Jön Türkler ve İttihat ve Terakki - Sina Akşin Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap

Jön Türkler ve İttihat ve Terakki kimin eseri? Jön Türkler ve İttihat ve Terakki kitabının yazarı kimdir? Jön Türkler ve İttihat ve Terakki konusu ve anafikri nedir? Jön Türkler ve İttihat ve Terakki kitabı ne anlatıyor? Jön Türkler ve İttihat ve Terakki PDF indirme linki var mı? Jön Türkler ve İttihat ve Terakki kitabının yazarı Sina Akşin kimdir? İşte Jön Türkler ve İttihat ve Terakki kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi

Yazar: Sina Akşin

Yayın Evi: İmge Kitabevi

İSBN: 9799755332412

Sayfa Sayısı: 472

Jön Türkler ve İttihat ve Terakki Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

"II. Meşrutiyet, cumhuriyetimizin siyaset laboratuvarıdır." demişti Tarık Zafer Tunaya. Cumhuriyeti anlamak için önce 1908-1918 dönemine bakamak gerekiyor. Bu çerçevede, Jön Türkler kimdi, neler yaptılar?

İttihatçılar kimlerdir, neleri başardılar, neleri başaramadılar? Bu kitapta, Jön Türkler ile İttihat ve Terakki konusunda aradığınız temel bilgileri ve bu sorunların yanıtlarını bulacaksınız.

(Arka Kapak)

Jön Türkler ve İttihat ve Terakki Alıntıları - Sözleri

  • 1918 yılında Enver, Osmanlı ordusunun hemen bütün olanaklarına Kafkas Cephesi'ne tahsil etmiş bulunuyordu. Almanların sızlamalarına yol açan bu tutum, herhalde geçici olsa, Arapları gözden çıkaran olukçu bir kararı yansıtıyordu.
  • Almanlar ve avusturyalılar, Avrupa'daki cephelerinde yükünün hafiflemesi için, Osmanlı'nın bir an önce taarruza geçmesini istediler. Enver, bu yardım sağlamak için Doğu Anadolu'da Ruslara karşı Sarıkamış İngilizlere karşı da kanal Harekatı'nı planlandı.
  • Taşat'ın babası kırcaalili bir kaldıydı. Edirne askeri rüştiyesi'nde bitirirken bir öğretmeni dövmesi üzerine idadiye devam edemedi. Babasının ölümü Dolayısıyla çalışmak zorunda kalarak Edirne posta idaresine katibi olarak girdi. Alyans israilit okulunda Türkçe öğretmenliği yaptı Müdürüm kızından da Fransızca dersleri aldı. 1895- 1896'da hürriyetçi hareketlere katıldığı için 25 ay hapis yattı padişahın affıyla çıktı selanik'e sürüldü.
  • Osmanlı - Alman ittifakının imzalandığı gün, Osmanlı genel seferbeliği de ilan edildi. Uzun soluklu bir savaş yerine, birkaç hafta içinde kaderi belli olacak bir savaş düşünüldüğü için, "hesap kitap" yapmadan, ne pahasına olursa olsun en büyük orduyu bir an önce toplamak yoluna gidildi.
  • Türkler, Çanakkale çek çok zor koşullarda, bulgur yiyerek ve yetersiz silah ve cephane ile bir ölüm- kalım savaşı verdiler ve başarılı oldular. Böylece, Rusya'daki Çarlık rejiminin yardımsız kalarak çökmesini savaşın uzamasına yol açtılar. Ayrıca, Türklerin bağımsızlık iradesi, sömürge olamayacaklarını kanıtladı.
  • "Aynı biçimde İttihat ve Terakki'nin çağdaş bir devlet kurabilmesi de, İngiliz sömürgelerinde, Doğulu ülkeler için çağdaşlaşmanın tek yolunun sömürge kalmak propagandasını iflas ettirecekti."
  • Türkçülüğün Türk ulusçuluğu na, yani siyasal bir akıma dönüşmesi İttihat ve Terakki ile oldu.
  • Üstelik 1914'te yılının mahsulü mükemmeldi fakat seferberlik yüzünden Birçok yerde hasatı yapılamadı ürünler Ziya ne oldu iktisadi Hayat büyük bir darbe yedi seferberliğin bu felakette hali yüzünden askeriye makamlarla mülkü makamlar arasında gerginlikler Hatta çarpışmalar oldu.
  • İttihat ve Terakki de Parti içi demokrasi bugünkü partilerimizin çok daha ileri derecede idi.
  • 1908 'de 31 öğretmen okulu vardı. Ayrıca birçok yeni yüksekokul, Darülfünun açılmış mevcut yüksekokullar geliştirilmiştir.

Jön Türkler ve İttihat ve Terakki İncelemesi - Şahsi Yorumlar

II. Meşrutiyet, cumhuriyetimizin siyaset laboratuvarıdır." demişti Tarık Zafer Tunaya. Cumhuriyeti anlamak için önce 1908-1918 dönemine bakmak gerekiyor. Bu çerçevede, Jön Türkler kimdi, neler yaptılar? İttihatçılar kimlerdir, neleri başardılar, neleri başaramadılar? Bu kitapta, Jön Türkler ile İttihat ve Terakki konusunda aradığınız temel bilgileri ve bu sorunların yanıtlarını bulacaksınız. (celal çelik)

İttihat ve Terakki: Kitap Analiz: Kitabın giriş kısmında XIX. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nin ve dünyanın durumu hakkında bilgi vermektedir. Osmanlı toplum yapısından ve yönetici sınıfın durumdan bahsederek, Celali İsyanlarından bahsederek Jön Türklerin kuruluş günleri ile bu kısa bölüme son veriyor. Birinci Bölüm, 1889-1908 dönemini yani İbrahim Temo’nun kurduğu İttihad-ı Osmaniye’den 1908’te istibdadı yıkan Hürriyet İlanı’na kadar olan kısımdan bahsediyor. Ek olarak da Jön Türklerin ideolojisinden bahsediyor. Bu bölümde İttihat ve Terakki Cemiyeti dediğimiz o cemiyetin tam vücud bulunma durumuna kadar ki geçirdiği aşamaları görüyoruz. Bu uzun aşamada karşımıza çıkan şahsiyeler cemiyetin düşünce yapısını tek olmadığını birden fazla olduğunu gösteriyor. Prens Sabahattin, Ahmet Rıza ve Mizancı Murat Beyler bunlara verilecek örnekler. I. Jön Türk Kongresi ile bu ayrı fikirlerin birleşme çabalarını göreceğiz fakat başarılı olmayacaktır. Hürriyete giden yolda böyle bir cemiyetin köklenerek ve köklendikçe güçlenmesi olağan bir sonuçtur. Bu yolda karşımıza çıkan diğer olaylar ise Abdülhamid’in uyguladığı kara bir istibdad, Makedonya Sorunları…. Tabi bu süreçte atlanmaması gereken bir cemiyette Şam’da, Mustafa Kemal Paşa tarafından kurulmuş daha sonra İttihat ve Terakki ile birleşen Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’dir. Hürriyet İlanı’na giden yolda en etkili cemiyet ise, 1906’da kurulan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’dir. Bu cemiyet bir sene sonra Ahmet Rıza ile birleşip adını Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti olarak değiştirmeyi uygun görmüştür. Hürriyete giden yolda bazı olaylar tetik işlevi görmüştür. Reval Görüşmesi bu olayların en başından gelir. Bu görüşme sonrasında Cemiyet gizlilik ilkesini bırakmış ve açıktan faaliyetlere geçmiştir. Ve bunun sonucu Hürriyet’e giden yol başlamıştır. İkinci Bölüm, Hürriyet İlanı’nı gerçekleştiren İttihat ve Terakki’nin denetimi altındaki iktidarı olan 1908-1913 yıllarını kapsıyor. Tüm İttihatçıların aklındaki çözüm istibdadı yıkmak idi. Fakat sonrası muamma idi. İstibdadın yıkılması sonrasında herşeyin bir düzene girmesini bekliyorlardı. Fakat beklenen olmadı. Bir süre sonra Saray, Libareller ve İttihatçılar arasında bazen gizli bazen de açıktan bir çatışmayı görüyoruz. Belli kesim artık cemiyetin siyasete girmemesini düşünüyor fakat ittihatçılar anayasa bekçileri sıfatı ile kalkmak istiyor. Fakat onlarında bildikleri bir gerçek devlet yönetiminde acemi ve ehliyetsiz oldukları. İttihatçıların tutumları, anlayışları en çok gerici kafanın ayak diremesine sebebiyet verecektir. Bunun sonucu olarak da kimler tarafından planlandığı hala belli olmayan 31 Mart Hadisesi meydana çıkmıştır. Bu olay İttihat ve Terakki Cemiyeti üyelerinin önce Balkanlara geçmesine sonrada Hareket Ordusu’nun toplanıp başkent’te yürüyüşe ve Abdülhamid’in tahtan indirilmesi sürecine kadar devam etmiştir. Hareket Ordusu’nun İstanbul önlerine geldikleri meclis önemlidir. İsmi, Milli Meclis’tir. Bu bölüm için bahsetmemiz gereken bir konuda, İhtilali gerçekleştiren kadroların bazıları cemiyetten ayrılarak Ahrar Fırkasını kurmalarıdır. Bu İttihat ve Terakki’ye ilk muhalefettir. Girdikleri seçimde tek bir sandalye almasalar da bilinmesinde faydası olacaktır. Bir başka önemli konuda 1876’da ilan edilen Kanun-i Esasi’nin bazı maddelerinde ki değişiklikler bunların en önemlisi 113. Maddedir ki bu madde Kanun-i Esasi’nin mimarı Mithat Paşa’nın boğdurulma sürecini hazırlamıştır. Bu madde değişikliği ile padişahın elinden bazı yetkiler alınmıştır. Bu adımlar yavaş yavaş denetlemeden tam iktidara geçiş sürecine örneklerdir. 31 Mart’ta olan olaylar da göstermektedir ki, denetleme iktidarı ile yetinmek sakıncaları çok fazla olan bir durum. Bu durumdan iktidara geçiş noktasında ehliyet kazanmak amacıyla uygulanması düşünülen yöntem ise, İngiltere’de uygulanan bir yöntem. Mebuslar, vekaletlerde çalışacaklar ve Vükela Meclisi’ne katılacaklar. Bu yöntem ile tecrübe oluşmuş olacaktı fakat bu yöntem zorluklarla karşılaştı. Bu bölümde ayrıca, birçok hükümetin kurulduğunu görüyoruz. Yine bu bölümde takip ettiğimiz, Trablusgarp ve Balkan Savaşları mevcuttur. Bu bölümde üzerinde dikkatle durulması gereken bir konuda İttihat ve Terakki’nin denetleme hükümetinden düşmesidir. Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın ortaya çıkması bu durumu doğurmuştur. Fakat ünlü 1912 sopalı seçimleri Hürriyet ve İtilaf’ı neredeyse ortadan silmiştir. 1908-1913 dönemi oldukça yoğun dönemdir. Yukarıda bahsettiğimiz Trablusgarp ve Balkan Savaşları çok önemli dönem noktaları idi. Trablusgarp’ta İttihatçıların liderliğinde İtalya’ya karşı gerilla savaşı ve Balkan Savaşları sonucunda elimizden çıkan Edirne’nin doğurduğu kriz bunun birlikte Bab-ı Ali Baskını, Mahmut Şevket Paşa’nın şehit edilmesi ve Cemiyetin denetim yönetiminden tam iktidar dönemine geçiş süreci. Üçüncü bölüm, 1913-1918 Cemiyet’in tam iktidar dönemi ve Birinci Cihan Harbi’nin başlaması süreçleri. Mahmut Şevket Paşa’nın ölümü arkasından sadrazamlığa Sait Halim geçmiştir. Sait Halim Paşa’nın İttihat ve Terakki’ye oldukça yakın olduğu bilinmektedir. Bu sadrazam ile tam iktidar dönemi başlamıştır. Bu dönemde akla ilk gelecek olay, Enver Paşa’nın Harbiye Nazırı olması ve Balkan Hezimeti yaşayan orduda büyük bir tasfiye ile gençleştirme politikasıdır. İttihat ve Terakki’nin en çok eleştiri aldığı konu Cihan Harbi’ne giriş konusu da altı çizile çizile okunması bir konu. Bu konu hakkında artık bazı noktalar daha aydınlatılmış durumdadır. İttihat ve Terakki’nin bu savaşa girmesinin bir zorundalık olduğu, Almanya seçeneğinden önce diğer tüm ülkelerin denenmiş olduğu artık biliniyor. İttihat ve Terakki’nin üçlüsü olan Enver, Cemal, Talat Paşalar bu konuda hain denilecek kadar eleştirilmiş fakat arkalarından bıraktıkları mektuplar onların amaçlarını dile getirmiştir. Bu savaş ile tek taraflı iktisadi bağımsızlık elde edilmiş, daha iki sene önce arkalarına bakmadan kaçan ordunun erleri tabiri caizse aslan kesilmiştir. Savaş bizim açımızdan mağlubiyet ile sonuçlanmasına rağmen, bu durum Milli Mücadele’nin nüvesini oluşturmuş. Kuva-yı Milliye ruhu yaratmıştır. Bu dönemde uygulanan Ermeni Tehcir meselesi ise bugünkü doğu sınırlarının elde kalmasını sağlamıştır. Ayrıca, İttihat ve Terakki dönemi aşamalı olarak millet olgusunu doğurmuştur. Kısacası, Tarık Zafer Tunaya hocanın’da dediği gibi; bu dönem Cumhuriyet’in laboratuvarı olmuştur. (Burak CAN)

Bu rûzgâr-ı bî mededin inkılâbı var: NBA’i takip edenler geçen yılın doğu konferansı yarı finalleri 7. Maçını hatırlayacaktır. Toronto- Philedelphia arasında oynanacak 7. maç 3-3 devam eden serinin son maçıydı ve kazanan finale çıkacaktı. Maçın son 4 saniyesine 90- 90 berabere girildi. Son 4 saniyede Torontolu oyuncu Leonard, zor pozisyonda topu aldı; rakiplerini geçerek sağ köşeye gitti, son salisede topu potaya gönderdi. Maçı takip eden herkes nefesini tutmuş beklerken top çemberde beş kez sektikten sonra potaya girdi ve Toronto maçı da seriyi de kazanmış oldu. Spor alanında izlediğim filmlerde, kurgunun hiç bu kadar doğal, zekice tasarlandığını; finalinse çarpıcı, fantastik olduğunu görmedim. Bu örnekten varmak istediğim sonuca gelince: kurmaca eserler ne kadar keyfi, fantastik, olağandışı olursa olsun asla gerçekler kadar şaşırtıcı olamaz. Tarihte öyle olaylar vardır ki değme yazarların yarattıkları evrenlerden daha uçuk da kestirilemezdir. Misalen bir savaşta aynı orduya mensup iki ordunun –yanlışlıkla da olsa- birbirleriyle savaşa tutuşması, birbirlerine ağır zayiatlar vermesi hangi romancının hangi sinema yönetmenin muhayyilesi dairesindedir. Gerçekler bazen insanın hayal gücünü dahi zorlayacak şekilde tecelli etmektedir. İttihat ve Terakki cemiyetini incelediğinizde de hayal mahsulü bir kurmaca olamayacak kadar gerçek üstü olduğunu görebiliriz. Elbette İTC tarihsel bir vakadır ve bu gözle incelenmelidir. Ama iyi bir roman okumak isteyenlerin de bu ihtiyaçları için İTC tarihini okumaları kafidir diye düşünüyorum. İttihat ve Terakki “ Osmanlının en uzun yüzyılı” sayılan, kurmaca eserlere taş çıkarak derecede absürt bir dönemin sonunda – 1889- Askeri Tıbbiye öğrencileri tarafından kurulmuş İttihad- ı Osmani cemiyetinden doğmuştur. Cemiyet, Sultan II. Abdülhamit’in ortadan kaldırdığı Meşrutiyeti geri getirmek, Kanun-i Esasiyi yürürlüğe tekrar sokmak için çetin bir mücadeleye girişti. Bu mücadelede ağır bedeller ödemesine rağmen yıllarca başarı elde edemedi. Yıllar içerisinde birçok kez isim ve yapı değişikliğine gidilerek güçlenmeye çalışılsa da esas gücünü ve kişiliğini kuruluşundan 17 yıl sonra, 1906’da buldu diyebiliriz. Dünya siyasetinin de lehlerine evrilmiş olması neticesinde daha sert mücadeleye girişen İttihatçılar, nihayet 1908’de amaçlarına ulaştı, “Hürriyeti” ilan ettirdiler. Devrimi gerçekleştiren genç subaylar, devrimden sonra ülke yönetiminde söz sahibi olsalar da 1913 yılına kadar ancak bir denetleme mekanizması görevi gördüler, bu tarihte Babıaliyi tam İttihatçılara yaraşır bir hareketle basıp beş yıl sürecek olan tam iktidarlarının kapısını açtılar. İttihat ve Terakki, günahıyla sevabıyla tarihimize damga vurmuş bir müstesna harekettir. Ne yazıktır ki! Bugünün penceresinden tarihe bakanlar, bu “gençleri” hep günahları üzerinden değerlendirme çabası içindeler. Oysa İttihat ve Terakki bir ruhtur. Bu ruh, ne bir meleğinki kadar saf ne bir şeytanınki kadar kirlidir. Vasatın çük üstünde bir insanınki kadar içinde temizliği ve kötülüğü barındırır. Merhum Erol Şadi’nin deyimiyle” İttihat ve Terakki bir ruhtur ve bu ruh zulme karşı mukavemet etmektir.” Her ne kadar zulme karşı mukavemeti kendilerine düstur edinmiş olsalar da ; zaman zaman kendileri de zulmün bir parçası olmaktan çekinmemişlerdir. İmparatorluğun tarihten silinmek üzere olmasına rağmen herkesin derin bir uykuya yattığı bir dönemde, İttihatçı gençler, toplumu uyandırma çabaları aramış, devleti kurtarmak için kalemlerini ve silahlarını kullanmaktan çekinmemişlerdir. Neticede bu uğurda çokça hata da yaptılar. Bu hatalarının bedelini de gerek mahkemelerde gerek tarih önünde birçok kez ödediler, ödemekteler. Bugün tarih bilgisi sosyal medyadan okuduğu üç satır yazı olanlar bile İttihatçıları yargılamaktan çekinmiyorlar. Gerçi Cavit Bey’i yargılayıp idam eden mahkemenin gayrı ciddiliği ortadayken şimdikilere ne diyebilirsiniz. Evet! İttihat ve Terakki birçok kez, birçok şekilde yargılandı; suçu sabit görüldü ve bedelini ödedi. Artık yakalarından düşmek ve o dönem hakkında rasyonel değerlendirmeler yapmak zamanıdır, diye düşünüyorum. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanında yaptığı enfes “hürriyet” değerlendirmesi sanırım o dönem insanlarımız için hürriyetin ifade ettiği anlamı açıklıyor. Tanpınar, “Bu kelimeyi bugün sadece siyasi manâsında kullanıyoruz. Ne yazık! Onu politikaya mahsus bir şey addedenler korkarım ki, hiçbir zaman manâsını anlamayacaklardır. Politikadaki hürriyet, bir yığın hürriyetsizliğin anahtarı veya ardına kadar açık duran kapısıdır. Meğer ki dünyanın en kıt nimeti olsun; ve tek insan onunla şöyle iyice karnını doyurmak istedi mi etrafındakiler mutlak surette aç kalsınlar. Ben bu kadar kendi zıddı ile beraber gelen ve zıtlarının altında kaybolan nesne görmedim. Kısa ömrümde yedi sekiz defa memleketimize geldiğini işittim. Evet, bir kere bile kimse bana gittiğini söylemediği halde, yedi sekiz defa geldi; ve o geldi diye biz sevincimizden, davul, zurna, sokaklara fırladık. Nihayet şu kanaate vardım ki, ona hiç kimsenin ihtiyacı yoktur.” Diyerek toplum- hürriyet ilişkisini sarih bir şekilde açıklamıştır. İşte Meşrutiyetle gelen hürriyet de insanların hürriyete bakışı da bu mahiyettedir. Zafer Tarık Tunaya “ II. Meşrutiyet, cumhuriyetimizin siyaset laboratuvarıdır.” diyor. Bu söz, ilk kez çok partili bir yönetime geçilen 2. Meşrutiyet dönemine bakıldığında; kurulan ittifaklar, partilerin mahiyeti, muhalefet pratikleri, bir araya gelmesi mümkün olmayanların çıkar birliktelikleri, kanunların siyasetçe tanzim ediliş şekilleri vs. Cumhuriyet dönemiyle birçok paralellik arz etmesi açısından doğrudur. Ve fakat bu sözden 2. Meşrutiyetin, bir laboratuar deneği gibi yapay bir girişim olduğu anlamı çıkarılmamalıdır. Cumhuriyet ne kadar çağın doğal şartlarının bir tezahürüyse 2. Meşrutiyet de kendi çağının doğal şartlarından vücut bulmuştur. Sina Akşin’in “Jön Türkler ve İttihat ve Terakki” kitabına gelecek olursak; kitap İttihat ve Terakkinin, Jön Türklerin 1889 yılında kurulmasıyla Mondros Mütarekesine kadar olan dönemini anlatıyor. Kitap, kıymetli bir akademik kaynak olmasının yanında yazarın kolay okunan, akıcı üslubuyla bir çırpıda okunabiliyor. İttihat ve Terakki hakkında bilgi almak isteyenler için kitabın temel kaynak özelliği taşıdığı görülebilir. Bundan, 30 yıllık İTC dönemini tüm detaylarıyla, her olayı en ince ayrıntısına kadar anlattığı anlamı çıkmasın. Zira, yazarın da belirttiği gibi kitapta İTC ile ilgili temel bilgiler verilmektedir. Bu bakımdan İTC’nin bir özeti niteliğindedir. Kitap bölümleri iyi düzenlenmiş, çok sayıda alt başlığa ayrılarak olayların birbirine karışması önlenmiştir. Kitabı değerli kılan en önemli unsur ise kuru bir tarih anlatımından çok olayların birçok çerçeveden yorumlanmaya çalışılması, sadece ülke siyasetini değil dünya siyasetini de işin içine katarak olayların, verilen kararların sebepleri ve sonuçları üzerinde kıymetli izahatlar yapmaya çalışmasıdır. Kitaba, başka yazarların meseleler hakkındaki düşünceleri de eklenerek karşılaştırmalar, çıkarımlar yapılmış. Bu yolla farklı bakış açıları sunarak meseleler irdelenmiş, son tahlilde de yazar kendi yorumunu açıklamış. Son olarak, anılan dönemi incelemek isteyenler için kitabın önemli bir hizmet göreceği muhakkaktır. İttihat ve Terakki gibi girift bir cemiyeti anlamak için kıymetli bir eser olduğunu düşünüyorum. (Şükrü İNAL)

Jön Türkler ve İttihat ve Terakki PDF indirme linki var mı?

Sina Akşin - Jön Türkler ve İttihat ve Terakki kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Jön Türkler ve İttihat ve Terakki PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Sina Akşin Kimdir?

1955'te Robert Kolej'den mezun oldu ve 1959'da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi.[1] Fulbright bursu ile ABD'ye gitti. Boston'daki Fletcher School of Law and Diplomacy'den Uluslararası İlişkiler alanında iki farklı yüksek lisans diploması aldı. 1961-1967 arasında Robert Kolej Yüksek Okulu'nda Uygarlık Tarihi öğretim görevlisi olarak çalıştı. Askerlik görevini yaparken İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden Son Çağ Tarihi alanında doktor unvanını aldı (1968).

Doktora tezi olan 31 Mart Olayı ilk kez bu dönemde yayımlandı. (1970, 1972). 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Türk Siyasal Hayatı kürsüsüne asistan oldu. 1971-1972'de bir yıl süreyle ve bir Birleşmiş Milletler bursuyla İngiltere Devlet Arşivi'nde çalışmalar yaptı. 1975'te doçent oldu. Doçentlik tezini İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele adıyla yayımlandı (1976, 1983). 1978-1979'da bir yıl süreyle ve Fransız Hükümeti'nin b'r bursuyla Fransa Dışişleri Bakanlığı arşivinde çalıştı. 1980'de Türk Siyasal Hayatı kürsüsü başkanlığına seçildi. O yıl Jön Türkler İttihat ve Terakki kitabının ilk basımı yapıldı. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Toplum ve Bilim gibi dergilerde ve gazetelerde birçok yazı ve denemeleri çıktı. 1989'da profesör oldu. 2004 yılında aynı Fakülteden emekli oldu.

Tarih ve siyasal bilimler alanlarındaki çalışmalarının yanı sıra, bir dönem Bağımsız Cumhuriyet Partisi'nin genel başkan yardımcılığını da yürütmüştür. Türkiye İnsan Hakları Kurumu Vakfı (TİHAK) kurucu üyesidir. Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkan yardımcılığı görevinde bulundu. ADD'nin GYK üyesidir.

Sina Akşin Kitapları - Eserleri

  • Kısa Türkiye Tarihi
  • Kısa 20. Yüzyıl Tarihi
  • Jön Türkler ve İttihat ve Terakki
  • Türkiye Tarihi 3
  • Türkiye Tarihi 5
  • Ana Çizgileriyle Türkiye'nin Yakın Tarihi
  • Türkiye Tarihi 4
  • 100. Yılında Jön Türk Devrimi
  • Ermeni Sorunu
  • Şeriatçı Bir Ayaklanma - 31 Mart Olayı
  • 100 Soruda Jön Türkler ve İttihat ve Terakki
  • Yakın Tarihimizi Sorgulamak
  • İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele
  • Ana Çizgileriyle Türkiye'nin Yakın Tarihi 1
  • Yakınçağ Türkiye Tarihi 1980-2003
  • İç Savaş ve Sevr'de Ölüm
  • Ana Çizgileriyle Türkiye'nin Yakın Tarihi 2
  • 100 Soruda Jön Türkler ve İttihat ve Terakki
  • Son Meşrutiyet 1919 - 1920
  • Mutlakiyete Dönüş 1918 - 1919
  • Atatürkçü Partiyi Kurmanın Sırası Geldi
  • Savaş ve Etnik Temizlik - Yumuşatılmış Sevr Dönemi

Sina Akşin Alıntıları - Sözleri

  • Son gelişmeler gösteriyor ki Atatürkçüler uyanık,bilinçli ve örgütlü olmak zorundadırlar.Gittikçe güçlenmekte olan Atatürkçülüğü,hiçbir kişi ya da kuruluşa emanet edip uykuya çekilemeyiz. (Yakın Tarihimizi Sorgulamak)
  • Atatürk'e gelince, o, Heyet-i Temsiliye adına 10 Ekim 1919'da Harbiye Nazırı Cemal Paşa’ya yazdığı mektupta şöyle diyor: «Gayrikabili tamir felâket ve netayici elîmeye müncer olduğundan bugün milletin ademi memnuniyetini celbeden Harbi Umumiye iştirak etmemek elbette son derece şayanı arzu idi. Fakat buna imkânı maddî mevcut değildi. Çünkü ademi iştirak müsellah bir bitaraflığı yani Boğazların mesdut bulundurulmasını icap ettiriyordu. Halbuki vatanımızın mevkii coğrafisi istanbulun vaziyeti sevkülceyşiyesi Rusların İtilaf Hükümetleri yanında ahzı mevki, etmiş olması bizim seyirci kalmamıza asla müsait değildi. Bundan başka müsellah bir bitaraflığın idamesi için paramız, silahımız, sanayiimiz, hulâsa lâzım olan vesaitim iz mevcut değildi. İtilaf Devletlerinin bilhassa İngilizlerin para vermemesinden sarfınazar gemilerimizi zapt ve milletin dişinden tırnağından arttırarak biriktirdiği inşaatı bahriyeye ait yedi milyon liramızı gasbeylemeleri ...Harbe girmekliğimizi bir cinayet telâkki etmek ve koca bir milleti dört, beş kişinin baziçesi olacak derekede addeylemek fikrimizce lehimizde bir faideyi mucip olmak şöyle dursun, bilâkis sakıt Ferit Paşa’nın Paris’te Avrupa’dan merhamet dilenmek efkârı sakimanesi ile serdeyledi- ği beyanatı zelilânesine Clemenceau’nun vermiş olduğu hakaretâlût cevabın maazallah bir kere daha işitilmesine sebep olabilir. Binaenaleyh merdane bir surette hakikati söylemek ve kahramanca harp eden bu koca milletin mağlubiyetin netayici zaruriyesine katlanmakla beraber hareketinin cinayet telâkki ve bu yüzden ittiham ve tecziye edilmesini kabul etmemek en salim ve en hayırlı bir prensip telâkki olunabilir.» (Nutuk, Vesika 142) (100 Soruda Jön Türkler ve İttihat ve Terakki)
  • Osmanlı-Türk toplumunun Batılılaşmaya, çağdaşlaşmaya, ya da modernleşmeye kesin adım atması Tanzimat ile olmuştur. Bu aynı zamanda insan haklarına, hukuk devletine, özgürlük ve demokrasiye doğru atılan bir adımdır. (Kısa Türkiye Tarihi)
  • Savaş bittiğinde Cemal Paşa, Yakup Kadri'nin neden savaşa girdik sorusuna "aylık vermek için" diye yanıt vermişti (F.R. Atay, Zeytindağı ). Savaş boyunca Almanya Osmanlı 'yı borç parayla destekledi. (Ana Çizgileriyle Türkiye'nin Yakın Tarihi 1)
  • Erzurum Kongresi yerel bir kongre olmasına rağmen, 56 kişiyle toplanmıştı. Sivas yurt çapında bir kongre olmasına rağmen, 38 kişiyle toplanmıştı. Bunun başlıca nedenlerinden biri, Batı Anadolu'daki (Ege ve Marmara bölgeleri) ulusal örgütlerin tutumuydu. Onlara göre ulusal örgütlerin yurt çapında birleşmesi gereksizdi, çünkü sorunlar farklıydı. Doğudakilerin başında Ermenistan, batıdakilerin başında Yunanistan sorunu vardı. Sonra doğudakiler her türlü işgale karşı çıkarken, batıdakiler Yunanistan olmamak kaydıyla İtilaf devletlerinden birinin işgaline razıydılar. Nihayet doğudakilerin seçimlerin yapılması, Mebusan Meclisi'nin toplanması yolunda demokratik talepleri varken, batıdakilerin böyle bir sorunları yoktu. Bu görüş farklılıklarının biraz da doğuda önderliğin ağırlıklı olarak subayların, batıda önderliğin ağırlıklı olarak eşrafın elinde olmasından kaynaklandığı tahmin edilebilir. (Ana Çizgileriyle Türkiye'nin Yakın Tarihi 1)
  • Vatan, basit bir toprak parçası değil, sevilen, uğrunda fedakarlıklar yapılacak, hatta ölünecek bir topraktır. (Kısa Türkiye Tarihi)
  • İkdam, kendini 31 Martın havasına o kadar kaptırmıştı ki, Müslüman kadınların çarşıya ancak zorunluluk halinde çıkmalarını ve çıkanların da 'adab-ı şeriat dairesinde' hareket etmelerini 'rica' ediyordu. Hatırlanacağı üzere, Kör Ali olayı sırasında da böyle istekler öne sürülmüş, sokağa çıkan bazı kadınlara saldırılarak, Müslüman kadınlar evde kalmaya ve belli biçimde giyinmeye zorlanmak istenmişti. (Şeriatçı Bir Ayaklanma - 31 Mart Olayı)
  • İlk büyük alafranga saray olan Dolmabahçe Sarayı, Osmanlı Devleti’nin İngiltere ve Fransa ile Kınm Savaşı’nda müttefik olduğu bir sırada, 1853’te Abdülmecit tarafından yaptırılmıştır. 1854’te Avrupa’dan ilk borçlanmanın yapılmış olması, yoksul duruma düşmüş bir imparatorluktaki bu sefahat ve tanta nanın açıklamasıdır. Bundan sonra daha bir dizi saray yapılmıştır: Abdülaziz döne minde Çırağan, Beylerbeyi, Yıldız gibi önemli sarayların yapıldığını görüyoruz. Alafranga saraylı ve mobilyalı bu pahalı yaşama stili, alafranga aile yaşamı getire bilseydi, hiç değilse o yönden bir tasarruf sağlanmış olurdu.Oysa, alafranga bina ve mefruşatla birlikte eski harem hayatı olduğu gibi sürdürülmüştür. (100 Soruda Jön Türkler ve İttihat ve Terakki)
  • “Bildirir haddini sultana senin kanunun.” | Şinasi (100. Yılında Jön Türk Devrimi)
  • Çünkü az okumuş bir halk,kolayca güdülebilen bir halktır.Tabi burada kim gütmeye çalışıyor onu da söyleyelim.Şeyhlik ve ağalık düzeni... Türkiye, maalesef Atatürk devrimi hedefine ulaşmadığı için canlı bir ortaçağımız var.Bu canlı ortaçağ da,şeyhlik ve ağalık düzeni şeklinde somutlaşıyor.Şeyhlik ve ağalık düzeni bütün seçimlerde rol oynuyor ve hep onların istediği parti iktidar oluyor. (Yakın Tarihimizi Sorgulamak)
  • Modernleşmenin ve merkezileşme sürecinin önemli özelliklerinden birisi eğitimdir. (100. Yılında Jön Türk Devrimi)
  • Bilimsel tarihin birinci görevi önemli olaylarla, önemsiz olayları ayırmak ve önemli olaylara dayanarak olup bitenleri açıklayan metinler yazmaktır İkinci görevi ise geçmişi anlamlı dönemlere ayırmaktır. (Kısa 20. Yüzyıl Tarihi)
  • Kimi atasözlerimiz bu zihniyetin(gerikafalılık) sonucudur: "Dayak,cennetten çıkmıştır;" "Hocanın vurduğu yerden gül biter." Bunlar,dayağı meşrulaştırmak için uydurulmuş atasözleridir.Hocaya,eğitmek üzere çocuğunu teslim eden babanın,"Eti senin kemiği benim."sözü de hocaya sanki sınırsız bir dayak yetkisi vermekte,çocuğun ruhuna korku salmayı amaçlamaktadır. (Yakın Tarihimizi Sorgulamak)
  • Farz edelim ki bir eviniz var,birisi,başkasına ait olan yanınızdaki araziye bir gecekondu yapmaya çalışıyor.Siz bunu önlemek için mahallenin kabadayısına başvurursunuz.O da buna karşılık kendisi için oturma odanızda bir koltuk,yemek masanızda bir sandalye ayrılmasını ve belirli günlerde gelip banyonuzda duş yapmak hakkı istiyor.Kabul eder misiniz?Üstelik o kabadayının gecekondunun yapılması için o adama her türlü yardımı yaptığını bildiğiniz halde? (Yakın Tarihimizi Sorgulamak)
  • Burada hemen belirtmek gerekir ki, bizde bu çağ ayırımını benimseyenler 1453 Fatih'in Rönesans prensi kimliğini ve/ya da bu fethin İslamiyet, Türklük bakımından önemini vurgularlar. Bu yaklaşım doğru ve Osmanlı devletinin İstanbul'un fethiyle Beylikten İmparatorluğa diye özetlenebilecek çok kökten bir dönüşüm geçirmiş olduğu muhakkak olmakla birlikte, bunu Türkler bakımından bir çağ değişikliği olarak değerlendirebilir miyiz? Ben sanmıyorum. Batılılar 1453'ü çağ değişimi noktası olarak değerlendirirken Osmanlılara çok da olumlu sayılamayacak bir rol veriyorlar. Buna göre fetihle birlikte Istanbul'dan Italya'ya kaçan Bizanslı bilim adamlan orada Hümanizmi ve Rönesansı başlatmışlardır. Yani, bu görüşe göre, Osmanlılarınki bir tür 'iteleme' işlevinden ibarettir. (Ana Çizgileriyle Türkiye'nin Yakın Tarihi)
  • Osmanlı - Alman ittifakının imzalandığı gün, Osmanlı genel seferbeliği de ilan edildi. Uzun soluklu bir savaş yerine, birkaç hafta içinde kaderi belli olacak bir savaş düşünüldüğü için, "hesap kitap" yapmadan, ne pahasına olursa olsun en büyük orduyu bir an önce toplamak yoluna gidildi. (Jön Türkler ve İttihat ve Terakki)
  • Simone de BEAUVOIR, ... kadın yazarların erkeklerin hâkim olduğu çevrelerde hayatta kalmak için erkeklerden daha fazla erkekleştiğini ve bu kâkimiyeti artık erkeklerin sağlar hale geldiğini savunur. Nezihe Muhiddin TEPEDELENLİGİL erkeklerle barış isteyen kadınlarla dalga geçer, Hali Edip ADIVAR muhalefetini ancak İngilizce dile getirir, Latife UŞAKLIGİL ömrü boyunca susmak zorunda kalırken doğrudan bir bağlantı kuramadıkları feminist hareketlerin bedelini öder gibidirler... (100. Yılında Jön Türk Devrimi)
  • Dine dayalı olduğunu ilan eden bir ülkede cedbeced Müslüman olanlar askerlik ve yönetim işlerine karıştırılmıyorlar, fakat cedbeced Hristiyan olan bir ailenin çocuğu o ülkenin yazgısını yönetiyordu. (Ana Çizgileriyle Türkiye'nin Yakın Tarihi)
  • Diğer yandan da Avrupa parlamentolar, tarih bilimi yapıyorlarmış ya da bağımsız yansız mahkeme yemişler gibi soykırım kararlar almaktadırlar. Aslında ABD ve Avrupa Ermeni sorunu içyüzünü araştırmak peşinde değildir. Onların asıl amacı, Anadolu'yu parçalamak Türk ordusunu yok etmektir. Soykırım iddiası bu amaca götüren silahtır. (Ermeni Sorunu)
  • Fransa Başbakanı Clemenceau; Paris Barış Konferansına gelen Ferite hakaret dolu sert bir cevap vermişti. Türklerin girdiği heryerde uygarlığı gerilettiğini, ermeni tehcirinde olanları ittihatçılara yıkarak sorumluluktan kaçamayacaklarını söyledi. Sonra Osmanlı heyetini, Paris'ten kovdu. (Ana Çizgileriyle Türkiye'nin Yakın Tarihi)