Kötülüğün Sıradanlığı - Hannah Arendt Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Kötülüğün Sıradanlığı kimin eseri? Kötülüğün Sıradanlığı kitabının yazarı kimdir? Kötülüğün Sıradanlığı konusu ve anafikri nedir? Kötülüğün Sıradanlığı kitabı ne anlatıyor? Kötülüğün Sıradanlığı PDF indirme linki var mı? Kötülüğün Sıradanlığı kitabının yazarı Hannah Arendt kimdir? İşte Kötülüğün Sıradanlığı kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Hannah Arendt
Çevirmen: Özge Çelik
Orijinal Adı: A Report On The Banality Of Evil / Eichmann In Jerusalem
Yayın Evi: Metis Yayınları
İSBN: 9789753427326
Sayfa Sayısı: 320
Kötülüğün Sıradanlığı Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Yahudi soykırımı nasıl oldu? Neden oldu? Neden Yahudiler? Neden Almanlar? Diğer devletlerin rolü neydi? Müttefikler bundan ne ölçüde sorumluydu? Yahudi liderler kendi insanlarının sonunu hazırlayanlarla işbirliği yapmaya nasıl yanaşmışlardı? Yahudiler neden kendi ayaklarıyla ölüme gitmişlerdi? Ülkemizde özellikle totalitarizm üzerine çalışmalarıyla tanınan ünlü Alman filozof ve siyaset bilimci Hannah Arendt bu sorular doğrultusunda, Nazi Almanyası döneminde milyonlarca Yahudinin toplama kamplarına, ölüme gönderilmesinden sorumlu SS yetkilisi Karl Adolf Eichmann'ın Kudüs'teki yargı sürecini ele alıyor.
Yahudi soykırımının mimarı olarak sunulan Adolf Eichmann'ın sadist bir canavardan ziyade, normal, hatta korkutucu derecede normal bir insan olduğuna dikkat çeken Arendt, özellikle düşünme ve muhakeme yetisinin kaybolmasıyla birlikte kötülüğün nasıl sıradanlaştığını vurguluyor. Eichmann duruşmasından yola çıkarak, insanlık tarihinin dönüm noktalarından birini ve bu dönemde yaşanan toptan ahlaki çöküşü gözler önüne seriyor.
(Tanıtım Bülteninden)
Kötülüğün Sıradanlığı Alıntıları - Sözleri
- "İyi bir hükümetin tebaası şanslıdır, kötü bir hükümetin tebaası ise şanssızdır. Benim hiç şansım olmadı."
- Nazi Almanyasında kötülük, insanların görür görmez kötülük olduğunu anlamalarını sağlayan bir niteliğini -baştan çıkarıcılığını kaybetmişti.
- "Kanaatimizce, kurbanın ölümüne azmettiren kişinin hukuki ve ahlaki sorumluluğu, kurbanı öldüren kişinin sorumluluğundan daha az değildir, bilakis daha fazla bile olabilir."
- "Adaletin hem yerine getirilmesi hem de yerine getirildiğinin görülmesi gerektiği" doğruysa, hâkimler davalıya aşağıdaki gibi hitap etmeye cesaret etselerdi, Kudüs'te yapılan davanın ne kadar adil olduğunu herkes görürdü: "Savaş sırasında Yahudi halkına karşı işlenen suçun yazılı tarihteki en büyük suç olduğunu ve bunda rol oynadığınızı itiraf ettiniz. Ama asla adi gerekçelerle hareket etmediğinizi, asla bir insanı öldürme eğiliminde olmadığınızı, Yahudilerden hiç nefret etmediğinizi, yine de başka türlü hareket etmenize imkân olmadığını ve kendinizi suçlu hissetmediğinizi söylediniz. Söylediklerinize inanmanın, tümüyle imkânsız olmasa da, zor olduğunu düşünüyoruz; sayısı fazla olmasa da, saikler ve vicdan bakımından makul şüphelere mahal vermeyen, aleyhinize kanıtlar var. Ayrıca, Nihai Çözüm'de rol oynamanızın bir rastlantıdan ibaret olduğunu, sizin yerinizde başka herhangi birinin de olabileceğini, dolayısıyla potansiyel olarak neredeyse bütün Almanların eşit derecede suçlu olduğunu söylediniz. Herkesin veya hemen hemen herkesin suçlu olduğu yerde, aslında hiç kimsenin suçlu olmadığını kastettiniz. Bu aslında sık varılan bir sonuç, ama biz böyle bir sonucu kabul etmek istemiyoruz. Neden kabul etmediğimizi anlamıyorsanız, dikkatinizi Sodom ve Gomora hikâyesine çekmek isteriz. Kutsal Kitap'a göre, bütün insanlar eşit derecede suçlu hale geldiği için, Tanrı bu iki komşu şehri gökten ateş yağdırarak yok eder. Bu arada, sözünü ettiğimiz şeyin şu yeni 'ortak suç' kavramıyla ilgisi yok; zira bu kavrama göre, insanlar yapmadıkları ama onların adına yapılan -katılmadıkları ve yarar sağlamadıkları şeyler nedeniyle suçlu sayılır veya suçlu hissederler. Başka bir deyişle, kanun karşısında suçun ve masumiyetin nesnel bir doğası vardır; sizin yaptığınızı seksen milyon Alman da yapmış olsaydı, bu durum yine de yaptıklarınızı mazur göstermeye yetmezdi." "Neyse ki, o kadar ileri gitmemiz gerekmiyor. Siz kendiniz de, başlıca siyasi amacı eşi benzeri görülmemiş suçlar işlemek haline gelmiş bir devlette yaşayan herkesin gerçekten eşit derecede suçlu olduğunu değil, sadece böyle bir ihtimalin olduğunu iddia ettiniz. Sizi suç yoluna iten iç veya dış koşullara bağlı rastlantılar bile olsa, sizin gerçekten yaptıklarınız ile başkalarının bunları yapma ihtimali arasında koca bir uçurum var. Biz burada sadece yaptıklarınızla ilgileniyoruz; iç dünyanızın ve saiklerinizin muhtemelen suça uzak olmasıyla veya etrafınızdaki kişilerin suç işleme potansiyeliyle değil. Talihsizliklerle dolu bir hayat hikâyesi anlattınız; bu koşulları bildiğimizden, daha iyi koşullarda yaşasaydınız büyük ihtimalle bizim karşımıza veya başka bir ceza mahkemesinin karşısına hiç çıkmayacağınızı bir dereceye kadar kabul ediyoruz. Diyelim ki katliamın örgütlenmesine rıza gösteren bir araç haline gelmenizin nedeni talihsizlikten başka bir şey değildi; bu durum yine de bir katliam politikasını uygulamaya geçirdiğiniz ve dolayısıyla aktif olarak desteklediğiniz gerçeğini değiştirmez. Zira siyaset çocuk bakıcılığına benzemez, siyasette itaat ve destek aynı şeydir. Ve nasıl siz dünyayı Yahudi halkıyla ve daha nice ulustan insanla paylaşmak istemediğiniz için -sanki sizin ve üstlerinizin bu dünyada kimin yaşayacağına, kimin yaşamayacağına karar verme hakkınız varmış gibi bir politikayı destekleyip uyguladıysanız, biz de hiç kimsenin, yani insan ırkının hiçbir üyesinin bu dünyayı sizinle paylaşmak isteyebileceğini düşünmüyoruz. İşte bu nedenle, sadece bu nedenle, idam edilmeniz gerekir."
- Savaş yıllarında, Almanya'da kriminal faaliyetlere ve muamelelere karışmayan tek bir Örgüt veya kamu kuruluşu yoktu.
- "Ceza gerektiren bir suç işleyenler, suç işlemeyenlerden daha iyi muamele görüyordu."
- Her hükümet kendinden önceki hükümetlerin, her ulus da geçmişin fiilleri ve kabahatlerinin sorumluluğunu üstlenir.
- "Eichmann'ı asıl hayal kırıklığına uğratan her şeye tekrar sıfırdan başlamak zorunda kalmasıydı; bu konudaki tek tesellisiyse, başkalarının da aynı hatayı yapmış olmasıydı."
- Yahudileri yok etmenin yolunu açan da devletsiz bırakılmaları olmuştu.
- "Hitler sağolsun, sonsuza kadar olmasa da en azından bu sıralar, antisemitizm iyice gözden düştü."
Kötülüğün Sıradanlığı İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Hayatımın en güzel günüydü.....: Kitabı okuyunca daha doğrusu okurken fark ettiğim en önemli detay şu oldu, insanoğlunun dünyada bir işe yarayabilmek, bir yerlere gelebilmek, egosunu tatmin edebilmek için yapamayacağı hiçbir şey yok. Nazi Almanya'sında, "angarya" olarak nitelendirebileceğimiz ama aslında altında kan donduran vahsetleri barındıran işleri hep, kendi sosyal yaşamında bir baltaya sap olamayan ama Nazi gücüyle kendini ufak bir ilah gibi gören adamlar yapmış. Düşünün ki bir adam binlerce kişiyi ölüme götüren bir kararı verdiği günü hayatının en güzel günü olarak tanımlıyor.. Neden? Çünkü o kararı "O" verebilmiş, kimseden emir almadan.. Bilinçaltımızın bu karanlık dehlizleri beni çok korkutuyor. Bu kitap da insanoğlunun ne kadar çabuk yoldan çıkabileceğini gösterdiği için beni çok ürküttü. Ayrıca kendi adıma fark ettiğim bir şey daha oldu, o da ırk/din/kültür ayrımının ne kadar iğrenç bir şey olduğu. İçine doğduğumuz ırkı/kültürü biz seçemiyoruz. Dinimizi seçebilme konusunda da çok özgür olduğumuzu sanmıyorum. Ne kadar başka bir dine geçtim, ateist oldum desek bile içine doğduğumuz din hep oralarda bı yerlerde. Kendi elimizde olmayan olgular yüzünden insan ayrımı yapmayı kendi adıma reddediyorum. (irem dönmez)
Düşünen toplum Ay'ı aşmış; Düşünmeyen ise "Hitler" yaratmış!: Hannah Arendt, Nazi Komutanı olan Otto Adolf Eichmann üzerinden, düşüncenin önemini açımlıyor. Bir toplumda düşüncesizliğin, toplumsal gelenek halini almasıyla o toplumun nerelere evrilebileceğine dair Hitler Almanyası, Arendt için bir örnek oluşturur. Buna göre "insanlar, kendi başlarına düşünmekten vazgeçerlerse, yapmaları istenen şeyleri sorgulamadan uygularlarsa nasıl bir "Hitler" yaratabilirler," işte bu eser bunu açımlıyor. Peki nasıl? Dönemin Almanya'sında Hitler'in sözü harfiyen uygulanır hale gelmişti; artık yasa, Hitler'in söylediği şeydi. Örneğin, kendisine, "insanları öldür"me emri verildiğinde Eichmann, bunu hiç sorgulamadan kabul etmişti. Yargılandığı İsrail mahkemesindeki savunmasında ise kendisinin bir çarkın dişlisinden başka bir şey olmadığını, kendisinin özel olmadığını, bu görevi yerine getirmeseydi kolaylıkla başkalarının bu iş için ayarlanabileceğini söyledi. Bu tarz savunmalar, birçok Nazi komutanı tarafından öne sürülür. Oysa yetenekleri öyle özeldir ki, onların yerine bir başkasını bulmak imkansızdır. Ayrıca insanlar, direnişe de geçebilirler ve emre başkaldırabilirler. Oysa bu yolu hiç seçmemişlerdir. Bu duruma Arendt'in cevabı; "Gerçekte sadece bir çocuğun itaat etmesinden söz etmek mümkündür; bir yetişkinin “itaat etmesi” ise “itaati” talep eden örgütü, otoriteyi ya da yasayı desteklemesi anlamına gelir"dir. Siyaset ile ilgilenmeyenler için biraz sıkıcı olabilir ancak dönemi anlamak ve "düşüncesizliğin bedeli"ni görmek açısından okunmasının elzem olduğunu düşünüyorum. (Göksel ONAY)
Yahudi techirin bir önemli isimlerinden olan Eichmann'ın İsrail ajanları tarafından kaçırılıp ve Kudüs'te yapılan davasını anlatıyor, ayrıca kitaptan edindiğimiz bilgilere göre Yahudi techiri sadece Almanya ile sınırlı kalmamış Avrupa'daki bir çok ülkede Yahudi techir yaşanmış, 1920 Avrupası'nda birçok ülkede Yahudilere karşı yasa çıkartılmıştır. (Vedat)
Kötülüğün Sıradanlığı PDF indirme linki var mı?
Hannah Arendt - Kötülüğün Sıradanlığı kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Kötülüğün Sıradanlığı PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Hannah Arendt Kimdir?
Hannah Arendt (14 Ekim 1906 - 4 Aralık 1975), Alman siyaset bilimcidir. Çoğu kişi tarafında felsefeci olarak da bilinmekle birlikte, kendisi felsefenin "bireyin kendisi"ne dair sorunlarla uğraştığını söyleyerek bu sıfatı reddetmiştir. Siyaset bilimci olarak tanımlanmayı istemesinin sebebi çalışmalarının "tekil olarak insana değil, dünyada yaşayan ve dünyayı kaplayan insanlığa" odaklanmış olmasıdır.
Biyografi
Arendt, o zamanlar bağımsız bir şehir olan Aşağı Saksonya'nın Linden şehrinde (şimdiki Hanover'in bir parçası), seküler bir Yahudi ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi ve Königsberg (hayranı olduğu Immanuel Kant'ın şehri, bugünkü adı ile Kaliningrad) ile Berlin'de büyüdü.
Martin Heidegger ile birlikte Marburg Üniversitesinde felsefe çalışan Arendt'in onunla uzun, fırtınalı romantik bir ilişkisi oldu. Bu ilişki, Heidegger'in Nazisempatisi yüzünden zaman zaman eleştirilmiştir.
Heidegger'den ayrıldığı dönemlerden birinde Heidelberg'e taşındı ve orada varoluşçu felsefeci Karl Jaspers'in danışmanlığında Aziz Augustine'in düşüncesinde aşk kavramı üstüne bir tez yazmaya başladı.
Arendt'in tez çalışması 1929 yılında yayınlandı ancak 1933 yılında Yahudi olduğu gerekçesi ile gerekli hocalık niteliklerine sahip olmadığı belirtilerek Alman üniversitelerinde ders vermesi engellendi. Bunun üzerine Paris'e kaçan Arendt orada edebi eleştirmen ve Marxist gizemci Walter Benjamin ile tanışıp onunla dost oldu. Fransa'da kaldığı süre boyunca Yahudi göçmenlere yardım ve destek sağlamaya çalıştı.
Ancak Fransa'nın II. Dünya Savaşı sırasında savaş ilan etmesi ve Alman askeri kuvvetlerinin Fransa'nın bazı bölgelerini işgal etmesi sonucunda Yahudilerin toplama kamplarına gönderilmesinden ötürü Fransa'dan da kaçmak zorunda kaldı. 1940 yılında Alman şair ve felsefeci Heinrich Blücher ile evlendi.
1941 yılında kocası ve annesi ile birlikte, ona ve yaklaşık 2500 Yahudi göçmene yasadışı vize veren Amerikalı diplomat Hiram Bingham IV yardımı ileABD'ye kaçan Arendt New York'taki Alman-Yahudi topluluğun aktif bir üyesi oldu ve haftalık Aufbau için yazılar yazdı.
II. Dünya Savaşı bittikten sonra Heidegger ile ilişkisini sürdürdü ve Almanya'nın Nazilerden arındırılması etkinliklerinde onun lehinde tanıklık etti. 1950 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nin doğal vatandaşı ve 1959'da da Princeton Üniversitesi'ndeki ilk tam kadrolu kadın profesör oldu.
1975 yılında, 69 yaşında hayata gözlerini yumduğunda Annandale-on-Hudson, New York'ta kocasının uzun süre ders vermiş olduğu Bard Koleji'nin mezarlığına gömüldü.
Eserleri
Arendt'in eserleri iktidar, politikanın özneleri, otorite ve totaliterlik ile ilgilidir. Çalışmalarının çoğunda eşitler arasındaki kolektif politik eylem ile eşanlamlı olan özgürlük kavramının doğrulanmasına odaklanmıştır
"Politikanın bittiği yerde özgürlük başlar" şeklindeki libertaryan var sayıma karşı çıkan Arendt, özgürlüğü kamusal ve birlikteliğe dair bir kavram olarak temellendirir, buna dair antik Yunan şehir devletleri, Amerikan kasabaları, Paris Komünü, 1960lı yıllardaki toplumsal özgürlük hareketleri ve başka alanlardan örnekler sunar.
En önemli eserlerinden biri İnsanlık Durumu (1958) olup, bu eserinde emek, iş ve eylem arasındaki farkları ve bu farkların yol açtığı önemli sonuçları kışkırtıcı şekilde ortaya koyar. Politik eylem teorisini bu eserinde iyice detaylandırır.
İlk büyük eseri olan Totaliterizmin Kökenleri isimli kitapta Komünizm ve Nazizmin kökenlerini ve bunlarla antisemitizm arasındaki bağlantıları incelemiştir. Bu kitabı epey tartışmaya yol açmıştır çünkü kimilerine göre bağdaştırılamayacak iki konuyu kıyaslamaya kalkışmıştır.
Daha sonra Eichmann in Jerusalem isimli kitaba dönüşecek Eichmann davasını The New Yorker dergisinde anlatırken kötülüğün temel ve kökten bir şey mi yoksa basitçe insanların banalitesinin -- sıradan insanların diğerlerinin emirlerine uyma ve eylemlerinin ya da eylemsizliklerinin sonuçlarını düşünmeksizin çoğunluk görüşüne itaat etmelerinin bir sonucu olup olmadığı sorusunu sormuştur.
Son kitabı The Life of the Mind öldüğünde yarım kalmıştır ancak günümüzde mevcut hali ile hala okunmaktadır.
Yaşamak ya da ölmek
2006 yılında Eugene McCarraher şunları yazmıştır:
"1962'nin güneşli Mart sabahlarından birinde Hannah Arendt'i taşıyan bir taksi Central Park'a doğru hızlanırken bir kamyonla çarpıştı. Gözlerini ambulansta açan Arendt kollarını ve bacaklarını hareket ettirdi, gözlerini yuvarladı, tarihleri, şiir mısralarını ve telefon numaralarını sayarak hafızasını test etti. Daha sonra yakın arkadaşı Mary McCarthy'ye olayı şöyle aktarmıştır: "kısa bir süreliğine yaşam ya da ölüm kararının bana bağlı olduğunu düşündüm." "Ölümün korkunç olmadığını düşünse de" aynı zamanda "hayatın epey güzel olduğunu ve sevdiğini" düşünmüştü.
Ödülleri
1975 Sonning Ödülü
Hannah Arendt Kitapları - Eserleri
- Kötülüğün Sıradanlığı
- Şiddet Üzerine
- İnsanlık Durumu
- Siyasette Yalan
- Totalitarizmin Kaynakları 1
- Totalitarizmin Kaynakları 3
- Sorumluluk ve Yargı
- Totalitarizmin Kaynakları 2
- Zihnin Yaşamı
- Geçmişle Gelecek Arasında
- Kant'ın Siyaset Felsefesi Üzerine Dersler
- Devrim Üzerine
- Formasyon, Sürgün, Totalitarizm
- Men in Dark Times
Hannah Arendt Alıntıları - Sözleri
- "Akıl, bütün erdemleri darağacına götüren bir sofisttir." Saint-Just (Devrim Üzerine)
- Kant’ı okudum. Niçin Kant’ı okudunuz? diye sorabilirsiniz. Benim açımdan sorun bir yönüyle şuydu: Ya felsefe okuyacaktım ya da, deyim yerindeyse, kendimi boğacaktım. (Formasyon, Sürgün, Totalitarizm)
- "Anayasa, anlaşıldığında, rıza verildiğinde ve yüreklere yerleştiğinde bir norm, bir temel ya da bir bağdır. Onu besleyen bu duygu ve düşünce olmadan, havaya bırakılmış bir uçurtma ya da bir balondan farkı yoktur." - John Adams (Devrim Üzerine)
- "Adaletin hem yerine getirilmesi hem de yerine getirildiğinin görülmesi gerektiği" doğruysa, hâkimler davalıya aşağıdaki gibi hitap etmeye cesaret etselerdi, Kudüs'te yapılan davanın ne kadar adil olduğunu herkes görürdü: "Savaş sırasında Yahudi halkına karşı işlenen suçun yazılı tarihteki en büyük suç olduğunu ve bunda rol oynadığınızı itiraf ettiniz. Ama asla adi gerekçelerle hareket etmediğinizi, asla bir insanı öldürme eğiliminde olmadığınızı, Yahudilerden hiç nefret etmediğinizi, yine de başka türlü hareket etmenize imkân olmadığını ve kendinizi suçlu hissetmediğinizi söylediniz. Söylediklerinize inanmanın, tümüyle imkânsız olmasa da, zor olduğunu düşünüyoruz; sayısı fazla olmasa da, saikler ve vicdan bakımından makul şüphelere mahal vermeyen, aleyhinize kanıtlar var. Ayrıca, Nihai Çözüm'de rol oynamanızın bir rastlantıdan ibaret olduğunu, sizin yerinizde başka herhangi birinin de olabileceğini, dolayısıyla potansiyel olarak neredeyse bütün Almanların eşit derecede suçlu olduğunu söylediniz. Herkesin veya hemen hemen herkesin suçlu olduğu yerde, aslında hiç kimsenin suçlu olmadığını kastettiniz. Bu aslında sık varılan bir sonuç, ama biz böyle bir sonucu kabul etmek istemiyoruz. Neden kabul etmediğimizi anlamıyorsanız, dikkatinizi Sodom ve Gomora hikâyesine çekmek isteriz. Kutsal Kitap'a göre, bütün insanlar eşit derecede suçlu hale geldiği için, Tanrı bu iki komşu şehri gökten ateş yağdırarak yok eder. Bu arada, sözünü ettiğimiz şeyin şu yeni 'ortak suç' kavramıyla ilgisi yok; zira bu kavrama göre, insanlar yapmadıkları ama onların adına yapılan -katılmadıkları ve yarar sağlamadıkları şeyler nedeniyle suçlu sayılır veya suçlu hissederler. Başka bir deyişle, kanun karşısında suçun ve masumiyetin nesnel bir doğası vardır; sizin yaptığınızı seksen milyon Alman da yapmış olsaydı, bu durum yine de yaptıklarınızı mazur göstermeye yetmezdi." "Neyse ki, o kadar ileri gitmemiz gerekmiyor. Siz kendiniz de, başlıca siyasi amacı eşi benzeri görülmemiş suçlar işlemek haline gelmiş bir devlette yaşayan herkesin gerçekten eşit derecede suçlu olduğunu değil, sadece böyle bir ihtimalin olduğunu iddia ettiniz. Sizi suç yoluna iten iç veya dış koşullara bağlı rastlantılar bile olsa, sizin gerçekten yaptıklarınız ile başkalarının bunları yapma ihtimali arasında koca bir uçurum var. Biz burada sadece yaptıklarınızla ilgileniyoruz; iç dünyanızın ve saiklerinizin muhtemelen suça uzak olmasıyla veya etrafınızdaki kişilerin suç işleme potansiyeliyle değil. Talihsizliklerle dolu bir hayat hikâyesi anlattınız; bu koşulları bildiğimizden, daha iyi koşullarda yaşasaydınız büyük ihtimalle bizim karşımıza veya başka bir ceza mahkemesinin karşısına hiç çıkmayacağınızı bir dereceye kadar kabul ediyoruz. Diyelim ki katliamın örgütlenmesine rıza gösteren bir araç haline gelmenizin nedeni talihsizlikten başka bir şey değildi; bu durum yine de bir katliam politikasını uygulamaya geçirdiğiniz ve dolayısıyla aktif olarak desteklediğiniz gerçeğini değiştirmez. Zira siyaset çocuk bakıcılığına benzemez, siyasette itaat ve destek aynı şeydir. Ve nasıl siz dünyayı Yahudi halkıyla ve daha nice ulustan insanla paylaşmak istemediğiniz için -sanki sizin ve üstlerinizin bu dünyada kimin yaşayacağına, kimin yaşamayacağına karar verme hakkınız varmış gibi bir politikayı destekleyip uyguladıysanız, biz de hiç kimsenin, yani insan ırkının hiçbir üyesinin bu dünyayı sizinle paylaşmak isteyebileceğini düşünmüyoruz. İşte bu nedenle, sadece bu nedenle, idam edilmeniz gerekir." (Kötülüğün Sıradanlığı)
- bu içi boş ruhlarda filizlenebilecek tek yetenek, onları "bir aşırı partinin heybetli önderi" yapacak, Tanrı vergisi bir [kitleleri] büyüleme yeteneğiydi. (Totalitarizmin Kaynakları 2)
- Hiçbir şey yaptıklarımızı düşünmekten daha önemli değildir. (İnsanlık Durumu)
- . Üzücü gerçek şu ki, çoğu kötülük, asla iyi ya da kötü olmaya karar vermeyen insanlar tarafından yapılır. ... (Zihnin Yaşamı)
- "Akıl tüm insanlar için, arzu ise yaşayan tüm organizmalar için ortak olanı açığa vururken sadece irade tamamen bana aittir." (Sorumluluk ve Yargı)
- Kant'ın tanrıya karşı benimsediği konum Eyüp'ün konumuydu.. (Kant'ın Siyaset Felsefesi Üzerine Dersler)
- Krallar tebaaya hükmeder, çıkarlar da krallara. (Devrim Üzerine)
- “Eğilmeye ne kadar elverişliyse insan, o ölçüde becerir boyun eğmesini…” (Şiddet Üzerine)
- Sokrates hiçbir şey öğretmedi; sorduğu soruların cevaplarını hiç bilmedi. Bilgi uğruna değil, sorgulama uğruna sorguladı. Cesaret, adalet, dindarlık vb. gibi şeylerin ne olduklarını bilseydi, artık onları sorgulama, yani onlar hakkında düşünme arzusunu duymayacaktı. Sokrates'in eşsizliği, sonuçlarından bağımsız olarak düşünmenin kendisine odaklanışında saklıdır. Bütün bu girişiminin ardında yatan gizli bir saik ya da maksat yoktur. Sorgulanmamış bir yaşam, yaşamaya değer değildir ve mesele bundan ibarettir. (Kant'ın Siyaset Felsefesi Üzerine Dersler)
- Bu tam yalnızlık hali içinde “hiçbir insan, benim kendimle geçirdiğim sert mücadeleye”, ruhun “iç mekanı”nda ve “yüreğin karanlık dehlizleri”nde ortaya çıkan ölümcül çatışmaya mani olamazdı. (Geçmişle Gelecek Arasında)
- . Hikaye anlatımı, onu tanımlama hatasını yapmadan anlamı açığa çıkarır. . (Men in Dark Times)
- "Hitler sağolsun, sonsuza kadar olmasa da en azından bu sıralar, antisemitizm iyice gözden düştü." (Kötülüğün Sıradanlığı)
- "Hata, hakikat için ödediğimiz bedeldir." (Zihnin Yaşamı)
- Her şey sana rağmen gelişiyor, çünkü zorunluluk senden daha güçlü... (İnsanlık Durumu)
- Alelacele yapılan bu açıklamalardan biri, antisemitizmi taşkın bir milliyetçilik ve buna bağlı olarak patlak veren ya bancı korkusundan (xenofobi) doğan galeyanlarla özdeşleştirmek olmuştur. Ne yazık ki gerçek şudur: Modern antisemitizm, geleneksel milliyetçiliğin gerilemesine koşut olarak yükselmiş ve tam olarak Avrupa ulus-devletler sistemi ile onun kararsız güçler dengesinin çatırdadığı bir dönemde doruk noktasına varmıştır. (Totalitarizmin Kaynakları 1)
- "İnsanı yaratan emektir" önermesiyle Marx, Tanrı hakkındaki geleneksel anlayışa, emek hakkındaki geleneksel değerlendirmeye ve aklın geleneksel yüceltilişine meydan okumakta, karşı çıkmaktadır. (Geçmişle Gelecek Arasında)
- Savaşın insanları büyük bir kıyım çarkının küçük bir dişlisi olarak aşağılamasına ek olarak onlara yalın bir yıkım deneyiminden başka bir şey yüklemediğini ilk kez kabul etmek zorunda kalanlar savaşa inananlardı. (Totalitarizmin Kaynakları 3)