Irazca'nın Dirliği - Fakir Baykurt Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Irazca'nın Dirliği kimin eseri? Irazca'nın Dirliği kitabının yazarı kimdir? Irazca'nın Dirliği konusu ve anafikri nedir? Irazca'nın Dirliği kitabı ne anlatıyor? Irazca'nın Dirliği PDF indirme linki var mı? Irazca'nın Dirliği kitabının yazarı Fakir Baykurt kimdir? İşte Irazca'nın Dirliği kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Fakir Baykurt
Tasarımcı: Mithat Çınar
Tasarımcı: Kubilay Dağbatıran
Yayın Evi: Literatür Yayıncılık Dağıtım
İSBN: 9789750403965
Sayfa Sayısı: 292
Irazca'nın Dirliği Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Irazca şu dünyaya geldi geleli gün yüzü görmemiştir. Dertli mi dertli bir kadındır; üstelik genç yaşta dul kaldığından kadınlığını da bilememiştir. Geçimdi, çocuktu, sonra torundu derken sırtı doğru düzgün yumuşak bir yatağa değmemiştir. Yetmezmiş gibi, köyün muhtarı Cımbıldak Hüsnü ile Haceliyi ev yeri yüzünden düşman beller kendine. Ev işi halloldu, sular duruldu derken, anlar ki, su uyurmuş ama düşman uyumazmış. Bu sefer torunu Ahmete kötülük eder düşmanlar; oğlu Bayram ölümlerden döner. Yitirir bir bir dayanaklarını... ve zavallı Irazcanın ne dirliği kalır ne düzeni. Fakir Baykurt, Karataş köyü ve insanlarını anlattığı ve Yılanların Öcüyle başlayan üçlemesinin bu ikinci kitabında, Yoksulluğun gözü kör olsun dedirtiyor okura. Gücün parayla ölçüldüğü bir dünyada ve işlerin kayırmayla, rüşvetle görüldüğü bir ortamda köylü olmanın, yoksul olmanın ne anlama geldiğini dile getirirken, insanlığın bu acınası haline sanki bir ağıt yakıyor. Yılanların Öcünde başını gösteren yılanlar, Irazcanın Dirliğinde zehirlerini akıtıyor.
Irazca'nın Dirliği Alıntıları - Sözleri
- Duvarı nem yıkar ,yiğidi gam .
- İnsanın gülüp gürleyeni, pusanından iyidir !
- Evini temiz tut konuk gelir;kendini temiz tut ölüm gelir.
- "Elinize fırsat geçmesin geceler! Düşmandan beter yoruyorsunuz!..."
- Ben yaşamda üç şeyi istemem :bir cahillik ,bir yoksulluk bir zulüm !
- Kahırlar,çabuk çökertir insanı .
- Bugüne kadar mert yaşadım ,mert öleceğim ben !
- "Hey gidi! Hey gidi benim çilesi uzun, insanları mahzun, mahzun, mahzun yurdum! Sevenlerinin futbol topu gibi ordan oraya tekmelediği memleketim!"
- "Hökümet hep kendini düşünüyor!"
- "Her dağın kendine göre bir dumanı, insanın da ona göre gamı gümanı olur!"
- Ben dünyada üç nesneyi hiç istemem. Bir cahillik, bir yoksulluk, bir de zulüm.
- Bazı zaman tam yerinde bir gün doğar; o gün yoksulun günüdür. Sırtı ısınır, karnı doyar, canı güvenliğe kavuşur o güzel günde! Sonradan ibneler, puştlar o güzel günü kapar o başka!
- "Ben dünyada üç nesneyi istemem: Bir cahillik, bir yoksulluk, bir zulüm!
- Eşşek eşşegi ödünç kaşir. Gün olur ben de sizin yaralı parmağıniza işerim.
- Yaşam bir cenk .
Irazca'nın Dirliği İncelemesi - Şahsi Yorumlar
İKİ SATIRLIK ADAMLARI MUSALLAT ETTİK ÖMRÜMÜZE: "Köylü milletin efendisidir!" Sahi öyle midir gerçekten? Hangi vakit efendiydiler sefa sürdüler, hangi vakit kıymetliydiler değer gördüler, peki ya hangi vakit kaybettiler güçlerini ve kıymetlerini? Ben vereyim cevapları derhâl. Yalnızca oy zamanı kıymetliydi köylü milleti, geri zamanlar eski halleriydi onlara lâyık görülen, hatta eskisinden de beteriydi yaşatılan yıldan yıla. Irazca'nın Dirliği, Yılanların Öcü serisinin ikinci kitabıdır. Fakir Baykurt pek çoğumuzun bildiği gibi toplumcu gerçekçi edebiyat türünün en nadide kalemlerindendir. Ve bu kitapta da yine toplumun, gerek köy gerek çarpık siyasi yapılanmaları hakkında yüzümüze ardarda tokatlar atmayı başarmıştır. Irazca ilk kitaptan da bildiğimiz gibi Burdur'un Karataş Köyü'nde oğlu Bayram, nazik gelini Haçça, Ahmet, Şerfe ve Osman adında üç torunu ile kendi yağında kavrulup giden bir ailenin eli maşalı anasıdır. Yıllar yılı köyün zorluklarına göğüs germiş, kimseye zararı dokunmayan, lakin kendine dokunanın karşısında da dimdik durmaya çalışan bir kadın. İki sene öncesinde ev meselesi yüzünden aralarında düşmanlık başlayan Deli Haceli ile her daim yoksulun karşısında yer alan köy muhtarı Hüsnü yine ailenin başına türlü dertler açmaya and içer. Haceli'nin, kardeşi Ömer'i "öcümüzü al" diye kışkırtması üzerine Ömer ve muhtarın oğlu Cemal'in, küçük Ahmet'i dağda bayırda sıkıştırıp, köy tabirince "namusuna halel getirme girişimleri" ile başlar olaylar. Bakın toplum olarak nasıl bir düşünce yapısına sahip olduğumuzu irdelemek için çok önemli bir örnektir bu olay. Gerek köylerde gerek şehirlerde en büyük intikam aracı cinsel şiddet, cinsel istismar, cinsel utanç yaratımı, cinsellik konulu iftiralar ve bunun gibi davranışlardır. Peki neden intikam deyince aklımıza ilk gelen hamle cinsel oyunlar oluyor? Toplum olarak bu konularda geri kalmakta neden bu kadar direniyoruz? Çünkü cinsellik bizim gibi toplumlarda yıkılması nerdeyse imkansız bir tabudur. Dünyanın en garip gureba faaliyetidir sevişmek. Haliyle "gerdek gecesi başarıları" ertesi sabah silah sesleri ile ya da kanlı çarşafların iplerde sergilenmesi ile tüm yurtta coşkuyla kutlanır. Ya da mesela kitapta olduğu gibi öç alınacaksa, bunun için muhakkak ki cinsel utanç yaratacak bir hamle tertiplenmelidir ki düşmanın başı yerden kalkmasın. İşte bizim küçük, neşeli, muzip Ahmet'imiz de o girişimden her ne kadar kendini kurtarsa da ruhu yara alır. İçine kapanır, espri yapmaz, gülmez, konuşmaz, şakımaz olur. Olayı öğrenen aile, kaymakama şikayete gitmeye karar verir. Ya Bayram neden karakola başvurmadan direk kaymakamlığa gider dersiniz? Çünkü onbaşıya güvenmez, karakol ahalisine güvenmez. Nadiren de olsa halktan yana çıkan "devlet büyükleri" hep vardı ve hep de var olacak. Ama malesef ki sayıları her daim az oldu, her daim az olacak. Erki elinde bulunduranlara karşı savaşanlar, küçük başarılar elde etse de yolları en nihayetinde hüsrana çıkar. Bu bizim ülkemizde hep böyle oldu ve bizler haklarımıza sahip çıkmadıkça böyle olmaya da devam edecek. Şikayet sonrası kaymakam ve savcılık Kara Bayram ve küçük Ahmet'in lehinde hareket ederek Ömer ve Cemal'i tutuklatır. Peki sorun böyle çözüldü mü dersiniz? Malesef ki hayır. Karakola güvenmemekte haklıdır Bayram. Muhtardan ve Haceli'den bolca rüşvet yiyen Onbaşı'nın, Bayram'a kendi rızası dışında, şikayetten vazgeçtiğine dair dilekçe imzalatması ile Ömer ve Cemal salıverilir. Bayram okuma yazma bilmez. Haliyle söylenene inanır, kandırılması kolaydır. Cehaletin ve bilgisizliğin olduğu yerde zulüm; edene kolay, edilene çokçadır anlayacağınız. Olaylar bu kadarla kalmaz elbette. Gücü eline alanlar bunu kötülük için kullanmaya bayılırlar. İtaat ettirme arzusunun yarattığı yoğun hazzın kölesidir güç sahipleri çünkü. Tıpkı muhtar gibi, tıpkı muhtarın arka çıktığı kabadayı Ömer ve Cemal gibi. Yaz günü ekinlerin derlendiği, bağda bostanda mahsullerin toplandığı, işin en harlı zamanında Irazca tüm ailesiyle can hıraş çalışadursun bu iki kabadayı su başında denk getirdikleri Bayram'ı öldüresiye döver. Kavgaya Haçça ve Irazca'nın da katılması ile olaylar büyür. Köylü toplanır, muhtar gelir ama ortalık per perişan. Kendinden geçen Bayram'ı apar topar hastaneye yetiştirmek için muhtar önde Irazca arkada gider büyük bir telaş. Onca kötülüğü eden muhtar tutuşmuştur Bayram ölecek diye. Başlar bir yandan dövünmeye bir yandan Irazca'ya yağ yakmaya. Hani nerde hindi gibi kabaran muhtar şimdi, deriz biz de. Bir diğer sorunumuz da budur işte bizim. Riyakâr, sahte, yalancı, düzenbaz hallerimiz. Yaptığımız kötülükten utanç duymayız da kötülüğümüz ayağımıza dolanınca iyilik meleği kesiliriz. Üstelik bu iki yüzlülüğümüzden de utanmayız güç sahipleri olarak. Zannederiz ki devran hep bizim tarafla beraber döner. Gün gelip de o güç dengesi karşı tarafa geçtiği zaman ise, bizden alınacak intikamlardan kaçacak yer aramaya başlarız. Ta ki terazi yine bizden yana ağırlaşana kadar. Dedik ya işin en harlı zamanları diye. İşte bu zamanları aylarca hastanede geçiren Bayram'ın ailesine tek bir yararı dokunmaz. Ömer ve Cemal yeniden tutuklanır, yatar bir süre içerde. Hükümetin kuyruğu muhtar allem eder kallem eder vekil ile anlaşır ve kaymakamı sürdürür ilçeden. Yine alır erki eline, yine başlar çalmaya sazını, çıkarır oğlu ile Ömer'i içerden. Kötülük edenin kötülüğü yanına kar kalır, şayet güçlü tarafta ise. Kırk yılın başında adaletin peşinden ayrılmayan devlet memurları yanında yer alsa da halkın, ama önemli olan alt kadrolar değil üst kadrolardır biliriz. Ne demişler? "Balık baştan kokar." Hem de öyle bir kokar ki bizim toplumumuzda, artık o kokular gözle bile görünür hale gelir. Neden mi kokar? Çünkü; vergilerimizle maaşlarını ödediğimiz memurlara neden benim işimi görmezsin diye soramayız. Vergilerimizle maaşlarını ödediğimiz kolluk güçlerine neden beni korumazsın diye soramayız. Vergilerimizle maaşlarını ödediğimiz milletvekillerine, bakanlara, cumhurbaşkanına neden benim sorunlarımı çözmezsin diye soramayız. Ve hatta neden benim derdim bana yeterken, başıma yeni belalar açarsın diye de soramayız. Velhasıl biz hem kendimiz seçeriz, hem kendimiz doyururuz, hem kendimiz var ederiz de neden beni eziyorsun diye soramayız. "Büyükler" deriz. Hangi büyükler? Kim bu büyükler? Nasıl büyüdüler? Peki ya nasıl küçülürler? Bizim tarafımızdan küçülürler. Biz seçerek büyüttüysek eğer istediğimiz an seçmeyerek küçültmesini de bilmeliyiz. Sahi hiç düşündük mü, biz neden seçtiklerimiz ile aynı kapıdan meclise giremiyoruz diye? Oysa biz seçilenleri seçenlerin başına efendi kılmadık ki, vekil tayin ettik, hem de "geçici" süre ile. Ama gel zaman git zaman vekil tayin ettiklerimizi bizden önemli saydık. Kendimizi unuttuk da onları gördük sadece "önemli kişi" diye. Zulmedeni görürken buna devam etmesine de yine biz müsaade ettik. Bilmeliyiz ki seçimlerimiz hayatlarımızı yönetir, korkularımız da çoğu zaman seçimlerimizi. Cesaretin büyüsünü bilmeyen yol alamaz. Hakkına sahip çıkmayan, sırtındaki ayak izlerine engel olamaz. İşte Irazca bunu bilenlerdendi, o hakkına sahip çıkanlardan oldu hep. Bazı zaman başardı, bazı zaman yenildi ama asla hakkını savaşmadan teslim etmedi. Zaten bu yüzden ona Deli Irazca dediler. Halbuki delilik, senden gayrisinin rahatı bozulmasın diye kendine ettiğin zulümden başkası değildi. Irazca akıllı kadındı, yılmaz kadındı ama Bayram yıldı işte. Hasımlarla cenk etmekten yoruldu. Köy hayatının acı zorluklarından bıktı. Daha hastaneden ayrılmadan orda hem kendine hem Haçça'ya iş ayarladı. En büyük gayesi evlatlarını okutmaktı ve bu kararından caymayacaktı Bayram. Ailesini de alıp şehre yerleşti de anasını ne yaptı ettiyse ikna edemedi. Irazca pes etmezdi. Irazca yorulsa da yılmazdı. Bir başına da kalsa evini ocağını bekler, Kara ailesi kaçtı da meydanı muhtara bıraktı dedirtmezdi. İyi mi eder kötü mü eder anlaşılmaz ama işte böyle bir hikâyedir bu hikâye de. Bayram ve ailesi bundan sonra ne yapar, Irazca hayalini kurduğu dirlik düzene kavuşur mu bilinmez ama bilinen bir şey varsa bu iki satırlık adamları kendi başımıza musallat eden de biziz, zulme izin veren de. Başımıza çıkardıklarımızı şayet zulme saparlarsa indirmek de yine bize yakışır. Halkın yanında olan yöneticiler, memurlar, komutanlar her daim bize eştir, eşittir; karşısında olanlar ise er geç yok olmaya mahkûmdur. Bu da böyle biline... (Ecem)
Fakir Baykurt her zaman sevdiğim yazarların başında gelir. Bunu toplumcu gerçekçi bir yazar oluşuna bağlıyorum. Irazca'nın Dirliği kitabında da yine yanılmadım. Köyü, köylüyü, toprağı, yaşamdaki adaletsizlikleri ustaca bir dille anlatmış. Irazca'nın Dirliği kitabı aslında bir seri kitabın ikinci kitabı 1. Kitap Yılanların Öcü. Irazca, Kara Bayram, Hatce, Hacıali, Muhtar, Kaymakam, Ahmet, Boz oğlan...gibi karakterler le Karataş Köyünde geçen ve Kara Bayram' ın başına gelenleri, adaletsizlikleri okuyorsunuz. Her şey Kara Bayram'ın oğlu Ahmet' e köy yerinde kandırarak düşmanları tarafından tecavüz etmeye çalışılması ile başlıyor. Ve ardından hak arama işleri, kavgalar, gürültüler, Irazca'nın Kaymakama kadar gitmesini öğütlemesi ile yoksuldan yana olan Kaymakam tavrı ile kitapta bir çok şey değişiyor. Yazarın burada idalistiliği yine devreye giriyor. Öyle bir kaymakam ki yoksuldan yana oluyor, adaleti işletiyor, cami değil köy yapalım, çocukları okutun, kızları da okutun diyen bir kaymakam da sonunda sürgün oluyor. Irazca kendi Dirliği in bozulmasıyla Kaymakama da üzülüyor. Sonunu ise yazmayacağım. Sadece okuyanlara bilsin. Fakir Baykurt gerek köy enstitüsü çıkışlı olmasından gerek toplumcu gerçekçi olmasından gerekse de Burdur' u anlatırken aslında tüm Türkiye'yi çok iyi gözlemlenmesi ise kaynaklı başarılı bir kitap olmuş yine. Gözlerinden öperim üstad. Harika bir yolculuktu Burdur' un Karataş Köyünde... (Cennet Güvenç)
Yılanların Öcü, Irazcanın Dirliği ve Kara Ahmet Destanı üçleme serisinin ikinci kitabı olan roman sosyal gerçeklerle donatılmış bir köy romanı. Yazar yaşadığı dönemde Anadolu insanının samimiyetini ve yaşam tarzını; vefakar ve çilekeş kadınların mücadele gücünü, zorluklar ve haksızlıklar karşısında dimdik duruşunu, bir köy muhtarının dahi bürokrasi ve siyasetle olan çirkin ilişkilerini göz önüne seriyor. Fakir Baykurt kitapta yöresel dili çok iyi kullanıyor, karakterler çok canlı, hikayeler oldukça gerçekçi ve yaşanılası. Hikayenin sonu sizi serinin 3.kitabı Kara Ahmet Destanı"na hazırlıyor. Şimdi sıra bu kitapta... İyi okumalar (genius)
Irazca'nın Dirliği PDF indirme linki var mı?
Fakir Baykurt - Irazca'nın Dirliği kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Irazca'nın Dirliği PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Fakir Baykurt Kimdir?
Fakir Baykurt (Asıl adı Tahir'dir) (d. 15 Haziran 1929, Burdur - 11 Ekim 1999, Almanya) Türk yazar, sendikacıdır.
Çocukluğu
Fakir Baykurt (Asıl adı Tahir'dir) Burdur'un Yeşilova ilçesine bağlı Akçaköy'de doğdu, Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber şu sözleri ile 1929 yılında haziran ortası olduğu varsayılmaktadır; "1929 doğumlu olduğum doğru. Ay, gün bilinmiyordu. Anamla konuştuk. Köyde orak mevsimi. Tarlada sancılanıp eve gelmiş. Haziran ortasıdır..." Tahir Baykurt'un annesinin adı Elif ve babasının adı Veli'dir. Doğduğunda ona savaşlarda vurulup geri dönmeyen Amcasının adı olan Tahir adı verilir. Tahir 1936 yılında Akçaköy İlkokulu'na başlar ve iki yıl sonra babasını kaybeder. Babasının ölümünden sonra dayısı Osman Erdoğuş tarafından Balıkesir iline bağlı Burhaniye köyüne götürülür ve orada dayısının yanında dokumacılık yapmaya başlar. II. Dünya Savaşı'nın başlaması ile dayısı askere alınır ve Tahir Akçaköy'e dönerek okula devam etme imkânı bulur. 1942 yılında ağır bir sıtma geçirir bu dönem aynı zamanda şiir yazmaya başladığı dönemdir.
Köy Enstitüsü yılları
İlkokulu bitirdikten sonra Isparta Gönen Köy Enstitüsü'ne yazılır. Köy enstitüsü yıllarında özellikle şiire olan ilgisi artar, kendini okumaya verir. Bu dönemde özellikle Türkçe'ye çevrilen klasikleri okur. Fakir Baykurt Köy enstitüsündeki yıllarını ve kendisine kazandırdıklarını şu şekilde anlatmıştır;
"...Köy enstitüsü benim için olağanüstü bir fırsat oldu. İlkokulu bitirdikten sonra gidebileceğim başka hiçbir okul yoktu. Ailemin gücü yetmezdi. Ben okumak istiyordum enstitü benim gibi köy çocuklarını çağırıyordu..."
"...Klasiklerin en iyi okuru enstitülü gençlerdi. Ceplerimizi ona göre yaptırırdık, kitap sığsın. Kız arkadaşlarımız koyun kuzu gütmeye giderken, torbaya azıkla birlikte kitap da katardı..."
Bu yıllarda Bursa Cezaevi'nde olan Nazım Hikmet'in şiirleri ise gizli gizli yayılmaktadır. Tahir Baykurt da bu dönem Nazım Hikmet'in şiirlerini bulur ve gizli gizli okumaya başlar.
"...Kitaplıkta Nazım Hikmet'in kitapları yoktu. Yasaklandığını öğrenince Çivril'in bir köyüne gidip onları buldum. Nazım'ın yedi kitabını kendi yaptığım defterlere kitap harfleri ile yazıp defalarca okudum."
Köy enstitüsü yıllarında ilk şiiri Fesleğen Kolum Eskişehir'de çıkan Türke Doğru dergisinde çıkar. Edebiyata olan ilgisinden dolayı enstitüde de kitaplığın yönetimine seçilir ve daha fazla okuma fırsatı bulur. 1947 yılında Köy Enstitüleri ve Kaynak Dergisi'nde şiirleri çıkar ve bu yıllarda önce şiirlerinde daha sonra tüm yazılarında Fakir Baykurt adını kullanmaya başlar. Köy enstitüleri üzerindeki baskıların artması ile birlikte tüm enstitülere daha baskıcı yönetimler atanmaya başlar. Bu dönemde enstitüler daha önceki bir çok özelliğini yitirmeye başlarken eski öğrencilerin yaşam alışkanlıkları da bu yeni yönetimlerce sorun olmaya başlar. Fakir Baykurt da yeni atanan müdürle sorunlar yaşar ve defalarca kovuşturmaya maruz kalır. Ancak 1947 yılında Köy enstitüsünü başarı ile bitirir ve Yeşilova'nın Kavacık Köyü'ne öğretmen olarak atanır.
Öğretmenlik ve yazarlık yılları
1951 yılında ölene kadar birlikte olacağı Muzaffer Hanım'la evlenir. Bu yıl ayrıca körbağırsağı patlar ve iki kez amelliyat olur. Öğretmenliği Dereköy'e aktarılır. Üzerindeki baskılar devam eder, savcılıkça evine baskın yapılır ve koğuşturma geçirir. 1953 yılında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümüne girer ve bir sene sonra bu sefer Gayret Dergisi'nde çıkan bir yazısı nedeni ile yargılanır. 1955 yılında Gazi Enstitüsü'nü de başarı ile bitirirerek Hafik'de açılan ortaokula atanır. Aynı yıl ilk kitabı olan Çilli yayınlanır. 1957 yılında askere alınır ve Ankara Piyade Yedek Subay Ortaokulu'na öğretmen olarak atanır. İlk kızı Işık da bu yıl dünyaya gelir. 1958 yılında ilk romanı Yılanların Öcü Cumhuriyet Gazetesi'nin açtığı Yunus Nadi Roman Ödülleri'nde birinci olur. Ancak roman nedeni ile hem Baykurt hem Cumhuriyet koğuşturma geçirir. Baykurt bu dönemden sonra Cumhuriyet Gazetesi'nde yazmaya başlar.
Askerlikten sonra Şavşat Ortaokulu'na öğretmen olarak atanır ve ikinci kızı Sönmez dünyaya gelir. Yılanların Öcü adlı romanı da Remzi Kitapevi tarafından basılır. Ardından Köy ve Eğitim Yayınları tarafından Efendilik Savaşı adlı kitabı yayımlanır. Cumhuriyet'teki bazı yazıları yüzünden öğretmenlikten alınıp Ankara'da Milli Eğitim Bakanlığı Yapı İşleri Bölümü'nde görevlendirilir. Sürüp giden yazıları ve Yılanların Öcü romanı yüzünden Bakanlık buyruğuna alınarak cezalandırılır. Altı ay açıkta kaldıktan sonra 27 Mayıs 1960'da Ankara İlköğretim müfettişliğine atanır ve aynı yıl Efkar Tepesi adlı kitabı basılır. 1961 yılında yazarın Yılanların Öcü adlı romanı tiyatroya ve filme uyarlanır. Tiyatro gösterimi yasaklanır, film ise ancak Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'in konuya el koyması ile gösterime girer ancak filmin gösterimi sırasında olaylar çıkar. Bu yıl ayrıca yazarın Onuncu Köy, Karın Ağrısı, Irazca'nın Dirliği kitapları yayımlanır. Bir sene sonra yazarın oğlu Tonguç dünyaya gelir. Baykurt Amerika'ya giderek, Bloomington'daki Indiana Üniversitesi'nde göze kulağa hitap eden ders araçları ve yetişkinler için yazma öğrenimi görür. 1963 yılında yurda dönerek Ankara İlköğretim müfettişliği görevini sürdürür. Onuncu Köy Bulgarca'ya çevrilir ve kitapları Bulgaristan'da Türkçe olarak da basılır. Yılanların Öcü ile Irazca'nın Dirliği de Almanya'da, "Die Racheder Schlangen" adıyla basılır. Yılanların Öcü Rusça'ya çevrilir.
Türkiye Öğretmenler Sendikası
1965 yılında TÖS'ün kuruluşuna katılır ve genel başkan seçilir. 1966 yılında İlköğretim müfettişliğinden uzaklaştırılarak yeni kurulan Milli Folklor Enstitüsü'nde uzman olarak atanır. Kaplumbağalar ve Amerikan Sargısı romanları yayımlanır. 1967 yılında Onuncu Köy adlı eseri de Rusça'ya çevrilir. Yazıları ve TÖS'teki çalışmaları yüzünden sık sık kovuşturma geçiren Baykurt Gaziantep'in Fevzipaşa bucağına sürülür. TÖS "Devrimci Eğitim Şurası"nı düzenler. Bir yıl sonra da TÖS "Büyük Eğitim Yürüyüşü"nü bir sene sonra da "Genel Öğretmen Boykotu"nu düzenler. Bu faaliyetlerinden sonra tekrar görevden alınarak bakanlık emrine alınır ancak Danıştay kararı ile görevine geri döner. 1970 yılında Fevzipaşa'dan Ankara'ya Ortadoğu Teknik Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Yayın Müdürlüğü görevine getirilir. Anadolu Garajı ve Tırpan kitapları yayımlanır. Tırpan ve Sınırdaki Ölü ile TRT Ödülleri'ni kazanır. Ardından Onbinlerce Kağnı adlı kitabı yayımlanır.
Sıkıyönetim yılları
1971'de ordunun yönetime el koyması ile başlayan sıkıyönetim döneminde Baykurt iki kere gözaltına alınır. Aynı yıl Tırpan ile Türk Dil Kurumu Ödülü'nü kazanır. Kitaplarının yeni basımları yapılırken yazar askeri tutukevinden Ankara Merkez Cezaevi'ne aktarılır. 1973 yılında Can Parası ve Köygöçüren basılır. Baykurt'un yurt dışına çıkışı da yasaklanmıştır. 1974 yılında İçerdeki Oğul basılır. Keklik romanını yazar. Can Parası ile Sait Faik Ödülü'nü kazanır. Askeri Yargıtay'da TÖS Davası'ndan beraat eter. Sınırdaki Ölü ve Keklik kitap olarak basılır. 1976 yılında Sakarca basılır.
Emeklilik Yılları
Sosyal Sigortalar Kurumu'ndan emekli olan Baykurt Madaralı Roman Ödülü'nün kuruluşuna yardımcı olur. 1977 yılında İsveç'te öğretmen yetiştirme çalışmalarına katılır ve Yayla romanı basılır. Frankfurt Uluslar arası Kitap Fuarı'na katılır ve Almanya, Hollanda ve İsviçre'ye geziler yapar, göçmen işçilerle iletişim kurar. 1978 Yılında Sakarca sahneye uyarlanarak İstanbul Şehir Tiyatroları'nca oynanır. Kara Ahmet Destanı ile Orhan Kemal Ödülü'nü kazanır ve Kültür Bakanlığı'na danışman olur. 1979 yılında Tırpan adlı eseri de tiyatroya uyarlanır. Devlet Tiyatrosu tarafından İzmir, Ankara ve Antalya'da oynanır. Baykurt, göçmen işçi konusunu incelemek üzere tekrar Almanya'ya gider. Duisburg şehrinde yaşamaya başlar. Yandım Ali kitap olarak basılır. Bu dönemde ODTÜ'de öğrenci olan oğlu Tonguç da tutuklanır. 1980 yılında Tırpan İstanbul Şehir Tiyatroları'nca da sahneye konulur ve iki mevsim oynanır. Tırpan'dan ötürü Baykurt ve Taner Barlas, "Avni Dilligil En Başarılı Yazar" ödülü kazanırlar. Suna Pekuysal da "En Başarılı Oyuncu" seçilir. Rur Havzası'nda Türk işçi çocukları için başlatılan RAA programında görev alır ve bir İngiltere gezisi yapar. Kızı Işık da bu yıl tutuklanır. Baykurt, Taner Barlas ve oyunda rol alan sanatçılar "İsmet Küntay Ödülü" kazanırlar. Tırpan'daki oyunu nedeniyle Suna Pekuysal "Ulvi Uraz Ödülü"nü kazanır.
1981'de "Sakarca" İsveç'te çizgi film yapılır ve Macarca'ya da çevrilir. DDR'de bir inceleme gezisi yapar. Öyküleri Gürcistan'da da kitap olarak basılır. "Kaplumbağalar" filminin senaryo çalışmalarına katılmak üzere İsviçre'nin Neuchatel şehrine gider. Almanya'daki göçmen işçilerin yaşamını konu alan öyküleri "Gece Vardiyası" adıyla basılır. İşçi çocuklarının yaşamını dile getiren öyküleri de "Barış Çöreği" adıyla basılır. Kitaptan yapılan seçmeler Almanya ve Hollanda'da iki dilli olarak yayımlanır. 1983 yılında "Yüksek Fırınlar" kitap olarak basılır. Oğlu Tonguç'la birlikte Sovyetler Birliği gezisi yapar. Moskova, Bakü, Batum ve Leningrad şehirlerine ve Yasnaya Poliana'ya giderek Tolstoy'un Yurtluğu'nu ziyaret eder.
1984 yılında Berlin Senatosu Çocuk Yazını Ödülü'nü kazanır. Gece Vardiyası ve Kara Ahmet Destanı Almanca, Yılanların Öcü ile Irazca'nın Dirliği Bulgarca basılır. Türkiye'de "Barış Derneği İkinci Davası"nda sanık olarak aranır. 1985 yılında Gece Vardiyası ile Alman Endüstri Birliği BDI'nin Yazın Ödülü'nü alır. Dünya Güzeli ve Saka Kuşları adlı Kitapları Türkçe ve Almanca olarak basılır. 1986 yılında Duisburg'ta öğretmenliğe başlar ve yurt dışında oluşan Türkiye Aydınlarıyla Dayanıma Girişimi'nin yönetiminde görev alır. "Duisburg Treni" adlı eseri basılır. Kopenhag'ta Dünya Barış Kongresi'ne katılır aynı yıl Koca Ren basılır.
1987 yılında Keklik romanı 20 öyküsüyle birlikte Rusça’ya çevrilip basılır. Londra’ya bir gezi yaparak Highgate’te Karl Marx’ın gömütünü ziyaret eder. Aynı yıl aralarında birçok yabancı dile çevrilen kitabının da bulunduğu 19 kitabı Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Aziz Nesin, Halikarnas Balıkçısı, Mihail Şolohov, Ernest Hemingway, İvan Gonçarov, Tolstoy, Gogol, Panait Istrati gibi yazarlarla beraber gerekçe göstermeden yasaklanır. Aynı yıl Sakarca adlı eseri de Hollandaca ve Almanca olarak basılır. Türkiye – Yunanistan Dostluk Gelişimi’nin Avrupa’da kuruluşunda görev alır. Tiflis’te İlaya Cavcavadze’nin 150’nci doğum yıldönümü konferansına katılır.
1988 yılında İçerdeki Oğul’u oyun olarak tekrar yazar. A. Çetinkaya ile birlikte Fridan Halvaşi’nin şiirlerini Türkçe’ye çevirir; Kitap Eninde Sonunda adıyla Almanya’da basılır.
1989 yılında Kuru Ekmek romanını yazar. İçerdeki Oğul, Amersfoort Halk Tiyatrosu’nda oynanır. Şiirleri de Bir uzun yol adıyla basılır. Moskova’ya yeni bir gezi yaparak Nâzım Hikmet’in evinde ve arşivinde çalışır.
Baykurt ders vermeyi Pestalozzi Okulu’nda sürdürür. Şiirleri Hollanda’da “Vuurdoorns – Ateşdikenleri” adıyla basılır. 1991 yılında Ortaokul öğrencileri için, “KALEM – Schreiber” dergisini çıkarmaya başlar aynı yıl boynundan bir ameliyat geçirir. 1992 yılında, bugün Literaturcafé Fakir Baykurt adıyla varlığını sürdüren Duisburg Edebiyat Kahvesi'ni kurar. Bir Uzun Yol’un Almanca’sı “Ein langer Weg” adıyla çıkar. Yazar bu yıl bir de Çin gezisi ertesi yıl da Avustralya gezisi yapar. 1995 yılında Almanya’da öğretmenlik yaptığı çalıştığı Pestalozzi Okulu’ndan emekliye ayrılır. Öykü Kitabı bizim İnce Kızlar basılır ve 7 kitaptan oluşan Özyaşam öyküsünü bititir. 10 Mart'ta Devlet Tiyatroları Opera ve Balesi Yardımlaşma Vakfı tarafından “Fakir Baykurt’a Saygı Gecesi” düzenlenir. Bu yıl Yarım Ekmek romanı da yayımlanır. 1998 yılında Telli Yol öykü kitabı ile birlikte, “Özyaşam” dizisinin ilk cildi “Özüm Çocuktur” yayımlanır. Gezi yazılarının bir bölümünü Dünyanın Öte Ucu (Avustralya Gezi İzlenimleri) adıyla yayımlanır. Benli Yazılar deneme kitabıyla birlikte “Özyaşam” dizisinin ikinci ve üçüncü ciltleri (Köy Enstitülü Delikanlı; Kavacık Köyünün Öğretmeni) çıkar. 1999 Nisan genel seçimlerinde Özgürlük ve Dayanışma Partisi İzmir milletvekili Adayı olur. 11 Ekim 1999 Pazartesi günü tedavi gördüğü Almanya’da Essen Üniversitesi Kliniği’nde pankreas kanserine yenik düşerek ölmüştür.
Fakir Baykurt Kitapları - Eserleri
- Özüm Çocuktur
- Köy Enstitülü Delikanlı
- Kavacık Köyünün Öğretmeni
- Köşe Bucak Anadolu
- Bir Tös Vardı
- Sıladan Uzakta
- Yılanların Öcü
- Irazca'nın Dirliği
- Eşekli Kütüphaneci
- Kaplumbağalar
- Onuncu Köy
- Yarım Ekmek
- Köygöçüren
- Koca Ren
- Genç Emekli
- Yüksek Fırınlar
- Yayla
- Keklik
- Tırpan
- Amerikan Sargısı
- Kara Ahmet Destanı
- Yandım Ali
- Dost Yüzleri
- Dünya Güzeli
- Can Parası
- Dünyanın Öte Ucu
- Benli Yazılar
- Sakarca
- Telli Yol
- Gönül Ustası
- Çilli
- İçerdeki Oğul
- Efkar Tepesi
- Efendilik Savaşı
- Sabır Dağı
- Gece Vardiyası
- On Binlerce Kağnı
- Sınırdaki Ölü
- Duisburg Treni
- Bizim İnce Kızlar
- Kalekale
- Barış Çöreği
- Unutulmaz Köy Enstitüleri
- Öğretmenin Uyandırma Görevi
- Sendika Ve Grev
- Saka Kuşları
- Anadolu Garajı
- Yanar Bir Işık
- Çilli Karın Ağrısı Cüce
- Anadolu Garajı
- Şamar Oğlanları
- Yeni Kölelik mi?
- Bir Uzun Yol
- Ateşdikenleri
- Kovboyculuk Oyunu
Fakir Baykurt Alıntıları - Sözleri
- Yaşam yenileniyor,töreler kalıyor... (Yarım Ekmek)
- Aborcin denilen o insanlar kendi aralarında barışçıl yaşıyor, savaş bilmiyorlar. İlkel silahları sadece avlanmak içindi. Amiral Cook'un adamları karaya çıkar çıkmaz, ilk el de 40000 Aborcin öldürdü. Aborcinler kurşun renkli, oval büyük burunlu insanlar. Gelen beyazları kendilerini var eden ataların dirilip gelen ruhu sandılar. Koşarak, toplanarak atalarını en saygılı devinimlerle, seslerle karşılamak istediler. Karşılık olarak kafalarına, gövdelerine durmadan kurşun yediler. Atalar kurşun attığına göre bunca yıldır biriken suçlarının cezasını veriyorlar diye yorum yaptılar. Birdenbire 40 bin ölü. (Dünyanın Öte Ucu)
- Eskiden cahillik fazlaydı;şimdi daha fazla. (Eşekli Kütüphaneci)
- Ankara uzak, seçim uzak, okul uzak, gökyüzü uzaktı.Büktü boynunu. (On Binlerce Kağnı)
- Tavuklar, horozlar, bizden erken uyanıyor. Kurt, kuş bizden erken uyanıyor. Biz niye geriye kalıyoruz. Hatta bazı horozlar, bizi daha tez uyandırmak için daha erken ötüyorlar. Ama niçin erken öten horozların boynuna vuruyoruz? (Efkar Tepesi)
- Bir sidikli yorgan meseli vardır hani: İnsanlar uyanacağına yakın, ecinni tayfası, sidikli yorganı alıp sokaklarda dolaşırmış. Hangi evde duman tütmüyor, o evin bacasından girermiş. Yorganı, şafak söktüğü halde eşşek gibi yatanların üzerine örtermiş. Yani bu yorgan, değirmen taşı...Ağır! Onu örtünen, öğlelere kadar uyurmuş. Uyansa bile bir ağırlık; kalkamazmış. Yani ben kısa aklımla şöyle diyorum: Bizim köylü milletinin de üstüne sidikli yorgan örtülmüş, kalkamıyor vesselam... (Onuncu Köy)
- "Eller bizi kınar, nerelere gidelim?" "Ellerden arkalara kaldık tüüüüüh!" (Yandım Ali)
- Sabahattin Ali; Pir Sultan Abdal, Garcia Lorca, Nazım Hikmet gibi büyük sanatçılardandı. Kahraman ve kurban olmasa da, olmadan da büyüktü. Onun yaşamında ve yapıtlarında büyük sanatçılığın bütün belirtileri vardır. Biliyoruz, büyük sanatçıların yaşamları da büyüktür. Onlar acıyı da, sevinci de büyük boyutlarda yaşarlar. Yapıtları, sadece içerik, biçim ve estetik yönlerinden değil, sanatın işlevi yönünden de bambaşka özellikler taşır. Bundan ötürü kitleleri çok yakından ilgilendirirler. Bu ilgi de giderek onları etkiler, sarsar, onlara bilinç verir, bunalımlardan çıkış yönlerini, yollarını sezdirir, eyleme dönüşecek maddi gücü aşılar. Büyük sanatçılar bu işlevi, bunalım içindeki halkların yaşamına karışarak, onlarla birlikte soluk alıp vererek, acıyı sevinci onlarla paylaşarak, dayatılan haksız koşullara direnerek, diretmekle yetinmeyip, gerektiğinde savaşarak; savaşım içinde oluşturdukları yapıtlarda halkın dilini, duygularını, düşüncesini sevgiyle, saygıyla kullanarak sağlayabilirler. Böylece yeni tipler, karakterler, yazma yenilikleri ortaya koyarlar. abece, Sayı 12 Mart 1987 (Yanar Bir Işık)
- Camiye, okula, kışlaya, fabrikaya, karakola siyaset girmez, Ferhat Efendi! Girdi mi, o melmeket hapı yutar! (Tırpan)
- Para gibi maymuncuk yoktur! (Duisburg Treni)
- “Evet Pablo Neruda çok büyük bir şairdir. Yalnız Şili’nin degil butün dünyanın, en başta da işçilerin, köylülerin şairidir!” (Genç Emekli)
- Asıl anlatılacak işler "Yılanların Öcü"nde oldu ... (Çilli Karın Ağrısı Cüce)
- Ta yirmi yıl önce bir iğde silkimi zamanı, köyünden kalkıp Almanya'nın yolunu tuttuğu günü hiç unutamaz Salih. Umutlarla doluydu. İçi o gün Karadenizin suları gibi çalkanıyordu. Hiç hesapta olmayan yönlere aktı gitti yaşam. " Bir yıl sonra yirmi olacak! Yaş da kırk yedi! Yaşadığım kadar yaşayacağım nereden belli? Ne anladım ben bu kıyımcı feleğin yönettiği dünyadan?" (Gece Vardiyası)
- Denizgil hücrelerinden çıkmışlar, kapılarının önündeki dar yerde geziniyorlar. Kuzey hücreler, hiç güneş almıyor. Kapılarının ortasında "gözet deliği" var. Celâl'le gözlerimizi uydurup baktık kaçak olarak. Hüseyin'i, Metin'i, Hacı'yı, Mustafa'yı gördük şöyle böyle. Yusuf çıkmamıştı belki... (İçerdeki Oğul)
- "Çok acılar çektik! Karamsar etti acılar bizi..." (Duisburg Treni)
- Eskiden cahillik fazlaydı; şimdi daha fazla. (Eşekli Kütüphaneci)
- Dillerinden bir tane “r” çıkmaz bunların. Doğru dürüst “Murat” diyemezler. O güzelim adı “Muğat Muğat” diye rezil ederler. (Barış Çöreği)
- « İstanbul'da Yaşar Kemal İnce Memed' i yazmış. Ben de Ali enişteyi yazacağım. Evinin önüne ev yapıyorlar, sesini çıkaramıyor. Kuzusunu çalıyorlar, sesini çıkaramıyor. Çıkarsam daha beter çullanırlar üstüme diye korkuyor» (Köşe Bucak Anadolu)
- “ Bugün it bağlasan eğleşmez olmuş hepsi .” (Gece Vardiyası)
- “Pişesiye sabreder, soğuyasıya sabredemez!” (Sabır Dağı)