İslam Hukukunda Değişmenin Sınırı - Ekrem Buğra Ekinci Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap

İslam Hukukunda Değişmenin Sınırı kimin eseri? İslam Hukukunda Değişmenin Sınırı kitabının yazarı kimdir? İslam Hukukunda Değişmenin Sınırı konusu ve anafikri nedir? İslam Hukukunda Değişmenin Sınırı kitabı ne anlatıyor? İslam Hukukunda Değişmenin Sınırı PDF indirme linki var mı? İslam Hukukunda Değişmenin Sınırı kitabının yazarı Ekrem Buğra Ekinci kimdir? İşte İslam Hukukunda Değişmenin Sınırı kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi

Yazar: Ekrem Buğra Ekinci

Yayın Evi: Arı Sanat Yayınevi

İSBN: 9789758525645

Sayfa Sayısı: 280

İslam Hukukunda Değişmenin Sınırı Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Müslümanlar, asırlar boyu hep kuvvetliydiler. Ne var ki son asırda bu gücü kaybettiler.

Sonra da bunun sebepleri üzerinde kafa yormaya başladılar.

Fatura da evvelemirde İslâm hukukuna kesildi.

Bir tarafta, İslâm hukuku, insanlığın ihtiyacını karşılamaktan uzaktır diyenler...

Diğer tarafta, İslâm hukukunun zamana göre esneklik kabiliyetinin bulunduğunu söyleyenler…

Değişikliği kabul edenler de, bunun sınırları üzerinde ihtilaf hâlindeler.

Afgani'den Âkif'e; Abduh'dan Hamidullah'a; Fazlurrahman'dan Ali Şeriati'ye; reform yanlıları ile bunlara karşı duranlar...

Örf nedir? Maslahat nicedir? Bu değişikliği kim ve ne nisbette tesbit edebilir?

Bu kitap, işte bu meseleyi tetkik etmek üzere kaleme alınmıştır.

İslam Hukukunda Değişmenin Sınırı Alıntıları - Sözleri

  • Aslen Anadolulu olup, ömrünü Mısır'da tamamlayan, son devir Osmanlı ulemâ­sından ders vekili Zâhidü'i-Kevserî, Din ve Fıkh başlıklı makâlesinde, "zamanın ve mekânın değişmesi ile hükümlerin değişmesi, hükmün değişik hallere göre tafsîlidir. Yoksa, zamanın değişme si ile mutlak mânâda hükümlerin değişeceğini düşünmek, ilahî nizamı, insan mahsulü kanunlar seviyesine indirir" diyor.
  • Fıkıh âlimleri, gördükleri tahsil itibariyle fen bilgisine yabancı olmadıkları için, ilim ve fendeki ilerlemeleri de yakından takip etme imkânını bulabilmişlerdir. Avrupa'da henüz dünyanın yuvarlak olduğu, kendi ekseni etrafında ve de güne etrafında döndüğü bilinmezken; fakihler bu esaslardan haberdardı ve ictihadlarını bunu nazara alarak yapıyoriardı.
  • 18.Asırda Vehhâbîliğin ortaya çıkışıyla da Ibni Teymiyye ekolü bir nevi milis kuvveti kazanarak Suudî siyasî otoritesinin himayesiyle yayılmaya başladı ve zamanla bütün Arabistan'a hâkim oldu. Maamafih Vehhâbilik, İbn Teymiye'nin fikirlerinden çok daha aşırı bir yol tutmuştur. Öyle ki, ibni Teymiyye'nin caiz değil dediğine, Vehhâbîler' caizdir demişlerdir. Böylece enteresan bir tenakuz doğmuştur ki, İbn Teymiyye, hem modernistlerin, hem de dini eski saf hâline döndürme iddiasındaki fundementalist telâkkilerin önderi olarak görülmektedir, Protestanlığın kurucusu Luther'e benzetilen İbn Teymiyye'nin fikirlerinin devlet eliyle yayılması, eski mücâdeleyi tekrar alevlendirdi. Bu mücâdele yirminci asrın başlarından itibaren bir bakıma İbn Teymiyye'nin yolunu sürdürmek iddiasında olan Muhammed Abduh ve talebesi Reşid Rızâ'nın faaliyetleri neticesinde bir gelenekçiler modernistler mücâdelesi halini almış ve günü­müze kadar kıyasıya devam etmiştir.
  • İbn Âbidîn, ulemânın "imamlık, müezzinlik, hatîblik ve müderrislik gibi vazifede bulunan bir âlim öldüğünde, çocukları küçük olsa bile, babalarının vazifesinin çocuklarına baki kılınması Hicaz, Mısır ve Anadolu'da güzel bir âdettir. Bunda âlimlerin haleflerini, geride bıraktıkları çocuklarını ilimle meşgul olmaya teşvik vardır" sözlerini naklediyor ve eğer bu çocukların bu işe ehil olmadıkları anlaşılırsa bu vazifeden azledilmeleri gerektiğini söylüyor. Osmanlılarda "Beşik Ulemalığı" denilen ve talebe bursu mahiyetindeki bu husus, örf ve âdet gereği benimsenmiştir.
  • Zamanın fesadı sebebiyledir ki, dördüncü asırdan itibaren, ehliyeti olmayan kötü niyetli şahıslar ortaya çıkıp kendilerini müctehid olarak lanse eder ve şer'î olmayan bir takım mesnedsiz fetvalarla müslümanlar iğfal edilebilir korkusuyla, ictihad ehliyetini hâiz olan kimseler mutlak müctehidiik iddiasında bulunmamış; İslâm hukukçuları da yeni bir mezhebin tesisi için yeni bir ictihad usulünün konulmasına karşı çıkmışlardır. Böylece sonu gelmeyecek ve lüzumsuz münâkaşalann meydana çıkması­nı istememişlerdir. Bu neticeye varırken de İslâm hukukunun sedd-i zerâyi' prensibine istinad etmişlerdir. Bu sebeple artık bü­tün meselelerin o zamana kadar tedvin edilmi bulunan dört mezhebin ictihadlarına inhisar ettirilmesi hususunda zımnî icma' doğmuştu.
  • Abdülganî Nablusî, Keşfii'n-Nûr min Eshâbi'l Kubur adlı risalesinde özetle diyor ki: "Âlimleri, velîleri, seyyidleri ta'zîm etmek, bunlara saygı göstermek için, mezarlarının üzerine sanduka, örtü ve sarık koymak; mezarları üzerine kubbe, türbe inşâ etmek caizdir. Bu, aynı zamanda, ziyaret edenlerin sıcak ve yağmurdan korunmasını da temin eder. Selef-i sâlihîn zamanında bunlar yapılmazdı. Fakat, o zaman herkes kabirlere hürmet ederdi. Fıkıh kitaplarında 'Vedâ' tavafından sonra, geri geri giderek, Mescidü'l haramdan çıkmalıdır. Böyle çıkmakla, Kâ'beye ta'zîm edilmiş olur' yazılıdır. Selef-i sâlihîn, geri geri çıkmazdı. Fakat onlar, Kâ'beyi ta'zim etmekte kusur yapmazlardı. Kâ'be ye örtü koymak da eskiden yoktu. Zamanm ve şartların değiş­mesiyle buna sonradan fetva verildi, meşru oldu. Hadîs-i şerîfte, 'Bir kimse güzel bir çığır açarsa, bu yolda bulunanların her birine verilen sevap gibi, buna da verilir' buyuruldu" İslâmiyette inşa edilen ilk türbe Hazret-i Peygamber  'in türbesidir ve Selef-i sâlihîn zamanında yapılmıştır.
  • İslâm hukukuna göre, harbde esir edilen muharibler hakkında hükümdara muhayyerlik tanınmıştır. Buna göre esirlerin hepsi öldürülebilir veya fidye karşılığı serbest bırakılır, ya da kö­le yapılırlar. Bu üçüncü durumda beşte bir devlete ait olur Osmanlılarda bunlara pençik oğlanı denir ve hususî bir terbiyeye tâbi tutularak bunlardan asker ve devlet adamı yetiştirilirdi (Pen­çik, farsça beşte bir demektir.) Zamanla pençik oğlanlarının kifayet etmemesi üzerine, gayrimüslim teb'anın çocukları da devşirme namıyla devlet hizmetine alınmıştır. Tamamen devletin ihtiyacından doğan bu müessesenin hukuka uygun olup olmadığı hususunda çeşitli görüşler serdedilmiştir Şu kadar ki Şâfi'î mezhebinde müslümanlığın doğuşundan sonra diğer semavî bir dine girenler, ehli zimmet statüsünde sayılmazlar. Esasen beyanlarına itibar edilir; ancak bu durumlarına ittila kesbedilirse, haklarında kölelik ahkâmı cereyan edebilir. Paul Wittek, Osmanlıların devşirme usulünü, Şâfi'î mezhebinden istifade yoluyla tatbik ettiklerini açıkça söylemektedir. Nitekim Osmanlılarda Sırp, Bulgar, Amavud gibi İslâmiyetin zuhurundan sonra Hıristiyan olmuş halkların çocukları devşirme olarak alınır; bunun aksi olduğu kat'iyetle belli bulunan Yahûdîlerin çocukları devşirilmezdi.
  • Şah Veliyyullah Dehlevî diyor ki: Nitekim Hazret-i Peygamber'in üç türlü vazifesi vardı: Birincisi, Kur'an-ı kerîm ahkâmını bütün insanlara tebli etmek, bildirmek idi. ikincisi, Kur'an-ı kerîmin manevî ahkâmını, yani Allah'ın zâtına ve sıfatlarına ait marifetleri, yalnız ümmetinin yüksek olanlarının kalblerine yerieştirmektir. Buna ihsan (irşad, tasavvuf) denir. Üçüncüsü, Kur'an-ı kerîmin ahkâmını, vaaz ve nasihat ile yapmayan müslümanlara, kuvvet kullanarak, zor ile yaptırmaktır. Buna saltanat denir. Hazret-i Peygamber'den sonra gelen dört halîfeden her biri, bu üç vazifeyi tam olarak başardı. Hazret-i Hasan'ın halifeliği zamanında, fitneler çoğaldı, islâmiyyet üç kıt'aya yayıldı. Resulullah'ın nuru, yer yüzünden uzaklaştı. Sahâbe-i kiramın sayısı azaldı. İnsanlar artık baştakilere gönülden itaat etmemeye başladı. Böylece bu üç vazifeyi, bir kişi yapamaz oldu. Bu üç vazîfe, başka başka üç sınıfa ayrıldı. Usul ve fürû' ahkâmını tebli vazifesi, din imamlarına, yani müctehidlere verildi. Bu müctehidlerden iman bilgilerini bildirenlere mütekellimîn; fıkıh bilgilerini bildirenlere fukahâ denildi. İkinci vazife, Ehl-i beytin oniki imamına ve tasavvuf büyüklerine verildi. Üçüncü vazife, yani dinin ahkâmını kuvvet, satvet ve saltanat ile yaptırmak işi, meliklere ve sultanlara, yani hükümetlere verildi. Böylelikle hilâfet saltanata dönüşmü oldu. Bu halifelere melik-i adûd denildi. Bunlara mecazen halîfe denilmiştir.
  • Emevî halîfeleri, yaygın propagandanın hilâfına, bir ikisi hâriç, kötü kimseler değillerdi, Içlerinde, II.Muaviye, Abdülmelik, Ömer bin Abdülaziz gibi âlim ve müttekileri ekseriyetteydi. Hanedanın kurucusu ise, Hazret-i Peygamber'in kayınbiraderi ve vahy kâtipliği yapmış olan bir sahâbîdir. Bunların idaresiyle İslâm ülkeleri her cihetten maddî ve manevî terakkîler göstermişti. Vatandaşlar sulh ve refah içerisinde idiler, istanbul ilk defa bunların zamanında kuşatılmış ve Hazreti Peygamber'in "Kayser'in şehrine ilk sefer eden ordu mağfiret olunmuştur" hadîsinin müjdesine kavuşulmuştur /Râmuz, 1/159, (Buhârî'den) Bilhassa İspanya, daha önceleri Gotlar elinde vahşi bir belde iken. Endülüs Emevî sultanlarının emri altında, en güzel şekilde imar edilmiş, medeniyetin en yüksek zirvesine ulaşmış, ilim, sanat, ticaret, ziraat ve güzel ahlâka çok ehemmiyet verilmişti. Avrupa'ya ilim ve estetik kıvılcımı, ilk defa buradan sıçramıştır. Evet. Emevîler arasında sefih bir hayat sürenler vardı. Ama bunların da millete bir zararları olmamış; ancak kendi nefislerine zulmetmişlerdir islâm hukukçuları bunların zamarında serbestçe ilmî faaliyette bulunarak fıkhı meydana getirdiler. |Bkz. Ni­şancızâde, 11/5 ] Abbasî tarihçileri, zamanlarının hükümetine yaranmak için, Emevîlerin hatalarını şişirmiş, hatta bunları kötülemek için hadîs bile uydurmuşlardır. Bazı Osmanlı tarihleri de zaman yakınlığı ve sınır komşuluğu bakımından Abbasî tarihlerinden tercüme edilmiş ve onların tesiri altında kalmış olduğundan, aynı yanlışlıkları tekrarlamıştır.

İslam Hukukunda Değişmenin Sınırı İncelemesi - Şahsi Yorumlar

İslam hukukçusu olan E.Buğra ekinci hususiyetle tarih makalelerini okuyup takip ettiğim kıymetli bir yazardır. İslam hukukunun ileri görüşlüğü birçok meselenin açığa kavuşmasını sağlasa da yeni çıkan durumlara direkt cevap teşkil etmediği için örfe dayalı hukukun zamanın değişmesi ile değişmesi mümkündür. Nasslar ve ahkam sabittir, degişmez. Modernistler/deformistler'in oryantalist bakış açısından yaklaşıp islam hukukunu beşeri hukuka indirgemek istemeleri ve bu yolla ehli sünnete zarar vermeleri gözden kaçırılmaması gerekir. Yazar bunlara dikkat çekmekle beraber tarihselcilerden bahsetmiş. Dört Hak mezhebin bazı meseleleri ele alışları, İmam-ı Azam ve imameyn arasındaki zaman ve mekan kaynaklı amillerden oluşan ihtilaflara misaller vermiş. Hülasa İslam hukunda değişme neye göredir ve nelere bağlıdır sorusunun cevabını bulabileceğiniz bir eser. Okumadan önce bazı fıhki terimlere ve Mecelle'ye göz atmakta fayda var. ...استفادوا (Ömertalha)

İslam Hukukunda Değişmenin Sınırı PDF indirme linki var mı?

Ekrem Buğra Ekinci - İslam Hukukunda Değişmenin Sınırı kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de İslam Hukukunda Değişmenin Sınırı PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Ekrem Buğra Ekinci Kimdir?

1966 yılında Ankara’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini bu şehirde tamamladı. Ekrem Buğra Ekinci, 1987’de Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Avukatlık stajı yaptı.Ankara’da başladığı kariyerini İstanbul’da sürdürdü. Doktorasını İstanbul Hukuk Fakültesi’nde tamamladı. Hukuk Tarihi doktoru oldu. Ürdün Üniversitesi’nde bir yıl araştırmalarda bulundu. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde profesördür. Hukuk Tarihi dersleri vermektedir. Arapça ve İngilizce bilir.Osmanlı Mahkemeleri, Osmanlı Hukuku, İslâm Hukuku, İslâm Hukuku Tarihi, Hukukun Serüveni başta olmak üzere çok sayıda ilmî kitap ve makalesi neşredilmiştir.Yıllardır radyo ve televizyonlarda popüler tarih ve kültür tarihi üzerine programlar yapıyor. Gazete ve dergilerde de bu mevzularda yazıları yayınlanmaktadır.

Ekrem Buğra Ekinci Kitapları - Eserleri

  • Ahmet Cevdet Paşa ve Mecelle
  • Ama Hangi Osmanlı?
  • Osmanlı'nın Çöküşü
  • Osmanlı'ya Kalan Miras
  • Sürgündeki Hanedan
  • Sultan Abdülhamid'in Son Zevcesi
  • İslam Hukukunda Değişmenin Sınırı
  • Osmanlı Hukuku
  • Ebedî Seâdet Yolunda Bir Ömür Hüseyn Hilmi Işık
  • İslam Hukuku
  • Hayatı ve Hatıralarıyla Seyyid Abdülhakim Arvasi
  • İslam Hukuku Tarihi
  • İslam Hukuku Ve Önceki Şeriatler
  • Hukukun Serüveni
  • Asya'dan Avrupa'ya Türkler
  • İstanbul’a Osmanlı Mührü
  • Osmanlı Mahkemeleri
  • Ahmet Cevdet Paşa ve Mecelleden Düsturlar
  • Dini Lügat

Ekrem Buğra Ekinci Alıntıları - Sözleri

  • Kur'an-ı kerimde, Hazret-i Hızır'ın, ileride anne ve babasını ifsâd edeceği için bir çocuğu öldürdüğü anlatılır (Kehf: 74, 80-81). Yine Kur'an, ı kerimde, fitnenin ölümden daha şiddetli olduğu meâlinde iki âyet bulunmakdır.(1) Hoca Sadeddin Efendi (1599) gibi şeyhülislâmlık yapmış bir hukukçu ve tarihçi; ayrıca Bosnevi Hüseyn Efendi (1644) gibi bir tarihçi, şehzâde idamlarının bu âyetlere istinad ettiğini açıkça bildirmişlerdir? (2) Kemalpaşazâde (1534, gibi müftiyyü's-sekaleyn diye tanınan, kazaskerlik ve şeyhülislâmlık gibi ilmiye sınıfının en üst makamlarına çıkmış büyük bir hukukçu ve tarihçi âlim, bu şehzâde idamlarını, siyasi bakımdan doğru olduğu kadar, hukuken de meşru bulmaktadır.(3) Tarih-i Saf müellifi kazasker Bostanzâde Yahya Efendi (1639) de Sultan III. Mehmed'in kardeşlerini nizâm-ı âlem için öldürmesini hukukçu bir âlim sıfatıyla tasvib eder.(4) Osmanlı hukukçu ve tarihçisi Nişancızâde Mehmed Efendi (1622), Şehzâde Yakub'un, saltanat vârisleri, halk için zararlı şeyler yapabilir gerekçesiyle idam edildiğini söyler(5) Hoca Sadeddin Efendi ve tarihçi vezir Karamani Mehmed Paşa (1481), kardeş katlinin şer'i hukuktaki umumi zararın giderilmesi için, hususi zararı tercih olunacağı prensibine dayandığını bildirir.(6) KAYNAKÇA: (1)“El-fitnetü eşeddü mine”l-katl” ve “El-fitnetü ekberü mine'l-katl” (Bekara süresi 191 ve 217. âyetler). Yuhanna İncili'nde de, “Kavmin uğruna bir adamın ölmesi hayırlıdır” diye geçer (XVIII/14). (2)Hoca Sadeddin Efendi: Tâcü”t-Tevârih, İst. 1279, 1/124. (3)Ahmed İbn Kemâl: Tevârih-i Âl-i Osman, Ank. 1957, VI1/9. (4)Bostanzâde Yahya Efendi: Târih-i Sâf, İst. 1287, 1/86. (5)Nişancızâde, 11/321. (6)Tâcü't-tevârih, I/272; Karamani Mehmed Paşa: Osmanlı Sultanları Tarihi, İst. 1949 Bu prensipler, asırlar sonra hazırlanan Osmanlı medeni kanunu Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye'nin Kavâid-i Külliyye başlığı altındaki ilk yüz maddesi arasında yer alır (m. 26-30), (Osmanlı Hukuku)
  • -Nevruz'un temeli İran mitolojisine dayanıyor ama yine de 5000 yıllık değildir. -Nevruz'da ateş üstünden atlama, tam bir Zerdüşt merasimidir. -İran şiileştikten sonra, Nevruz'a İslâmi bir kisve giydirilmiş; Hazret-i Ali'nin doğduğu gün kabul edilmistir. (Asya'dan Avrupa'ya Türkler)
  • ...Seneler evvel Türkiye’de bir Cumhurreisi Seçimi arefesinde,Sudan müftüsü iyi birinin seçilmesi için dua ettiğini söyledi.Bir ahbabım ‘’Sudan nere,Türkiye nere!’’ gibisinden hayret izhar edince müftü, ‘’Niçin şaşırıyorsunuz?ÜMİD TÜRKİYEDE’DİR.(El-Emel fi Türkiye)’’ demişti.Arapların neredeyse tamamı,İslam dünyasındaki ezilmiş,sinmiş halin,Türkiye sayesinde yok olacağını.tabiri caizse yiğidin düştüğü yerden kalkacağına inanmaktadır. (Ama Hangi Osmanlı?)
  • Ruslar, Şam'daki elçileri vasıtasıyla, Şehzâde Abdülkerim Efendi'ye müracaat ederek, Şarkî Türkistan ve Moğolistan'da kurulacak bir devletin hükümdarlığını teklif ettiler. Bu arada Japonya'da aynı mealde haberler yayılmaya başladı. Bunun üzerine şehzâde 1932'de Hindistan'a gitti. Haydarâbâd Nizâmı'nın davetlisi olarak gittiği Hindistan'da, halife sıfatıyla Uygur Türklerinin başına geçirilmesi için faaliyetlere girişti ve bu mevzuda Japonlarla temasa geçti. Telaşlanan İngilizler, memleketi terk etmesini temin ettiler... ... Hem halifeliği ihyâ etmek hem de Tokyo'ya bağlı bir devlet kurmaya teşebbüs ettiler. Şehzâde 21 Mayıs 1933'te Bombay ve Singapur üzerinden Tokyo'ya geldi... Amerika, Japonya'nın güçlenmesini istemediği için el altından Çin'i destekliyordu. Rusya'da Japonya ile savaşmaktan çekiniyor; Şehzâde Türkistan İmparatoru olursa, nüfuzunun kendi işgali altındaki Türkistan ülkelerine de sirayet edeceğinden korkuyordu. Öte yandan Türkiye, şehzâdenin Tokyo seyahatini Ankara'daki Japon sefareti nezdinde protesto etti... "Şüpheli Türk" ün hareketlerini casusları vasıtasıyla takip eden Ankara, Şehzâde burada muvaffak olursa, emrindeki kuvvetlerle Türkiye'ye saldıracağından korkmaktaydı. Ankara ve Moskova'nın faaliyetleri üzerine projeden soğuyan Japon devlet ricâlinden beklediği alakayı göremeyince, Şehzâde 1934'te Şarkî Türkistan'a gelerek yerli halkı teşkilatlandırmaya girişti. Ancak kendi imkanlarıyla kurduğu derme çatma birlikler Çinliler karşısında yenilince canını zor kurtararak siyasî mülteci sıfatıyla Şanghay'dan bir gemiye binerek Kaliforniya'ya buradan da... (Sürgündeki Hanedan)
  • Sultan Aziz, 1867 yılında bozulan Osmanlı imajını düzeltmek için Avrupa'ya bir seyahat yaptı. Yanında iki yeğeni Şehzade Murad ve Abdülhamid Efendi'yi götürdü. Aynı zamanda veliaht olan Murad Efendi yakışıklı, nazik, kültürlü bir genç idi. Avrupa saraylarında çok popüler olup sempati kazandı. İngiltere prensesi ile evlendirilmesi bile konuşuldu. Ama Sultan Aziz kabul etmedi. (Osmanlı'nın Çöküşü)
  • Osmanlı hukuku, daha önce de belirtildiği üzere Roma hukuku, Anglo-Sakson hukuku gibi müstakil bir hukuk sistemi olmayıp, esas itibariyle İslâm hukukuna dayanır. Dolayısıyla şer'i hukukun hükümleri, Osmanlı hukukunun da esas prensiplerini teşkil eder. Osmanlı hukukunun karakteristiğini teşkil eden bir de örfi hukuk vardır ki, şer'i hukukun boşluk bıraktığı sahalarda bu hukuka aykırı olmamak kaydıyla hükümdar tarafından kanunnâmelerle meydana getirilen hukuktur. Osmanlıların, fethettikleri ülkelerde câri bulunan bazı kanun ve örfleri aynen kabul ve tatbik etmesi de örfi hukukun bir başka boyutunu ifade eder. (Osmanlı Hukuku)
  • Osmanlı Ordusu,Avrupalı askerî otoritelerin ‘’Altı ayda geçilemez! ‘’ dediği Termofil Geçidini 24 saatte geçti.Antikçağ’da koskoca İran ordusunu 300 Ispartalı bu geçitte durdurmuştu. (Ama Hangi Osmanlı?)
  • Enderün mektebinde disiplin çok sıkı idi. Üç-dört aceminin bir lalası olurdu. Lala, aceminin bilmediği şeyi öğretir ve acemide gördüğü kusuru ikaz ederdi. Mektep disiplinini, haremdeki dârüssaade ağasına (kızlarağasına) paralel olarak, akağalar da denilen beyaz hadımağaları temin ederdi. Sayıları kırkı bulan akağaların başına kapıağası denirdi ki sarayın idare âmiri idi. Enderün mektebinde tahsil müddeti takriben 14 sene idi. Talebe, güneş doğmadan evvel kalkar; enderün hamamında yıkanır; sabah namazını ağalar mescidinde padişahla beraber kıldıktan sonra kahvaltı edip derse başlardı. Bu derslerin hocaları saray mensuplarından olduğu gibi, dışarıdan da meşhur âlimler hoca olarak getirtilirdi. Bidâyette Kur'an-ı kerim, kıraat, tecvid, ilmihâl dersi verilirdi. Sonra tefsir, hadis, kelâm, fıkıh, şiir ve inşâ, musıki, hey'et (astronomi), hendese (geometri), coğrafya, tarih, mantık, belâgat (edebi sanatlar) ve hikmet (felsefe) okutulurdu. Öğleden sonra, yüksek zâbitler tarafından spor ve tâlim dersleri verilirdi. Talebe, gerektiğinde uhdelerine tevdi olunmuş saray vazifelerini yerine getirirdi. Bundan sonra serbest saatler vardı. Enderünda, spor müsâbakaları yapılırdı. Ağalar arasında bir hobisi olmayan, bir sanat ile uğraşmayan vok gibiydi. (Osmanlı Hukuku)
  • Mustafa Kemal Paşa, 1918'de Suriye Cephesinin çökmesi üzerine orduyu bırakıp İstanbul'a geldiğinde Divan-ı Harb'e çıkarılarak kurşuna dizilecekken, bunu Harbiye Nâzırı Fevzi Paşa engellemiş; Mustafa Kemal'in Enver Paşa aleyhtarlığını bilen Sultan Vahîdeddin de kendisine arka çıkmıştır. (Osmanlı'nın Çöküşü)
  • Şehzâde Harun Efendi'nin “Sürgündeki Hânedan” Kitabına Takriz-i Âlileri Uzun yıllardır tanıdığım ve yazılarını takip ettiğim kıymetli kardeşim Ekrem Buğra Ekinci'nin Sürgündeki Hânedan isimli kitabın okudum. Kütüphanemde itinâ ile saklayacağım. Ekrem Bey, ailemizi yakından tanır ve sever. Ben de bildiklerimi ve duyduklarımı kendisine nakletmişimdir. Sürgün ve sonrasında yaşadıklarımızı dile getiren bu çalışmasından ötürü kendisini tebrik ediyorum. İnşallah yazdıkları insanların tıkalı kulaklarını açar. Kendisine ve ailesine duacıyım. Muvaffakiyetlerinin devamını dilerim. Cenab-ı Allah, yâr ve yardımcısı olsun. Harun Abdülkerim Osmanoğlu İstanbul, 2015 (Sürgündeki Hanedan)
  • Aradığınız huzuru hiçbir yerde bulamazsınız. Huzur, adı var, kendi yok bir zümrüdü anka kuşudur. (Ebedî Seâdet Yolunda Bir Ömür Hüseyn Hilmi Işık)
  • Aslen Anadolulu olup, ömrünü Mısır'da tamamlayan, son devir Osmanlı ulemâ­sından ders vekili Zâhidü'i-Kevserî, Din ve Fıkh başlıklı makâlesinde, "zamanın ve mekânın değişmesi ile hükümlerin değişmesi, hükmün değişik hallere göre tafsîlidir. Yoksa, zamanın değişme si ile mutlak mânâda hükümlerin değişeceğini düşünmek, ilahî nizamı, insan mahsulü kanunlar seviyesine indirir" diyor. (İslam Hukukunda Değişmenin Sınırı)
  • İtiraz söz zülfünün tarağıdır. (Ahmet Cevdet Paşa ve Mecelle)
  • Zamanın fesadı sebebiyledir ki, dördüncü asırdan itibaren, ehliyeti olmayan kötü niyetli şahıslar ortaya çıkıp kendilerini müctehid olarak lanse eder ve şer'î olmayan bir takım mesnedsiz fetvalarla müslümanlar iğfal edilebilir korkusuyla, ictihad ehliyetini hâiz olan kimseler mutlak müctehidiik iddiasında bulunmamış; İslâm hukukçuları da yeni bir mezhebin tesisi için yeni bir ictihad usulünün konulmasına karşı çıkmışlardır. Böylece sonu gelmeyecek ve lüzumsuz münâkaşalann meydana çıkması­nı istememişlerdir. Bu neticeye varırken de İslâm hukukunun sedd-i zerâyi' prensibine istinad etmişlerdir. Bu sebeple artık bü­tün meselelerin o zamana kadar tedvin edilmi bulunan dört mezhebin ictihadlarına inhisar ettirilmesi hususunda zımnî icma' doğmuştu. (İslam Hukukunda Değişmenin Sınırı)
  • Meclis kapatıldı. Gazetelere sansür kondu. Memleket adeta bir Alman müstemlekesi haline geldi. Avrupa'dan gelen vagonların üstüne tebeşirle "Enverland" yazılıyordu. Kıtlık baş gösterdi. Halk süpürge tohumundan ekmek yerken, İttihatçılar ve sempatizanları vagon ticareti ve karaborsacılık sayesinde zengin oldu. Herkesin bulamadığı bulgura 'Enver Paşa pirinci' denildi. Bulgur karaborsasıyla zengin olan birinin köşküne halk 'Bulgur Palas' adını taktı. Başta İttihatçıların yanındaki Tevfik Fikret bile "Yiyin efendiler yiyin!" diye başlayan şiiriyle bunlardan yüz çevirdi. Halk, istibdat olarak gördüğü eski devri arar oldu. (Osmanlı'nın Çöküşü)
  • Elektrik cereyanı öldürür, hava cereyanı süründürür. (Ebedî Seâdet Yolunda Bir Ömür Hüseyn Hilmi Işık)
  • Memleketi tutmak için ordu lazımdır. Asker beslemek içinde mala ihtiyaç vardır. Mal elde etmek için halkın zengin olması gerekir. Halkın zengin olması içinde doğru kanunlar lâzımdır. Biri ihmal edilirse dördü de kalır. Dördü ihmal edilirse devlet çözülmeye yüz tutar.. (Ama Hangi Osmanlı?)
  • Türklerin bilinen 3000 yıllık tarihlerinde istiklâllerini kaybettikleri bir devreye hemen hemen rastlanmaz. Dünyada daima bir veya birkaç Türk devleti bulunmuştur. (Asya'dan Avrupa'ya Türkler)
  • Mâ lâ yüdrek küllühü, lâ yütrek küllüh. (Bir şeyin hepsi ele geçmezse, tamamı da terkedilmez) (Ebedî Seâdet Yolunda Bir Ömür Hüseyn Hilmi Işık)
  • Biz safımızı sürelim yarının sahibi var. Sultan II. Selim (Ama Hangi Osmanlı?)