Huzursuzluk - Zülfü Livaneli Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Huzursuzluk kimin eseri? Huzursuzluk kitabının yazarı kimdir? Huzursuzluk konusu ve anafikri nedir? Huzursuzluk kitabı ne anlatıyor? Huzursuzluk kitabının yazarı Zülfü Livaneli kimdir? İşte Huzursuzluk kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Zülfü Livaneli
Yayın Evi: Doğan Kitap
İSBN: 9786050939828
Sayfa Sayısı: 160
Huzursuzluk Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Merhamet zulmün merhemi olamaz!
İstanbul'un kargaşası içinde sıradan bir yaşam süren İbrahim, çocukluk arkadaşı Hüseyin'in ölüm haberi üzerine doğduğu kadim kent Mardin'e gider. Onun, önce sevdaya sonra ölüme yazılmış, Mardin’de başlayıp Amerika’da sona ermiş hayatını araştırmaya koyulur. Böylece âdeta bir girdabın içine çekilir, tutkuyla ve hırsla gizemli bir kadının peşine düşer.
Harese nedir, bilir misin? Develerin çölde çok sevdiği bir diken var. Deve
dikeni yedikçe ağzı kanar. Tuzlu kanın tadı dikeninkiyle karışınca bu, devenin daha çok hoşuna gider. Kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz… Ortadoğu’nun âdeti budur, tarih boyunca birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kanının tadından sarhoş olur.
Mardinli Hüseyin ile IŞİD zulmünü misliyle yaşamış Ezidi kızı Meleknaz’ın ve kelamın çocuklarının hikâyesi... Livaneli okuru, sevda ile acının iç içe geçtiği bir Ortadoğu gerçeğiyle buluşturuyor.
Huzursuzluk Alıntıları - Sözleri
- "Şu küçücük dünyada herkes incitilmiş, isimsiz, herkes yanlış yerde.."
- Kendimizi hayvanlardan ve bitkilerden üstün görmemiz büyük bir aldatmaca, insanlık diye yücelttiğimiz şey aslında ne aşağılayıcı bir kavram.
- ''Bir yer var İyiliğin ve kötülüğün ötesinde Seninle orada buluşacağız..''
- "Bir yer var İyiliğin ve kötülüğün ötesinde Seninle orada buluşacağız" -Mevlana
- Her insanın içinde iyi ve kötü yan yana durur. Hangisini beslersen o galip gelir.
- "Merhamet keskin bir kılıç; merhamet gösterenin kabzasından tuttuğu ama karşı tarafı yaralayan bir kılıç."
- Şu küçücük dünyada herkes incitilmiş, isimsiz, herkes yanlış yerde.
- Bir şeyler yapıyorum, yürüyorum, konuşuyorum, yemek yiyorum yani her zaman yaptığım işleri sürdürüyorum ama nasıl anlatsam, bir boşluk duygusu içinde. Sanki içimde derin bir hiçlik var.
- İnsanlık ağacının kırılmış dalıyız...
- Bir şeyler yapıyorum, yürüyorum, konuşuyorum, yemek yiyorum yani her zaman yaptığım işleri sürdürüyorum ama nasıl anlatsam, bir boşluk duygusu içinde. Sanki içimde derin bir hiçlik var.
- " Asil insanların en neşeli zamanlarında bile bir hüzün vardır, daha düşük ruhlar ise en sefil zamanlarında bile neşelidir."
- " Bir yer var iyiliğin ve kötülüğün ötesinde. Seninle orada buluşacağız." Mevlana
- "Şu küçücük dünyada herkes incitilmiş, isimsiz, herkes yanlış yerde.."
- Kendimizi hayvanlardan ve bitkilerden üstün görmemiz büyük bir aldatmaca, insanlık diye yücelttiğimiz şey aslında ne aşağılayıcı bir kavram.
- ''Bir yer var İyiliğin ve kötülüğün ötesinde Seninle orada buluşacağız..''
- "Bir yer var İyiliğin ve kötülüğün ötesinde Seninle orada buluşacağız" -Mevlana
- Her insanın içinde iyi ve kötü yan yana durur. Hangisini beslersen o galip gelir.
- "Merhamet keskin bir kılıç; merhamet gösterenin kabzasından tuttuğu ama karşı tarafı yaralayan bir kılıç."
- Şu küçücük dünyada herkes incitilmiş, isimsiz, herkes yanlış yerde.
- Bir şeyler yapıyorum, yürüyorum, konuşuyorum, yemek yiyorum yani her zaman yaptığım işleri sürdürüyorum ama nasıl anlatsam, bir boşluk duygusu içinde. Sanki içimde derin bir hiçlik var.
- İnsanlık ağacının kırılmış dalıyız...
- Bir şeyler yapıyorum, yürüyorum, konuşuyorum, yemek yiyorum yani her zaman yaptığım işleri sürdürüyorum ama nasıl anlatsam, bir boşluk duygusu içinde. Sanki içimde derin bir hiçlik var.
- " Asil insanların en neşeli zamanlarında bile bir hüzün vardır, daha düşük ruhlar ise en sefil zamanlarında bile neşelidir."
- " Bir yer var iyiliğin ve kötülüğün ötesinde. Seninle orada buluşacağız." Mevlana
Huzursuzluk İncelemesi - Şahsi Yorumlar
İncelemeden çok düzeltilmesi gereken Hurafeler!: Bu kitabı okurken öğrendiğim bilgiyi paylaşarak başlamak istiyorum. Yazarımızın ikinci ismini öğrendim ve neden hiç zikredilmediğini merak ettim, yazarımızın ismi "Ömer Zülfü Livaneli' dir. Kitapta geçen hikayeden kısaca bahsedelim: Mardin'de doğmuş ancak İstanbul'da yaşayan kendi toprağıyla irtibatı uzun süre olmamış, batılı gibi yaşayan Gazeteci İbrahim ve onun çocukluk arkadaşı Mardinli Hüseyin'in Kısa bir süre önce Amerika'ya yerleşmesinin ardından ölüm haberini alır, ajanstan aldığı bu ani ölüm haberi onu sarsar ve görev bahanesiyle Mardin'e Hüseyin'in cenazesine katılır, onun ailesi ve tüm yakınları ile görüşür. Mardinli Asıl bu kitap Hüseyin ve İŞİD'in zulüm ve işkencesini yaşamış olan Melek Naz'ın yaşadıklarından bahseder. İbrahim bu ölümünün arkasındaki sır perdesini çözmek için bu kadının peşine düşer. Hikayedeki bulunan Melek Naz yezididir. Yezidiliğin gördüğü zulümden bahsederken yazarımız hurafelerin gerçek İslamiyetmiş gibi olay örgüsüne dahil etmiştir, bu kabul edilebilir bir durum değildir. (Sırasıyla açıklayacağım.) Peygamber efendimiz (s a v) 'in kızı Hz. Fatıma'yı ısıran bir köleden dolayı cenaze evinde dudak ısırılması'nın bir ağıt olduğu ve adet olduğunu ifade eder dövme yaptırılmasının İslamiyette var olduğu inancı, yezidiyi ev almanın şeytanı eve almak olduğunu, İslamiyette üzerlik yakmanın şeytanı temizleme aracı olduğundan bahseder. Bakın bir hadis-i şerifte; "Nazardan Allah'a sığının çünkü nazar haktır" buyurulmuştur ve nazar değmesine karşı "Ayetel Kürsi ihlas ve Felak nas surelerinin okunduğu ashabına da bunları okumalarını tavsiye ettiği rivayet edilir." Nazardan ve şeytandan korunmak için üzerlik yakmak sözkonusu değildir. Doğuyu "İslamiyet" adı altında "bu topraklar böyledir, kan eksik olmaz kardeş kardeşini öldürmesi günah değil"( haşa) bu sözler ile İslamiyet'e zarar verme, hor görme, cehaleti dine satma amacı güdülmüştür. |Peki yezidilik nedir? Yezidilik halkı aslında Ezididir ve kendilerine Azday halkı adı vermişlerdir. İnançlarından bazı esaslar şunlardır; dünya sonsuzdur dünyayı yaratan onu yıkmaz, cennet ve cehennem yoktur. Peygamber yoktur (haşa)l Melek tavus adlı 7 meleğin başıdır, tabiata saygı esastır, günde 2 kez güneşe dönerek ibadet ederler, Şahit bin Car' dan gelenler yezididir, diğerleri sonradan yezidi olamazlar, şeytanın adını zikretmek haramdır, mavi giymek lacivert giymek haramdır, günahtır, marul onlarca en kötü ve en büyük günahtır, kadınların saç kesmesine müsaade yoktur, başka dinden evleneni afaroz ederler,hatta öldürürler.| Bu esaslarca hikaye içerisinde Hüseyin'in akrabası şöyle söyler; "Ezidi bir kadın ile bir Müslüman erkek karı koca olamaz ben açık fikirli bir insanım bence olur, ama ne yapalım ki bu topraklarda inanç her şeyden önce gelir" ifadeleri kullanılmıştır. Bakınız: "Müslüman erkeğin yabancı bir hanım ile evliliği caizdir, ancak ehli kitap olan yani Yahudi ve Hristiyan olanlarla caizdir ehli kitap dışındakilerle evlenilmez."( Bakara ve Maide suresinde belirtilmiştir.) Şu kadar var ki, eş seçiminde Müslüman hanımların tercih edilmesi aile huzuru, neslin korunması ve toplumsal uyum açısından daha uygundur. "Bence olur, ben açık fikirliyim" diyerek (Haşa) Hz. Allah'ın göndermiş olduğu dine yapılan bir hakarettir, asıl cehalet budur. Yaşadığı Müslümanlığı İslamiyet zannederek hüküm vermek küfre düşmektir. İslamiyetten bihaber olan bir gencin, bir insanın bu kitabı okuyarak edineceği yanlış bilgilerle imanının zedelenmesi mümkündür. Kıymetli okurlar; söylediklerinize dikkat edin, düşüncelerinize dönüşür, düşüncelerinize dikkat edin, duygularınıza dönüşür, değerlerinize dikkat edin, karakterinize dönüşür, karakterinize dikkat edin kaderiniz olur... (E.)
Livaneli neden bence kötü bir yazardır?: YouTube kitap kanalımda Huzursuzluk kitabını okumadan ölebilirsiniz dedim: https://youtu.be/dR12B0gIkhg "İnsanın karnı tok, sırtı pek oldu mu başkalarının yoksulluklarını okuması, merhamete gelip iç çekmesi ne tatlıdır." Wolfgang Borchert Onbinlerce defa okunmuş olan ve kendi açımdan 10 üzerinden 3 puandan fazlası etmeyecek bu roman için sunduğum tezlere antitez sunabiliyorsanız, kavgacı veya tartışmacı bir üslupta değil eleştirel değerlendirmelerinizi haklı temellere dayandırarak yorumlar yazarsanız sevinirim. Çünkü bu kitap Goodreads'de pek çok kişinin olumsuz olarak eleştirdiği, 1000kitap'ta ise pek çok kişinin olumlu olarak eleştirdiği ilginç bir kitap. Öncelikle kitabın ve Livaneli'nin kendi açımdan olumsuz yönleriyle başlayayım. Çoğunluğu Mardin'de geçen ve IŞİD örgütünün de büyük etkilerinin görüldüğü, Yezidi kadınların çektiği işkencelerin anlatıldığı bu romanda, biraz Mardin mekanından bahsedelim. Sonuçta tipik bir Mardin evi, kentsel yapıyı, Mezopotamya ovalarıyla görsel bir bağlantı kurabilecek şekilde dikey değil yatay bir şekilde planlatmıştır. Verimli saatlerde güneşi içeri alabilmeyi de hedefleyen bu geleneksel mimariden tabii ki de uzun uzadıya bahsetmeyeceğim ama Livaneli'nin ilk olarak hangi konularda eksik ve bilgisiz olduğunu söylemek istiyorum. Öncelikle kurgu bir kitapta mekan kullanımını eleştirebilmek için kendimize, "Mekan, roman kişilerinin kişilik ve kimliklerinin, sosyal, kültürel, ekonomik konumlarının sunuluşunda ve hissettirilmesinde, sosyal yaşantıların sergilenmesinde ne oranda işlevseldir?" sorusunu sormamız gerekir. Livaneli, Huzursuzluk kitabında sanki Mardin'de değil de IŞİD örgütünün bulunduğu herhangi bir yer için yazmış bu kitabını. Eğer ki bir romancı, kitabında bir şehri ön plana çıkaracaksa o şehrin atmosferinden beslenen roman kişilerindeki kimliklerin psikolojilerinin dönüştürülmesini, sosyal ve kültürel yaşantısının da değişmesini ele alabilmek durumundadır. Fakat biz bu romanda sanki Mardin mekanında değil, uzaydan bir arazide planlanmış bir roman atmosferiyle karşı karşıyayız. Değişen mekanların ve yapılamamış mekan tasvirlerinin roman karakterlerini etkileyememesi roman kişilerinin psikolojik tasvirlerinin de çok sığ kalmasına sebep olmuş. Kitap eleştirisinde mekanı eleştireceksek, "Mekân ne ölçüde öne çıkarılıyor ya da geri planda bırakılıyor?" sorusunu da sormamız gerekir kendimize. Livaneli bu romanında maalesef ki ne Mardin'i, ne Amerika'yı, ne de başka herhangi bir yeri ön plana çıkarabilmiş. Hatta Mardin'i ve IŞİD zulmündeki kader coğrafyasını öne çıkaracakken romanda merkezi kişi olmak için savaşan Meleknaz ve Hüseyin adlı karakterlerin çelişkisinde kalmış. Romanın Amerika kısmı bence tam bir fiyasko ama ona sonradan değineceğim. Yani diyorum ki, mekan tasvirlerinin birinci işlevi olan roman kişisi psikolojilerine "yansıtma" ve diğer bir işlevi olan "çağrışım" işlevi bu romanda bence çok sığ ve ticari kaygı güden bir üslupta kullanılmış. Biraz da roman kişisindeki merkezi kişiden, tip ve karakterden bahsedelim madem öyle. Livaneli aslında bu konuyu başarıyormuş gibi görünen fakat kendi görüşümce kesinlikle başaramamış bir kalemdir. Zira önceden okumuş ve incelemiş olduğum Kardeşimin Hikayesi kitabının incelemesine de şuradan ulaşabilirsiniz: gonderi/40182257 Merkezi kişi demiştik, evet. Merkezi kişilik kavgası bu romanda Meleknaz ve Hüseyin arasında gidip geliyor. Aslında bize merkezi kişi olarak yansıtılmaya çabalanan Hüseyin, bende daha çok yardımcı kişi gibi bir algı oluşturdu. Bu kendi açımdan Livaneli'nin bir mantık hatası yaptığını gösterir. Zira Hüseyin'in Amerika'ya gitme ve oradaki ölüm sürecinin bu kadar vasat bir şekilde yansıtılması kitabın başındaki Hüseyin ile kitabın sonundaki Hüseyin arasında tam bir kurgu boşluğu uçurumu oluşmasına sebep olmuş. Oysaki romanda merkezi kişi, "Genellikle özne durumunda olup, diğer kişiler de ona göre nesne konumundadırlar." Fakat Hüseyin karakteri başta özneyken sonradan tamamen bir dış uyaran, nesne konumuna geçmiş. Livaneli'nin yazımında karakter ve tipleşme arasındaki mantık hatasından biraz bahsetmek istiyorum. "Çünkü tip, benzerleri çok olan kişinin sosyal boyutuyla ilgilenmesidir." Oysaki Hüseyin'in ilk hali özel gözüken bir sevgisi olan ve karakterleşme çabası içerisindeki bir roman kişisi gibi iken, romanın ikinci kısmı olan Amerika süreci tam olarak benzerlerinin çok olduğu bir tip sürecine evrilmiş. Yani Livaneli bence Hüseyin adlı roman kişisini kurgularken pek çok konuda çelişik davranmıştır ve bu kendi açımdan bir mantık hatasıdır. Sadece 1-2 sayfa içerisinde gerçekleşen, Meleknaz'ın IŞİDlilerin elindeyken birden peynir, sucuk yiyebilecek nispeten avantajlı bir hayata sahip olması ve romanın büyük kısmına etki etmiş olan Hüseyin'in ölümü, Livaneli'nin de karşısındaki okura duygularını geçirebilmekte ne kadar başarısız olduğunu göstermiş. Çünkü savaş psikolojilerinin bu kadar sığ ve derinliksiz bir şekilde insan psikolojilerine yansıtılması maalesef ki bir yazarın kurguyu oluştururken ne kadar aceleye getirdiğinin ve ticari bir kaygı güttüğünün kanıtıdır. Livaneli'nin romanlarında, mesaj verme, gündemden beslenme, halk onayı kazanma ve kitaplarının pahalı ücretlere satılma kaygısı kendi açımdan onun edebi kaygısının önüne geçiyor. Bu romanında anlattığı kişilerin acılarını sanki içselleştirerek anlatmış gibi görünürken, Edebiyat Mutluluktur kitabında kapitalizmi yerden yere vuruyor fakat kendisi Doğan Kitap kapsamında başka kitabından bölümler içeren Gölgeler adlı gereksiz kitabını bile 20-25 lira gibi fahiş fiyatlara satabiliyor. Livaneli, kapitalist bir yayınevinde barınıp yine kapitalizmi eleştiren bir kimliğe sahip olmasından ötürü çelişkili bir kimliktir; fakat bu incelemede onun kişiliğindense kitabını eleştiriyoruz gördüğünüz gibi. Huzursuzluk kitabı, Elif Şafak'ın Havva'nın Üç Kızı adlı romanında kullandığı tüketim toplumu ve kültür mozaiğinin çarpıtılması temalarına çok yakın bir üslupta seyrediyor. Hatta mekan hariç, kişilerin farklı etnik kökenlerden gelmesi ve farklı inançlara sahip olması, bu şekilde okurun gözünün boyanmaya çalışılması ve hepsinden önemlisi edebi kaygının önüne ticari kaygının geçmesi benim için Livaneli'yi samimiyetten uzaklaştırıyor. Eh, biraz olay örgüsünden bahsedelim madem öyle. "Olay örgüsü, kişiler, şeyler, durumlar ve olgular arası ilişki ağlarından, organik anlamda sağlam bağlantılardan oluşur." Olayların belli bir anlayış, mantık ve esasa göre, edebi değer gözetilerek düzenlenişi vakadır." Livaneli, kendi açımdan bugüne kadar okuduğum kitaplarında olay örgüsünü organik anlamda sağlam bağlantılarla oluşturamamış. Dengesiz bir olay örgüsü kurulumu var ve bu yüzden edebi değer gözetilmesi işlevi de arka planlara atılıyor. Hatta bu kitaptaki Meleknaz ve Hüseyin arasında geçen, özellikle de Hüseyin'in ölümü kısımlarında olay örgüsü bağlantılarının bir bir kopmasını zaten yukarıda roman kişisi/karakter/tip eleştirisi konularında bahsetmiştim. Livaneli kendi açımdan retorik kelimesini çok iyi başarabilen birisi. "Retorik, "etkileyici ve ikna edici olmakla beraber içtenlikten veya anlamlı içerikten yoksun lisan". Evet, Livaneli anlattığı şeylerle etkileyici ve ikna edici gibi gözüküyor fakat kendi açımdan kesinlikle içtenlikten ve edebi kaygıdan yoksun, anlamlı bir üsluptan çok uzak bir lisan sergiliyor. Hatta çoğu kısımda Livaneli'nin kitabın içindeki mesajları okuruna bırakmayıp kendisinin söylemeye çalışması da ikna edici olma özelliğini ve okura bırakması gereken kurmaca yorumunu kendisi için ne kadar retorikleştirdiğini gözler önüne seriyor. Biraz da kitap eleştirisi özelinde, iç çözümleme (interior analysis) yönteminden bahsedelim. Zülfü Livaneli üçüncü tekil kişi anlatıcıyı kullandığı romanlarında daha fazla dikkat çekmesinden dolayı, belki de bunda "ben" anlatıcıyı kullanması, Livaneli'yi iç çözümlemeler konusunda çok çok zayıf bırakmış. "Ben" anlatıcının yaşadığı karakter ve tip çelişkileri buna tuz biber ekmiş. Bu yüzden bu kitabında Livaneli, iç çözümlemeler konusunda kendi açımdan çok zayıf. O kadar yerdik biraz da olumlu eleştirilerimden bahsedeyim, zaten 3 puanı da bunlar aldı benim için. Kitabın adı ve kapak tasarımı, çölün ortasında hiçbir yere uymayacak merdiven nesnesi, bence çok başarılı. Zira Livaneli'yi biz genelde "Türkiye'de kadının bulunduğu yeri, kimlik karmaşasını ve kendini ifade edişini kadın-toplum sorunsalı çerçevesinde ele alan, erkek hegemonyasının egemen olduğu Türk toplumunda dışlanan; üzerinde ataerkil baskılar kurularak silikleştirilen, çoğu kez ikinci cins olarak görülen kadının; toplumdaki yanlış düzenin sorumlusu olarak görülmesini, yaşama ve sevme hakkını özgürce kullanamamasını eleştirmiş ve acılarını nedenleriyle birlikte ortaya koyan" bir yazar olarak tanıyoruz. Bu yüzden bu kimlik karmaşasındaki erkek ya da kadının merdivenle birlikte boş bir çölde gezmesi kapak tasarımı olarak oldukça başarılı ve kitabın adıyla da uyum içeriyor. Ortadoğu'daki batıl inançlar, marullar ve önceki ben ile şimdiki ben arasındaki kimlik değişimi, geçmişe özlem ve benlik arayışı Livaneli'nin bu kitabını hafif de olsa zenginleştiren detaylardan. Hatta roman kişisini bu yüzden "Batı ben" ve "Doğu ben" olarak adlandırabilirim. Livaneli, biçim bilincine sahip ve biçim-içerik dengesini kurabilen bir yazar olmasına rağmen, edebi kaygı gütmekten ve karşısındaki okura katkı sağlamaktan, içselleştirmek istediği duyguları okuruna geçirme başarısından uzak bir yazar olmasından dolayı kendi açımdan kötü bir yazardır. Belki de şöyle demek gerek : "Popüler kültüre köle gibi yapış ama lafa gelince kapitalizm, edebiyat" Bu incelemede bir kitabı teknik olarak eleştirmenin kurallarına epey uymuş olsam gerek: "Kitap eleştirisi için kriterler: • Yaptığınız eleştirel değerlendirmelerin haklı nedenlerini ortaya koyarak bilgi ile salt görüş arasındaki farkı bildiğinizi gösterin. • Yazarın nerede bilgisiz olduğunu ortaya koyun. • Yazarın nerede yanlış bilgi sahibi olduğunu ortaya koyun. • Yazarın nerede mantık hatası yaptığını ortaya koyun. • Yazarın analizi ve açıklamasının nerede eksik kaldığını ortaya koyun." (s. 170) kitap/kitaplari-nasil-okumali--62146 Tırnak içindeki yerleri şu yüksek lisans tezinden alıntıladım: http://adudspace.adu.edu.tr:8080/jspui/bitstream/11607/1514/3/10074085.pdf Mardin geleneksel mimarisi kısmında da şuradaki bilgilerden yararlandım: https://www.arkitera.com/gorus/mardin-evleri-iklimsel-analizi-ve-pasif-tasarim-stratejileri/ (Oğuz Aktürk)
İncelemeden çok düzeltilmesi gereken Hurafeler!: Bu kitabı okurken öğrendiğim bilgiyi paylaşarak başlamak istiyorum. Yazarımızın ikinci ismini öğrendim ve neden hiç zikredilmediğini merak ettim, yazarımızın ismi "Ömer Zülfü Livaneli' dir. Kitapta geçen hikayeden kısaca bahsedelim: Mardin'de doğmuş ancak İstanbul'da yaşayan kendi toprağıyla irtibatı uzun süre olmamış, batılı gibi yaşayan Gazeteci İbrahim ve onun çocukluk arkadaşı Mardinli Hüseyin'in Kısa bir süre önce Amerika'ya yerleşmesinin ardından ölüm haberini alır, ajanstan aldığı bu ani ölüm haberi onu sarsar ve görev bahanesiyle Mardin'e Hüseyin'in cenazesine katılır, onun ailesi ve tüm yakınları ile görüşür. Mardinli Asıl bu kitap Hüseyin ve İŞİD'in zulüm ve işkencesini yaşamış olan Melek Naz'ın yaşadıklarından bahseder. İbrahim bu ölümünün arkasındaki sır perdesini çözmek için bu kadının peşine düşer. Hikayedeki bulunan Melek Naz yezididir. Yezidiliğin gördüğü zulümden bahsederken yazarımız hurafelerin gerçek İslamiyetmiş gibi olay örgüsüne dahil etmiştir, bu kabul edilebilir bir durum değildir. (Sırasıyla açıklayacağım.) Peygamber efendimiz (s a v) 'in kızı Hz. Fatıma'yı ısıran bir köleden dolayı cenaze evinde dudak ısırılması'nın bir ağıt olduğu ve adet olduğunu ifade eder dövme yaptırılmasının İslamiyette var olduğu inancı, yezidiyi ev almanın şeytanı eve almak olduğunu, İslamiyette üzerlik yakmanın şeytanı temizleme aracı olduğundan bahseder. Bakın bir hadis-i şerifte; "Nazardan Allah'a sığının çünkü nazar haktır" buyurulmuştur ve nazar değmesine karşı "Ayetel Kürsi ihlas ve Felak nas surelerinin okunduğu ashabına da bunları okumalarını tavsiye ettiği rivayet edilir." Nazardan ve şeytandan korunmak için üzerlik yakmak sözkonusu değildir. Doğuyu "İslamiyet" adı altında "bu topraklar böyledir, kan eksik olmaz kardeş kardeşini öldürmesi günah değil"( haşa) bu sözler ile İslamiyet'e zarar verme, hor görme, cehaleti dine satma amacı güdülmüştür. |Peki yezidilik nedir? Yezidilik halkı aslında Ezididir ve kendilerine Azday halkı adı vermişlerdir. İnançlarından bazı esaslar şunlardır; dünya sonsuzdur dünyayı yaratan onu yıkmaz, cennet ve cehennem yoktur. Peygamber yoktur (haşa)l Melek tavus adlı 7 meleğin başıdır, tabiata saygı esastır, günde 2 kez güneşe dönerek ibadet ederler, Şahit bin Car' dan gelenler yezididir, diğerleri sonradan yezidi olamazlar, şeytanın adını zikretmek haramdır, mavi giymek lacivert giymek haramdır, günahtır, marul onlarca en kötü ve en büyük günahtır, kadınların saç kesmesine müsaade yoktur, başka dinden evleneni afaroz ederler,hatta öldürürler.| Bu esaslarca hikaye içerisinde Hüseyin'in akrabası şöyle söyler; "Ezidi bir kadın ile bir Müslüman erkek karı koca olamaz ben açık fikirli bir insanım bence olur, ama ne yapalım ki bu topraklarda inanç her şeyden önce gelir" ifadeleri kullanılmıştır. Bakınız: "Müslüman erkeğin yabancı bir hanım ile evliliği caizdir, ancak ehli kitap olan yani Yahudi ve Hristiyan olanlarla caizdir ehli kitap dışındakilerle evlenilmez."( Bakara ve Maide suresinde belirtilmiştir.) Şu kadar var ki, eş seçiminde Müslüman hanımların tercih edilmesi aile huzuru, neslin korunması ve toplumsal uyum açısından daha uygundur. "Bence olur, ben açık fikirliyim" diyerek (Haşa) Hz. Allah'ın göndermiş olduğu dine yapılan bir hakarettir, asıl cehalet budur. Yaşadığı Müslümanlığı İslamiyet zannederek hüküm vermek küfre düşmektir. İslamiyetten bihaber olan bir gencin, bir insanın bu kitabı okuyarak edineceği yanlış bilgilerle imanının zedelenmesi mümkündür. Kıymetli okurlar; söylediklerinize dikkat edin, düşüncelerinize dönüşür, düşüncelerinize dikkat edin, duygularınıza dönüşür, değerlerinize dikkat edin, karakterinize dönüşür, karakterinize dikkat edin kaderiniz olur... (E.)
Livaneli neden bence kötü bir yazardır?: YouTube kitap kanalımda Huzursuzluk kitabını okumadan ölebilirsiniz dedim: https://youtu.be/dR12B0gIkhg "İnsanın karnı tok, sırtı pek oldu mu başkalarının yoksulluklarını okuması, merhamete gelip iç çekmesi ne tatlıdır." Wolfgang Borchert Onbinlerce defa okunmuş olan ve kendi açımdan 10 üzerinden 3 puandan fazlası etmeyecek bu roman için sunduğum tezlere antitez sunabiliyorsanız, kavgacı veya tartışmacı bir üslupta değil eleştirel değerlendirmelerinizi haklı temellere dayandırarak yorumlar yazarsanız sevinirim. Çünkü bu kitap Goodreads'de pek çok kişinin olumsuz olarak eleştirdiği, 1000kitap'ta ise pek çok kişinin olumlu olarak eleştirdiği ilginç bir kitap. Öncelikle kitabın ve Livaneli'nin kendi açımdan olumsuz yönleriyle başlayayım. Çoğunluğu Mardin'de geçen ve IŞİD örgütünün de büyük etkilerinin görüldüğü, Yezidi kadınların çektiği işkencelerin anlatıldığı bu romanda, biraz Mardin mekanından bahsedelim. Sonuçta tipik bir Mardin evi, kentsel yapıyı, Mezopotamya ovalarıyla görsel bir bağlantı kurabilecek şekilde dikey değil yatay bir şekilde planlatmıştır. Verimli saatlerde güneşi içeri alabilmeyi de hedefleyen bu geleneksel mimariden tabii ki de uzun uzadıya bahsetmeyeceğim ama Livaneli'nin ilk olarak hangi konularda eksik ve bilgisiz olduğunu söylemek istiyorum. Öncelikle kurgu bir kitapta mekan kullanımını eleştirebilmek için kendimize, "Mekan, roman kişilerinin kişilik ve kimliklerinin, sosyal, kültürel, ekonomik konumlarının sunuluşunda ve hissettirilmesinde, sosyal yaşantıların sergilenmesinde ne oranda işlevseldir?" sorusunu sormamız gerekir. Livaneli, Huzursuzluk kitabında sanki Mardin'de değil de IŞİD örgütünün bulunduğu herhangi bir yer için yazmış bu kitabını. Eğer ki bir romancı, kitabında bir şehri ön plana çıkaracaksa o şehrin atmosferinden beslenen roman kişilerindeki kimliklerin psikolojilerinin dönüştürülmesini, sosyal ve kültürel yaşantısının da değişmesini ele alabilmek durumundadır. Fakat biz bu romanda sanki Mardin mekanında değil, uzaydan bir arazide planlanmış bir roman atmosferiyle karşı karşıyayız. Değişen mekanların ve yapılamamış mekan tasvirlerinin roman karakterlerini etkileyememesi roman kişilerinin psikolojik tasvirlerinin de çok sığ kalmasına sebep olmuş. Kitap eleştirisinde mekanı eleştireceksek, "Mekân ne ölçüde öne çıkarılıyor ya da geri planda bırakılıyor?" sorusunu da sormamız gerekir kendimize. Livaneli bu romanında maalesef ki ne Mardin'i, ne Amerika'yı, ne de başka herhangi bir yeri ön plana çıkarabilmiş. Hatta Mardin'i ve IŞİD zulmündeki kader coğrafyasını öne çıkaracakken romanda merkezi kişi olmak için savaşan Meleknaz ve Hüseyin adlı karakterlerin çelişkisinde kalmış. Romanın Amerika kısmı bence tam bir fiyasko ama ona sonradan değineceğim. Yani diyorum ki, mekan tasvirlerinin birinci işlevi olan roman kişisi psikolojilerine "yansıtma" ve diğer bir işlevi olan "çağrışım" işlevi bu romanda bence çok sığ ve ticari kaygı güden bir üslupta kullanılmış. Biraz da roman kişisindeki merkezi kişiden, tip ve karakterden bahsedelim madem öyle. Livaneli aslında bu konuyu başarıyormuş gibi görünen fakat kendi görüşümce kesinlikle başaramamış bir kalemdir. Zira önceden okumuş ve incelemiş olduğum Kardeşimin Hikayesi kitabının incelemesine de şuradan ulaşabilirsiniz: gonderi/40182257 Merkezi kişi demiştik, evet. Merkezi kişilik kavgası bu romanda Meleknaz ve Hüseyin arasında gidip geliyor. Aslında bize merkezi kişi olarak yansıtılmaya çabalanan Hüseyin, bende daha çok yardımcı kişi gibi bir algı oluşturdu. Bu kendi açımdan Livaneli'nin bir mantık hatası yaptığını gösterir. Zira Hüseyin'in Amerika'ya gitme ve oradaki ölüm sürecinin bu kadar vasat bir şekilde yansıtılması kitabın başındaki Hüseyin ile kitabın sonundaki Hüseyin arasında tam bir kurgu boşluğu uçurumu oluşmasına sebep olmuş. Oysaki romanda merkezi kişi, "Genellikle özne durumunda olup, diğer kişiler de ona göre nesne konumundadırlar." Fakat Hüseyin karakteri başta özneyken sonradan tamamen bir dış uyaran, nesne konumuna geçmiş. Livaneli'nin yazımında karakter ve tipleşme arasındaki mantık hatasından biraz bahsetmek istiyorum. "Çünkü tip, benzerleri çok olan kişinin sosyal boyutuyla ilgilenmesidir." Oysaki Hüseyin'in ilk hali özel gözüken bir sevgisi olan ve karakterleşme çabası içerisindeki bir roman kişisi gibi iken, romanın ikinci kısmı olan Amerika süreci tam olarak benzerlerinin çok olduğu bir tip sürecine evrilmiş. Yani Livaneli bence Hüseyin adlı roman kişisini kurgularken pek çok konuda çelişik davranmıştır ve bu kendi açımdan bir mantık hatasıdır. Sadece 1-2 sayfa içerisinde gerçekleşen, Meleknaz'ın IŞİDlilerin elindeyken birden peynir, sucuk yiyebilecek nispeten avantajlı bir hayata sahip olması ve romanın büyük kısmına etki etmiş olan Hüseyin'in ölümü, Livaneli'nin de karşısındaki okura duygularını geçirebilmekte ne kadar başarısız olduğunu göstermiş. Çünkü savaş psikolojilerinin bu kadar sığ ve derinliksiz bir şekilde insan psikolojilerine yansıtılması maalesef ki bir yazarın kurguyu oluştururken ne kadar aceleye getirdiğinin ve ticari bir kaygı güttüğünün kanıtıdır. Livaneli'nin romanlarında, mesaj verme, gündemden beslenme, halk onayı kazanma ve kitaplarının pahalı ücretlere satılma kaygısı kendi açımdan onun edebi kaygısının önüne geçiyor. Bu romanında anlattığı kişilerin acılarını sanki içselleştirerek anlatmış gibi görünürken, Edebiyat Mutluluktur kitabında kapitalizmi yerden yere vuruyor fakat kendisi Doğan Kitap kapsamında başka kitabından bölümler içeren Gölgeler adlı gereksiz kitabını bile 20-25 lira gibi fahiş fiyatlara satabiliyor. Livaneli, kapitalist bir yayınevinde barınıp yine kapitalizmi eleştiren bir kimliğe sahip olmasından ötürü çelişkili bir kimliktir; fakat bu incelemede onun kişiliğindense kitabını eleştiriyoruz gördüğünüz gibi. Huzursuzluk kitabı, Elif Şafak'ın Havva'nın Üç Kızı adlı romanında kullandığı tüketim toplumu ve kültür mozaiğinin çarpıtılması temalarına çok yakın bir üslupta seyrediyor. Hatta mekan hariç, kişilerin farklı etnik kökenlerden gelmesi ve farklı inançlara sahip olması, bu şekilde okurun gözünün boyanmaya çalışılması ve hepsinden önemlisi edebi kaygının önüne ticari kaygının geçmesi benim için Livaneli'yi samimiyetten uzaklaştırıyor. Eh, biraz olay örgüsünden bahsedelim madem öyle. "Olay örgüsü, kişiler, şeyler, durumlar ve olgular arası ilişki ağlarından, organik anlamda sağlam bağlantılardan oluşur." Olayların belli bir anlayış, mantık ve esasa göre, edebi değer gözetilerek düzenlenişi vakadır." Livaneli, kendi açımdan bugüne kadar okuduğum kitaplarında olay örgüsünü organik anlamda sağlam bağlantılarla oluşturamamış. Dengesiz bir olay örgüsü kurulumu var ve bu yüzden edebi değer gözetilmesi işlevi de arka planlara atılıyor. Hatta bu kitaptaki Meleknaz ve Hüseyin arasında geçen, özellikle de Hüseyin'in ölümü kısımlarında olay örgüsü bağlantılarının bir bir kopmasını zaten yukarıda roman kişisi/karakter/tip eleştirisi konularında bahsetmiştim. Livaneli kendi açımdan retorik kelimesini çok iyi başarabilen birisi. "Retorik, "etkileyici ve ikna edici olmakla beraber içtenlikten veya anlamlı içerikten yoksun lisan". Evet, Livaneli anlattığı şeylerle etkileyici ve ikna edici gibi gözüküyor fakat kendi açımdan kesinlikle içtenlikten ve edebi kaygıdan yoksun, anlamlı bir üsluptan çok uzak bir lisan sergiliyor. Hatta çoğu kısımda Livaneli'nin kitabın içindeki mesajları okuruna bırakmayıp kendisinin söylemeye çalışması da ikna edici olma özelliğini ve okura bırakması gereken kurmaca yorumunu kendisi için ne kadar retorikleştirdiğini gözler önüne seriyor. Biraz da kitap eleştirisi özelinde, iç çözümleme (interior analysis) yönteminden bahsedelim. Zülfü Livaneli üçüncü tekil kişi anlatıcıyı kullandığı romanlarında daha fazla dikkat çekmesinden dolayı, belki de bunda "ben" anlatıcıyı kullanması, Livaneli'yi iç çözümlemeler konusunda çok çok zayıf bırakmış. "Ben" anlatıcının yaşadığı karakter ve tip çelişkileri buna tuz biber ekmiş. Bu yüzden bu kitabında Livaneli, iç çözümlemeler konusunda kendi açımdan çok zayıf. O kadar yerdik biraz da olumlu eleştirilerimden bahsedeyim, zaten 3 puanı da bunlar aldı benim için. Kitabın adı ve kapak tasarımı, çölün ortasında hiçbir yere uymayacak merdiven nesnesi, bence çok başarılı. Zira Livaneli'yi biz genelde "Türkiye'de kadının bulunduğu yeri, kimlik karmaşasını ve kendini ifade edişini kadın-toplum sorunsalı çerçevesinde ele alan, erkek hegemonyasının egemen olduğu Türk toplumunda dışlanan; üzerinde ataerkil baskılar kurularak silikleştirilen, çoğu kez ikinci cins olarak görülen kadının; toplumdaki yanlış düzenin sorumlusu olarak görülmesini, yaşama ve sevme hakkını özgürce kullanamamasını eleştirmiş ve acılarını nedenleriyle birlikte ortaya koyan" bir yazar olarak tanıyoruz. Bu yüzden bu kimlik karmaşasındaki erkek ya da kadının merdivenle birlikte boş bir çölde gezmesi kapak tasarımı olarak oldukça başarılı ve kitabın adıyla da uyum içeriyor. Ortadoğu'daki batıl inançlar, marullar ve önceki ben ile şimdiki ben arasındaki kimlik değişimi, geçmişe özlem ve benlik arayışı Livaneli'nin bu kitabını hafif de olsa zenginleştiren detaylardan. Hatta roman kişisini bu yüzden "Batı ben" ve "Doğu ben" olarak adlandırabilirim. Livaneli, biçim bilincine sahip ve biçim-içerik dengesini kurabilen bir yazar olmasına rağmen, edebi kaygı gütmekten ve karşısındaki okura katkı sağlamaktan, içselleştirmek istediği duyguları okuruna geçirme başarısından uzak bir yazar olmasından dolayı kendi açımdan kötü bir yazardır. Belki de şöyle demek gerek : "Popüler kültüre köle gibi yapış ama lafa gelince kapitalizm, edebiyat" Bu incelemede bir kitabı teknik olarak eleştirmenin kurallarına epey uymuş olsam gerek: "Kitap eleştirisi için kriterler: • Yaptığınız eleştirel değerlendirmelerin haklı nedenlerini ortaya koyarak bilgi ile salt görüş arasındaki farkı bildiğinizi gösterin. • Yazarın nerede bilgisiz olduğunu ortaya koyun. • Yazarın nerede yanlış bilgi sahibi olduğunu ortaya koyun. • Yazarın nerede mantık hatası yaptığını ortaya koyun. • Yazarın analizi ve açıklamasının nerede eksik kaldığını ortaya koyun." (s. 170) kitap/kitaplari-nasil-okumali--62146 Tırnak içindeki yerleri şu yüksek lisans tezinden alıntıladım: http://adudspace.adu.edu.tr:8080/jspui/bitstream/11607/1514/3/10074085.pdf Mardin geleneksel mimarisi kısmında da şuradaki bilgilerden yararlandım: https://www.arkitera.com/gorus/mardin-evleri-iklimsel-analizi-ve-pasif-tasarim-stratejileri/ (Oğuz Aktürk)
Kitabın Yazarı Zülfü Livaneli Kimdir?
Zülfü Livaneli, (d. 20 Haziran 1946, Ilgın), Türk müzisyen, senarist, politikacı, yazar ve yönetmen.
İlk yılları
Tam adı Ömer Zülfü Livanelioğlu’olup, aslen Artvin’in Yusufeli ilçesinden olan Livanelioğlu ailesinin büyük dedeleri Ömer Efendi 93 Harbi’nde Artvin’in Ermeni ve Rus işgaline uğraması üzerine Erzurum’a gelerek Ahmet Muhtar Paşa’nın ordusuna katılmıştır.
Ömer Efendi Harput Redif Taburu’na mülazım rütbesiyle atanır. Daha sonra burada çıkan çatışmada şehit düşer. Ömer Efendi’nin tek oğlu olan Zülfü Efendi, Türkiye’nin muhtelif yerlerinde sorgu hakimi olarak görev yapar. Soyadı Kanunu çıktığında babasının geldiği Artvin/Yusufeli/Livane Sancağına izafeten Livanelioğlu soyadını alır. Zülfü Efendi’nin erkek çocuklarından üçü de hakim olmuştur. En büyükleri ve Zülfü Livaneli'nin babası olan Mustafa Sabri Livanelioğlu, Yargıtay Başkanlığı’na kadar yükselmiştir.
Kariyeri
Ankara Cumhuriyet Lisesi mezunudur. Daha sonraki tarihlerde ABD Fairfax Konservatuarı'nı bitirmiştir. Zülfü Livanelioğlu bağlama çalmayı teyzesi Nazmiye (Türeli) Yücel'in eşi olan eniştesi Turhan Yücel'den Ilgın'da yaşadığı yıllarda ve yaz tatillerinde öğrendiğinde, eniştesi Turhan bey'in kendisine hayatını değiştirecek bir sermayeyi hediye ettiğinden haberi yoktu.
Zülfü Livaneli, müziği ile birçok ulusal ve uluslararası ödül aldı ve eserleri Joan Baez, Maria Farantouri, Maria del Mar Bonet, Leman Sam gibi onlarca yerli ve yabancı sanatçı tarafından yorumlandı. Kültür, sanat ve politika alanında Türkiye’nin önemli isimlerinden birisi olan sanatçı, sanat yaşamı boyunca 300'e yakın besteye ve 30 film müziğine imzasını attı.
Türkiye'den ansızın ayrılarak İsveç'e sürgün yıllarında bulaşıkçıklık dahil muhtelif işlerde çalışan Livaneli'nin en büyük arzusu bir gün Türkan Şoray ile tanışabilmek ve o zaman Türkiye'de suçlanan kişilerin uğrak yeri haline gelen İsveç'te bulunan ünlü yazar, gazeteci veya şairlerle karşılaşabilmekti.
Bugüne kadar dört uzun metrajlı film yönetti: "Yer Demir Gök Bakır", "Sis", "Şahmaran" ve "Veda". Valencia Film Festivali'nde "Altın Palmiye" ve 1989'da Montpelier Film Festivali'nde "AltınAntigone" ödülüne layık görüldü. "Sis", "En iyi Avrupa Film Ödülü"ne aday gösterildi. Sanatçının filmleri Türkiye, ABD, Fransa, Almanya, İsviçre ve Japonya'da gösterime girdi ve BBC, WDR, İspanya, Kanada ve Japon televizyonları gibi birçok televizyon şirketine satıldı.
Ekim 1986'da Cengiz Aytmatov'un daveti üzerine Federico Major, Yaşar Kemal, Arthur Miller ve diğer ünlü sanatçı ve düşünürlerin katıldığı Kırgızistan ve daha sonra Wengen, Granada ve Mexico City'de toplanan Issyk-Kul Forumu'nda yer aldı.
Livaneli, Elia Kazan, Jack Lang, Vanessa Redgrave, Arthur Miller, Mikhail Gorbaçov, Mikis Theodorakis gibi ünlü kişilerle birlikte dünya kültürünün ilerlemesi ve dünya sanatlarının gelişmesine katkıda bulunmak üzere çalışmalarda bulundu.
1996 yılında Paris’te merkezi bulunan UNESCO (Birleşmiş Milletlerin Eğitim Kültür Bilim Kurulu) tarafından büyükelçilik verilen sanatçı Livaneli, 1978 yılında yaptığı "Nazım Türküsü" adlı albümde Nazım Hikmet'in şiirlerinden bestelediği şarkıları bir araya getirdi.
"Arafatta bir çocuk", "Geçmişten Geleceğe Türküler", "Sis", "Orta Zekalılar Cenneti", "Diktatör ile Palyaço", "Sosyalizm öldü mü", "Engereğin Gözündeki Kamaşma" ve "Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm" ve "Mutluluk" ve Leyla'nın Evi, Sevdalim Hayat, Son Ada ve Sanat Uzun, Hayat Kisa, Serenad kitaplarının yazarı olan Livaneli, hâlen Vatan Gazetesi'nde köşe yazarlığına devam etmektedir. Sanatçı uluslararası kültür çevrelerinde tanınmakta ve saygı görmektedir.
Ömer Zülfü Livaneli Ülker Hanım'la evlidir ve bir kızı vardır. Kızı Aylin Livaneli eğitimi ve yaptığı pek çok işten sonra müzik ile ilgilenmiş. 5 albüme imza atmıştır. Müziğe ara veren Aylin Livaneli şuan yurt dışında ekonomi üzerine eğitim almaktadır. Yayınlanmış 3 kitabı bulunmaktadır. Livaneli vejetaryendir.
19 Mayıs 1997 tarihinde, Ankara Hipodrom meydanında verdiği konsere 500.000 kişinin katılmasıyla Türkiye'nin en büyük konserini gerçekleştirme ünvanını kazanmıştır.
Siyasi kariyeri
Livaneli 1994 yerel seçimlerinde, Sosyaldemokrat Halkçı Parti'den İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na aday oldu. Anavatan Partisi'nin adayı İlhan Kesici, Refah Partisi'nin adayı Recep Tayyip Erdoğan ve Doğru Yol Partisi'nin adayının Bedrettin Dalan olduğu çekişmeli seçim sürecinde oyların %20,30'unu alan Livaneli üçüncü geldi. Erdoğan ise %25,19'luk bir oranla Belediye Başkanı seçildi. Livaneli, 2002 genel seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi'den İstanbul milletvekili seçildi. Partinin 13. Olağanüstü Kurultayı'nda yeter sayıda imza bulamadığı için genel başkan adayı olamadı ve parti yönetimini ağır şekilde suçlayarak istifa etti. Livaneli, istifasını açıklarken şunları söyledi:
"CHP yönetimi, Atatürk'ün laik, devrimci, halkçı, çağdaş ve reformcu çizgisini 21. yüzyıla taşıyamadığı için ülkemizi içinden çıkılması güç bir siyasi karmaşaya sürükledi. Bu büyük tarihsel ve siyasi kaymayı engelleyebilmek ve CHP'yi özündeki devrimci, reformcu ilkelere tekrar kavuşturabilmek için, parti içinde her düzeyde büyük çaba harcadım. Ama ne yazık ki bu çabalar da diğerleri gibi sonuçsuz kaldı. Partideki muhalif fikir ve kişileri yok etme alışkanlığı, bu kurultaydan sonra da bir kıyıma dönüşerek devam ediyor. CHP içinde kalarak mücadele etme yolları artık tükendi. Parti, örneği görülmemiş bir şekilde antidemokratik ve oligarşik bir yapıya dönüştürüldü."
Zülfü Livaneli Kitapları - Eserleri
- Serenad
- Son Ada
- Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm
- Leyla'nın Evi
- Engereğin Gözü
- Mutluluk
- Edebiyat Mutluluktur
- Arafat'ta Bir Çocuk
- Harem
- Sevdalım Hayat
- Bütün Kuşların Uykusu
- Kardeşimin Hikayesi
- Son Ada'nın Çocukları
- Veda
- Konstantiniyye Oteli
- Diktatör ile Palyaço
- Sanat Uzun Hayat Kısa
- Orta Zekâlılar Cenneti
- Yaşar Kemal
- Dünya Değişirken
- Arkadaşıma Veda
- Gorbaçov'la Devrim Üstüne Konuşmalar
- Huzursuzluk
- Atatürk’ün İzinde
- Elia ile Yolculuk
- Sosyalizm Öldü mü?
- Gölgeler
- Nefesim Nefesine
- Rüzgarlar Hep Gençtir
- Sis
- Şapka
- Gökyüzü Herkesindir
- Bizi Sürükleyen Nehir
- Balıkçı ve Oğlu
- Mutluluk
Zülfü Livaneli Alıntıları - Sözleri
- Halkın "Kurtar bizi baba." diye sığındığı bir başbakan, depremde çöken hastane için "Canım, 29 yıl ayakta durmuş ya!" derse, kıyamet niye kopmaz? Deprem bölgesinde can çekişen insanların çadırını, ekmeğini dağıtamayan devlet, nasıl bir devlettir? Ve halk, televizyon kamerası karşısında, neden "Allah devletimizden razı olsun." der? Dünyanın her köşesinden gönderilen yardım malzemesini çalan halk, nasıl bir halktır? Erzincan'da gördükleri kabalık, becerisizlik, cehalet ve kötü niyet kargaşasından dehşete düşen İsviçreli ekip "Ne haliniz varsa görün!" diyerek çekip gitmekte haklı mıdır, değil midir? Dış ülkelerden gelen yardım ve ekip gönderme taleplerini 48 saat cevaplamayan Dışişleri Bakanlığı, ne derece başarılı bir bakanlıktır? Siz bu soruları soranlardan mısınız, yoksa bu sorulara kızanlardan mı? (Diktatör ile Palyaço)
- Her şeyi bırakıp uzaklara gitmek isteğim büyüyordu içimde... (Serenad)
- Nesine yar nesine Ölürüm ben sesine Bir daha vursa idi Nefesim nefesine" (Nefesim Nefesine)
- İyiler her zaman kötüleri yenecek kadar güçlüdür. Yeter ki, güçlerinin farkına varıp birleşsinler. (Son Ada'nın Çocukları)
- bu yaşam, en ufak bir çabaya bile değmezdi (Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm)
- "Aşk diye ballandıra ballandıra göklere çıkardıkları şeyin anlamıyor bir türlü." (Leyla'nın Evi)
- " Bir yer var iyiliğin ve kötülüğün ötesinde. Seninle orada buluşacağız." Mevlana (Huzursuzluk)
- Hep umutlu hep iyimsersin. Bunlar güzel özellikler ama bazen gerçekleri görmeni engelliyor (Son Ada'nın Çocukları)
- Her şeyini yitiren bir insanın son sığınağı onurdur. (Bizi Sürükleyen Nehir)
- Düşmanlık dolu bir dünyaydı bu. Niye bu kadar anlayışsızdı insanlar, birbirine karşı? Niye sırtlan gibi dişlerini gösteriyorlardı? (Arafat'ta Bir Çocuk)
- üzüntü çürütür insanı diye uyarıyor, ama kızmak iyi gelir, ferahlarsın diyordu: “Sakın ola hiçbir şey için üzülme ama bol bol kız, öfkelen, dövüş, savaş, küfret ama üzülme. İnsanı üzüntü çürütür.” (Elia ile Yolculuk)
- Köydeyken, çocuğun çok karnı agrirdi. Ağrıyı çeksin diye sabahları yalınayak toprakta yürütürlerdi. (Bütün Kuşların Uykusu)
- Keşke; kan revan, hapis, zulüm, ölüm orucu yerine, binbir çiçekli kültür bahçesinin mis kokuları arasında yaşayabilseydik. Yaşar Kemal'in türkülerini paylaşabilseydik. (Yaşar Kemal)
- "Tıpkı baban gibisin. Hep umutlu hep iyimsersin. Bunlar çok güzel özellikler ama bazen gerçekleri görmeni engelliyor." (Son Ada'nın Çocukları)
- Alçalmaya başladık, diyor pilot ah diyorum, çoktan be kaptan çoktan alçalmaya başladık biz. (Gökyüzü Herkesindir)
- Zayıflığını gösterecek kadar güçlü ol. (Bizi Sürükleyen Nehir)
- Doğrudur; kitap okumak karın doyurmuyor. Ancak karnı tok, beyni boş adamlardan çektiğimiz kadar hiç kimseden çekmedik. (Serenad)
- ...yüreğim sızlayarak seni özlediğimi bilmeni isterim. (Son Ada)
- Aşk, insanın içindeki karanlığa da çok yakın, aydınlığa da. (Sanat Uzun Hayat Kısa)
- "Ağzımı açtım sonra kapadım; o kadar korkmuştum ki bir şey söyleyemedim. Bildiğim tüm sözcükleri unutmuştum." (Şapka)