Kiralık Konak - Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Kiralık Konak kimin eseri? Kiralık Konak kitabının yazarı kimdir? Kiralık Konak konusu ve anafikri nedir? Kiralık Konak kitabı ne anlatıyor? Kiralık Konak kitabının yazarı Yakup Kadri Karaosmanoğlu kimdir? İşte Kiralık Konak kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Yayın Evi: İletişim Yayınları
İSBN: 9789754700084
Sayfa Sayısı: 232
Kiralık Konak Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
İmparatorluğun çöküş çanlarının sesi işitilirken kuşaklar arasında farklılaşan değer yargılarının, yaşam biçimlerinin çatışmasını sergileyen bir roman. Seniha-Faik-Hakkı Celis üçgeni. Tedirgin, yerleşememiş insanlar topluluğunun ortak ruh halleri, aranan nedenler, bulunan farklı gerekçeler.
Yirminci yüzyılın ilk yarısında büyük bir üretkenlikle dergilere yazdığı şiir, öykü, makale ve eleştri türü yazılarla Türk edebiyatı sahnesine adımını atan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, romanları, hikayeleri, denemeleri, oyunları ve anılarıyla, en önemli edebiyatçılarımız arasında yer alır. Üslup özellikleri bakımından Yakup Kadri'nin 1910'dan 1974'e dek verdiği eserler Türkçe'nin geçirdiği bütün evreleri yansıtır. Eserlerinin konu ve fikir zenginliği de dil özelliklerinin çeşitliliğinden aşağı kalmaz. Yakup Kadri'nin Fransız edebiyatı etkisinde başlayan yazarlığı, 1920'lerden sonra özgün bir sese kavuşarak siyasi ve sosyolojik konulara, tarihe, dönem çatışmalarına ve birey psikolojisi irdelemelerine yönelir. Fecr-i Ati'den yetişmiş ama bunu izleyen elli yıl boyunca toplumsal koşullar, tarihi süreçler ve bireysel portreleri romanın dokusuna işlemek için roman tekniğiyle de boğuşmuş bir yazar olan Karaosmanoğlu'nun eserleri, hala tüketilmemiş ayrıntılarının tartışılıp incelenmesi gereken zengin bir "panoroma"dır.
Kiralık Konak Alıntıları - Sözleri
- Bırak seni seveyim. Sen istediğini yap, istediğini sev; fakat, müsaade et ki, ben daima yanında bulunayım.
- "...sevmek, daima sevmek!" diyordu."Sonuna kadar, her şeye rağmen, ezalar, cezalar, hummalar ve gözyaşları içinde ve hastalıklar ve ölümler önünde daima sevmek."
- "Unutunuz! En iyi intikam bu değil mi?"
- Binalarımız, eşyalarımız, elbiselerimiz gibi ahlâkımız, terbiyemiz de rokokolaştı.
- Bazı erkekler şu veya bu tarzda kadınlardan, bazı kadınlar şu veya bu biçimde erkeklerden hoşlandıklarını söylerler: “Benim tipim şudur, benim idealim budur.” derler, halbuki günün birinde söylediklerinin büsbütün zıddını severler.
- Kızmak veya gücenebilmek için mutlaka biraz anlamak lazımdır.
- "Siz çok gezdiniz, çok gördünüz. Fakat ben çok düşündüm, çok hissettim. Bizi pişiren ıstıraptır; gezip görmek değil."
- Yeşil gözleri sevmeyiniz; sizi anlayan siyahlardır.
- "Memlekette, hiçbir şeye karşı hürmet hissi bırakmadılar."
- “Unutunuz!En iyi intikam bu değil mi?”
- Hakkı Celis, sesi titreyerek sordu: "Dayı, kiminle konuşuyorsunuz, kiminle?" İhtiyar adam hafifçe güldü: "Kendimle, yavrum, kendimle! Benim derdimi benden başka kim anlar?" dedi.
- Fakat bilmiyorlar ki aşk, mucizeyle doludur, daha doğrusu aşk, bizzat mucizedir.
- "Yolumuzun sonunda belki bir uçurum da olsa yürüyeceğim; zira benim için hiçbir şey geriye dönmekten daha fena değildir!"
- Birden her şeyden o kadar yoruldum, o kadar iğrendim, usandım ki, şimdi biraz rahat etmekten başka bir şey istemiyorum. Biraz rahat, biraz refah...
- En güzel bir yüze bir iskelet ifadesi vermek için iki gecelik bir uykusuzluk, bir sevgiyi bir alışverişe çevirmek için birkaç paket iskambil kâğıdı, en zarif bir adamı bir dilenciye döndürmek için üç yüz elli liralık bir borç kâfiydi...
Kiralık Konak İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Avrupaya Gitme Hayali Hakkında: Avrupaya gitme hayalinin nedenleri: Avrupaya gitme arzusu her dönem Türkiyesinde, her dönem doğusunda vardı. Şimdiki gençler bu Avrupaya gitme arzusunun ülkenin kötü gidişatının sonucu olarak "yalnızca bu dönem" olan bir şey olduğunu sanıyorlar ama hayır. Siz ekonomik nedenlerden ötürü Avrupaya gitmek isteyecek olmasanız, kültürel nedenlerle gitmek isterdiniz. Çünkü özentisiniz ve bu hiç anormal değil, akran baskısının daha doğrusu "çevre" baskısının en yoğun hissedildiği dönemler bu dönemler olduğu için herkes ne diyorsa he dersiniz.Zevklerinizi arzularınızı kendiniz seçmiyorsunuz, artık bu o kadar sıradan bir şey haline geldi ki orijinal düşünmek mi zaten orijinal düşünüyorum diyecek haldesiniz. Bu akran baskısından kurtulmanın yolu akranlardan kurtulmaktır, çağdışı şeylerle uğraşmaktır. Kanka niye kitap okumuyorsun da film izliyorsun, ki kitap okumanın harika bir şey olduğu sürekli söylenir hatta kitap okuyan insanlara havalı olmak için mi okuyorsun diye de sorulur. Kanka havalı olmayı bu kadar umursadığın halde bu kadar havalı bulduğun bir şeyi neden yapmıyorsun? Demek ki o baskı yeterince yoğun değil, o baskı vücudunun tümünü kaplamış, vücudunda tembellik baskıdan daha çok bulunuyor. Ki zaten baskı temelli bir arzu senin arzun da olamayacağı için bunu gerçekleştirmek için yeterli çaba harcamaman anormal değil. Eninde sonunda sıradanlaşacak, alışılacak olan şeyleri arzulamayı ve de onların peşinden koşturmayı bir bırakın artık. Sıradan arzuların gerçekleşmesi ise cidden sıradışı bir olay bunca ahmağın arasında neden bu ahmak seçildi bu ahmakça hayali yaşamak için? Einstein'in aynı şeyi yapıp farklı sonuç beklemek ahmaklıktır sözünü yüz kere duyduğun halde neden anlamamakta ısrar ediyorsun, niye babangili sıradan yollardan gitmekle eleştirdiğin halde, onu gerikafalı bulduğun,"kafasını" beğenmediğin halde aynı gerikafalılığı sergiliyorsun. :D Dürüst olayım çünkü sende o "genetik yeterlilik" yok. Su akıyor yolunu buluyor,deha kişi sizin gibilerin arasında dahi dehasını sergilemenin yolunu buluyor,düşünmek konusunda belki doğruluktan bile önemli olan şey orijinalliktir.Medya denen şey her geçen gün daha kapsayıcı hale geliyor ve her yöne yayılıyor. Sabah seni uyandıran alarm telefonunda, gece uyumak için telefondaki saate bakıyorsun. Sürekli olarak şu allahın belası ekranlara bakıyorsun. böyle düşünüldüğü zaman kitap okumak da bir "ekrana" bakmaktır ve ekrana bakmak pencereye bakmak benzetmesi üzerinden düşünülürse tek bir noktaya kısıtlar insanı. Bu yüzden kitap okumak çok abartılmamalıdır demek isterdim ama devir hangi ekrana bakacağını seçme devri haline geldi. 1800'lerde Schopenhauer'un okuma zamanını kısıtlamak gerekir demesi mantıklıdır. Çünkü azıcık aklı çalışan birinin o dönemde okumak dışında yapacağı şey gözlem yapmak ve düşünmektir. Ama bu dönem için asla aynısı söylenemez. Tavsiyeler bireylere özel olması gerektiği gibi çağına da uygun olmalıdır.Artık bir insan orijinal düşünemeyecek olsa bile doğru düşünmek adında kitap denen ekrandan gözlerini ayırmamalıdır. Çünkü bu ufak doz zevkler ve üç kuruşluk hayaller fazla cezbedici. Ki bolca kitap okumuş, fikir üretmiş, "entelektüel" hazzı tatmış biri, fikir dünyasının bu dünyadan çok daha geniş olduğunu bilecektir. Bu denli her şeye sahip olma arzusu içinde olan- ki idealist olma nedenleri de budur adaletsizliğe adaletin kendisi için karşı çıkıyorlarmış gibi dursalar da asıl istekleri bütün ışıkların kendi üzerlerine dönmesi, dünyayı kurtaran kişi olmak- insanların fikir dünyasındaki daha büyük olanı istemeyişlerinin tek nedeni ahmaklıkları olabilir. Avrupaya gitme hayalinin gerçekleşme ihtimali : Burada milli piyangoyu bir kişi kazanıyor diye oynayan binlerce kişi var. Avrupaya gitmek isteyen herkesin Avrupaya gittiğini düşünelim. Avrupa doğu olur, Avrupa Türkiye. hayır fark edildiği üzere kimse Türkiyede olmak istemiyor, e hepimiz Avrupaya gittiğimiz zaman Avrupa Türkiye olacaksa orada bulunmak istemeyeceklerdir. Bu yüzden onların istediği şey kendilerinin avrupaya gitmeleri. Esasen bu yalnızca bu konuda da böyle değil. "Ben cerrahpaşa istiyorum", "Ben boğaziçi istiyorum" bunları söyleyen bir kişi sınıftaki sevdiği arkadaşlarının buralara gitmesini istemeyen kişidir. bu denli bencil mahlukların, idealist olduğunu söyleyen çok büyük hata ediyordur. Gerçek ülküler ve idealler sadece bireyin isteklerini tatmin etmek üzerine kurulu olmazlar. Başkalarını da işin içine katarlar. Ama bu şahsiyet tüm Avrupayı kendine istediği yetmiyormuş gibi ülkesindeki üniversiteyi de kendisine istiyor. Dünya tarihine bakınca bu kadar şeyi elde etme çabasının içinde olup da(ki herkes bunun içinde) bunu başaran kişi sayısı kaç? 100 yılda bir geliyor bu şahıslar. Azıcık hedefleri düzgün oturtmayı becerseler daha iyi olacak demek isterdim lakin bu yarış mantığı sürdüğü müddetçe - ki bu apaçık doğadan alınmadır ki zaten insanoğlu yaratıcı bir varlık hiç bir zaman olamamıştır,yaptıkları şeyleri hep "altında ezildikleri" ve "yenmeye çalıştıkları doğadan almışlardır.Egoları hep o yarattıkları mitlerdeki karakterler gibi.ez yok et, sanki her şey aşılması gereken bir tepe,her şey yok edilmesi gereken bir düşman-hep o dayatılan ideale ulaşmak daha da zor olacak. Birileri bunların peşinden gittikçe o hedef daha da ileri bir noktada ulaşılabilir hale gelecek. Niceliğe değer biçilen bu sistemde şahıslar toplu halde bunun peşinden koşuşturdukça yere düşenlerin sayısı her geçen gün artacak ve gün gelecek bitiş çizgisine kimse ulaşamaz hale gelecek.O gün geldiğinde kimsenin ulaşamayışı çıtayı dibe indirecek. E bu sefer de herkes yapabileceği için hiç bir değeri kalmayacak çünkü her zaman niceliğe değer veriyorlar. Bir şeyleri beğenirkenki koyunluklarını bir şeyleri beğenmezken de sürdürüyorlar. Bunu sadece beyaz tüylü koyunlar yapmıyorlar, her şeyin karşıtı olan siyah tüylü antisosyaller de yapıyorlar. Bu bireyliği sürdürebilmelerini sağlayan şeyin her şeyin karşılarında oluşları olduğunu bildikleri için fena korkuyorlar ve korktukları anda o bireysellikleri yok oluyor ve klonların a-klonları haline geliyorlar. Bu şahıslar dostoyevskiye laf ederek kendilerini gösterirler genelde :D. Artık bu sıradan hedefler için sıradışı çabalar gerektiği için bireyler sıradışı hedeflere ufacık çabalarla ulaşabilir hale geliyor. Bu bir ormandaki vahşi hayvanların ormanın dışına çekilmesi gibi. Hayvanlar ormandan çıkarsa orman vahşi olmaktan çıkar. Artık bir hayal söz konusu ise bu hayalin orijinal olması onun şah damarı haline geldi. Yarışılan kulvardaki kişileri geçmek yerine yarışılan kulvarı değiştirmek ve en az atın bulunduğu kulvarda yarışmak en mantıklısı.lakin yalnızca nadir olması yetmez paha biçilemez olmalı bu yüzden o hayal size ait olmalı. Size ait olan şey, en çok sevdiğinizi konu ise başarılı olma ihtimalinizin en çok olduğu konu bu yüzden bu sıradan hayaller bırakıp, gençlikteki bu uzun ve boş dönem kendini bulmak için harcanmalı. Peki Avrupa ne istiyor? Son dönemde Avrupa'daki Doğu özentiliğini görmemek için kör olmak lazım, önüne gelen meditasyon yapıyor,yoga da cabası. Doğudakiler Batı'nın maddi dünyasından mahrum bu yüzden doğunun sivri zekaları birer birer Avrupaya gidiyor ve Harvard birincisi oluyor. Batı ise boşluğun maddiyatla dolmadığını fark ettikten sonra bir arayış içerisine giriyor ve bu arayışını maneviyatta arıyor. Son dönemlerde Spiritüelizm,dinden çıkanların yeni dini olmuş durumda. Çok hoş, sanatsal bir havası var Ruhçuluğun sanıyorum bu yüzden buna bu kadar fazla bir yöneliş var ancak sonuç olarak bizim gençlerimiz ve insanımız Batıya özenirken, Batı da Doğuya özeniyor. Ademoğlu ikiyüzlü ve de doymaz, bu yüzden her zaman elinde olmayanı istiyor . (Polycephaly)
Roman, II. Meşrûtiyet zamanlarında gerçekleşmekte. Batılılaşma ve geleneksel değerlerin ayrımının; her iki görüşe sahip kişilerin aynı çatı altında buluşması ile anlatılması kuşak çatışmasını da beraberinde getirmiş. Toplumsal olarak batılılaşmayı İstanbulin ve Redingot giyinilmesi üzerinden anlattığı şu cümlesi tüm kitabı özetliyor diyebilirim: “İstanbul’da iki devir oldu: Biri İstanbulin; diğeri redingot devri… Osmanlılar hiçbir zaman bu İstanbulin devrindeki kadar zarif, temiz ve kibar olmadılar.” (dnz)
Ne kadar isterse istesin bir Doğulu, tam anlamıyla bir Batılı olamaz ya da tam tersi. Çünkü bunun için içimizdeki kökleri sökmemiz gerekir. Fakat bunu yaparsak ne olacağı gayet açık: hiç şüphesiz ki kökleri sökülen bir çiçek ölmeye mahkûmdur. İşte bu yüzdendir ki Batı'nın Avrupaî havası ne kadar göz kamaştırıcı olursa olsun, aslında bizleri içten içe çürüten bir zehirdir. Yakup Kadri de bu kitabında, sahibi olmadığımız bir zihniyetin, üzerimizde biçimsiz ve çirkin bir esvap gibi eğreti durduğundan bahsetmiş. Biraz özümüzü hatırlamak ve birtakım iç muhasebeler yapmak için okunması gerektiğini düşündüğüm harika bir yapıt. (Ayşe)
Kiralık Konak PDF indirme linki var mı?
Yakup Kadri Karaosmanoğlu - Kiralık Konak kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Kiralık Konak PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kimdir?
27 Mart 1889´da Kahire´de doğdu. İlköğrenimine ailesiyle birlikte gittiği Manisa´da başladı. 1903´te İzmir İdadisi´ne girdi. Babasının ölümünden sonra annesiyle yine Mısır´a döndü, öğrenimini İskenderiye´deki bir Fransız okulunda tamamladı. 1908´de başladığı İstanbul Hukuk Mektebi´ni bitirmedi. 1909´da arkadaşı Şehabettin Süleyman aracılığıyla Fecr-i Âti topluluğuna katıldı. 1916´da tedavi olmak için gittiği İsviçre´de üç yıl kadar kaldı. Mütareke yıllarında İkdam gazetesindeki yazılarıyla Kurtuluş Savaşı´nı destekledi. 1921´de Ankara´ya çağrıldı ve bazı görevler verildi.
1923´te Mardin, 1931´de Manisa milletvekili oldu. Bir yandan da gazeteciliğini ve roman yazarlığını sürdürdü. Kadro Dergisi 1932´de Vedat Nedim Tör, Şevket Süreyya Aydemir, Burhan Asaf Belge ve İsmail Hüsrev Tökin ile birlikte Kadro dergisinin kurucuları arasında yer aldı. Savunduğu bazı görüşler aşırı bulunduğu için Kadro dergisinin 1934´te yayımına son vermek zorunda kalmasından sonra Tiran elçiliğine atandı. Daha sonra 1935´te Prag, 1939´da La Haye, 1942´de Bern, 1949´da Tahran ve 1951´de yine Bern elçiliklerine getirildi. 27 Mayıs 1960´tan sonra Kurucu Meclis üyeliğine seçildi. Siyasal hayatının son görevi 1961-1965 arasındaki Manisa milletvekilliği oldu. 13 Aralık 1974´te Ankara´da öldü.
Yazı Hayatı: Karaosmanoğlu yazarlığa Ümit, Servet-i Fünun, Resimli Kitap gibi dergilerde başladı. Fecr-i Âticiler´in `sanat şahsî ve muhteremdir` görüşünü paylaştığı ve `sanat için sanat` yaptığı bu ilk döneminde Nirvana adlı bir oyun, makaleler, denemeler, düzyazı şiirler ve öyküler yazdı. Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı sırasında ülkenin durumu, sanat anlayışını değiştirmesine yol açtı. Türk toplumunun çeşitli dönemlerdeki gerçekliğini sergilemek istediği için bir ikisi dışında eserlerinde belli tarihi dönemleri ele aldı. Kiralık Konak I. Dünya Savaşı öncesinin, Hüküm Gecesi II. Meşrutiyet´in, Sodom ve Gomore Mütareke döneminin, Yaban Kurtuluş Savaşı yıllarının, Ankara Cumhuriyet´in ilk on yılının, Bir Sürgün II. Abdülhamid döneminin işlendiği romanlardır. Panorama 1923-1952 yıllarını kapsar. Karaosmanoğlu 1920´lerden sonra iyimser bir devrimci görünümündeyken, sonra umutlarını yitirerek romancılığını devrimci yönde kullanmaktan vazgeçmiştir. 1955´ten sonra da anı kitaplarından başka bir şey yazmamıştır.Romanları arasında en ünlüleri Nur Baba, Kiralık Konak ve Yaban´dır. Nur Baba Nur Baba, Karaosmanoğlu´nun ilk romanıdır. 1922´de kitap olarak çıkmadan önce gazetede yayımlanmıştır. Ama yazılışı ondan sekiz dokuz yıl öncesine gider. O yıllar Karaosmanoğlu´nun Eski Yunan ve Latin edebiyatıyla ilgilendiği ve Çamlıca´daki bir Bektaşi tekkesine devam ettiği dönemdir. Nur Baba´yı Euripides´in Bakkhalar´ından esinlenerek ve tekkedeki gözlemlerine dayanarak yazmıştır.
Roman, öykü ve makaleleri ile Türk toplumunun Tanzimattan bu yana geçirdiği değişiklikleri anlatmış bir yazardır. Asıl ününü romanları ile sağlayan yazarın en ünlü romanları Nur Baba, Kiralık Konak ve Yaban'dır. Edebiyat yaşamının başında Fecr-i Ati edebiyat topluluğunun kurucu üyeleri arasında yer almış; daha sonra bireyci düşüncelerden uzaklaşarak toplumculuğu kabul etmiş bir yazar olarak değerlendirilir. Milli Mücadele yıllarında ve sonrasında etkin bir siyasal yaşam sürmüştür. Milli Mücadeleden itibaren Atatürkün yakın arkadaşları arasında yer almış; TBMM II., IV., XII. dönemlerde milletvekilliği yapmıştır. Kadro Dergisi'nin kurucularındandır. Dergi, devrin yöneticileri ile fikir ayrılığına düşüp Kemalizmi değiştirmekle suçlanarak kapanmasından sonra diplomat olarak yurtdışında çeşitli görevlerde bulunmuştur. Anadolu Ajansı'nın kurucularındandır, ömrünün son yıllarında ajansın yönetim kurulu başkanlığını yapmıştır.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kitapları - Eserleri
- Yaban
- Kiralık Konak
- Sodom ve Gomore
- Ankara
- Atatürk
- Hep O Şarkı
- Nur Baba
- Vatan Yolunda
- Ergenekon 1 - Milli Mücadele Yazıları
- Hüküm Gecesi
- Gençlik ve Edebiyat Hatıraları
- Politikada 45 Yıl
- Panorama
- Milli Savaş Hikayeleri
- Tiyatro Eserleri
- Bir Serencam
- Ahmet Haşim
- Bir Sürgün
- Zoraki Diplomat
- Anamın Kitabı
- Hikâyeler
- Erenlerin Bağından
- İzmir'den Bursa'ya
- Alp Dağları'ndan ve Miss Chalfrin’in Albümünden
- Atatürkçülük Nedir
- Pasifik Seçme Öyküler Dizisi 4
- Okun Ucundan
- On Dördünde Bir Adam
Yakup Kadri Karaosmanoğlu Alıntıları - Sözleri
- "...sevmek, daima sevmek!" diyordu."Sonuna kadar, her şeye rağmen, ezalar, cezalar, hummalar ve gözyaşları içinde ve hastalıklar ve ölümler önünde daima sevmek." (Kiralık Konak)
- Onun için insanlığın yegâne şiarı (işareti) yüksek bir edebî zevk sahibi olmaktı. (Ahmet Haşim)
- "Dakikalar birer altın külçesidir; ey fani! Her külçenin altınını sızdırmadan bırakma!" (Okun Ucundan)
- Bu kitabın neşrinden maksat, ne aleyhimizdekileri lehimize çevirmeye çalışmak, ne milletin kalbindeki gayz ve kini yeniden tutuşturmaktır; herkesten ziyade kendimizin habersiz olduğumuz Türk mazlumluğunun derecesi hakkında bizzat kendimizi aydınlatabilmektir. (İzmir'den Bursa'ya)
- Bütün hayatınız ne kadar değersiz, ne kadar yapma hummalar içinde yıpranıp gidiyor... (Bir Sürgün)
- Çünkü inanmak insanlar için ezeli bir ihtiyaçtır. (Bir Sürgün)
- Ben, ne zamanın insanıyım? (Hep O Şarkı)
- Ben, el ayak çekildikten sonra odamın kapısını sürmeleyip kitaplarımla baş başa kalmak saatini dört gözle beklerim. Çünkü, bu ömrümün bütün hazin sergüzeştini ve yaşadığım anın ağır sıkıntısını unuttuğum tek saattir. (Yaban)
- İşsiz ve yalnız saatleri o kadar çoktur ki bu küçük ayna için onun yegâne ve daimî bir meşgalesidir, diyebiliriz. (Hikâyeler)
- kırılıp dökülen benim gönlüm (Hep O Şarkı)
- Ağa Han’ın en büyük ve hatta başlıca gelir kaynağı gerilik ve cehalettir. Asya milletleri ve bunun en karanlık bir cüz’ü olan İsmaililer, Kemalist Türkiyesi’nin yaymaya çalıştığı aydınlıkla bir kere uyanıp gözlerini açtılar mı ve yılda bir kerre yarı Tanrı olarak tanıdıkları Ağa Han’ın ağır cüssesini çeken kantar ortadan kalktı mı, vay bizim milletler arası milyonerin haline!.. Artık ne birini bırakıp öbürünü aldığı genç matmazellerin boyunlarına sıra sıra inci gerdanlık takabilir, ne Cannes’teki, Nice’deki konaklarda yan gelip oturabilir. Geçmiş ola artık bu villaların, bu şatoların, bu konakların kapısında bekleyen “Rolls Roys”lara da. İşte, Ağa Han, Tahran’ın Pakistan Büyükelçisi Raca Gazanfer Han’la beraber Türkiye’de irticaı böyle bir akıbeti önlemek için istiyordu. Zira, hissediyor ve biliyordu ki, Kemalist inkılâpçılığı maddi ve manevi sömürgeciliğin sonu demektir. (Zoraki Diplomat)
- "Saatler, dakikalar bir türlü geçmesini bilmiyordu." (Panorama)
- Ona göre, sevgi öncesizdi, sevgi sonrasızdı (Ankara)
- Batan bir gemide bile,herkes kumanda mevkiini ele geçirmek istiyor. (Atatürk)
- “ Sevmek daima sevmek! Karşımızdakinden hiçbir şey beklemeksizin, daima kendimizden vermek, esef etmemek, pişman olmamak, sevmek, daima sevmek ! “ (Nur Baba)
- “Onlar gibi olmak, onlar gibi giyinmek, onlar gibi yiyip içmek, onlar gibi oturup kalkmak, onların diliyle konuşmak… Haydi bunların hepsini yapayım. Fakat, onlar gibi nasıl düşünebilirim? Nasıl onlar gibi hissedebilirim?” (Yaban)
- Gel, demek isterdim ona ; gel sevgilim , daha yakına . Kaç zamandır hasretinle yanıp tutuşmaktayım. (Hep O Şarkı)
- Her şey unutulup geçer diyenlere inanmayınız: Bizim şimdiki ruhumuz dünkü hâdisatın muhassalasıdır. (Bir Serencam)
- "İnsan, evet, insan;" diyordu, "ona ne oldu? Onu ne yaptılar? (Panorama)
- "Sevmeden sevilmek kadar büyük bir ruh işkencesi yoktur." (Hüküm Gecesi)