Kur'an Penceresinden Kurtuluş Savaşı'na Bir Bakış - Yaşar Nuri Öztürk Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap

Kur'an Penceresinden Kurtuluş Savaşı'na Bir Bakış kimin eseri? Kur'an Penceresinden Kurtuluş Savaşı'na Bir Bakış kitabının yazarı kimdir? Kur'an Penceresinden Kurtuluş Savaşı'na Bir Bakış konusu ve anafikri nedir? Kur'an Penceresinden Kurtuluş Savaşı'na Bir Bakış kitabı ne anlatıyor? Kur'an Penceresinden Kurtuluş Savaşı'na Bir Bakış PDF indirme linki var mı? Kur'an Penceresinden Kurtuluş Savaşı'na Bir Bakış kitabının yazarı Yaşar Nuri Öztürk kimdir? İşte Kur'an Penceresinden Kurtuluş Savaşı'na Bir Bakış kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi

Yazar: Yaşar Nuri Öztürk

Yayın Evi: yeni boyut yayınları

İSBN: 9789756779620

Sayfa Sayısı: 450

Kur'an Penceresinden Kurtuluş Savaşı'na Bir Bakış Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

80 yıldır sorulmayan ve sorulmadığı için başımıza bin türlü dert açan hayati soru şudur: "İslam mirasıyla Atatürk mirası, bizim daha çok kullandığımız ifadeyle, Muhammedi mirasla Mustafa Kemal mirası arasında bir çelişme var mıdır?

Elinizdeki eser bu soruya "Hayır, yoktur" cevabını veren ve bunu dinsel ve tarihsel belgelerle ispatlayan ilk eserdir.

Kur'an Penceresinden Kurtuluş Savaşı'na Bir Bakış Alıntıları - Sözleri

  • BATI, ATATÜRK'Ü NEDEN YIKMAK İSTİYOR? "Amacımız bölmek ve hükmetmek olmalıdır. Biz, gerçek ideali dinmiş gibi davranacak çıkarcı bir grubu idareci olarak takdim etmeye çalışacağız." İngiliz Baştercümani Ryan Kurtuluş Savaşı günlerinde böyle yapıyorlardı, sonraki zamanlarda da böyle yaptılar, ikibinli yılların Türkiye'sinde de böyle yapiyorlar. Başlığın altındaki söz, İngiliz işgal kuvvetlerinin, İstanbul'daki karargahında 'tercüman' unvanıyla görev yapan en önemli casuslarından birinin sözüdür. Ve elbetti ki bu söz, öncelikle, Kurtuluş Savaşı günlerinde Damat Ferit ekiplerinin seçilip kotarılmasındaki haçlı niyet ve amacı deşifre etmektedir. Sonraki zamanların bütün namıdiğer' Damat Feritleri bu anlayışa uygun olarak seçilip iş başına, özellikle ülkenin yönetim mevkilerine oturtulmaktadır. Bunun son devirlerdeki en yaman örneği, Ilımlı İslam ve BOP dönemi Türkiye'sinde yaşanmıştır. "Dindar cumhurbaşkanı isterük"ün, özellikle çıktığı ağızlara dikkatlice baktığınızda, ifade ettiği gerçek anlam, casus Ryan'ın sözündeki anlamın ta kendisidir. Bu talep, açıkça Islam dışıdır, din dışıdır; Allah ile aldatma zihniyetinin bir dışavurumudur. Çünkü Islam'ın, toplumsal görevlerin tevdiinde "dindarlık' diye bir kıstasi ve talebi asla yoktur. Tek talep, ehliyet ve liyakatin öne çıkarılmasıdır. Ehliyet ve liyakatle dindarlık arasında tercih gerektiğinde, Kur'an ve Peygamber'in tereddütsüz tercihi ehliyet ve liyakat olmaktadır. Bunun aksine kanıt olacak tek söz ve uygulama gösterilemez. Buna kanıt olacak örnekse yüzlercedir. Çünkü dindarlık, namıdiğer takva, Kur'an'ın açık beyanıyla, insanlar arasında üstünlük sebebi yapılamaz. O sadece Allah ile insan arasında ve Allah katında bir üstünlük ve seçkinlik sebebidir. Müdafaai Hukuk ve onun dahi başbuğu, bu gerçeği bildiği ve icabini yaptığı için Batı ve hizmetkârları tarafından düşman ilan edilmiştir. Çünkü bu gerçeği hayata geçirmek, Allah ile aldatanların ve emperyalist Batı'nın en önemli silahını elinden almak demektir. Batı, bir müslüman imparatorluğun halkını Batı medeniyetine yaklaştırmakla itham edilen bir lideri neden saf dışı etmek istiyor? Burada suratımıza sadece haykıran değil, âdeta tokat atan bir paradoks yok mu? Sadece bu paradoksun üstüne gitmek bile, Atatürk konusundaki dinci ve dinsiz yanılgıları aşmaya yeter diye düşünmekteyiz. Ama bunun için dincilerin İslam'ın gerçeğinden, dinsizlerin de Atatürk'ün gerçeğinden rahatsız olma sürecini kapatma haysiyetini göstermeleri lazımdır. Ne yazık ki, şu ana kadar bu haysiyeti ne dinciler göstermiştir ne de dinsizler. Evet, Batı, bizzat kendi ifadesiyle, “batıcı, İslam karşıtı' bir adamdan neden rahatsızdır? Müslümanları düşündüğü için mi? Batı, özellikle şeytanî İngiliz siyasetleri, yıllar ve yıllar, İslam dünyası ile Atatürk’ün arasını açmak için şu nakaratı tekrarlayıp (ve tekrarlatıp) durmuştur: "Atatürk sizi bin yıllık dininizden uzaklaştırıp Batı’nın, Hristiyanlığın uydusu yaptı. Onun neyine güvenip de arkasından gideceksiniz? Böyle bir adamı hangi akılla örnek alacaksınız?
  • "Yere serilmiş olan Türkiye'nin, ancak verilecek hükmü bekleyen bir suçlu olduğu düşünülüyordu. Churchill , Türkiye’nin, ‘eski dostumuz? dediği İngiltere tarafından cezalandırılmasına hazır olduğunu, fakat Türk milletinin Britanyalılara değil, fakat nefret ve kin beslediği nesillerin düşmanı Yunanistan'a boyun eğeceklerini anladıkları andan itibaren kontrol edilemez hale geldiğini yazmaktadır.” (Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili Ingiliz Belgeleri, 195) Allah, kahırdan lütuf çıkaran kudrettir. Eğer Yunan işgali vücut bulmasaydı, Türk milleti, her nasılsa ‘dostumuz' deme noktasına getirildiği “Ingiltere'nin işgali'ne karşı çıkmak şöyle dursun, onu Allah'ın bir lütfu sayarak olduğu yere sinecekti. Tıpkı Padişah’ını Allah'ın bir lütfu saydığı gibi. Bu şuuraltı derinliklerindeki zihniyettir ki, hele bir de Mustafa Kemal'e düşmanlıkla yan yana geldiğinde, akıl almaz bir haçlı mahabbet ve hizmet psikolojisiyle en ‘dindar geçinen siyasal İslamcıları bile büyüleyip mest etmektedir.
  • Riyad da yapılan bir toplantıda ABD eski başkanı Bill Clinton'ın verdiği mesaj üzerine açılan tartışma, Atatürk'ten yaklaşık bir asır sonra şu soruyu tekrar yaşamsal hale getiriyor: İslam dünyasının problemlerinin çözümünde omurga nokta teolojik mi yoksa sosyolojik, ekonomik, siyasal mı? Yani müslüman dünyanın iflahı, İslam ilahiyatının dinamikleri işletilerek mi gerçekleştirilecek yoksa başka dinamikler işletilerek mi? Belki bunların tümü birden. Tümünden yararlanmaya kimsenin itirazı olamaz. Önemli olan, her hal ve bağlamda devrede tutulması gereken yani reçetenin olmazsa olmaz kısmı hangisidir sorusuna verilecek cevap... Bendeniz şuna inanıyorum ve aksini iddia etmeyi aldanış olarak görüyorum: Nereden, nasıl bakarsanız bakın, İslam dünyasının problemlerinin çözümünde 'teolojik' boyutun herhangi bir biçimde devre dışı tutulması, gayretlerin tümünü işe yaramaz hale getirir. Çözüm ya tamamen teolojiktir yahut da büyük kısmıyla teolojiktir. Aksi bir yaklaşımı, aldanmak yahut aldatmak olarak görenlerdenim. Bunları sayıp dökmeye gerek yok. İslam dünyasının ayağını prangalayan belanın çözümünün bir biçimde teolojik olduğunun tartışılmaz kanıtı, az önce andığımız Riyad toplantısının yapıldığı salonda tüm varlığıyla sesleniyor. Clinton'un, Türk devlet yetkililerinin de konuştuğu o salona bakın: Bir yanda erkekler, Öte yanda, büyük bir kafesin arka tarafında, kapalı burunlarından nefes almak için uğraşan kadınlar. Kadınlar, sorularını o kafesin arkasından sordular. Dahası var: Suut uleması denen sarıklı despotlar, kadınların bu manzara içinde bile bir toplantıya katılmış olmalarını din dışı ilan edip ilgilileri ağır biçimde eleştirdiler. “Ne günlere kaldık, başımıza bunlar da mı gelecekti , din elden gidiyor” der gibi bir tavır sergilediler. Çözümün hangi kulvarda olduğunun bundan yaman kanıtı olabilir mi? Yaklaşık yarım asırdır 'kadınların başını burma mücadelesi veren İslam dünyası, Kur'an'ı, kadın başını burma dışında önemli bir tezi olmayan bir kitaba dönüştürmüş bulunuyor. Öte yandan, Ortadoğu despotizmleri müslümanları kasıp kavuruyor. Böyle bir ortamda hiç kimse çıkıp da örneğin, Nisa 75, Neml 34. ayetlerin despotizm ve krallıkları reddeden o muhteşem mesajıyla servet babalarının ihtiyaç fazlası mallarının kamusal ihtiyaçların karşilanması için harcanması gerektiğini haykıramıyor, haykırmıyor, Yani, yirmibirinci yüzyılın çeyreğini geride bırakmak üzere olduğumuz şu zamanda, koca İslam dünyasından bir Ebu Zer çıkmıyor. Çıkamıyor, çünkü Emevi dinciliği, yeni bir Ebu Zer serüveni yaşamamak üzere her türlü şeytani tedbiri almış bulunuyor. Ne olur ne olmaz diye de küresel kapitalizmin Allahsız kodamanlarıyla işbirliğine giriyor. 4 Temmuz 1776'da Amerika'da yayınlanan Bağımsızlık Bildirgesi'nde şöyle deniyor: "Herhangi bir hükümet şekli, feragat edilemez haklara karşı tahripkâr bir tavır takınırsa o hükümetin değiştirilmesi ya da yıkılması ve kendini bu ilkeler temelinde var eden ve güçlerini bu doğrultuda organize eden yeni bir hükümetin kurulması halkın hakkıdır.” 1789 Fransız Devrimi'nin ardından yayımlanan İnsan Hakları Bildirgesi de şöyle diyor: "Hükûmet, halkın haklarını ihlal ettiğinde isyan, halk için ve halkın her bir kesimi için hakların en kutsalı ve görevlerin en vazgeçilmezidir." Bütün bunlar Nisa 75 ile Neml 34'ün bir tekrarı. Peki, siz hiç bunları İslam adına seslendiren bir İslamcı'ya rastladınız mı? Bırakın bunları seslendirmeyi, Atatürk Cumhuriyeti hariç, 1948'te imzaya açılan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin altında hiçbir müslüman ülkenin imzası yok. Bu nasıl İslamcılık? 604 sayfalık kitapta başörtüsünden başka hiçbir şey yok mu, ey akıl sahipleri?! “Hayır, yok” demeye getiriyorlar. Özellikle Bakara 219, Nisa 75 ve Neml 34 yok onlar için... Hele hele, Mâûn suresi hiç yok. Onlar, bu ayetlerdeki mesajın tam tersini din yaparak, dünyanın gözüne sokmaya çalışıyorlar. Gidin, Islam inanç manifestosunun içine bakın, görürsünüz: "Kral sultan/imam, ahlaksal rezillikler işlese de, zulümler sergilese de azledilemez!" Akait kitaplarımız böyle diyor. Ben bunları daha on iki yaşımda Arapçalarından ezberledim. Bana öğretilen din buydu. Bu dine göre, "Sultan/kral/imam, Allah'ın yeryüzündeki gölgesidir.” Ona yönelik eleştiri bile yapamazsın. Eğer Kur'an'a sorarsanız, bunun adi, din değil, dinsizliktir. Ama koca İslam dünyası bunu asırlardir din diye yaşıyor. Açın Osmanlı metinlerini, hatta 1876 meşrûtiyet anayasasını, okuyun: Padişaha verilen sıfatların birçoğu, Kur'an'ın Allah'a verdiği sıfatların kelimesi kelimesine aynıdır. “Zâti akdes, la yüs’eldir. Yani mukaddes padişah, kutsallar kutsalıdır, sorgulanamaz, sorumlu tutulamaz. Atatürk'ü her firsatta kendini ilahlaştıran adam’gibi lanse eden saltanat dincisi namussuzlar, bunları hiç görmezler mi? Atatürk'ün buna benzer bir talebi veya icraatı olmadığını, tam tersine, böylesi yaklaşımların telaffuzuna bile şiddetle karşı çıktığını bilmezler mi? Elbette bilirler ama namus ve haysiyet kıratları bunları itirafa yetmez, izin vermez. Haçlı emperyalizmin böyle bir itiraftan çok rahatsız olacağını bildikleri için efendileri olan süper kodamanları rahatsız edecek tek cümle söylemezler. "Çözüm Teolojiktir" derken neyi kastediyoruz? Çözüm teolojiktir demek, İslam mirasının ürünü olan kitaplardaki kural ve görüşleri müslümanların hayatına egemen kılmak değildir. Böyle bir talep olamaz, çünkü zaten perişanlığın kaynağı o kitaplardır, o kitaplardakileri hayata egemen kılmayı din sanan zihniyetlerdir. Neyi amaçladığımızı, ne demek istediğimizi açık ve net söyleyelim; Çözüm teolojiktir derken, Kur'an'ın gösterdiği temel adreslere yönelişi kastediyoruz. “Dinimizi ihmal ettik, başımıza gelenler bu yüzdendir. Dinimize daha iyice sarılalım, bak nasıl kurtuluruz!” iddiası asırlardır süregelmiştir ama kurtulan falan olmamıştır. Neden ve niçin? Çünkü “Dinimize sarılalım” sözünün anlamı, asırlardan beri, 'çöl fikhinin kristalleştiği fıkıh kitaplarındaki kuralları hayata geçirmek için biraz daha israrlı olalım'dan öte bir anlama getirilememiştir. “Dinimize iyice sarılalım”ın anlamı “Dinciliği bırakıp akılcılığa geçelim” olsaydı biz bugün bu satırları yazmak yerine müslüman dünyanın öncülük ettiği kim bilir hangi büyük hamleler hakkında fikir beyan ediyor olacaktık... Rahmetli İlhan Selçuk ne güzel özetliyor faciayı ve çıkış yolunu: “Felaket karşısında ne diyor dinci? "Suç İslam'da değil.'Suç İslam'da olur mu, canım, suç sende. Suç, Bati’daki aydınlanma sürecini görmezlikten gelerek insanlık tarihine boşverenlerdedir. Suç; tüm dünyadaki müslümanların gözlerini bağlayan dinciliği kullanarak Türkiye'de de siyasal iktidara geçenlerdedir. Suç; müslümanlığı siyaset ve ticaret tezgâhında utanmadan pazarlayanlardadır. Zavallı müslüman! Bu çakalların elinde perişan! Bakarkör! Gözlerini açtığı zaman, iş işten geçmiş olmasa, Anadolu öteki İslam coğrafyası gibi karanlığa gömülmese!.. Zavallı müslüman!.” (Cumhuriyet, 4 Şubat 2004) 149
  • Müdafaai Hukuk Başbuğu Atatürk, aydınlanmanın önünü açmaya şöyle devam ediyor: “Türkiye halkı denildiği zaman, mukadderatını birleştirmiş olan ve hissen, dinen birbirine kalplerini bağlamış olan insanlardan meydana gelen halk demektir. Bunlar içinde ırken muhtelif olanlar vardır.”
  • Emevi uydurma hadislerle şunu yaptı.Günlük ibadetler,günlük günahları siler.Haftalık ibadetler,haftalık günahları siler.Yıllık ibadetler,yıllık günahları siler.
  • M. Kemal, Allah ile aldatmanin saltanatına darbe vuran adamdır. Dinci istismarın M. Kemal'den rahatsızlığının temel sebeplerinden birincisi budur.
  • Her millet, icraatına tahammül ettiği hükümetin mesuliyetine ortak sayılır. Atatürk'ün bu sizu, Zuhruf süresi 54-56. ayetlerin tercümesi gibidir. " Firavunları, onlara biat eden kitleler yaratır." Hz. Muhammed de şöyle diyor. Esas cihat, zalim sultan karşısında hakkı seslendirmektir.
  • 27 Mart 1930 günü sabahı, doğmakta olan güneşe bakmaktadır. Yanındakilere, edebiyat ve felsefe tarihine de altın harflerle yazılabilecek şu muhteşem sözleri söyler: “Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız. Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün Doğu milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve hürriyetine kavuşacak daha çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşları şüphesiz ki ilerlemeye ve refaha yönelik olarak vuku bulacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere rağmen engelleri yenecekler ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı geçecektir. Size bu sözleri söyleyen Cumhurreisi değil, sadece Türk milletinin bir ferdi olarak Mustafa Kemal’dir. Bu hususa bilhassa nazarı dikkatinizi çekerim.” -Atatürk'ün Bütün Eserleri 26.Cilt/144.Sayfa Müdafaai Hukuk’un yarattığı kurtuluş ve aydınlanma mücadelesinin hedef aldığı emperyalizm-kapitalizm ikili zulmünün kanlı çehresi Atatürk tarafından 3 Mart 1922’de şöyle tanıtılmıştır: “İstilacı, saldırgan olan devletler yerküreyi kendilerinin malikânesi kabul etmekte ve insanlığı kendi hırslarını tatmin için çalışmaya mahkûm esirler saymaktadırlar. Onlar, ilan ettikleri insani ve adaletkarane esasları, kabule değer gördükleri için değil, senelerden beri tahakküm zinciri altında tuttukları insanlık kütlesini büsbütün silahlardan tecrit etmek ve daha kolay esaret altında tutmaya devam etmek için bir aldatma vasıtası kabul etmektedirler. Buna diğer bir saik daha vardır: Birbirlerini aldatarak biri diğerinden fazla menfaat koparmak. Hilekârlıkta yekdiğeriyle müsabaka etmektedirler. Bunlar sırf kendi hırslarını tatmin için çalışmaktadır. Bunların gayesi, insaniyetin iyiliğine yönelik olmadığı gibi, bilakis, zulüm, baskı olduğu için, onları lanetle anmakta kendimizi haklı görüyoruz. Bunlar kudret ve kuvvet mevkiinde bulundukça mazlumlara merhamet ve şefkat göstermelerine imkân yoktur. Böyle bir şeye inanmak büyük bir gaflettir. Bu kuvvetleri maddi, manevi silahlarından tecrit edeceğimiz zaman ancak böyle bir hareket beklenebilir. Batı ancak bu kuvvet karşısında silahını teslime mecbur kalacak ve bu gayri insani muamelelerine, zulüm ve zorbalığına nihayet verecektir. Bunun husule gelmesi çok zamana bağlı değildir.” -Atatürk'ün Bütün Eserleri 12.Cilt/299-300.Sayfalar “Hayatın felsefesi, tarihin garip tecellisi şudur ki, her iyi, her güzel, her faydalı şey karşısında onu imha edecek bir kuvvet belirir. Bizim lisanımızda buna irtica derler.” -Atatürk'ün Bütün Eserleri 14.Cilt/339.Sayfa Ve Kastamonu’daki 30 Ağustos 1925 tarihli konuşmasında bir varlık kanununu ifadeye koyuyor: “Milletimizde gelişme kabiliyeti mevcut olmasaydı, bunu yaratmaya hiçbir kuvvet kudret kâfi gelmezdi. Herhangi bir gelişme vaziyetinde bulunan bir insan kitlesini, bulunduğu vaziyetten kaldırıp damdan düşer gibi filan gelişme mertebesine ulaştırmanın imkânsızlığı izaha muhtaç değildir.” -Atatürk'ün Bütün Eserleri 17.Cilt/293-294.Sayfalar “Sizden olan bir şahsa sizden fazla ehemmiyet atfetmek, her şeyi milletin bir ferdinin şahsiyetinde toplamak, geçmişe, bugüne, geleceğe bütün bu devirlere ait bir toplum meselesinin açıklanmasını ve ortaya konulmasını, bu yüksek topluluğun mütevazı bir şahsiyetinden beklemek, elbette ki layık değildir; elbette ki lazım değildir.” “Memleket ve milletin hayat ve geleceğine olan muhabbet ve hürmetimden dolayı huzurunuzda bir hakikat noktasını izaha mecburum. Vatandaşınız olan herhangi bir şahsı istediğiniz gibi sevebilirsiniz; kardeşiniz gibi, arkadaşınız gibi, babanız gibi, evladınız gibi, sevgiliniz gibi sevebilirsiniz. Fakat bu sevgi sizi, milli mevcudiyetinizi, bütün muhabbetlerinize rağmen, herhangi bir şahsa, herhangi bir sevdiğinize vermeye sevk etmemelidir. Bunun aksine hareket kadar büyük hata olamaz. Bir millet için, bir millet varlığı, bir millet şerefi ve haysiyeti, bir millet büyüklüğü için bu kadar hata olamaz. Ben, mensup olduğum büyük milletimin böyle bir hatayı artık işlemeyeceği hakkında tam bir itimada sahip olmakla müsterihim ve iftihar ediyorum.” -Atatürk'ün Bütün Eserleri 17.Cilt/45.Sayfa 12 Haziran 1925 günü, yani Türkiye’de ve dünyada güç, şöhret ve itibarının zirvesinde olduğu sırada, milletiyle bütünlüğünün, milletinde eriyip yok olduğunun ifadesi olan şu konuşmayı yapıyor: “İki Mustafa Kemal vardır; biri karşınızda oturan ben; et ve kemik, fani Mustafa Kemal. İkinci bir Mustafa Kemal var onu ‘ben’ kelimesiyle ifade edemem. O, ben değil, bizdir. O, burada oturan sizler, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve yeni mefküre için uğraşan aydın ve mücahit bir zümredir. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüs ettiklerim, onların hasret duyduklarını tatmin içindir. O Mustafa Kemal bütün bir aydın ve mücahit zümrenin temsilcisidir. Fani olmayan, yaşaması ve muvaffak olması mukadder olan Mustafa Kemal odur.” -Atatürk'ün Bütün Eserleri 17.Cilt/255.Sayfa 5 Ocak 1925 günü Konya’da yaptığı şu konuşma, Müdafaai Hukuk devrimi ve Atatürk meselesinin tarihe ışık tutan bir vicdan belgesi gibidir: “Biz, keyfi hareket etmeyiz. Müstebit asla değiliz. Hayatımız, bütün faaliyetimiz memleket işlerinde keyfi ve müstebitçe hareket edenlere karşı mücadele ile geçmiştir.” “Bizim; akıl, mantık, zekâ ile hareket etmek şiarımızdır. Bütün hayatımızı dolduran vakalar, bu hakikatin delilidirler.” “Memleket ve millet işlerinde, şahıslarıyla, fiilleriyle, fikirleriyle zararlı olmak vaziyetine düşenlere karşı zaman zaman sertleştiğimiz vakidir. Milleti hakiki kurtuluş yolunda yürümekten mene çalışmak isteyenlere şiddetli ve amansız olmak eğilimindeyiz! Toplumsal nizamımızı bilerek veya bilmeyerek ihlal edici kimselere müsaadekar olamayız! Bunlar doğrudur. Bizden bu hususlarda sükûnet ve tarafsızlık talep edenleri tatmin edemiyorsak, bunun sebebi, memleket ve millet menfaatini her şeyin üstünde gördüğümüzdendir.” -Atatürk'ün Bütün Eserleri 17.Cilt/149.Sayfa “Bizim çok korktuğumuz ve daima korkmakla hayatımızı kurtaracağımız bir şey vardır ki, herhangi bir şahsın, herhangi bir heyetin dahi istibdadı altında kalmaktır. Çünkü efendiler, şahıslar gibi meclisler de müstebit olur. Ve meclislerin istibdadı, şahısların istibdadından daha tehlikelidir. Dolayısı ile uzun müddet iktidara sahip olmak üzere toplantı halinde kalacak olan mebuslar, yavaş yavaş kendilerini seçen milletin arzusundan, emellerinden, hislerinden ve fikirlerinden uzak kalır, arada bir ayrılık olur. Bir gün bakarsınız ki, millet başka türlü çalışıyor, milli emeller başkadır.” -Atatürk'ün Bütün Eserleri 15.Cilt/76-83.Sayfalar “Osmanlı devletinin, devlet siyaseti olarak, millet siyaseti olarak, halk siyaseti olarak, belli, açık bir siyaseti mevcut değildi. Devletin başına geçen hükümdarlar, kendi arzularına, heveslerine göre bir nevi siyaset icat ederlerdi ve o siyasetin peşinden bütün milleti sürükler, götürürlerdi.” “Bütün Müslümanların bir noktada birleşmesi ve hep beraber çalışarak kuvvetli olması, mesut olması, muhakkak arzu edilir. Fakat dünyada elde edilemez olan hedeflere yürümek, insanları çok aldatmıştır, çok aldatır. İnsanlar parlak olan siyasetlere doğru mutlaka yürümek ve oraya ulaşmak ister. Çünkü parlak olan şeyler caziptir. Bu dediğim nokta da parlaktır, caziptir. Fakat hayat hayallere dayanamaz; hayat maddiyata dayanır. Herhangi bir millet hayatını muhafaza için, hayat vasıtalarını elde etmek ve düzenlemek için adım attığı zaman seçtiği hedef hayali olursa elbette muvaffak olamaz. Bu, asırların ve asırlarca yaşamakta olan insanların, belki çok acı, çok kanlı hadiseler ile ve belki çok büyük felaketlerle bulmuş olduğu bir neticedir.” “Büyük bir cesaretle söylüyorum ki, dünyanın bugünkü genel şartlarına ve asrın, insanların kafasında yapmış olduğu bugünkü değişikliklere göre, bütün İslam âleminin şimdiye kadar vehmedildiği gibi bir noktadan sevk ve idaresine maddi imkân yoktur ve olamaz. Bunu bu kadar kuvvetli söyleyebilmek için çok şey bilmeye, çok şey düşünmeye, çok şey hatırlamaya hacet yoktur. Çünkü ‘bu olmamıştır ve olamayacaktır’ dediğim zaman bu benim ifadem değildir, tarihin ifadesidir, vakaların ve hadiselerin ifadesidir; en nihayet ilmin, aklın, mantığın ifadesidir. Arkadaşlar, bin üç yüz şu kadar seneden beri bu teori, nerede ve ne vakit tatbik kabiliyeti bulabilmiştir?” “Bir Osmanlı devleti vardı. O da en nihayet yok olmaya mahkûm oldu. Ne için? Çünkü millet kendi hayatıyla ve kendi eviyle hiçbir vakit meşgul olmadı; daima hayali birtakım hedeflere karşı sürüklendi ve kendi kendini sürükledi, en nihayet bu hal ve vaziyete düştü.” “Hepsinin iradesine sahip olanın iradesi, umumun iradesi yerine geçer. Dolayısıyla bütün görüşleri bir noktada özetlemek lazım gelirse, mahv ve yok olduğunu, sefil olduğunu gördüğümüz bu toplumların, mahv ve yok olma sebepleri, kendi iradelerine sahip olmamış bulunmalarıdır. İradenin başkaları tarafından gasp edilmiş olması veya başkalarına terk edilmiş ve bırakılmış olmasıdır. Bir toplum, bir devlet müessesesi, bu hatadan yakasını kurtarmaksızın, ne şekilde tesis olunursa olunsun, her halde netice itibarıyla felakete mahkûmdur. Biliyorsunuz ki, Osmanlı devleti saltanat devresini, haşmetini, debdebesini yaşadıktan sonra düşmeye başladı.” -Atatürk'ün Bütün Eserleri 15.Cilt/57-60.Sayfalar “Kuvvet, ordudur. Ordunun hayat ve saadet kaynağı, bağımsızlığı takdir eden milletin, kuvvetin lüzumuna olan vicdani imanıdır. İngilizler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için, pek tabii, evvela onu ordudan mahrum etmek çaresine giriştiler… Sonra, kumandanlarımıza ve subaylarımıza taarruz ve tecavüze başladılar. Askerlik izzeti nefsini yok etmeye gayret ettiler.” “Her halde, ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu. Orduyu mutlaka imha etmek, subayları mahvetmek, aşağılamak lazımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta engeller ve müşkülat kalmaz. Düşmanlarımız herkesten evvel subayları öldürdüler; onları aşağılar ve hor görürler… Subayın yaşamak için bir çaresi vardır: Şerefini korumak. Düşmanlarımızın kast ettiği ise o şerefi ayaklar altına almaktır.” -Atatürk'ün Bütün Eserleri 9.Cilt/112-113.Sayfalar Gazi Paşa, Selanik’te, bir gazeteye yazdığı yazı hakkında fikirlerini soran Cemal Paşa’ya görüşlerini anlatırken adeta asırlara ders verircesine şunları söylemiştir: “Birtakım kuş beyinli kimselere kendinizi beğendirmek hevesine düşmeyiniz. Bunun hiçbir kıymeti ve önemi yoktur. Siz, içinde bulunduğumuz vaziyeti değerlendiriniz. Ve evvela kabul ediniz ki biraz feragat sahibi olmak lazımdır. Eğer şunun bunun teveccühünden kuvvet almaya tenezzül ederseniz, bugününüzü bilmem, fakat geleceğiniz çürük olur. Çünkü bizim henüz hakikatle hiç temasa gelmemiş geniş muhitlerimiz vardır. Bu muhitlerde henüz acemkari hayaller ile dolu olanlar çoktur. Büyüklük odur ki hiç kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın, memleket için hakiki ülkü ne ise onu görecek, o hedefe yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacaktır, herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır. İşte sen bunda mukavemeti yok eden kişi olacaksın. Önüne sonsuz engeller yığacaklardır, kendini büyük değil, küçük, zayıf, vasıtasız, hiç kabul ederek, kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak bu engelleri aşacaksın. Ondan sonra sana bu yüksek adam derlerse, bunu diyenlere de güleceksin!” -Atatürk'ün Bütün Eserleri 3.Cilt/29.Sayfa “Tabiat bir şey vermez, her şeyi kazanmak lazımdır. Kazanmanın tabii kanunlarını arayacak olursak, yalnız tek bir esas görünür: Çalışmak… Bundan başka çare yoktur. İnsan, tabii olarak, şahsına sahiptir; bu hassa, insanı bütün dünyaya sahip kılabilir. Yani insan, zekâsı, sanatı, iradesi sayesinde bütün unsurlara boyun eğdirebilir. Bu, bize çalışmanın yüksek kıymetini, ahlaki vasfını ve her şeyden mukaddes olan bir hakkı, çalışmak hakkını gösterir. Tembellik, bütün fenalıkların anasıdır. İnsan, çalıştığı için, eli altında veyahut kafasının içinde eserini büyümekte ve yükselmekte gördüğü zaman ne büyük zevk duyar! Çünkü neticesiz uğraşmak, çalışma sayılmaz. Hiçbir şey yapmamak veyahut neticesiz, manasız şeyler yapmak, çalışma kanununa karşı büyük kabahattir. Bu eser, ister çiftçinin hasadı, ister mimarın evi veyahut heykeltıraşın heykeli, ister bir âlimin veya bir sanatkârın keşfi, kitabı olsun; zevk birdir. Bu zevk, bütün zahmetleri, saban arkasında dökülen terleri, sanatkârın, fikir adamının bazen pek elemli olan yorgunluklarını derhal unutturur.” “Bu hayat müsabakasında diğerleri, kabiliyetleri itibarıyla sizi geçebilirler. Bir muvaffakiyet elinizden kaçabilir. Bundan dolayı onlara kızmayınız ve elinizden geleni yapmışsanız, kendi kendinize de kızmayınız. Asıl mühim olan muvaffakiyet değil, gayrettir. İnsanın elinde olan ve onu memnun eden ancak gayrettir.” -Atatürk'ün Bütün Eserleri 23.Cilt/66-68.Sayfalar
  • "TARİHİMİZLE HESAPLAŞALIM, YÜZLEŞELÍM!" "Tarihimizle yüzleşelim" diye bir laf şimdilerde dolanıp duruyor. Güzel. Yüzleşin, görelim. Yüzleşmek, her şeyden önce degil, tamamen samimiyet işidir. Siz hiçbir şeyle yüzleşemezsiniz, çünkü samimi değilsiniz. Siz sadece 'yüzleşme' nağmeleri döktürerek halkı kandırıyorsunuz. Yüzleşmenin erkânı belli. O erkánı işletin, görelim. Kendi tarihiyle yüzleşmek ‘hanif' olmak demektir. Hanîf, ecdadının akıl dışı kabullerine savaş açan adam demektir. Kendi tarihiyle yüzleşmek için bu savaşı açmak gerekir. Siz, bırakın hepsini, tarihimizin, ecdadımızın açık şirk veya şirk şaibeli kabul manzarası arz eden icraatını eleştirin, görelim. Yüzleşmek buradan başlamayacaksa nereden başlayacaktır? Son zamanlarda, “Dersim'le yüzleşelim" diyerek siyasal hokkabazlık yapmaktalar. Dersim'le yüzleşecekseniz, daha geriye gidip damara gireceksiniz. İslam'ı tersinden anlamanın, İslam'ı insan hakları aleyhine yorumlamanın sembol isimlerinden biri olan Ebussuut (ölm. 1574) ile, Osmanlı'nın en uzun süreli şeyhülislamlığını yapmış Yenişehirli Abdullah Efendi (ölm. 1743) denen zâtın, Alevî-Şiî camiayla ilgili fetvalarıyla (özellikle o fetvalarla) yüzleşeceksiniz. Onlarla yüzleşmeden Dersim'le nasıl yüzleşeceksiniz? Mehmed Ebussuut, Anadolu'da 16. yüzyılda vuku bulan Alevî soykırımının I. Selim ve Kanûni ile beraber baş sorumlularından biridir. Aynı sorumluluk, 18. yüzyılda Yenişehirli Abdullah Efendi'nin boynundadır.
  • Müdafaai Hukuk Başbuğu Atatürk, aydınlanmanın önünü açmaya şöyle devam ediyor: “Daima ileri sürülen bir şey vardır ki, o da din engellemesidir… Bunda büyük bir hata vardır. Bizim dinimiz hiçbir vakit böyle bir şey talep etmez. İlim ve irfanı aramaya mecburuz. Nerede bulunursa bulunsun oraya gitmek, onu bulmak, almak, onunla donanmak mecburiyetindeyiz. Allah’ın emri, kadın ve erkek bütün Müslümanların aynı derecede ilmen, fazileten her bakımdan olgunlaşmasıdır… Kur’an ile hatırlatmak istiyorum ki, bu nerede ise oraya kadar gidecektir. Kim? Hepsi gidecektir, kadın da gidecektir, erkek de gidecektir. Dinin bir engellemesi yoktur…”
  • Atatürk, milletiyle münasebeti açısından nedir? Vahdettin gibi ‘millete çoban’ mı, yoksa diğer bütün sultanlar gibi ‘Allah’ın yeryüzündeki gölgesi’ mi? Hayır, hiçbiri değil. Ne olduğunu, bizzat kendisi, bir büyük melaminin azizlik ve temizliği içinde bakın nasıl anlatıyor: “Memleket ve milletin hayat ve geleceğine olan muhabbet ve hürmetimden dolayı huzurunuzda bir hakikat noktasını izaha mecburum. Vatandaşınız olan herhangi bir şahsı istediğiniz gibi sevebilirsiniz; kardeşiniz gibi, arkadaşınız gibi, babanız gibi, evladınız gibi, sevgiliniz gibi sevebilirsiniz. Fakat bu sevgi sizi, milli mevcudiyetinizi, bütün muhabbetlerinize rağmen, herhangi bir şahsa, herhangi bir sevdiğinize vermeye sevk etmemelidir. Bunun aksine hareket kadar büyük hata olamaz. Bir millet için, bir millet varlığı, bir millet şerefi ve haysiyeti, bir millet büyüklüğü için bu kadar hata olamaz. Ben, mensup olduğum büyük milletimin böyle bir hatayı artık işlemeyeceği hakkında tam bir itimada sahip olmakla müsterihim ve iftihar ediyorum.”-ABE. 17/45
  • Gazi’nin bizce, en filozofik konuşmalarından biri olan 2 Şubat 1923 İzmir konuşmasında bu konuya ilişkin sarsıcı sözler vardır: “Büyük bir cesaretle söylüyorum ki, dünyanın bugünkü genel şartlarına ve asrın, insanların kafasında yapmış olduğu bugünkü değişikliklere göre, bütün İslam aleminin şimdiye kadar vehmedildiği gibi bir noktadan sevk ve idaresine maddi imkan yoktur ve olamaz. Bunu bu kadar kuvvetli söyleyebilmek için çok şey bilmeye, çok şey düşünmeye, çok şey hatırlamaya hacet yoktur. Çünkü ‘bu olmamıştır ve olamayacaktır’ dediğim zaman bu benim ifadem değildir, tarihin ifadesidir, vakaların ve hadiselerin ifadesidir; en nihayet ilmin, aklın, mantığın ifadesidir. Arkadaşlar, bin üç yüz şu kadar seneden beri bu teori, nerede ve ne vakit tatbik kabiliyeti bulabilmiştir?”
  • Çalışmak, beklenen sonuca götürmese de bu uğurda katlanılan maddi kayıp, insanın tarih önündeki ruhsal ve fikirsel doygunluğunu, onurunu zedelemez. Önemli olan, gayretin gösterilmesidir. Atatürk, bu anlamda çalışmayı, ‘gayret’ ile eşitler. Ve şu muhteşem tespiti yapar: “Bu hayat müsabakasında diğerleri, kabiliyetleri itibarıyla sizi geçebilirler. Bir muvaffakiyet elinizden kaçabilir. Bundan dolayı onlara kızmayınız ve elinizden geleni yapmışsanız, kendi kendinize de kızmayınız. Asıl mühim olan muvaffakiyet değil, gayrettir. İnsanın elinde olan ve onu memnun eden ancak gayrettir.”-ABE. 23/68
  • Gazi’nin bizce, en filozofik konuşmalarından biri olan 2 Şubat 1923 İzmir konuşmasında bu konuya ilişkin sarsıcı sözler vardır: “Bir Osmanlı devleti vardı. O da en nihayet yok olmaya mahkum oldu. Ne için? Çünkü millet kendi hayatıyla ve kendi eviyle hiçbir vakit meşgul olmadı; daima hayali birtakım hedeflere karşı sürüklendi ve kendi kendini sürükledi, en nihayet bu hal ve vaziyete düştü.”
  • Gazi’nin bizce, en filozofik konuşmalarından biri olan 2 Şubat 1923 İzmir konuşmasında bu konuya ilişkin sarsıcı sözler vardır: “Hepsinin iradesine sahip olanın iradesi, umumun iradesi yerine geçer. Dolayısıyla bütün görüşleri bir noktada özetlemek lazım gelirse, mahv ve yok olduğunu, sefil olduğunu gördüğümüz bu toplumların, mahv ve yok olma sebepleri, kendi iradelerine sahip olmamış bulunmalarıdır. İradenin başkaları tarafından gasp edilmiş olması veya başkalarına terk edilmiş ve bırakılmış olmasıdır. Bir toplum, bir devlet müessesesi, bu hatadan yakasını kurtarmaksızın, ne şekilde tesis olunursa olunsun, her halde netice itibarıyla felakete mahkumdur. Biliyorsunuz ki, Osmanlı devleti saltanat devresini, haşmetini, debdebesini yaşadıktan sonra düşmeye başladı.”-ABE. 15/57-60

Kur'an Penceresinden Kurtuluş Savaşı'na Bir Bakış İncelemesi - Şahsi Yorumlar

20.yy'in ilk çeyreğine gelene kadar müslüman ülkeler ya sömürge durumundaydilar, ya da ekonomik bağımsızlıkları yoktu. 18.yy'dan itibaren yabancılara verilen imtiyazlar ve alınan dış borçlar Osmanlı Devleti'ni çökertmis, halkın geçim şartları zorlaşmıştı. Devletin yeraltı ve yerüstü kaynaklarına el konulmuş, ülke sınırları içinde milli denebilecek hiçbir şey kalmamıştı. Buna karşılık saray, bolluk içinde yaşamış, alınan borçlar yeni saraylarin yapımında kullanılmıştı. Son padişah Vahdettin'in ağzından dökülen şu cümle ibret vericidir. " Bu millet bir koyun sürüsü, ben de bu surunun cobaniyim." Bu yaklaşım saray esrafinin ( kullarına ) bakış açısını göstermekteydi. Diğer Müslüman ülkelerde durum bundan farklı değildi. Sultanlara, padişahlara, krallara, itaat sozkonusuydu, isyan edenler, eleştirenler, safdisi bırakılıyordu. Gücünü Allah'tan aldığını iddia edenler, tebayi Allah ile aldatarak kendi çıkarlarını gozetiyorlardi. Bir de buna Batı'nın şeytani planları katıldı. Osmanlı devleti dört bir yanından işgal edildi. İşgalciler aslında misafirdi. Onlara zorluk cikarilmamaliydi. Tam bir teslimiyet içine girildi. İşte o günlerde halkin içinden çıkan müdafaa-i hukuk hareketi sarayın planlarını bozdu. Kuvvacilara karşı tutuklamalar, idam cezaları, suikast girişimleri başladı. Bunlar hep dine dayandırılarak yapıldı. Öyle ya halife efendimize karşı gelinmişti. yazar/yasar-nuri-ozturk , müdafaa-i hukuk hareketinin eylemlerini Kur'an'dan ayetler eşliğinde açıklıyor bize bu kitapta. Allah ile aldatarak, kişisel menfaat kazanıldığını anlatıyor milli mücadele döneminde ve her daim. Kısacası, bu kitapta; Vahdettin önderliğindeki saray esrafinin mı, yoksa M. Kemal önderliğindeki müdafaa-i hukuk hareketinin mı İslam'a hizmet ettiği açıklanıyor. İyi okumalar... (Barış)

MUTLAKA OKUMASI GEREKEN BİR ESER: 80 yıldır sorulmayan ve sorulmadığı için başımıza bin türlü dert açan hayati soru şudur: İslam mirasıyla Atatürk mirası, bizim daha çok kullandığımız ifadayle, Muhammedi mirasla Mustafa Kemal mirası arasında bir çelişme var mıdır? Elinizdeki eser bu soruya "Hayır, yoktur" cevabını veren ve bu dinsel ve tarihsel belgelerle ispatlayan ilk eserdir. Bugün Türkiye Cumhuriyeti'ni, Kelime-i Şehadet düşmanı haçlı kodamanlar ile işbirliği halinde çökertmeye çalışan dinci ve dinsiz ekipler, bu başarılarını asla kendi zekalarıyla elde etmediler. Onların çapları buna yetmez. Onların iki büyük güç kaynağı oldu: 1. Haçlı seferlerinin Atatürk mirasını ve Türkiye Cumnhuriyeti'ni tahrip için verdikleri her türlü destek, 2. Cumhuriyetin ve Atatürk'ün savunucusu olduklarını söyleyenlerin yetersizlikleri, basiretsizlikleri ve yer yer ahmaklılkları. Mısır'ın en büyük İslam bilginlerinden müfessir Ferit Vecdi ve müfessir Tantavi'ye göre, Türk Kurtuluş Savaşı tarihin en büyük mucizelerinden biridir ve bu yapısıyla, peygamberler tarihinin olağanüstü eylemleri arasında sayılmalıdır. Kur'anın tek düşmanı vardır. Zulüm. Müdafaai Hukuk'un da tek düşmanı olmuştur. Zulüm. Müdafaai tabirin bizzat kendisi, zulme karşılığın açık ifadesidir. Anadolu'nun kurtuluş ve aydınlanma mücadelesinde savaşın hedefi ve gerekçesi olarak ırk, para, bölge, renk ve hatta din gösterilmiştir. Tek gerekçe hukuktur, hukukun müdafaasıdır. Kur'an, saldırı savaşına izin vermez. Din yaymak için de savaşa izin verilmemiştir. Tek gerekçe, zulme uğramaktır. Zulüm varsa, savaş bir insanlık borcu haline gelir. Bu insanlık borçundan kaçılmaz. Kaçanlar onursuz olur. Müdafaai Hukuk zihniyetinin savaş anlayışı işte budur. Müdafaai Hukuk, her şeyden önce, Anadolu halklarının bağımsızlık ve kurtuluş savaşlarının ideolojisidir. Ama o aynı zamanda Anadolu aydınlanma devrimlerinin de yaratıcı ideolojisidir. Dahası var: Müdafaai Hukuk, bütün müslüman dünyanın aydınlanma çığırının da yaratıcısı öncüsüdür. (Ömer)

Ne yazık ki Yaşar Nuri'nin bu eserinde aradığımı bulamadım. Diğer eserlerinin yanında sönük kalıyor. (ibrahim yazkan)

Kur'an Penceresinden Kurtuluş Savaşı'na Bir Bakış PDF indirme linki var mı?

Yaşar Nuri Öztürk - Kur'an Penceresinden Kurtuluş Savaşı'na Bir Bakış kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Kur'an Penceresinden Kurtuluş Savaşı'na Bir Bakış PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Yaşar Nuri Öztürk Kimdir?

Yaşar Nuri Öztürk, Bayburtlu bir anne ile Sürmeneli bir babanın çocuğu olarak 5 Şubat 1951 Pazartesi günü Bayburt'ta doğdu. Trabzon'un Sürmene ilçesinin Fındıcak köyünde büyüdü. Çoğu Çaykara'da bulunan Niyazoğlu sülalesindendir. İlk eğitimini babasından Kur'an okuyarak aldı ve dokuz yaşında hâfız oldu. On yıllık klâsik medrese eğitiminden sonra İstanbul Üniversitesi'nde hukuk ve ilahiyat tahsilini tamamladı. 12 yıl imamlık ve vaizlik yaptıktan sonra üniversiteye tekrar dönerek 1980 yılında "İslâm Felsefesi" konulu doktorasını tamamladı ve 1986 yılında aynı dalda doçent oldu. Orta Doğu, Balkanlar, Avrupa ve Afrika ülkeleri, ABD, Güney Kore ve Japonya'da kendi alanı ile ilgili akademik araştırmalar yapan Öztürk, ayrıca Fransa'da Grenoble Üniversitesinde çalıştı. New York'ta "İslâm Düşüncesi ve Çağdaş Sûfî Düşünce" dersleri okuttu.

Time Dergisi’nin gerçekleştirdiği ‘20. Yüzyılın En Önemli Kişileri’ (The Most Important People of the 20th. Century) anketinin ‘En Önemli Bilim Adamları ve Islahatçılar’ (The Most Important Scientists and Healers) listesinde, dünya kamuoyunca belirlenmiş yüz ismin ilk onu arasında yer aldı. Yaşar Nuri Öztürk

Türkçe, Arapça, Farsça, İngilizce ve Fransızca dillerinde çeşitli çalışmaları bulunan Yaşar Nuri Öztürk, 1978 ve 1982'de "Türkiye Millî Kültür Vakfı" ödülünü kazandı.

Yaşar Nuri Öztürk, 3 Kasım 2002 seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi’nden İstanbul milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girdi. Daha sonra CHP’den istifa etti. CHP’den istifasının ardından 16 Şubat 2005’te Halkın Yükselişi Partisi’ni kurdu ve bu partinin genel başkanlığını dört yıl boyunca sürdürdükten sonra 19 Ekim 2009 tarihinde üniversite ile çok ilgilenemediği gerekçesiyle genel başkanlıktan istifa ederek aktif siyasî hayatını son verdi.

2011 yılından beri mide kanseri ile mücadele eden Yaşar Nuri Öztürk, 22 Haziran 2016 Çarşamba günü İstanbul'daki evinde hayatını kaybetti. Cenaze namazı Üsküdar Şakirin Camii'nde kılınan Öztürk, Kanlıca Mezarlığı'na defnedilmiştir.

Yaşar Nuri Öztürk Kitapları - Eserleri

  • Allah ile Aldatmak
  • Anadilde İbadet Meselesi
  • İslam Nasıl Yozlaştırıldı?
  • Maun Suresi Böyle Buyurdu
  • Kur'an-ı Kerim'de Lanetlenen Soy
  • Kur'an Penceresinden Kurtuluş Savaşı'na Bir Bakış
  • Hallac'ı Mansur 1. Cilt
  • Hallac'ı Mansur 2. Cilt
  • Yeniden Yapılanmak
  • Kur'an'ın Temel Buyrukları
  • Kur'an-ı Kerim Meali
  • Batı Sömürgeciliği ve İslam Dünyası
  • Türkiye'ye Mektuplar
  • Kur'an Verileri Açısından Laiklik
  • Tanrı'dan Başka İnsanüstü Tanımayan İnanç: Deizm
  • İmamı Âzam Ebu Hânife
  • Kur'an'ın Temel Kavramları
  • Cevap Veriyorum
  • Cevap Veriyorum 2
  • Saltanat Dinciliğinin Öncüsü Firavun
  • Mevlana Celaleddin Rumi ve İnsan
  • Kur'an Penceresinden Özgürlük ve İsyan
  • Hz. Fatıma
  • 400 Soruda İslam
  • Depremin Gösterdikleri
  • Kur'an'ı Tanıyor Musunuz?
  • Atatürk'ten Sonraki CHP
  • İnsanlığı Kemiren İhanet Dincilik
  • Ebu Zer : Emevi Dinciliğine Karşı Mücadelenin Öncüsü
  • Fatiha Suresi Tefsiri
  • Ses Birgün Yankılanır
  • Kur'an'daki İslam
  • İmam-ı Azam Savunması
  • Kur'an Verilerine Göre Kötülük Toplumu
  • Kur'an'ın Yarattığı Mucize Devrimler
  • İslam Gerçeği
  • İslam Dünyasında Akıl ve Kur'an Nasıl Dışlandı?
  • Din Maskeli Allah Düşmanlığı Şirk
  • Kur'an Açısından Şeytancılık
  • İslam'da Büyük Günahlar
  • İslami Kavramlar Ansiklopedisi (1. Cilt)
  • Kur’an Verileri Işığında Tasavvuf ve Tarikatlar (2 Kitap Takım)
  • Merak Edilen Yönleriyle İslam
  • Çıplak Uyarı
  • Halkın Yükseliş Hareketi
  • Tarihi Boyunca Bektaşilik
  • Kur'an Açısından Küresel Afetler
  • Kur'an'ı Anlamaya Doğru
  • Kuran'ın Öğrettiği Dualar
  • Enel Hak İsyanı Hallac-ı Mansur - Darağacında Miraç
  • Tasavvufun Ruhu ve Tarikatlar
  • Kur’an Ve Sünnete Göre Tasavvuf
  • Hallacı Mansur Ve Eserleri - Kitabüt Tavasin
  • Kuşadalı İbrahim Halveti
  • Kur’an Uyarıyor
  • Sevgiliye Mektuplar
  • Asrı Saadet Şehitleri
  • Din Ve Fıtrat
  • Dinde Reform Değil İslam’da Tecdit
  • Halkın Diliyle Yaşar Nuri
  • Konferanslarım: (Bir İmanın Destanlaşması)
  • Kendi Dilinden Hz. Muhammed
  • Asrısaadet'in Büyük Kadınları
  • Müslümana Mektuplar
  • Der Verfälschte Islam
  • Son Devir Türk Tasavvufu ve Bosnalı Muhammed Tevfik Halveti

Yaşar Nuri Öztürk Alıntıları - Sözleri

  • Tarih boyunca bütün kudret imparatorluklarının yaptıkları da budur. Hücceti o imparatorlukların ezip horladığı insanlar üretir, firavunlarsa hem o üreten benlikleri ezer, onlara sövüp sayarlar hem de onların yarattıkları değerleri nankörce ve namussuzca sömürüp keyif yaparlar. (Saltanat Dinciliğinin Öncüsü Firavun)
  • ....bir deizm anlayışına Türk Kurtuluş ve Aydınlanma Savaşı'nın önderi ve komutanı, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'te rastlıyoruz. Büyük Gazi, Allah'a Hz.Muhammed'e Kur'an'a inanmakta, onlara saygı ve tazminini sürekli ifade etmektedir ama dinci kadroların çok rezil perdelerden temsil ederek hayata sokmak istedikleri 'din' patentli dayatmaları dışlamakta, onlara karşı çıkmakta, hatta onlarla mücadele etmektedir. Ve bu mücadeleyi, insan olmanın onuru saydığını da defalarca ifadeye koymaktadır. (Tanrı'dan Başka İnsanüstü Tanımayan İnanç: Deizm)
  • İslam dünyası denen coğrafyaların "İslam" adı altında yaşadıkları dinin, uzun bir zamandan beri "Rahman’ın dini" olmaktan çıkıp şeytanın dini haline geldiğini ortaya koyucu niteliktedir. (Kur'an Açısından Şeytancılık)
  • Alışkanlık ve gelenek, yaratıcı gücün afyonudur. (Kur'an'ın Yarattığı Mucize Devrimler)
  • Hem firavunu hem Allah'ı memnun etmek mümkün değildir. Kur'an bunu ölümsüz bir ilkeye bağlarken şöyle demektedir: Allah, bir adamın göğüs boşluğunda iki kalp yaratmamıştır. (Ahzab, 4) (Kur'an Verilerine Göre Kötülük Toplumu)
  • İyiliğe iyilik her kişinin, iyiliğe kötülük şer kişinin, kötülüğe iyilik ise er kişinin işidir. (Kur'an'ın Temel Buyrukları)
  • İnsan, tekamül etmeye sadece memur değil, aynı zamanda mahkumdur. Yaratıcı Kudret onu bu aleme, tekamülünü tamamlasın diye göndermiştir. Tekamül bu alemde tamamlanmazsa ölüm sonrası alemde tamamlanacaktır. İslam düşünürlerinin, özellikle sufi düşünürlerin bu noktadaki tutumları nettir. Tekamül veya Allah'a doğru seyr veya sefer mutlaka tamamlanacaktır. Ama bu dünyada ama ölüm sonrasında. (Tasavvufun Ruhu ve Tarikatlar)
  • Kalp bozukluğunun insan hayatındaki en tehlikeli görünümü, insanın kalbiyle dilinin farklılığıdır. (İslam Dünyasında Akıl ve Kur'an Nasıl Dışlandı?)
  • Vahye dayali katiksiz dln ile insanoglunun ‘din’ adi altindan kumelendirdigi ve bizim ‘diyanet’ veya ‘seriat’ dedigimiz genis ve degisken alani birbirinden ayirmak gerekir. (İnsanlığı Kemiren İhanet Dincilik)
  • Hasan Sabbah tarikatının, haşhaşla uyutup teröre sürme gibi bir uygulamasının olmadığı tespit edilmiştir. (Ebu Zer : Emevi Dinciliğine Karşı Mücadelenin Öncüsü)
  • Mevcuda isyan etmeyen benlik varoluş sırrını yakalayamaz. (Kur'an'ı Tanıyor Musunuz?)
  • Hz. Ömer bir gözü görmeyen Muğire Bin Şu'be' ye diyorki "Ey Muğire! Kazaya uğradığın günden beri, şu sakat gözünle hiç görebildin mi" Muğire, " Hayır hiç görmüyorum" cevabını verince Ömer şöyle konuşur: "Allaha yemin ederim ki, Ümeyye oğulları'nın İslam'a bakışları tıpkı şu senin kör gözünün baktığı gibidir. Onlar bu çarpık bakışlarıyla İslam'ı da kendilerini de çarpıttılar. Bu çarpık bakışları yüzünden nereye gideceklerini, nereden çıkacaklarını bir türlü bilemediler. Allah, yüzkırk veya yüz otuz yıl sonra Hicaz ve Irak'tan bir ekip çıkaracak ve onlar doğru bakış gücünü İslam'a yeniden kazandıracaklar." Ömer'in bu muhteşem sevgisi, İmam-ı Azam dehası in tarihteki yerini ve önemini göstermesi bakımından da son derece önemlidir (İmam-ı Azam Savunması)
  • Evet, ârif görendir; fakat ma'rifet görünenden sonra gelendir! (Hallacı Mansur Ve Eserleri - Kitabüt Tavasin)
  • Örtülü şirkin dini istila etmesinde en çok işleyen yol, din temsilcisi sayılan kişilerin (haham, rahip, sahabe, imam, şeyh, efendi vs.) rabler haline getirilmesidir. Müşriklerin yaptığı, Allah’ı inkâr ve ret değil, Allah’ın yanına yöresine birtakım yedek ilahlar koymaktır. Müşrikler Allah’ı asla inkâr etmediler. Yaptıkları Allah’ı tepeye oturtup O’nun altına yedek ilahlar yerleştirmekti. Şirkin zulüm ve yıkımı buradan kaynaklanmaktadır. İnsanları rab edinmek, din adamlarının sözlerini Allah’ın sözleri gibi kabul etmekle vücut bulur. Kim Rahman’ın Zikri’ni/Kur’an’ı görmezlikten gelip ondan uzaklaşırsa biz ona bir şeytanı musallat ederiz de ona can yoldaşı olur. Bunlar onları yoldan tamamen saptırırlar. Onlarsa kendilerinin hala hidayet üzere olduklarını sanırlar. Sonunda bize geldiğinde, şeytan, yoldaşına şöyle der: ‘‘Keşke aramızda iki doğu arası kadar uzaklık olsaydı. Ne kötü yoldaşmışsın sen!’’ (Zühruf, 36-38) (Kur'an'ı Tanıyor Musunuz?)
  • Nefsine dikkat et. Eğer sen onu meşgul etmezsen, o seni meşgul eder. (Hallacı Mansur Ve Eserleri - Kitabüt Tavasin)
  • 10- Onların söylediklerine sabret! Ve güzelce ayrı kal onlardan. (Kur'an-ı Kerim Meali)
  • Dinde baskı/zorlama/tiksindirme yoktur (Kur'an, 2/256) (Allah ile Aldatmak)
  • İnsan hayatının en önemli meselesi yön bulmaktır. İman, yönü bulduran kuvvettir. (İslam Dünyasında Akıl ve Kur'an Nasıl Dışlandı?)
  • Budizm'de Nirvana'ya varmak, benliğin kendi kendini yok etmesiyle gerçekleşir. Bu anlayış sûfi geleneğe de geçmiş ve şöyle ifade edilmiştir: "Sen çıkarsan aradan, kalır seni Yaratan." Bu söylem, Kur'an'a tamamen aykırıdır. Kur'an, insan benliğinin aradan çıkmasını değil, varlığını koruyarak Yaratan'a teslim olmasını istemektedir. (Din Maskeli Allah Düşmanlığı Şirk)
  • Şeytan, insanları nasıl saptıracağını, hem de Allah’ın huzurunda ifadeye koyarken şöyle konuşuyor: "Yemin olsun, onları mutlaka saptıracağım, kuruntulara/hurafelere/anlamını bilmeden okumaya iteceğim..." (Nisa, 119) (Anadilde İbadet Meselesi)