haziran 1984'te Paris'te yakalandığı AIDS hastalığı nedeniyle vefat etmiştir.
Foucault' un felsefi yönünün anlaşılması, bir sosyal bilimler öğrencisi için aşılması ayrıcalık getirecek bir eşiktir. Foucault toplumdaki daimi doğruların oluşum sürecini modernist bir bakış açısı olarak görür ve kökten reddeder. Postmodernite kendini genel geçer doğruların aksine hareket eden bireylerde ve düşünüşlerde bulur. Bu nedenledir ki Foucault deliler üzerinde araştırmalar yapmıştır. Deliler ona göre toplumun daimi doğrularına uygun hareket edemeyen bireylerdir. Toplumun genelini bir oda içerisinde gören Faucault bütün düşüncelerin, hareketlerin bu daimi doğrular çerçevesinde yahut kıskacı altında ortaya çıktığını iddia eder. Gay, lezbiyen, transseksüel, biseksüel oryantasyonlar daimi doğrulardan ayrı doğrular çerçevesinde oluştukları için postmodernitenin varoluşunu ve moderniteden çıkıldığını gösterir (modernite bu kavramları asla kabul edemezdi). Foucault kendi çalışmalarının bile genel geçer daimi doğrulardan olmaması gerektiğine inanır ve çalışmalarının kullanıldıktan sonra atılmasını öğütler.
Michel Foucault Kitapları - Eserleri
- Bu Bir Pipo Değildir
- Hapishanenin Doğuşu
- Deliliğin Tarihi
- Cinselliğin Tarihi
- Doğruyu Söylemek
- Kelimeler ve Şeyler
- Akıl Hastalığı ve Psikoloji
- Bir Aile Cinayeti
- Güzel Tehlike
- Büyük Yabancı
- Bilginin Arkeolojisi
- Özne ve İktidar
- İktidarın Gözü
- Toplumu Savunmak Gerekir
- Entelektüelin Siyasi İşlevi
- Büyük Kapatılma
- Hermenötiğin Kökeni
- Kliniğin Doğuşu
- Yapısalcılık ve Post Yapısalcılık
- Rezil İnsanların Yaşamı
- Söylemin Düzeni
- Eleştiri Nedir? - Kendilik Kültürü
- Psikoloji ve Ruhsal Hastalık
- Deliliğin Tarihine Giriş
- Sonsuza Giden Dil
- Felsefe Sahnesi
- Raymond Roussel: Ölüm ve Labirent
- Biyopolitikanın Doğuşu
- Güvenlik, Toprak, Nüfus
- Yedinci Meleğe Dair Yedi Bahis
- Manet
- Kliniğin Doğuşu
- Marx'tan Sonra
- Ders Özetleri
- Öznenin Yorumbilgisi
- Bilme İstenci Üzerine Dersler
- Öznellik ve Hakikat
- Dostluğa Dair
- Nietzsche, Freud, Marx
- Of Other Spaces, Heterotopias
- Özgürlük ve Bilgi
- Hakikat Cesareti Kendinin ve Başkalarının Yönetimi 2
- Kliniğin Doğuşu
- Söylem ve Hakikat
- Religion and Culture
- Language, Madness, and Desire
- Kelimeler ve Şeyler İnsan Bilimlerinin Bir Arkeolojisi
- İqtidar. Nəzarət. Cəmiyyət
- Dream and Existence
- The Order of Things
Michel Foucault Alıntıları - Sözleri
- ''[...] Psikanalizin size öğretebileceği tek şey, sizin bir efendi aradığınızdır.'' (Felsefe Sahnesi)
- Geleneksel biçimi içinde tarih,geçmişin anıtlarını "belleğine yerleştirmek",onları doküman haline dönüştürmek ve çoğunlukla kendiliğinden sözlü olmayan ya da sessizce söylediği,söylediklerinden başka olan bu izleri konuşturmak girişiminde bulunuyordu;tarih,günümüzde dokümanları anıtlar haline dönüştürürken,insanlar tarafından bırakılmış izlerin çözüldüğü ve bulundukları oyukta tanınmaya çalışıldıkları yerde,ayırımın,gruplandırmanın,anlamlı kılmanın,ilişkiye sokmanın,birlikler oluşturmanın söz konusu olduğu bir öğeler yığınını gösterir. Tarih,dilsiz anıtların,cansız izlerin,bağlantısız nesnelerin ve geçmişe terk edilmiş şeylerin disiplinli olarak,arkeolojinin tarihe yöneldiği ve ancak tarihsel bir söylemin yeniden kurulmasıyla anlam kazandığı bir zamandı;kelimeler üzerinde biraz oynamak suretiyle denilebilir ki günümüzde,tarih arkeolojiye,anıtın esas tanımına yönelir. (Bilginin Arkeolojisi)
- Hastalık, doğanın karşısında değildir, tersine çevrilmiş bir süreçte, doğanın ta kendisidir. (Akıl Hastalığı ve Psikoloji)
- Sıradan olanı oluşturan her şey, önemsiz detaylar, siliklikler, görkemsiz günler, o bildik yaşam anlatılabilirdir ve anlatılmalıdır, hatta daha iyisi, yazıya geçirilmelidir. (Rezil İnsanların Yaşamı)
- bilgi faydaya karşıttır,zira onaylamaya ve itiraza yer verilmesi gereken bir oyundur. (Bilme İstenci Üzerine Dersler)
- "Birbirimizi yorumlamaktan başka bir şey yapmıyoruz" (Kelimeler ve Şeyler)
- Yaşamın ta kendisinin siyasi stratejilerde ortaya sürülmesi Foucault’ya göre bir toplumun “modernliğe girme eşiği”dir. “İnsan, binlerce yıl boyunca Aristoteles için neyse o olmuştur, yani yaşayan ve buna ek olarak siyasal bir varlık olma yeteneğine sahip olan bir hayvan; modem insan, bir canlı varlık olarak yaşamını kendi siyaseti dahilinde söz konusu eden bir hayvandır." (Özne ve İktidar)
- ''Tırtıklanmış bir söylemin göbeğinde yaşıyoruz.'' (Felsefe Sahnesi)
- Düşüncelerin tarihi,... başlangıçların ve bitimlerin disiplini, belirsiz sürekliliklerin ve geri dönüşlerin betimlenmesi, tarihin çizgisel biçiminin içindeki gelişmelerin yeniden kuruluşudur. Fakat düşüncelerin tarihi aynı zamanda her alandaki bütün karşılıklı ilişkiler ve aracılar oyununu betimleyebilir: o bilimsel bilginin nasıl yayıldığını, felsefî kavramlara nasıl yer verdiğini, ve muhtemelen edebî eserlerde nasıl biçim kazandığını gösterir; problemlerin, kavramların, temaların dile getirildikleri felsefî alandan bilimsel ya da siyasal söyleme doğru nasıl yer değiştirebildiklerini gösterir; eserleri kuramlarla, alışkanlıklarla ya da sosyal davranışlarla, tekniklerle, ihtiyaçlarla ve sessiz pratiklerle ilişkiye sokar; söylemin en çok özümsenmiş biçimlerini, somut görünüm içinde, onların doğuşunu görmüş olan büyüme ve gelişme ortamında, yeniden canlandırmaya çalışır. Bu durumda düşüncelerin tarihi birbirinin içine girmelerin disiplini, eserleri çevreleyen, onları belirginleştiren, yeniden birbirlerine bağlayan ve kendileri olmayan her şeyin içine onları yerleştiren aynı merkezli dairelerin betimlenmesi olmaktadır. (Bilginin Arkeolojisi)
- “Dünya özü itibarıyla her noktada farklıdır; tüm noktalar üzerinde ağırlığa sahiptir, tüm noktalar direnç gösterir ve sonuç olarak ortaya çıkanlar her durumda birbirleriyle mükemmel bir uyumsuzluk halindedir.” (Bilme İstenci Üzerine Dersler)
- Nihayetinde eleştiri ,kendinden başka bir şeyle ilişki içinde var olur ancak .Bilmeyeceği ve olmayacağı bir gelecek ya da hakikat için bir araç bir vasıtadır polislik yapmak istediği ama yasa yapma kudretinin olmadığı bir alanda gözetmenliktir. (Eleştiri Nedir? - Kendilik Kültürü)
- Sağlık, ahiret mutluluğunun yerini alıyor, diyordu Guardia. (Kliniğin Doğuşu)
- ... hakikate erişmek üzere işleme konan bilgi biçimleri gibi, ortaya çıkan bilgi içerikleri ve özneleşme etkileri de her çağda farklıdır. Demek ki genel ve evrensel bir özne tarihi yapılamaz: Kişinin kendisiyle ve hakikatle kurduğu ilişkinin biçimine bağlı olarak, ortaya çıkacak özne de değişecektir. (Öznellik ve Hakikat)
- Mutluluk, hayatta insanın kendisini ne kadar güzel oyalabildiği ile doğru orantılıdır. Mutlu hissediyorsanız siz bu işi güzel yapıyorsunuz demektir. (Deliliğin Tarihi)
- Ölmek için acele ediyorum (Bir Aile Cinayeti)
- Günümüzün dünyası şizofreniyi mümkün kılmaktadır, bu dünyanın, olayları yoluyla insani olmayan ve soyut olmasından dolayı değil, aksine kültürümüzün bu dünyayı, onun içinde insanın artık bizzat kendisini tanıyamaması şeklinde okumasından dolayıdır. (Psikoloji ve Ruhsal Hastalık)
- “Ben iktidar mekanizmasını düşündüğümde, iktidarın bireylerin tohumuna kadar ulaştığı, bedenlerine eriştiği, hâl ve tavırlarına, söylemlerine, öğrenimlerine, gündelik yaşamlarına sindiği kılcal var olma biçimini düşünüyorum.” (İktidarın Gözü)
- Akıl bilgiyi defalarca ve defalarca ikiye ayırdı. (Yapısalcılık ve Post Yapısalcılık)
- Kopuk olayların ortaya çıktığı alanı saflığı içinde göstermek, onu hiçbir şeyin üstesinden gelemeyeceği bir yalnızlığın içine yeniden yerleştirmeye girişmek değildir. Bu onu yeniden kendi üzerine kapatmak değildir; bu kendisinde ve kendisindeki ilişki oyunlarını betimlemek için kendini serbest bırakmaktır. (Bilginin Arkeolojisi)
- Bir fikrin kendi kendine bir iktidara sahip olmadığının doğal olduğunu düşünmüyor musunuz? (Hermenötiğin Kökeni)