Huzur - Ahmet Hamdi Tanpınar Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap

Huzur kimin eseri? Huzur kitabının yazarı kimdir? Huzur konusu ve anafikri nedir? Huzur kitabı ne anlatıyor? Huzur kitabının yazarı Ahmet Hamdi Tanpınar kimdir? İşte Huzur kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi

Yazar: Ahmet Hamdi Tanpınar

Yayın Evi: Dergah Yayınları

İSBN: 9789759955748

Sayfa Sayısı: 415

Huzur Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Huzur’un kahramanlarından Mümtaz, roman boyunca kendisini “huzur”a kavuşturacak bir “iç nizam”ı aramaktadır. Eserde hastalık, ölüm, tabiat, kozmik unsurlar, medeniyet, sosyal meseleler, çeşitli ruh halleri ve estetik fikirler iç içe verilir. Ancak bütün bunların üzerinde romana hâkim olan Mümtaz’la Nuran’ın aşklarıdır. İstanbul, bu aşkın yaşandığı çevre olmaktan çıkarak, âdeta bir roman kahramanı gibi ele alınır. Huzur için, belli bir dünya görüşüne, bir hayat nizamına kavuşamamış Cumhuriyet aydınlarının “huzursuzlukları”nı dile getiriyor denebilir.

Huzur Alıntıları - Sözleri

  • Her şey değişebilir, hatta kendi irademizle değiştiririz. Değişmeyecek olan, hayata şekil veren, ona bizim damgamızı basan şeydir.
  • "Ve herkes kendinin mezarıdır."
  • Biliyordu ki şartlar değişince insanlar da değişir.
  • Vücutlarımız, birbirimize en kolay verebileceğimiz şeydir; asıl mesele, hayatımızı verebilmektir. Baştan aşağı bir aşkın olabilmek, bir aynanın içine iki kişi girip, oradan tek bir ruh olarak çıkmaktır!
  • Kendi kendime biz gurbetin insanlarıyız diyorum. Mesafelerin terbiye ettiği insanlar...
  • Ben tanıdığım insandan nasıl bir şeyler öğrenirim?
  • Gittin amma ki kodun hasretinle canı bile İstemem sensiz olan sohbet-i yaranı bile
  • İnsanlıktan ümit kesmedim, fakat insana güvenmiyorum.
  • İnsanın sevdiği bir ev olunca, kendisine mahsus bir hayatı da olur.
  • Her düşüşün altında bir başkası vardır. Ve herkes kendinin mezarıdır.
  • Vücutlarımız birbirimize en kolay vereceğimiz şeylerdir; asıl mesele, hayatlarımızı verebilmektir. Baştan aşağı bir aşkın olabilmek, bir aynanın içine iki kişi girip, oradan tek bir ruh olarak çıkmaktır.
  • İnsanlar bazen doğuştan mahkûm olurlar...
  • "Insanlıktan ümit kesmedim, fakat insana güvenmiyorum!"
  • Fakat bizim memlekette aranan kaybolur.

Huzur İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Pas Tuttum!: Evveliyetle söylenmelidir ki Huzur’u okumak iç nizamın düzenli işleyen çarklarına pas bulaştırmaya atılan ilk adımdır. Eğer öncesinden, benim gibi, iç nizamınız paslanmaya başlamışsa bu oluşumun daha hızlı gerçekleşeceğine inanılmalıdır. 1 günlük anlatı zamanının arasına sıkıştırılan 1 yıllık anlatılan zamanın; büyük bir aşkın gölgesinde koca bir kültürle yoğrulmuş bir milletin yenileşme ya da yenileşmeyi becerememe sancılarını, büyük bir harbi atlatıp arasından çok geçmeden ikinci büyük bir harbin başlayacağı haberlerinin sokaklarda yarattığı endişenin okura aktarılmasını, bireylerin huzur arayışlarındaki huzursuzluğunu içermesi behemehâl bunun tek sebebidir. Her ne kadar rahatsız olsam da derinlemesine yapılan karakter tahlilleri(ben edebiyatımızda böyle tahlil başka kimsede görmedim) o kadar başarılı, şiire yaklaşan cümlelerin ahengi o kadar güzel ki bana bu huzursuzluğu unutturdu. Ahmet Hamdi Tanpınar “Antalyalı Genç Kıza Mektup”unda ‘Ergani madeninde üç yaşımda iken kendime rastladım’ dediğinde yazarlığın kendisinde bir kültür oluşturacağını muhakkak anlamıştı. Muhayyilesi o kadar güçlüdür ki şiire yönelmesinden doğal bir şey olamaz. Beni şairliğimle hatırlayın diye de çok yerde bahsetmiştir. Sadece şiirle kalmamış denemeler, makaleler, romanlar da yazmıştır. Bu yüzden Tanpınar kendi başına bir kültürdür. Ele aldığı konuları hep kendine has bir teknik ve üslupla dile getirmiştir. Çağının sorunlarına sessiz kalmamış, bu sorunlara çözüm yolları aramıştır. Bunları yaparken elbette başka kişilerden de etkilenmiştir. Nurdan Gürbilek bir yazısında kişilerin sevdiği yazarları edebi ebeveyn olarak görme meselesinden bahsediyordu. Ahmet Hamdi’nin kendine seçtiği edebi ebeveynleri şiirde Yahya Kemal ve Paul Valery, romanda ise Marcel Proust’tur. Şiirde Yahya Kemal ve Valery’nin estetiğini, roman da ise Proust’un üslup ve zaman meselelerini örnek almıştır. Yahya Kemal kültür anlamında da Tanpınar’ı doldurmuştur. Yahya Kemal ile tanışmadan önce eski bütünüyle reddeden bir garpçı olduğunu belirten Tanpınar, bu tanışmadan sonra maziyi farklı bir biçimde ele almıştır. Yine musikiye olan ilgisi de bu yıllarda başlar. Huzur da Tanpınar’ın geçirdiği bu farklılıkların bir topluma mal edilmiş yansımalarından doğmuştur. Kitap Mümtaz ile Nuran’ın aşkını anlatır. Biz şimdilik öyle diyelim. Kitaptaki asıl olaylar 24 saati kaplar. Ama ikinci bölümde geriye gidilerek bir yıllık bir zaman dilimi anlatılır ve son bölümde günümüze tekrar dönülür. Huzur dört bölümden oluşur: İhsan, Nuran, Suat, Mümtaz. İlk bölümde İhsan hasta yatmaktadır. Kira almak için dışarı çıkan Mümtaz yolda eskiye döner ve babasının ölümünü okuruz. Yine yolda büyük aşkı Nuran’ın arkadaşlarına rastlar ve yine eskiye döner. İkinci bölüm bu eskiyi yani Mümtaz ile Nuran’ın aşkını anlatır. Üçüncü bölümde bu aşkın yansımalarına devam edilir. Son bölümde ise Mümtaz günümüze döner ve kitap sonuca bağlanır. Anlatı hep Mümtaz karakteri üzerinden devam eder. Mümtaz’ın kişiliği “ölüm, aşk ve tabiat” üzerine kuruludur. Bu üçlünün etkisinden Mümtaz’ın daha çok kendi içinde yaşadığı sonucuna ulaşmak yanlış olmaz. Kendine has fikirleri ve geniş bilgi birikimi vardır. İhsan, çok kültürlü biridir. Her ne kadar şarkla garbın birleşmesi taraftarı ise de aslında o şarka aşıktır. Mümtaz ailesi öldüğünde onun yanına gelir ve bilgi birikimini ondan alır(Tanpınar’ın hikayesi de aşağı yukarı böyledir. Onu Mümtaz’a hocası Yahya Kemal’i de İhsan karakterine benzetebiliriz). Nuran da kültürlü bir aileden gelmiş, ailesi eskiye yakın olsa da kendisi eski ile yeniyi kendi içinde sindirmiştir. Suat karakteri dünya karşısında azap çeken Dostoyevski karakterleri gibidir: “Dostoyevski Suat’tan seksen sene evvel bu azabı çekti.” Suat eskiyi büsbütün reddeden bir garplıdır. Tanpınar’ın Huzur’u yeni bir değişimin çehresinde olan bir toplumu yansıtma bakımından ayna niteliğindedir. Toplum dediğime bakmayın Cumhuriyet aydının Batılılaşma karşısındaki tutumu ele alınır. Bir taraf eskiyi tümden reddedip garba yönelmeyi ister(Suat gibi) bir taraf şarka bağlı kalmanın doğru olduğuna inanır(İhsan gibi) bir taraf da sadece birinin benimsenerek bu değişimin üstesinden gelinemeyeceğini, maziyle yeninin birleştirilmesinin doğru olduğuna inanır(Mümtaz gibi). Kitap boyunca eskinin tümden yıkılmasından endişe duyulur: “Bugün Türkiye’de nesillerin beraberce okuduğu beş kitap bulamayız. Dar muhitlerin dışında, eskilerden zevk alan gittikçe azalıyor. Biz galiba son halkayız. Yarın bir Nedim, bir Nef’i, hatta bize o kadar çekici gelen eski musiki ebediyen yabancısı olacağımız şeyler arasına girecek.” Bu eski-yeni çatışması ne kadar doğru sonuca ulaşmış tartışılır ama bu çatışmanın insanlarda büyük bir huzursuzluğa ve kimlik bunalımlarına yol açtığı muhakkaktır. Kitabın Nuran’a ayrılan bölümü “Bu, dünyanın en basit, adeta bir cebir muadelesini hatırlatacak kadar basit bir aşk hikâyesidir” diye başlar. Ama okuyucu için asıl önemli olan hemen yukarıdaki paragrafta bahsedilen konulardır. Bu konular bize Mümtaz ile Nuran aşkının arka planında hissettirildiği için bu aşk hiç basit değildir. Konular öne çıksa da aşkın güzelliği de yabana atılmamalıdır. Mümtaz kişiliğinden dolayı Nuran’a tam bağlanır. Öyle ki “Mümtaz için kadın güzelliğinin iki büyük şartı vardı. Biri İstanbullu olmak, öbürü de Boğaz’da yetişmek. Üçüncü ve belki en büyük şartının tıpkı tıpkısına Nuran’a benzemek”ti. Aşkları başladığından itibaren Mümtaz için Nuran’ın anlamı “düşünce, sanat, yaşama aşkı, hepsi sende toplandı. Hepsi senin hüviyetinle birleşti. Senin dışında düşünmemek hastalığına müptelâyım” olmuştur. Mümtaz hayalindeki kadına kavuşmuştur. Bu kavuşma bize eski İstanbul’u da baştan aşağı gezdirir ve adeta bir kültürü yansıtır. Kitabın içeriği çok dolu olsa da kitapta en çok hoşuma giden şey kullanılan dildi. Tanpınar, şiirin söylemekten ziyade susma işi olduğunu bu yüzden sustuklarını romanlarında yazdığını belirtir. Evet, bu öyle bir susma sonucu yazma işidir ki bir iki isim hariç ne kendi çağdaşı yazarlar ne de günümüz yazarları bu yazma işinin yanından geçememişlerdir. Şiirde söylemediği her şeyi romanlarında söylemeğe çalışmıştır. Bu yüzden, her ne kadar şiirleriyle hatırlanmak istese de, biz onu daha çok romanları ve üstüne eğildiği medeniyet meseleleriyle hatırlarız. Bu susma içeriğe ayrı bir boyut dile de ayrı bir boyut katar. Huzur’u okuduğumuzda bu susmanın ne raddeye geldiğini çok iyi görürüz. İçerik zaten dolu ama dil de bir o kadar doludur kitapta. Cümlelerdeki her kelime çok geniş bir dil ummanından titizlikle seçilerek özenli bir dil işçiliğiyle sayfalara döşenmiştir. Bu işçilik bana öyle bir seyir keyfi sundu ki cümleleri şiir okur gibi, müzik dinler gibi okudum. Hala cümlelerin hoş tınısı kulaklarımda. Bunda elbette Tanpınar’ın şairliği ve musikiye olan ilgisi ön plana çıkmıştır. Okurken kendime uzun uzun cümlelerin bana hiç yabancı gelmediğini, daha önce karşıma çıktığını çok kere söyledim. Bu durumu Mahur Beste’yi okurken de yaşamıştım. Sonra Toptaş’ın bir söyleşisinde Tanpınar’ın beste yapar gibi cümle kurduğunu ve şiire yaklaştığını söylediği aklıma geldi. Kendisi zaten Tanpınar’ı çok sever. Hasan Ali Toptaş’ın cümleleri de böyledir her ne kadar kelimelerin ilk anlamıyla çok oynasa da. Onu çok okuyan ve seven biri olarak ustasının dilini daha çok sevmemek olmaz. Kitapta musikinin önemli bir yer tuttuğunu görüyoruz. Mümtaz ve Nuran Mahur Beste’yi çok seviyorlar. Çokça bahsi geçiyor kitapta da. O yüzden Huzur’dan önce Mahur Beste’yi okumak isabet olacaktır. Kitapta musikiyle alakalı bir bölüm vardı ki en zorlandığım, en sıkıldığım bölümdü. Kitaptakiler bu değerlerin unutulmasından korkuyorlardı, okurken korkmalarındaki haklılığı kendimden görmüş oldum. Bu incelemede bilinenden farklı şeyler yazmadım. Yazdıklarım çok hoşuma da gitmedi. Daha derinlemesine incelenecek konular var ama zaman konusunda sıkıntılıyım, elim ayağıma dolaştı yazarken. Bazı yerleri bu yüzden hızlı geçmiş olabilirim. Huzur’u okumak gerek işlediği konular gerekse dili bakımından yorucu bir süreçti. Tanpınar’ı ilk Mahur Beste ile tanımıştım, Huzur ile bu tanışma çok sağlam bir temele oturmuş oldu. Kitabı kendi huzurumdan feragat ederek okusam da çok sevdim. Tanpınar’ı da günlüklerinden bir iki bölüm okuyunca daha çok sevdim. Değeri tüm büyük yazarlarımız da olduğu gibi sonradan anlaşılmağa başlanmış. Artık, ne de olsa anlaşılmış gibi cümlelerle kendi ayıbımızı sürdürmeyi ne kadar devam edeceğiz merak ediyorum. Tanpınar’ın değeri yaşamında anlaşılmadığı için kitaplarının baskı sayıları yeterli olmamış. Para sıkıntısı da çok çekmiş. Öyle ki şiirdeki üstadı Paul Valery’nin 29 ciltlik günlüklerini maddi sıkıntılar yüzünden alamadığını okuyucunca çok üzüldüm. O bölümü paylaşıp incelemeyi bitiriyorum: “(…)Valery bu iç harbi de, Avrupa’nın bugünkü sefaletini de evvelden görebilmiş adamdı. Defterler mühim şey olacak. Fakat 29 cilt. En aşağı 2 bin lira. Belki de daha fazla. Hulasa imkânsız. İşte parasızlık. Para duvarı. Okumasam n’olur! Bittabi hiç! Kim bu eksikliğimi bilecek!... Ve şüphesiz ki asıl Valery kitaplarında, ama bir insan bir adamı böyle kendine ışık yapınca tanımak istiyor.” (Murat Sezgin)

Huzur'la...: "Ne içindeyim zamanın Ne de büsbütün dışında Yekpare bir anın Parçalanmaz akışında" Bu dizeleri bilmeyen pek az insan vardır ama ne mânaya geldiğini yalnızca Huzur'un sayfalarında dolaşanlar idrak edebilir zannımca. Kulağında Mahur Beste ,ellerinde bir kaç neşriyat boğaza nazır bir köşkte ; kafasında harp eden düşünceler ve kalbinde med cezir yapan duygularla zaman algısını yitirmiş Mümtaz 'ı tanımayanlar iki üç anlam ,redif ve kâfiyeden başka ne yükleyebilirler ki bu sözcüklere? Bakmayın adının Huzur olduğuna .Huzur'a varabilmek uğruna içini kemiren sualler,suallere ayna tutan yanıtlar ,bitmeyen sorunlar,zaptedilemeyen duygular ve en nihayetinde kişinin kendi ruhuyla verdiği sesiz bir savaş kitabıdır bu kitap.Dönemin insanları sokaklarda Toplumculuk naraları savururken insan insanın cehennemidir deyip asıl derdin de dermanın da insanın kendi özünde olduğunu savunanların sesiz savaşı... Huzursuzluğun, aşkın ,düşüncenin, mücadelenin en sesiz hâli bu roman.Ve sözcüklerin en güzel nakşedildiği. Bazıları bunca betimlemeyi, anlamak için iki kez okunan cümleleri gereksiz görüyorlar ancak dünyadaki yanlış anlamaların, nezaketsizliğin ve belkide direkt bütün olarak iletişimin en büyük sorunu değilimidir bu?Kelimelerin tesirini küçümseyip ,dili doğru kullanmamak ve hatta kelime dağarcığını genişletmek yerine kelimeleri dar ağacına asmak... Bu kitap için önyargı besleyenlere söylemeliyimki salt öğreneceğiniz yeni sözcükler için bile okunmaya değer gerçek bir"Şair Romanı". Bu arada kitabın yavaş okunması romanın sıkıcı olmasıyla değil okurun sindirme hızıyla orantılı bir durum ;) " En iyisi düşünmemekti Kaçmaktı,kendi içime kaçmak Fakat bir içim var mıydı? Ben var mıydım" | yazar/ahmet-hamdi-tanpinar (Aslı)

Bir Tatlı Huzur: Türk Edebiyatı deyince akla gelen ölümsüz isimlerden biri Tanpınar. Duru ve tane tane anlatımıyla karakterleri ustaca konuşturmayı biliyor. Çok net tipler çizmiş. Ayrıntıları paragraf yaparken de bunu, sıkmadan kotarmış. Çatıyı kurmuş evi yapmış içinde huzurla oturuyorsunuz. Saatleri Ayarlama Enstitüsü de keyif aldığım bir okuma sunmuştu. Huzur da tatmin edici. Dil biraz eski kelimelerle yüklü olsa da google sağ olsun hemen imdada yetişiyor ve keyifli bir dil ziyafetine dalıyorsunuz. Kendimizi okumak, etrafınızı saran bir ipi tutarak yürüdüğünüzü hissettiriyor. Yabancı olmadığınız bir çevrede güven duymamız gibi. Bu romanda, bir imparatorluğun arta kalanlarından doğan yeni ülke ve sosyal manzarası, Mümtaz ve Nuran’ın aşk hikayesinin panaroması olmuş. Tanpınar cumhuriyetin ilk aydınlarından. Öğretmen, şair, romancı, öykücü, bilim insanı. Edebi yönü oldukça güçlü bir kişilik. Yahya Kemal’in öğrencisi ve fikirlerinde onun etkisi malum. Ayrıca Proust’u çok sevdiğini de -eğer Proust tecrübeniz varsa- gözlem ve karşınıza kelimelerle bir film sahnesi çizebilme gücünden anlıyorsunuz. Sayfalar arasında Tanpınar’ın kendi hayatından motifler de gözden kaçmıyor. Musikiye düşkünlük, tasavvufî dünya görüşü, yaşadığı/gezdiği şehirler ve manzarları bittabii ki İstanbul; İstanbul da bir canlı gibi zamanda yüzer Tanpınar’da… İstanbul yürür gözlerinizin önünde, işveli bir kadın gibi, adımlarını sayar, bakışlarınızı ayıramazsınız ondan. Huzur romanında da şiirsel bir dille nefis bir ziyafet sizi bekliyor. Youtube’dan da ‘Mahur Beste’yi açın, takın kulaklığınızı, oh…! Güzel eserler hakkında fazla gevezeliğe mahal yok. Zamanla dem alan kalıcı eserlerden biri. Hülasa okunmalı… Zaman mefhumu Tanpınar’ın eserlerinde en çok hesabı tutulan, muhakemesi yapılan, vurgulanan ve üç noktayla susulan kelâm… Zamana en çok yakışan şey değil mi ki susmak!!! Hamuşan mezarlığı değil mi hayat? Tanpınar’ın mezar taşında susan dizelerle bitrelim o vakit: NE İÇİNDEYİM ZAMANIN Ne içindeyim zamanın, Ne de büsbütün dışında; Yekpâre, geniş bir ânın Parçalanmaz akışında. Bir garip rüyâ rengiyle Uyuşmuş gibi her şekil, Rüzgârda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil. Başım sükûtu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen; İçim muradına ermiş Abasız, postsuz bir derviş; Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim, Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim... kitap/huzur--1198 (Özlem Özmen)

Kitabın Yazarı Ahmet Hamdi Tanpınar Kimdir?

Ahmet Hamdi Tanpınar (d. 23 Haziran 1901; İstanbul) – (ö. 24 Ocak 1962, İstanbul), Türk romancı, öykücü , şair, öğretmen, çevirmen, edebiyat tarihçisi, siyasetçi.

Cumhuriyet neslinin ilk öğretmenlerinden olan Ahmet Hamdi Tanpınar; "Bursa'da Zaman" şiiri ile geniş bir okuyucu kitlesi tarafından tanınmış bir şairdir. Şiir, hikâye, roman, deneme, makale, edebiyat tarihi gibi birçok alanda eser veren sanatçının başlıca eserleri Huzur ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı romanları, Beş Şehir adlı şehir monogrofisidir.

Bir bilim adamı olarak “XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi” adlı eseriyle edebiyat tarihçiliğine yeni bir görüş ve bakış açısı getirmiştir.

TBMM VII. dönem Maraş milletvekilidir.

Yaşamı

23 Haziran 1901'de İstanbul'da Şehzadebaşı’nda doğdu. Babası Gürcü asıllı Hüseyin Fikri Efendi, annesi Nesime Bahriye Hanım’dır. Tanpınar, ailenin üç çocuğundan en küçüğüdür. Çocukluğu, kadı olan babasının görev yaptığı Ergani, Sinop, Siirt, Kerkük ve Antalya’da geçti. Annesini Kerkük’ten yaptıkları bir yolculuk sırasında 1915’te tifüsten kaybetti. Lise öğrenimini Antalya’da tamamladıktan sonra yükseköğrenim için İstanbul’a gitti.

Halkalı Ziraat Mektebi'nde bir yıl yatılı olarak okuduktan sonra 1919 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne girdi. Yahya Kemal’in öğrencisi oldu. Yahya Kemal onun şiir zevkinin, millet ve tarih hakkında görüşlerinin oluşmasında önemli rol oynadı. Celâl Sahir Erozan’ın bir şiir ve hikâye toplamı şeklinde yayımladığı seriden “Altıncı Kitap”’daki “Musul Akşamları”, yayımladığı ilk şiir oldu (Temmuz 1920)[6] Yahya Kemal’in çıkardığı Dergâh’ta 1921-1923 arasında 11 şiiri yayımlandı. 1923 yılında Şeyhî’nin Hüsrev ü Şirin adlı mesnevisi üzerine yazdığı lisans teziyle Edebiyat Fakültesi’nden mezun oldu.

1923’te Erzurum Lisesi’nde edebiyat öğretmenliğine başlayan Ahmet Hamdi 1925’te Konya Lisesi’ne, 1927’de Ankara Erkek Lisesi’ne tayin oldu. Konya’da iken bir Mevlevi ayininde Itrî’nin bir eserini dinleyerek Klasik Türk Müziği ile tanıştı. 1930-1932 arasında Gazi Terbiye Enstitüsü’nde edebiyat öğretmenliği yaptı; bir yandan da Ankara Kız ve Erkek Liselerinde ders vermeye devam etti. Gazi Terbiye Enstitüsü’nün bünyesindeki Musiki Mualli Mektebi, onun klasik batı müziği ile tanışmasını sağladı.

Bu dönemde yeniden şiir yayımlamaya başladı. 1926’da Millî Mecmua’da yayımlanan “Ölü” şiirinden sonra 1927 ve 1928 yıllarında (“Leylâ” şiiri hariç) hepsi Hayat dergisinde olmak üzere toplam yedi şiir yayımladı. İlk yazısı ise 20 Aralık 1928’de yine Hayat dergisinde çıktı.

Şiir dışında ikinci bir çalışma alanı olarak çeviriye başlayan Ahmet Hamdi’nin 1929 yılında biri E.T.A. Hoffmann’dan (“Kremon Kemanı”), diğeri iseAnatole France’tan (“Kaz Ayaklı Kraliçe Kebapçısı”) olmak üzere iki çevirisi yine aynı dergide yayımlandı.

1930 yılında Ankara’da toplanan Türkçe ve Edebiyat Muallimleri Kongresi’nde, Osmanlı edebiyatının tedrisattan kaldırılması ve okullarda edebiyat tarihinin, Tanzimat’ı başlangıç kabul ederek okutulması gerektiğini söyleyen Tanpınar, kongrede önemli tartışmaların doğmasına sebep oldu. Aynı yıl Ahmet Kutsi Tecer ile beraber Ankara’da Görüş dergisini çıkarmaya başladı.

1932 yılında Kadıköy Lisesi’ne atanması üzerine İstanbul’a döndü. Ahmet Haşim’in ölümü üzerine 1933’te Sanayi-i Nefise’de sanat tarihi öğretmeni olarak görevlendirildi. 1934’te Akademi’nin Estetik ve Mitoloji derslerine de girmeye başladı. Yahya Kemal’in İspanya’daki büyükelçilik görevinden döndüğü 1934 yılında Yahya Kemal üzerine iki yazı yayımladı. Artık dikkatini Türk edebiyatı üzerine yoğunlaştıran Ahmet Hamdi, 1936 yılında Tangazetesinde “Son Yirmi Beş Senenin Mısraları” adı altında beş yazılık bir deneme serisi yayımlamıştır.

Aynı yıl ilk hikâyesi “Geçmiş Zaman Elbiseleri”ni tefrika etmeye başladı; ancak bu tefrika 1939 yılında Oluş dergisinde tamamlanabilecektir. 1937 yılında Tevfik Fikret hakkındaki antolojisi Tanpınar’ın yayımlanan ilk kitabıdır. Aynı yıl Abdülhak Hamit Tarhan üzerine de bir yazısı yayımlanmıştır.

Tanzimat’ın 100. yıldönümü dolayısıyla 1939’da eğitim bakanı Hasan Âli Yücel’in emriyle Edebiyat Fakültesi bünyesinde kurulan 19. Asır Türk Edebiyatı kürsüsüne, doktorası olmadığı hâlde, Yeni Türk Edebiyatı profesörü olarak atandı ve Tazimat’tan sonraki Türk edebiyatının tarihini yazmakla görevlendirildi. Hazırladığı edebiyat tarihinin de etkisiyle 1940’lı yıllarda yazı faaliyetleri yeni Türk edebiyatı etrafında şekillendirdi. Kitap tanıtım yazıları ve İslam Ansiklopedisi’ne maddeler yazdı. 1940 yılında 39 yaşındayken Kırklareli'nde topçu teğmeni olarak askerliğini yaptı.

En tanınmış şiiri olan “Bursa’da Zaman”ın ilk hâli “Bursa’da Hülya Saatleri” adıyla 1941’deÜlkü mecmuasında yayımlandı. İkinci kitabı olan “Namık Kemal Antolojisi”ni 1942 yılında yayımladı.

1942’deki ara seçimlerde Maraş milletvekili seçilen Tanpınar, 1946 seçimlerine kadar milletvekilliği yaptı. 1943’te öykülerini içeren “Abdullah Efendinin Rüyaları”’nı yayımladı. Bu, onun basılı ilk edebiyat yapıtıdır. Aynı yıl “Yağmur”, “Güller ve Kadehler” ve “Raks” gibi ünlü şiirleri yayımlandı; “Bursa’da Hülya Saatleri” şiiri, “Bursa’da Zaman” adıyla tekrar basıldı.

İlk romanı Mahur Beste 1944’te Ülkü dergisinde tefrika edildi. Tanpınar’ın önemli çalışması Beş Şehir, 1946’da kitaplaştı.

1946 seçimlerinde parti tarafından tekrar milletvekilliğine aday gösterilmeyince bir süre Millî Eğitim Bakanlığı’nda orta öğretim müfettişliği yapan Tanpınar, iki yıl sonra Güzel Sanatlar Akademisi Estetik hocalığına, ardından Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ndeki görevine döndü.

Huzur romanı 1948’de Cumhuriyet'te tefrika edildikten sonra büyük değişikliklerle kitap haline getirilip 1949’da yayımlandı. Aynı yıl Milli Eğitim BakanıHasan Ali Yücel’in ısmarladığı XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi adlı eserinin 600 sayfalık ilk cildini yayımladı. İki cilt olarak tasarladığı bu eserin ikinci cildi yarım kalmıştır. Sahnenin Dışındakiler adlı romanı 1950’de Yeni İstanbul gazetesinde tefrika edildi.

1953’te Edebiyat Fakültesi, Tanpınar’ı altı aylığına Avrupa’ya gönderdi. 1954 yılında Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanının Yeni İstanbul gazetesinde tefrikası yapıldı; 1955 yılında ise ikinci hikâye kitabı olan Yaz Yağmuru yayımlandı. 1957 ve 1958 yıllarında Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan yazılarına ağırlık verdi. 1959’da edebiyat tarihinin ikinci cildi için kaynak toplamak üzere Rockefeller bursuyla bir yıllığına yeniden Avrupa’ya gitti.

Sağlığında yayımladığı 74 şiirinden ancak otuz yedisi ile, tek şiir kitabını çıkardı: Şiirler (1961; Bütün Şiirleri adıyla genişletilmiş olarak 1976). Aynı Yıl Saatleri Ayarlama Enstitüsü kitaplaştı.

24 Ocak 1962 günü geçirdiği kalp spazmı sonucu hayatını kaybetti. Cenazesi Aşiyan Mezarlığında Yahya Kemal'e yakın bir yere defnedilmiştir.

Mezartaşı üzerinde çok bilinen "Ne İçindeyim Zamanın" şiirinin ilk iki mısrası yazılmıştır:

"Ne içindeyim zamanın / Ne de büsbütün dışında".

Ölümünden sonra

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın sağlığında yayımlatamadığı birçok çalışması ölümünü takip eden yıllarda teker teker yayımlanmıştır.[6] Enis Batur 1992 yılında "Ahmet Hamdi Tanpınar'dan Seçmeler" adlı bir kitap hazırladı. 1998 yılında da Canan Yücel Eronat tarafından hazırlanan “Tanpınar’dan Hasan Âli Yücel’e Mektuplar” kitaplaştı.

Tanpınar’ın önceki kitaplara girmemiş yazıları ve söyleşileri ise "Mücevherlerin Sırrı" adlı altında toplanarak yayımlandı. Tanpınar'ın 1953 yılında yazmaya başladığı ve 1962 yılında vefatına kadar tuttuğu notlar 2007 yılının sonunda "Günlüklerin Işığında Tanpınar'la Başbaşa" adıyla kitaplaştı.

Ahmet Hamdi Tanpınar Kitapları - Eserleri

  • Saatleri Ayarlama Enstitüsü
  • Huzur
  • Beş Şehir
  • Mahur Beste
  • Bütün Şiirleri
  • Sahnenin Dışındakiler

  • Hikayeler
  • Aydaki Kadın
  • On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi
  • Suat’ın Mektubu
  • Yaşadığım Gibi
  • Yaz Yağmuru
  • Yahya Kemal

  • Edebiyat Üzerine Makaleler
  • Abdullah Efendinin Rüyaları
  • Hep Aynı Boşluk
  • Edebiyat Dersleri
  • Hüsrev ü Şirin
  • Mücevherlerin Sırrı
  • Sahnenin Dışındakiler

  • Tanpınar'dan Hasan Ali Yücel'e Mektuplar
  • İki Ateş Arasında
  • Mahur Beste (7. Basım)
  • Yaz Gecesi
  • Tanpınar Zamanı Son Bakışlar
  • Tevfik Fikret

Ahmet Hamdi Tanpınar Alıntıları - Sözleri

  • Kitaptan niçin korkarlar? Bunu bir türlü anlayamadım. Kitaptan korkmak, in­san düşüncesinden korkmak, insanı kabul etmemektir. Kitaptan korkan adam, insanı mesuliyet hissinden mahrum ediyor demektir. "Bırak, senin yerine ben dü­şünüyorum!" demekle, "Falan kitabı okuma!" demek arasında hiç bir fark yoktur. İnsanoğlu her şeyden evvel mesuliyet hissidir ve bilhassa fikirlerin mesuliyetidir. Ondan mahrum edilen insan, kendiliğinden bir paçavra hâline düşer. (Yaşadığım Gibi)
  • "Yalnız sevgidir ki, hayat gibi sonsuz ve aydınlık devam eder. Sevginin ufku daima açıktır, daima ileriye bakar." (Hep Aynı Boşluk)
  • Henüz ne yapacağını pek iyi bilmeyen, kudretleriyle ihtilaflarının arasındaki nispeti ölçme fırsatını bulamamış, kendi dünyasını başkalarında arayan. (Yahya Kemal)
  • "... Her insanoğlu, kendi içinde bir mücadeledir..." (Edebiyat Üzerine Makaleler)
  • Sen seni bil sen seni! (Beş Şehir)
  • Eski şairlerimizin aşk için, insan tabiatı için yazdıkları şeyler kendi kalplerini ve hayatlarını nasıl iyiden iyiye yokladıklarını gösterir. (On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi)

  • "Çünkü İstanbul 'da her saat bir sanat eseri gibi güzeldir." (Yaşadığım Gibi)
  • Mektup da insanın kendisini en iyi anlatabildiği şeydir; zira, karşındakinin müdahalesi yoktur. (Edebiyat Dersleri)
  • Bütün yaraların henüz taptaze olduğu, kanadığı bu günlerde anlamak güçtü. (Beş Şehir)
  • Yaşamak her an kendimize sorduğumuz bir yığın suale cevap vermekten başka ne olabilir? Biz sormasak bile onlar kendiliklerinden bize gelir. (Yaşadığım Gibi)
  • "Bazen kendimi iki ayrı insan sanıyorum. Hatta birbirine karşı vaziyet almış iki ayrı insan. Birinin yaptığını öbürü bozuyor gibi geliyor bana.." (Aydaki Kadın)
  • “Çalmak, servet yığmak onlara yetmezdi. Fakirin alkışı, duası ve gözyaşı da lazımdı.” (Hep Aynı Boşluk)
  • “Az okuyoruz, hatta hiç okumuyoruz ve galiba hiç de düşünmüyoruz!” (Sahnenin Dışındakiler)

  • Hepimiz birbirimiz için hüküm veririz. Fakat hüküm vermek için doğan insanlar vardır. İşte onlar korkunçturlar. Bence bir numara insan düşmanları onlardır. Çünkü her şeyi bilirler, görürler, affederler, bütün neticelerin altındaki sebepleri tanırlar (Suat’ın Mektubu)
  • Onu beklemiyordu, gelmeyeceğine emindi. O geçici bir yaz yağmuru, bir aydınlık fırtınası idi. O kadar. (Yaz Yağmuru)
  • Hayatımız dardır; karışıktır. İyi ama, bu hayat nihayet vardır ve yaşıyoruz, nefret ediyor, ıstırap çekiyor, ölüyoruz. Bir romancı için bu kadarı yetmez mi? Bir tek insanın ıstırap çektiği yerde insanlara söylenebilecek her şey vardır. (Edebiyat Üzerine Makaleler)
  • Gün bitmeden başladı içimizde Yarınsız insanların gecesi. (Bütün Şiirleri)
  • Bizde resim dille yapıldığı için belki de resim çığırı açılmamıştır. (Edebiyat Dersleri)
  • ''Artık dağılmamız lazım! Birbirimizi anlamamız imkansız ve hepimiz yorgunuz!'' (Suat’ın Mektubu)
  • Ger okursam sana mihnetlerümden Yazarsam binde bir zahmetlerümden Göge dûd ire yanıp nâmelerde Kara kanlar dökile hâmelerden (Eğer sana sıkıntılarımı söylesem, çektiklerimin binde birini yazsam. Yazıların yanmasıyla göğe dumanlar yükselir, kalemlerden kara kanlar dökülür.) (Hüsrev ü Şirin)