Karalama Defteri - Ararken - Nurullah Ataç Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Karalama Defteri - Ararken kimin eseri? Karalama Defteri - Ararken kitabının yazarı kimdir? Karalama Defteri - Ararken konusu ve anafikri nedir? Karalama Defteri - Ararken kitabı ne anlatıyor? Karalama Defteri - Ararken PDF indirme linki var mı? Karalama Defteri - Ararken kitabının yazarı Nurullah Ataç kimdir? İşte Karalama Defteri - Ararken kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Nurullah Ataç
Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları
İSBN: 9789753638210
Sayfa Sayısı: 175
Karalama Defteri - Ararken Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
"Günlerin Getirdiği ve Sözden Söze" ile birlikte Ataç'ın ilk dönem ürünlerini yayımlayarak "Bütün Yapıtları"na doğru ilk adımını atıyor.
YKY
Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatına, deneme ve eleştirileriyle damgasını vuran Nurullah Ataç'ın, kuşku, ironi, coşku yüklü bu yazılarında dil, uygarlık, şiir ve sanat üstüne, günümüz okuruna söyleyecek pek çok sözü var.
Ataç... Türkçeyi kullanışıyla bize eşsiz bir tat, sanatın sorunlarına uygulayabileceğimiz bir açı bıraktı. Şimdi o bu yazıyı okusaydı, her zaman kınının dışında tuttuğu gülmece silahını çekinmeden kendisi için kullanır, biraz da homurdanarak, yazılarından birinin son tümcesini yinelerdi: Büyük bir şey değil ya, pek de küçümsemeyin."
Sabahattin Kudret Aksal-
Karalama Defteri - Ararken Alıntıları - Sözleri
- Duygularımızı savunacağız diye bildiğimizi saklıyalım mı?
- Yalanın yalan olduğunu bilerek gene sürmesine bırakmaya hakkınız var mıdır?
- İnsan masal anlatmasını seven hayvandır. Uydurduğu yalanlara inanmaktan, kendi elleriyle kurduğu sıkılar altında ezilmekten de hoşlanır.
- İçimizde bir canavar var, onu yensek de büsbütün öldüremiyoruz, beklemediğimiz bir günde gene başını kaldırıveriyor.
- Ölmüşlerimizi niçin kara toprakta aramalı? Bizim içimizde, gönlümüzde değil mi onlar?
- Kişi sevince de, acıya da aldırmamalıymış, kendini tutkulara kaptırmamalıymış. Sevinçsiz, acısız, tutkusuz yaşamanın tadı mı olur?
- Okul medeniyet değildir, sadece bir araçtır.
- Yarasız insan mı olur?
- Boileau söylemiş: "Her budala, kendine hayran edecek daha bir budalayı bulur!"
- La Bruyère söylemiş: insan ölümlü bir hastalığa tutulunca hınçlarını, garazlarını unuturmuş, kinlerin silinmesi ölümün en yanılmaz habercisiymiş.
- Günümüzün okurları anlamak, öğrenmek, önlerine konulan düşünceler üzerine tartışmaya girmek için okumuyorlar; ellerine aldıkları dergide, betikte kendilerinde bulunan düşünceleri, duyguları arıyorlar.
- "Yarasız insan mı olur?"
- Yeryüzünde bir başınıza değilsiniz, başkalarının zevkini, hatırını da gözetmeniz gerekir.
- "Ey ölüm! koca kaptan! vakıt erişti, demir al! - Sıkıldık bu ülkeden, ey ölüm! açılalım!"
- "Ey benim eski duygularım, eski düşüncelerim! neden böyle uzaksınız benden? Ey benim eski gözyaşlarım! sizin sıcaklığınızı neden gene duyamıyorum? Yanaklarımda bir iziniz olsun kalmamış... Koyup gitmişsiniz beni..."
Karalama Defteri - Ararken İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Esenlikler! Nurullah Ataç deneme türünde ilk eser veren edebiyatçılarımızdandır. Cumhuriyet Döneminde Türkçe’nin sadeleşme harekatı denilince ilk akla gelen isimlerin başında Ataç gelmektedir. Devrik cümle ile Orhan Veli’yi de yazı hayatımıza kazandıran kişidir ek olarak. Aranızda paragraf çözenler varsa bilirler ki “eleştirmen” diye bir meslek türü vardır. Onlara göze güzel, iyi, kurallar… vs vs. Ataç’ın mesleği de eleştirmenliktir hatta eleştirmen kavramını da o bulmuştur. Yazarlardan, şairlerden tutun da edebiyattan sinemaya kadar çeşitli alanlarda Ataç’ın sivri dilli eleştirmenliğini okuyacaksınız. Hicivli kaleminden ötürü gülmemek imkanız hâle gelirken sinirden okumaya devam edemediğim yerler de oldu çünkü okumayı bırakıp onun düşüncelerine karşı düşüncelerimi aklımdan birer birer sıralarken devam edemedim tabii olarak :) Dediğim gibi okurken tartıştığımız yerler bi hayli fazla idi. Monolog hâlinde olan bu eseri samimi bir hava yaratıyor gerekçesi bu olsa gerek. Katılmadığım ve aklımda kalan bir hususa değinecek olursam, gerek Divan Edebiyatı’nın gerekse diğer geçmiş dönem edebiyatlarımızı bırakıp önümüze bakmaya çalışırsak Batılı olabiliriz görüşüne katiyen karşı çıkmaktayım. İlk diyeceğim, unutmamak gerekir ki biz Batılı değiliz, buz gibi Asyalıyız. Bu gerçeği unutmazsak belki kimlik kargaşası yaşamayız. Elbette ki, ileri teknolojide kim varsa kural gereği ondan örnek almamız gerekecek, çağa ayak uydurabilmemiz için lakin onlar gibi olmaya, yaşamaya lüzum yoktur. Asıl geleneğimize dönersek kendimizi bulup geleceğe daha parlak ulaşacağımız kanaatindeyim. Ataç’tan bahsedip de dil meselesini konuşmazsam eksik bir şeyler kalır diye düşünüyorum. Öncelikle şunu unutmamalıyız ki Nurullah Ataç Türk Dili profesörü değildir. Yazı hayatına Fransızca çevirilerle başlamış ve bu çevirileri yaparken Fransızca kelimelerin Türkçedeki anlamlarını bulmaktadır. Bu karşılıkları bulurken ise Arapça ve Farsça kelimelerden değil de Türkçenin özünde olan kelimeleri aramaktadır eğer yoksa da kendisi yine Türkçenin özünde bulunan kelimelerden üretmektedir. Akım, anı, araç, aşağılama, aşırılık, ayrıcalık, bellek, biçim, bilinç, birey, dayanışma, devrim, doğal, eleştiri, etki, gerçeküstü, izlenim, kavram, konut, koşul, bağnaz, beğeni, ilke, somut, soyut, uyak… Bu kelimelere hepimiz aşinayız değil mi? Hatta bunların bilincinde olmadan dahi kullanıyoruz :) Bunlar Ataç’ın kelimeleri. Eğer bu kelimelerin hepsini merak ettiyseniz, detaylı araştırmak isteyenlere Ataç’ın Sözcükleri kitabını öneririm. Başbuğ Atatürk’ün de dediği gibi tasfiyecilik temeline dayanan dil politikası “bir çıkmaz yoldur.” Burada Atatürk’ün liderlik özelliklerinden bahsetmeyeceğim mevzumuz o değildir. Lakin şunu belirtmek gerekir ki o yanlış yaptığını kabul eder ve bu yanlışı başkalarının da yapmaması konusunda insanları uyarırdı. Tıpkı dil harekatında olduğu gibi. Atatürk’ün yaşarken ki kendi deyimiyle hatasını o öldükten sonra adeta kelimelere ırkçılık yapılarak, çok daha sert bir şekilde tasfiyecilik olayı 1942 yılında dönemin cumhurbaşkanı öncülüğünde başlamıştır. Bu harekatın adını: Öz Türkçe, arı Türkçecilik, devrimci görüş gibi çeşitli hâllerde duyabilirsiniz. En önemli meselelerimizden, kültür problemimiz olan dil meselesi de böylelikle, güzel ülkemde her daim olduğu gibi, ideolojik bir çatışmaya, siyasi meseleye döndürmesini başarmışızdır. Öz Türkçe kelimesinin bir kavram kargaşası yaşadığını düşünmekteyim. Örnek verecek olursam birisi bana bu harekatı destekleyip desteklemediğimi soracak olursa cevabım kesinlikle evet olacaktır. Ama aynı zamanda öz Türkçe denilen olaya karşı çıkıyorum, bu nasıl olacak diyecek olursanız elcevap: Dilimize yerleşmiş Arapça ve Farsça kelimeleri atarak onların yerine Fransızca veya başka yabancı dil kökenli kelimeleri almaya mutlak surette karşı çıkıyorum. Ömer Seyfettin Beğ’in 1912 yılında yayımladıktan sonra büyük yankı uyandıran ve dilde sadeleşmenin de temelinin dayanağı olan Genç Kalemler Dergisi’nin Yeni Lisan Makalesi’nde belirttiği gibi: Türkçeleşen kelimeler, Türkçedir! Dilimize yerleşip Türk kültürüne uygun hâle dönüştürdüğümüz kelimeleri atmanın dil kültürümüzü zayıflattığını düşünüyorum. Ben tasfiyeceliğe karşıyım kısaca. Sözlerimi aziz önderimizin sözleriyle noktalamak istiyorum. "Kitap, kâtip, mektup benim; ketebe, yektübü ve geri kalanı Arap'ındır. Kitaba 'bitik,' kâtibe 'bitikçi' diyemezsiniz. Derseniz onlar yabancı olur." Günümüzden bakıldığında belki bu meseleler geçmişte kaldı, tartışmak hatta konuşmak bile anlamsız gelebilir ancak bugün dil meselesi konusunda daha tehlikeli bir durum ortadadır. Konuşmalarının arasına Fransızca, İngilizce kelimeler serpiştirmenin aydın, entelektüel kişiler olarak gözükmesini sağlayacak güruh hali hazırda mevcuttur. Bu örnekler uzar gider ama hepimiz dikkatli olmalıyız. Konuşurken, yazarken seçtiğimiz kelimelere özenmeliyiz. Örneğin: Dizayn yerine tasarım, online yerine çevrim içi, admin yerine yönetici, exit yerine çıkış, check etmek yerine kontrol etmek… Hepimizin üzerine büyük görev düşüyor bu noktada güzel dilimizi koruyup, gelecek nesillere aktarabilmek için… Bu konu üzerinde okuma yapmak isteyenlere ise Nihad Sami Banarlı’nın Türkçenin Sırları ve Türk Ayştaynı olarak bilinen Oktay Sinanoğlu’nun Bye Bye Türkçe eserini öneririm. Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır. Başbuğ Gazi Mustafa Kemal. Esen kalın. (Zeynep K.)
Ben deneme tarzı kitapları pek sevmediğim için okurken zorlandım. Kitabın özeti Nurullah Ataç'in herkesi eleştirmesi diyebilirim. Kendisine yapılan eleştirileri çok kabul eden bir adam değil. Biraz sinir bozucu bir kişiliği var gibi geldi bana. Arkadaşından tut babasına kadar hatta dilini bilmediği için okumadığı esere kadar her şeyi eleştirmiş. Bir deneme yazarı olarak kendi alanında hakkını vermiş olmasına rağmen fazla eleştiri okumak beni sıktı. Kalın bir kitap olmamasına rağmen kitabı çok zor bitirebildim. Deneme okumayı sevenler nasıl bulur bilemem bunlar deneme okumayı sevmeyen ya da henüz güzel bir deneme kitabıyla karşılaşmamış olan benim görüşlerim. (Büşra Çavuşoğlu)
Edebiyatımızın Huysuz ve Tatlı Amcası: Nurullah Ataç Türk Edebiyatında benim en sevdiğim deneme yazarlarındandır. Onu okumak büyük bir keyif. Yazdıklarıyla insana yeni şeyler öğretip, düşündüren, güldüren... Sivri dilli yazarlığının yanında aynı zamanda kendini yetistirmiş çok bilgili bir yazar. Nurullah Ataç'ı okuyun okutun derim. Her defasında ondan öğrenecek çok şey var diyorum. Karalama Defteri'nden aşağıdaki sözleri biraz eleştirel okumanızı tavsiye ederim. "Kimsenin zevkine karışacak değilim. Bilirim, benim hoşlanmadığım bir şairi başka biri sevebilir. İşte Mehmet Akif. Ben "Nesini beğeniyorsunuz onun?" dedim mi, karşımdakiler uzun uzun şiirlerini okuyorlar, coşuyorlar o şiirlerle. Abdülhak Hamit Bey için öyle değil, kimse bilmiyor onun şiirlerini, kimse okumuyor artık. Dahası var: ünlü yazarlarımızdan biri bir gün, Abdulhak Hamit'i anmak için yapılan bir törende söz söyleyecekmiş, "öveceğim o adamı, bari bir de şiirini okuyayım" demiş, taramış, şöyle insan içine çıkarılacak bir şeyini bulamamış..." . . Nurullah Ataç üzerine Haldun Taner'in aşağıda yazdığım sözleri var. Günlerin Getirdiği~Sözden Söze kitabının arka kapağından. Her okumam da yüzümde gülümsemeye sebep olan,onunla ilgili bütün düşüncelerime resmen tercüman olan yazıyı sizde okuyun lütfen! "Hani aile içinde, yaşlı bekâr amcalar vardır. Bir günleri bir günlerine pek uymaz. Neden hoşlanır, kimi sevmezler, kimi sever, neden hoşlanmazlar, belli olmaz. Ama yine de patavatsızlıklarına rağmen dürüsttürler, hırçınlıklarına rağmen candan. Hattâ yolları beklenir. Yine çıkagelse de didişse, kavga etse, veriştirse diye varlıkları aranır. "İşte Ataç usta da edebiyatımızın böyle eserekli bir amcası idi." (Luna Lunera)
Karalama Defteri - Ararken PDF indirme linki var mı?
Nurullah Ataç - Karalama Defteri - Ararken kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Karalama Defteri - Ararken PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Nurullah Ataç Kimdir?
Nurullah Ataç (d. Nurullah Ataç, 21 Ağustos 1898 - 17 Mayıs 1957), Türk eleştirmen, denemeci, yazar, şair. Eleştiri ve deneme alanı dışında hemen hemen yapıt vermeyen sayılı yazar ve şairlerden biridir.
Hayatı
Nurullah Ataç, 21 Ağustos 1898'de Hammer'in Osmanlı Tarihi isimli kitabı Türkçeye çeviren Mehmet Ata Bey'in oğlu olarakİstanbul'da doğdu. Nurullah Ataç'ın babası Mehmet Ata başarılı bir bürokrat idi. İlkokuldan sonra Galatasaray Lisesi'nde 4 yıl okudu. Daha sonra eğitimini İsviçre'de sürdürdü. Babasının ölümünün ardından 1919'da İstanbul'a döndü.1922 yılına kadar İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ni sürdürdü tamamlayamadı. Fransızca öğretmenliği ve çevirmenlik yaptı. 1945'ten sonra Cumhurbaşkanlığı çevirmeni olarak görev yaptı.
1926 yılında Leman Ataç ile evlendi. Bu evlilikten 1926'da, daha sonra babasının yaşamından kesitler anlattığı kitabı "Babam Nurullah Ataç"ı yazacak olan Meral Ataç Tolluoğlu doğar.
TDK yayın kolu başkanı oldu. İlk şiirleri Dergâh'ta yayımlandı. Fransız, Latin ve Rus klasiklerinden çeviriler yaptı. Gazete ve dergilerde eleştiri ve deneme türünde yazılar yazdı. Eleştiri yazılarıyla Türk edebiyatında izlenimci eleştirinin ilk örneklerini verdi. Akşam'da tiyatro eleştirmenliği, Hakimiyeti Milliye, Ulus, Milliyet, Tan, Posta, Cumhuriyet, Son Havadis, Dünya gazetelerinde eleştiri yazıları çıktı. Denemeleri Türk Dili, Varlık, Yedi gün, Ülkü, Seçilmiş Hikayeler dergilerindedir.
Nurullah Ataç’ın pek çok kez kullandığı takma isimlerden bazıları Sabiha Yağızlar, Alkan, Ahfeş, Süha Kavafoğlu, Ali Gümrükçü olarak sıralanabilir.
Ataç yazı yaşamına tiyatro eleştirisi ile başlamıştır. İlk yazısı 1921’de Dergâh’ta yayımlanan “Türk Tiyatrosunda İlk Göz Ağrısı” adlı tiyatro eleştirisidir. Ataç, tiyatro eleştirisi ile ilgili yazılarını Dergâh ve Akşam dışında Hâkimiyet-i Milliye, Milliyet, Son Posta, Haber-Akşam Postası, Ulus, Son Havadis gazetelerinde ve Hayat, Darülbedayi (Türk Tiyatrosu), Yeni Adam, Ülkü dergilerinde yayımlamıştır. Bu gazete ve dergilerde 1921-1957 yılları arasında tiyatro hakkında yaklaşık 125 yazısı bulunmaktadır ve bu yazıları kitaplarına girmemiştir. Ataç, tiyatro eserleri için yazdığı eleştirilerle Türk tiyatrosu için bir yol gösterici olmuştur. Batılı tiyatroyu yakından tanıyan Ataç, Türk tiyatrosunun ve seyircisinin Batı’nın seçkin oyunlarını oynayacak ve izleyecek düzeye gelmesi için çok çaba harcamıştır. Ataç tiyatro hakkında yazmış olduğu eleştirilerle yalnızca tiyatro sanatı ile ilgili teorik görüşlerini ve Türk tiyatrosunun tarihî gelişimini gözler önüne sermekle kalmamış, aynı zamanda bu sanatın ülkemizde gelişimine de katkıda bulunmuştur.
Yazınsal Biçimi
Dilde yalınlaşma ve özleştirme deviniminin savunucularındandır. Türkçedeki yabancı sözcükleri kullanmamış, dille düşünce arasında dolaysız bir ilişki olduğunu, somut düşünme geleneğinin doğabilmesi için kavramların saydam, hangi kökten geldiklerinin anlaşılır olması gerektiğini vurgulamıştır. Bu yol da, Ataç'a göre, Latince, Grekçe, Farsça, İngilizce,Arapça gibi yabancı dillerin eğitimini zorunlu kılmak başarılamayacağına göre, bunlardan alınan sözcüklerin Türkçeleştirilmesinden geçer:
“
Uydurma dil dediler mi, bir şey söylediklerini sanıyorlar. Söyleyim ben size; Bu uydurma sözünü, Türkçecilik akımına karşı bir silah diye kullanmaya kalkanlardan ne dediğini bilen, şöyle gerçekten düşünerek konuşan bir tek kişi tanımıyorum. Evet, uyduracağız, bizim yaptığımız, uydurduğumuz kelimeler de yavaş yavaş halka işleyecek, eski Arapça, Farsça kelimelerin işlediği gibi. Onların yerini tutacak.
”
Bazı yazılarında arı Türkçe kullandığı için anlaşılmaz olarak eleştirilmiştir. Onu eleştirenler arasında Attilâ İlhan, Halit Fahri Ozansoy gibi isimler vardır.[3]Divan Edebiyatıgeleneğini iyi bildiği anlaşılır, kişisel olarak zevk aldığını da belirtir, fakat zamanını doldurmuş bir yazın olduğu görüşündedir. Yazı diliyle konuşma dili arasındaki uçurumu kapatma çabasının bir parçası olarak özgün Türkçeyi ve devrik tümceyi kullanmasıyla döneminin yazarlarını da, daha sonraki kuşakları da etkilemiştir.
“
Oysaki ben, öz Türkçe için nice kazançları teptim, rahatımı kaçırdım, üzdüm kendimi, adımı deliye çıkarttım. Hepsi de ne dediklerini bilmez, kafalarına düşüncenin gölgesi bile girmemiş birer alıktır bana deli diyenler. Öz Türkçeye özenişim de duygularımın etkisiyle değildir. Latince, Yunanca öğretilmeyen bir ülkede tek doğru yolun, tek usul (akla uygun) yolun öz dile gitmek olduğunu düşüncemle anladım da onun için o yolu buldum.
”
Ölümü
1955 yılında gut ve şeker hastalığı ortaya çıktı. Eşinin 1955 yılında ölümünün ardından karaciğer ve böbrek rahatsızlıkları başladı. 17 Mayıs 1957 yılında İstanbul Numune Hastanesi'nde öldü.
Ölümünden sonra birçok yazın ve sanat dergisinde kendisi için özel sayı çıkartılmıştır ve hakkında 2 kitap hazırlanmıştır. Bunlardan ilki 1959'da Tahir Alangu'nun hazırladığıAtaç'a Saygı isimli, O'nun için yazılmış yazıların derlendiği bir kitaptır. İkincisi ise, Türk Dil Kurumunun 1962'de Ankara'da çıkardığı Ataç isimli kitaptır.
Nurullah Ataç Kitapları - Eserleri
- Gene Yalnızlık
- Karalama Defteri - Ararken
- Günlerin Getirdiği - Sözden Söze
- Diyelim - Söz Arasında
- Okuruma Mektuplar - Prospero ile Caliban
- Günce 1956-1957
- Aisopos Masalları
- Günlerin Getirdiği
- Söyleşiler
- Günce 1953-1955
- Karalama Defteri
- Karalama Defteri - Sözden Söze
- Ataç Diyelim
- Keziban’a Mektuplar
- Prospero ile Caliban
- Dergilerde
- Ataç
Nurullah Ataç Alıntıları - Sözleri
- Sevdiğim bir şiiri tanıdıklarıma okumadığım, yahut bir edebiyat sorusu üzerine tartışmaya girmediğim günler, yaşadım saymam kendimi. (Diyelim - Söz Arasında)
- Ne diyor Sultan Süleyman "Aşkıma müstağrakım kılmam nazar hiçbir yana - Bilmezsem var mı cihanda sana benzer ya değil." (Okuruma Mektuplar - Prospero ile Caliban)
- Öğretmenin kitaplığı kurulunca ilkokulu bitirmiş olanların kitaplığı da kurulur. (Gene Yalnızlık)
- Günler geçtikçe şiir şudur, şiir budur demekten uzaklaşıyorum, şiir arıyorum, bana şiir zevkini verecek söz arıyorum. Divanları karıştırıp şiir arıyorum, halk türkülerini dinleyip şiir arıyorum. (Ataç Diyelim)
- Yalancıları susturacağız diye ya doğrucuları da susturursanız? (Diyelim - Söz Arasında)
- Hiç şüphe etmeyin: Her aldığınız kitap iyi çıkacak.. (Söyleşiler)
- Av köpeğinin biri bir tavşan yakalamış, bir ısırır, bir ağzını burnunu yalarmış. Tavşan dayanamamış: "Ayol, ya ısırmayı, ya öpmeyi bırak da dostum musun, düşmanım mısın bir anlayayım" demiş. (Aisopos Masalları)
- Anıların, geçmişi anmanın tadı, güzelliği de bir umut beslememize bağlıdır. Umutsuz kişiye anılar da bir avunma getiremez, onlar da gözlerini ışıklandıramaz. (Günce 1953-1955)
- Aşk tehlikeli bir konudur, çocuklara açmaya gelmez. (Günce 1953-1955)
- Ölümü düşünmeden, aklımıza getirmeden yaşamak elbette en iyi şey, ama elimizde mi? Ölüm düşüncesi bizi bir yol sardı mı, bir daha bırakmıyor, sevinçlerimiz gülmelerimiz içinde bile kendini duyuruveriyor. Yaşamak cömertliktedir: saatlar, günler, aylar, yıllar geçiversin ne çıkar?.. Ölüm korkusu Ölüm düşüncesi ise bizi cimri ediyor; aman bu saat geçmesin! sıkıntılar içindeyim, yarın belki bir genişliğe kavuşacağım, olsun gene de bu saat geçmesin! yarın, o güzel yarın benim ömrümü kısalmış bulacak… Ölüm düşüncesinin çağımızda çok yaygın olduğunu sanıyorum: bakın şairlerin çoğu, hemen hepsi yaşamanın güzelliğini anlatıyorlar. Yaşamanın geçici olduğunu, o nimeti çabucak yitireceğimizi duymasalar, düşünmeseler, hep onun güzelliğini anlatırlar mıydı? O sevincin altında bir acı var ki kendini gizliyemîyor. Öyle sanıyorum ki dünün acılan seven, ölümü istiyen, yeryüzünden yalanıp duran, bir an önce yerin dibine mi, göğe mi, neresi olursa olsun işte oraya göçmek için çırpınan, “Ey ölüm! koca kaptan, vakit erişti, demir al! Bu ülkeden sıkıldık, ey ölüm! açılalım!” diyen romantik şairi, ölümün ne olduğunu, yaşamanın tutarsızlığını bizim kadar anlamamıştı. Ölümle oynuyordu o, biz ise onunla oynanamıyacağını anladık, bir yol gözlerimizi kapadık mı bir daha hiçbir güzelliği duyamıyacağımızı, göremiyeceğimizi, bu yeryüzünden başka bir acun olmadığını anladık, onun için ölümle sakal aşamıyoruz, çabucak kaçacağını bildiğimiz yaşamayı yudum yudum tatmak istiyoruz. (Karalama Defteri)
- Hani şiir okumağı, hikâye okumağı boş bir iş sayıp da kendilerine yakıştıramayan kimseler vardır, siz onlar arasında başkalarını anlıyan, başkalarının dertlerine, kaygılarına ortak olan birini gördünüz mü hiç? (Günlerin Getirdiği - Sözden Söze)
- Hadini de deli gönül hadini. Aramazlar gurbet ile gideni. Ak göğüs üstünde çakır dikeni Bitmeyince gönül yârdan ayrılmaz. Karacaoğlan (Okuruma Mektuplar - Prospero ile Caliban)
- Kişi dilediğini başarırmış... Doğru mu? Doğruysa da ben o kişilerden değilim, bilirim kendimi. (Günce 1956-1957)
- Adamın biri tahtadan bir Hermes (2) yontusu yapmış, pazara götürüp satılığa çıkarmış. Bakmış ki alan olmuyor, ille bir alıcı bulayım diye başlamış bağırmaya: "Bu benim sattığım tanrının insana çok iyiliği dokunur, her işinde kazancını artırır." Oradan biri geçiyormuş, durmuş: "Be adam! O kadar iyiliği dokunursa ne diye satarsın? Sakla da sana iyilik etsin" demiş. Putçu: "Beklemeye vaktim mi var benim? Ben hemen bir yardım istiyorum. Oysa ki bu, acele nedir, hiç bilmez: durur durur da ondan sonra eder edeceği yardımı!" demiş. (Aisopos Masalları)
- Mutluluğa ermek için inanmayı öğütlemek de, bir iş görmeyi öğütlemek de kendi kendimizden kaçmayı öğütlemektir. Doğru değil bence. Ben mutluluğu anlamakta görenlerdenim, aldanmakta, avunmakta değil. Kendimizi anlayalım, elimizden ne gelir, ne gelmez, bilelim onu, yeter mutlu olmamıza. Üzüldüğümüz de olurmuş. Olsun. Üzülmenin de mutluluğa yardımı vardır. (Günce 1956-1957)
- Doldururlar evlerine kitapları, bir yerde bir kitap gördüler mi, nedir diye bakmadan geçemezler, benim sokakta gördüğüm her kediyi okşamak istemem gibi. (Diyelim - Söz Arasında)
- Siz sever misiniz boyuna gülümseyenleri? Hani sağlarına bakar gülümserler, sollarına bakar gülümserler. Doğrusu, ben iğrenirim öylelerinden. Yalandan gülümseye gülümseye yalan işler içlerine, bütün işlerine bir düzmecelik siner. Öylelerini gördüm mü, kaçarım. Çoğu alıktır, düşüncesizdir onların. Alık oldukları, düşüncesiz oldukları için de kötü olurlar. (Günce 1956-1957)
- "Romanlardaki kişiler de bizleri yöneten yasalara uymak zorundadırlar, onlar da bizim gibi, ancak bizim gibi birer kişidir, gerçeğin çocuklarıdır." (Karalama Defteri)
- Ben, şımarık gençleri günümüzün istediği o sünepe, köhne kafalı gençlere yeğlerim. (Günce 1953-1955)
- Gül rengi yüzün benli de sinen niye bensiz? (Prospero ile Caliban)