Körlük, José Saramago kitap özeti - Kitap konusu ve incelemesi
Körlük kimin eseri? Körlük kitabının yazarı kimdir? Körlük konusu ve anafikri nedir? Körlük kitabı ne anlatıyor? Körlük kitabının yazarı José Saramago kimdir? İşte Körlük kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: José Saramago
Çevirmen: Işık Ergüden
Orijinal Adı: Ensaio Sobre a Cegueira
Yayın Evi: Kırmızı Kedi
İSBN: 9786052980811
Sayfa Sayısı: 336
Körlük Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Adı bilinmeyen bir ülkenin adı bilinmeyen bir kentinde, arabasının direksiyonunda trafik ışığının yeşile dönmesini bekleyen bir adam ansızın kör olur. Ancak karanlıklara değil, bembeyaz bir boşluğa gömülür. Arkasından, körlük salgını bütün kente, hatta bütün ülkeye yayılır. Ne yönetim kalır ülkede, ne de düzen; bütün körler karantinaya alınır. Hayal bile edilemeyecek bir kaos, pislik, açlık ve zorbalık hüküm sürmektedir artık. Yaşam durmuştur, insanların tek çabası, ne pahasına olursa olsun hayatta kalmaktır. Roman, kentteki akıl hastanesinde karantinaya alınan, oradan kurtulunca da birbirinden ayrılmayan, biri çocuk yedi kişiye odaklanır. Aralarında, bütün kentte gözleri gören tek kişi olan ve gruptakilere rehberlik eden bir kadın da vardır. Bu yedi kişi, cehenneme dönen bu kentte, hayatta kalabilmek için inanılmaz bir mücadele verir. Saramago’nun müthiş bir gözlem gücüyle betimlediği bu kaotik dünya, insanın karanlık yüzünün simgesi.
Körlük, ürkütücü bir roman, beklenmedik bir felaketi yaşayan bir toplumun nasıl çöktüğünün, nasıl bencilleştiğinin ve değer yargılarını yitirdiğinin hikâyesi. Konusunun ürkütücülüğüne rağmen olağanüstü bir şiirsellikle anlatılmış bu unutulmaz roman, usta yazarın belki de en etkileyici yapıtı.
Körlük Alıntıları - Sözleri
- Öldü, işte o kadar, neden öldüğünün önemi yok, bir insanın neden öldüğünü sormak saçma bir davranış, ölüm nedeni zaman içinde unutulur, yalnızca o tek sözcük kalır, öldü
- "Aslında körlük, umudun tükendiği bir dünyada yaşamaktı.."
- Bütünüyle normal insanlar gibi yaşama yeteneğimizi yitirmiş olsak da, yaşamımızı hayvanlar gibi sürdürmemek için elimizden geleni yapmalıyız.
- “Bence biz kör olmadık, biz zaten kördük, Gören körler mi, Gördüğü halde görmeyen körler.”
- “Gözlerimizi içimizi gören birer aynaya dönüştürdük, sonuçta gözlerimiz, ağzımızla inkar etmeye çalıştığımız şeyleri çoğu zaman hiç çekincesiz gözler önüne serer hale geldi.”
- Öldü, işte o kadar, neden öldüğünün önemi yok, bir insanın neden öldüğünü sormak saçma bir davranış, ölüm nedeni zaman içinde unutulur, yalnızca o tek sözcük kalır, Öldü.
- "Hayattaki her şey gibi, zamana zaman tanırsanız her şeyi çözümler"
Körlük İncelemesi - Şahsi Yorumlar
“Başka bir gezegene, oradaki kayaların yapısını incelemek için araç gönderebilecek kapasiteye sahip bu şizofrenik insanlık, milyonlarca insanın açlıktan ölmesini umursamayabiliyor. Mars’a gitmek, yanı başındaki komşuya gitmekten daha kolay görünüyor.” Demiş Jose Saramago 1998 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldıktan sonraki konuşmasında. Aslında bu anlamlı cümlesinde bile bu Körlük kitabındaki karakterler gibi bizlerin körleşmeye başladığını değil, aksine hepimizin kör olduğunu, kör olup baktığımızı, bakabilen ama görmeyen kör insanlar olduğumuzu belirtmiş. İnsanların yanındakini görmeden, umursamadan hayatlarına devam etmesine, iktidarların, baştakilerin bir yaşamı değersizleştiren tutumlarına karşı ettiği mücadelesinde yazar her daim kitaplarında da devam etmiştir hatta bu mücadelesinde kiliseden bile aforoz edilip ülkesini terk etmek zorunda kalmıştır. Kitabı okuduktan sonra kitap hakkında birçok kaynak okudum, haliyle bu kadar güzel kitap okununca insan kitap hakkında araştırma yapmak istiyor ve kitap hakkında inceleme yazarken de okuduğu yazıların etkisinde kalabiliyor, onun için bazı cümlelerim okuduğum yazıların etkisindendir ve tabii Saramago'nun cümleleri de mevcut. Körlük bir post apokaliptik roman, ama en güzel tarafı da alışageldiğimiz nükleer savaş, sebebi bilinmeyen veya bir deney sonucu zombileşme vs. gibi bilindik bir konu olmaması, aksine daha gerçekçi, herkesin hayatında en az bir kere kendi açısından düşündüğü, belki de en çok korkulan engellerden biri olarak görülen, tüm insanların çok net olarak rahatlıkla hissedebileceği şekilde bir kıyamet sonrası, ama bu sefer kıyamete sebep olan ise bulaşıcı olan “körlük”. İnsandan insana geçen, tedavisi olmayan daha doğru tanım yapmak gerekirse körlük ama nasıl bir körlük olduğu da bilinmeyen bir körlük. Kitabın güzel bir başka tarafı ise direkt bir şekilde kıyamet sonrası durum ile başlamayıp, salgının en başından daha ilk vakasından başlayıp her bir kısmı yavaş yavaş en başından okuyabilmemiz. Kitap kıyamet sonrası bir hikâye olmasının yanında da bir distopik eser. Kitabın geçtiği yerin ismini bilmiyoruz ama bu ülke pek çok ülkenin temsil edilmiş olabileceği gibi yaşadığımız ülke de olabilir; çünkü ülkede her bir şey o kadar ama o kadar tanıdık geliyor ki, ve sıradan diyebileceğimiz insanların bu çok bilindik ülkedeki akışı değiştirebilecek duruşlarını, davranışlarını gözlemliyoruz. Saramago, farklı tarzını bu romanında artık zirveye çıkarmış. Çarpıcı, korkutucu, düşündürücü hatta bu üçü kadar da mide bulandırıcı bir kıyamet senaryosu. Yazar bir gün bir kafede oturup siparişini beklerken “ya hepimiz bir anda kör olsak” diye düşünüyor ve devamında da ortaya bu eserini çıkartıyor. Körlük betimlemeleri, ışığın sönmesi değil de beyaz bir ışığın yanması, süt denizinin içindeymiş gibi körlüğün betimlenmesi gibi okuduğumuz her bir cümleyi görüp de okuyabilmemize yarayan gözlerimizin kıymetini sayfaları okuyup anladıkça, kitaptaki her bir cümle de artık okundukça insanı ürpertiyor. Ürperten bu cümleleri okurken, kitabın güzelliği ile beraber tek bir şey düşünüyoruz, okuduğumuz sayfaları okuyabilmemizi sağlayan organlarımız olan gözlerimizi. Kitabı çıplak gözle okuyun veya okumayın hiç fark etmez ama sürekli olarak aklınızda gözleriniz olacak, eminim ki sayfaları okurken, Saramago’nun birçok körlük betimlemesinde gözlerinizi kapatacak ve o hissedilen ya da hissedilemeyen duyguyu yaşamak ve en azından tatmak için o korkunuzla yüzleşmek isteyeceksiniz. Yazar roman içinde en çok beğendiğim yöntemlerden birini kullanmış, körlük salgınının geçtiği ülkenin ismini bilmediğimiz gibi kitap içindeki karakterlerin hiçbirinin de isimlerini bilmiyoruz, belki de Saramago’nun dediği gibi hiçbir karakterin isimleri bize lazım değildir. Peki yazar bize karakterleri nasıl anlatıyor, fiziksel özelliklerine ve mesleklerine göre yani sıfatlar takarak, ilk kör adam, koyu renkli gözlüklü genç kız, şehla çocuk, doktor, doktorun karısı, taksi şoförü, albay ve polis gibi, ve bu durum karakterleri tanımamız için bence daha iyi bir yöntem olmuş. Çok karakterli romanlarda özellikle de romanın başlarında karakterlerin isimleri verildikten sonra genelde kim kimdi diye karıştırırız ama Körlük’te karakterler fiziksel özellikleri ve meslekleri üzerinden tanıtıldığı için bu tarz herhangi bir sorun olmuyor. Bir diğer farklılık ise diyalogların sadece virgül ile ayrılması, aynı cümle içinde verilmesi, çok ilginçtir ki okurken hiçbir şekilde sorun oluşturmadı. İlk başlarda biraz şaşırtıcı gelse de bu üsluba alıştıktan sonra tadı alınmaya başlanıyor. Saramago yazı dilinde imla kurallarına, noktalama işaretlerine tabir-i caizse kafa tutmuş, diklenmiş diyebiliriz. Diyaloglarını tek bir cümle içinde sadece virgülle ayırarak uzatması hatta bazı yerlerde bir sayfayı kaplaması hatta ikinci sayfaya kadar sürdürmesine rağmen akıcı üsluptan en ufak bir azalma olmuyor. Bir yandan düşününce de hem noktalama işaretlerine karşı yazarın tavrı olsun hem de kurgunun ilginçliği, alışagelmişin ötesindeki temeli olsun kitabı ve yazarı büyülü gerçekliğin en güzel örneklerinden yapıyor. Kitap bir post apokaliptik roman ama daha da öncelikli olarak bir sistem eleştirisi. Zaten Saramago kitabı olup da sistem eleştirisi olmazsa olmaz. Sıradan olan her bir unsuru çok vurucu bir şekilde, vurucu ve düşündürücü metaforlarla sunmuş, insanın kör olduktan sonra nasıl da bir zavallıya dönüştüğünü, sadece gözlerinin mi yoksa insanlığın mı kör olduğunu bizlere sorduruyor. Kitap boyunca körlük üzerinden siyasete, devlet felsefesine, dine, varsa da genel ahlak kuramlarına dair birçok konuyu barındırıyor, bu kuramlara eleştirisi metaforlar üzerinden yaparken de bir yazar ve okur ilişkisi gibi değil de iki arkadaş havasında okura sunuyor, örnek olarak mesela bir konu üstünde yazar yorum yaparken bunu böyle değil de şu şekilde de düşünebiliriz tarzında cümleler kurması kitabın gerçekliğini daha da vurucu yapmış. Körlük metaforu üzerinden tecrübelerimizden, yaptığımız gözlemlerden, farkında olup düşündüğümüz ya da farkında olmayıp düşünmediğimiz tüm kara gerçeklere parmak basan, aslında bir yandan da son derece rahatsız edici, düşündüren bir roman. Post apokaliptik duruma sebep olan “körlük” bir çözüm bulunmadıkça insanlığı tamamen etkileyecek bir salgın mı yoksa gökyüzüne, çok yükseğe fırlatılan, en yüksek noktasına ulaştıktan sonra askıda kalmış gibi bir an duran, yerçekimiyle ve Tanrı’nın kayırıcılığıyla hemen sonra kaçınılmaz olarak düşmeye başlayan, böylelikle de beyaz, süt denizi içinde körlüğe düşen insanları üzücü, yıkıcı ve korkunç karabasandan çıkmasına sebep olabilecek bir ok gibi geçici mi? (Cümle yazara ait) Okurken hem sistem eleştirisine tanık olurken hem de bu şekilde salgının cinsi merak ediliyor. Yaşanılan bu süreç içinde insanların vazgeçemediği ve olmazsa olmaz duyguları ve dürtülere de kitap içinde sürekli vurgu yapılmış. Açlık ve cinsellik. İşin içinde bir yaşam mücadelesi var ise tabii ki de açlık ve yemek yeme duygusu insanın vazgeçemediği bir dürtü olmasından ziyade vazgeçemeyeceği bir davranıştır, ortada bir yaşam var ise nefes alıp vermek ne kadar olması gereken bir şey ise yemek yemek de bir o kadar olması gereken yani vazgeçemediği değil vazgeçemeyeceği bir harekettir, buna ikinci örnek olarak da dışkılamanın verilmesi de son derece gereksizdir. Yemek yeniyorsa o da haliyle olacaktır sonuçta. Bence yemek yemek değil de burada yazarın vermek istediği yiyecek bulma davranışlarıdır. Bence esas soru bu şartlar altında olmazsa olmaz, insanın vazgeçemeyeceği bir davranışı, dürtüsü cinsellik midir? Üreme hatta zevk ve haz için olması gereken cinsellik post apokaliptik bir yaşamda vazgeçilmez midir yoksa alışkanlık mıdır veya bu kötü durumdan bir an olsun kaçış mıdır? Bana göre bu senaryoda insanın vazgeçemediği davranışı olarak hangisi olduğu konusunda bulunması gereken cevap bu olması gerek diye düşünüyorum. Sonuçta artık ortada alışagelen insanca yaşam artık mevcut değil, insanlık kör gözlerle, bu şartlarda yaşamayı elbet öğrenebilir ama maalesef o zaman da acaba insanlıktan çıkılmış mı olunuyor? Şüphesiz insanlarla yaşamak zor değildir, zor olan onları anlamaktır. İnsanlığı düzeltecek bir otorite var mı, insanlık bariz bir şekilde körlük sonrası duyguları ve davranışları yüzünden hiçliğe sürüklenmişken ve hiçliğin içinde yaşamaya başlamış durumda iken de maalesef hiçliği düzenlemek isteyen bir hiçlik yönetime hâkimdir ve bu durum da kitabın bana göre en karanlık havasıdır. Kitap boyunca kitabın içeriğinden burnuma çok pis kokular geldi ama şu da bir gerçek ki kitabın kendisi çok güzel kokuyordu. (mithrandir21 / Uğur)
"...biz zaten kördük..." Saramago, kendisi okumakta geciktiğim yazarlarda başı çeker Çok şükür okuduk kendisini. Ve evet dostum pişmanım. Daha önceden okumalıydım. Ama geç olsun güç olmasın. Saramago bu yapıtında bir anda kör olan insanları anlatıyor. Körlük bir salgına dönüşüyor ve hızlıca koca bir ülkeyi sarıyor. Herkes kör oluyor. Bir kişi hariç. Bu kişi kitabın ana karakterlerinden olan göz doktorunun karısıdır. Bu bir spoiler değil. Çünkü kitabın arkasında yazıyor. Zaten kitabın başlarında bunu rahatça anlıyorsunuz. Kitapta kör(âma) olan insanların çektikleri zorluklara değinilirken körlük kavramıyla toplumsal bir eleştiri de yapılıyor. Eleştirilerin sosyolojik boyutu gerçekten inanılmaz. Düşünsenize herkes kör, körler birbirlerini öldürüyor, birbirleriyle kavga ediyor, birbirlerinden çalıyor kimse bunları görmüyor ama hissediyor. Ama kimse karşılık vermiyor. Gören tek bir kişi dışında. Saramago Nobel ödüllü bir yazar. Şimdi Nobel bir yazarın alabileceği en büyük ödüllerden birisi. Belki en büyük ödüldür. Her yazarın harcı değil yani. Nobel ödüllü yazarlarda fark ettiğim bir şey oldu. Genel olarak çoğunda bu vardı. Bu adamlar inanılmaz aykırı. Edebiyat üstü yazıları var. Kurallara sadıklar ama aynı zamanda da aykırılar. Anlattıklarıyla gerçeklere farklı bir boyut kazandırıyorlar. Ben şimdi bu kitaptan şöyle bir şey çıkarttım: Toplumda onlarca suç işleniyor, yüzlerce hata var herkes bunların farkında ama farkında olanlar görmezden geliyor, susuyor. Yani körlük yapıyor!(belki yanlış anlamışımdır) Şimdi bunu anlatan bir romanı yazarken dümdüz yazmak var. Ama Saramago farklı bir boyuttan bakmış olaya. Kendi bakış açısını elştirisiyle harmanlamış. Ortaya da böyle güzel bir eser çıkmış. Beni en çok etkileyen şey kitabın kurgusu oldu. Tamam harika eleştiriler, tavsiyeler, sözler, olaylar vardı ama bunları sağlayan en temel şey kitabın kurgusuydu. Bana göre iyi kurgulanmış bir kitap iyi bir yazarın elinin altında harika bir yapıta dönüşür. En iyi örnek Dostoyevski abi. Kitaplarının kurgularını görmenizi tavsiye ederim. İyi kurgu iyi kitap ortaya çıkartıyor. Saramago'da harika bir kurgu yapmış. Özgünlük muazzam zaten. Kısıtlı bir mekanda belli karakterler çevresinde harika olaylar döndürmüş. Kitapta hiçbir karakterin ismi yok. Adam daha ne yapsın? Baya karakterlerin ismi yok. Kimine doktor diyorlar, kimine polis diyorlar, kimine gözü siyah bantlı yaşlı adam diyorlar. Körsen isimlerin bir manası yok herkes aynıdır. Kitapta birçok karakter var ve hiçbirinin ismi yok. Kimin aklına gelirdi? Saramago'nun aklına gelmiş. Sağlam kurgu, iyi karakter kadrosu, özgünlük, usta kalemlik... Nobeli sonuna kadar hak etmiş Saramago abi. Kitabı hassas olan okurlara tavsiye etmem. Okurken daha neler diyip şok olacağınız bölümler var. O yüzden kendine güvenen okurlara tavsiye eder, hassas okurlara ise uzak durmalarını tavsiye ederim. Keyifli okumalar... (Oğuzhan Güneş)
José Saramago - Körlük: Öncelikle yazarın okuduğum ilk kitabı, ilk başlarda şaşırarak sayfalarını çevirmiş hatta cümleleri okurken zorlanmıştım çünkü; Yazar eserinde sadece nokta ve virgül kullanmış diğer hiçbir noktalama işaretlerini kullanmamıştı. İlk başlarda zorlansam da sonradan alıştım bu duruma. Ayrıca kitapta karakterlerin isimlerinin olmadığına da dikkat çekmek isterim. Ütopya ve distopya tarzı yazılan eserler arasından George Orwell’in 1984 eseri ile başlamış olmam beklentilerimi biraz yüksekte tutmama neden oldu. Kitabı araştırırken ‘’ Kırmızı Işıkta duran bir adam, yeşil ışık yandığında her yeri bembeyaz görüyor ve kör oluyor. Bulaşıcı olan bu körlük salgın bir hastalığa dönüşüp tüm ülkeye yayılıyor’’ cümlesi ben de çok aşırı bir macera ve sürükleyicilik uyandırdı. Kitabı okurken bu sürükleyiciliği çok fazla hissettiğim söylenemez. Eser verilen mesajlar anlamında mükemmel bir niteliğe sahip, düşündürücü ve sorgulayıcı bir yanı var. Ama sürükleyicilik kısmında biraz eksik kaldığı söylenebilir. Yazar bu eserinde kör olan insanlar üzerinden, toplumsal bir körlüğü iliklerine kadar işlemiş. Kör olmanın aslında gözlerimizin görmemesi ile alakalı olmadığını, gören gözlerin de aslında kör olabildiğini ,Toplumsal yaşamın nasıl kötülüğe dönüşebileceğini, organize olmanın önemini, umudun, sabrın, vicdanın, ahlak anlayışını ve toplumsal yıkılışı çok güzel bir şekilde işlemiş. Eseri okurken gruplar arasında ki diyaloglara gizlenmiş mesajlara dikkat etmenizi öneririm. Kitabı okurken altığını çizdiğim bazı yerler oldu. Bu kısımların üzerinde biraz düşünmek yazarın vermek istediği mesajları anlamaya çalışmakta fayda var. ‘’ ve ben körlerin en körüyüm insan öldürdüm çünkü ve gerekirse tekrar öldürürüm. ‘’ ‘’ Doğru tabaklarımızı utançla dolduramayız ya, söylediklerinde haklısın,utanma duyguları eksik olduğu için kursaklarını dolduranlar hep olmuştur. ‘’ Neyse ki şeytan hep kapının arkasında beklemez’’ ‘’ölecek olduğumuzu doğduğumuzdan beri biliyoruz, bu yüzden bir bakıma hepimiz ölü doğmuş sayılırız. ‘’ ‘’her yaşam vaktinden önce sona erer’’ ‘’bizim yaşattığımız ve bizim bu halimizle yaşatan duygular gözlerimizden doğmuştur. Gözlerimiz olmasaydı duygularımız bambaşka olurdu. ‘’gelecek yoksa şimdiki zaman hiçbir işe yaramaz’’ ‘’bütün hikayeler evrenin yaratılış hikayesine benzer. O anda orada kimse yoktur,kimse tanık olmamıştır ama yine de olanları herkes bilir. ‘’zorunluluk çok şey yaptırır sevgilim.’’ ‘’asıl zor olan insanlarla birlikte yaşamak değil onları anlamak’’ ‘’öldükten sonra çekilen acılara katlanmak daha da zordur.’’ ‘’ölülerin yanından onları görmeden geçip gitmek çok eskiden beri insanlığın alışkanlığıdır.’’ ‘’körlerin en kötüsü artık görmek istemeyen kördür’’ ‘’erkekler hep aynı, bir kadının karnından çıkmış olmayı onlar hakkında her şeyi bilmek için yeterli sayıyorlar.’’ ‘’ bir gün dünya da artım yararlı hiçbir şey yapamaz hale geldiğimizi fark edersek, yaşamımıza basitçe son verecek kadar cesur olabilmeliyiz. ‘’ ‘’ fikri değiştirmenin en kolay yolu, sağlam bir umuda bel bağlamaktır.’’ ‘’Fethetmek zorunda olduklarımızdan çok, kendini bize kendiliğinden sunanları sahipleniriz.’’ ‘’Zaman kumar masasında karşımızda duran bir oyuncudur ve oyunun tüm kartları onun elindedir. Bizler ancak hayatımızı verirsek bir şeyler elde edebiliriz’’ ‘’hiç değişmeyen başka bir şey de, kişilerin ötekilerin düştüğü kötü durumdan yararlanmasıdır.’’ Ve son olarak, Neden kör olduk? Bilmiyorum belki bir gün nedenini öğreniriz. Ne düşündüğümü söyleyeyim mi sana? Bence biz kör olmadık, biz zaten kördük, gören körler mi ? gördüğü halde görmeyen körler! (tekinovskiy)