Modern Türkiye'nin Doğuşu - Bernard Lewis Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap

Modern Türkiye'nin Doğuşu kimin eseri? Modern Türkiye'nin Doğuşu kitabının yazarı kimdir? Modern Türkiye'nin Doğuşu konusu ve anafikri nedir? Modern Türkiye'nin Doğuşu kitabı ne anlatıyor? Modern Türkiye'nin Doğuşu PDF indirme linki var mı? Modern Türkiye'nin Doğuşu kitabının yazarı Bernard Lewis kimdir? İşte Modern Türkiye'nin Doğuşu kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi

Yazar: Bernard Lewis

Çevirmen: Babür Turna

Orijinal Adı: The Emergence of Modern Turkey

Yayın Evi: Arkadaş Yayınları

İSBN: 9789755095547

Sayfa Sayısı: 728

Modern Türkiye'nin Doğuşu Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Türklerin tarihe karşı giriştikleri yarış

Ünlü otorite Bernard Lewis'in Türklerin son 250 yıldaki tüm çağdaşlaşma çabalarını tek bir ciltte detaylarıyla anlatıp yorumlayan klasik eseri, yazar tarafından güncellenmiş orijinal III. edisyondan çevirisiyle günümüz Türkçesinde.

Princeton Üniversitesi Yakındoğu Etüdleri profesörü Bernard Lewis, bu güncellenmiş klasik kaynak kitabında Türklerin son 250 yıldaki çağdaşlaşma serüvenini geniş bir kaynakçaya dayanarak yetkinlikle yorumluyor.

Türk milletinin bin yıl önce Çin'den vazgeçip İslamiyet'e yöneldiğinde başlamış olan batıya doğru yürüyüş, şimdi İslamî mirasın büyük bir bölümünden vazgeçerek Avrupa'ya yönelmiş ve yönetimde, toplumda ve kültürde Avrupaî yaşam tarzını benimseyip hayata geçirmek üzere kesiksiz, kararlı bir çabayı doğurmuştur.

Daha önce Türkçede yayınlanmamış güncel yeni ek bölümde Lewis, eserin ilk yayınlandığı 1961 yılından bu yana geçen 47 yıldaki gelişmeleri; Soğuk Savaş döneminin sona erişi, Türkiye'nin NATO üyeliği, Avrupa Birliği adaylığı ve Ortadoğu'daki ABD politikalarına reaksiyonlarını Radikal İslam tehdidini de göz ardı etmeden sunmaktadır.

Modern Türkiye'nin Doğuşu konunun duayeninden, son 250 yılımızı; Osmanlı İmparatorluğunun duraklama döneminden itibaren Türk çağdaşlaşma tarihini, Cumhuriyetin ilk ve engebeli yıllarını anlamlandırmak için başvurulabilecek güncellenmiş ve önemli bir kaynaktır.

(Tanıtım Yazısından)

Modern Türkiye'nin Doğuşu Alıntıları - Sözleri

  • "İslâmlığı özel kamusal hayatın gerçek temeli yapmak hususundaki Osmanlı çabasının ciddiyeti, en açık bir şekilde belki hukuk alanında görülebilir. Osmanlı sultanları, İslâmın kutsal hukuku Şeriat'a, ilk zamanlardan bu yana yüksek bir maddî uygarlığa erişmiş herhangi bir Müslüman devlettekinden daha büyük derecede gerçek bir etkinlik verdiler°."
  • "Böylece Türkiye, Birinci Dünya Savaşı' nın yenik devletleri arasında kendi yıkıntısı içinden yeniden ayağa kalkmayı başarabilen tek ülke oldu. Galip güçlerin kendisine dayattığı barış şartlarını reddetmiş ve kendi şartlarını kabul ettirmiştir."
  • Sıklıkla olduğu gibi,tek adam yönetimine dayanan bir toplumda aykırı düşüncelerin ilk ortaya çıkışı önce reddediş ve şiddetli bir kötülemeyle bilinir.
  • Askeri mücadele kazanılmıştı; milliyetçilerin siyasi programı başarıya ulaşmış ve uluslararası bir antlaşmayla dünya tarafından tanınmıştı. Sırada ne vardı? İşte Mustafa Kemal'in gerçek büyüklüğü, bu soruya verdiği cevapta yatmaktadır.
  • Osmanlılar hiçbir şekilde ırksal bir ayrıcalık taşımadılar..
  • Osmanlı hanedanının ilk on padişahı eşine az rastlanır kabiliyet ve zekadaki insanlardan oluşan görüntüsüyle bizi nasıl şaşırtıyorsa, arkalarından gelen sultanların sergilediği kifayetsizlik, yozlaşmışlık ve uygunsuzluk ondan daha fazla şaşkınlık vericidir. İkinci grup elbette tesadüf sınırlarının dışındadır ve etkili bir hükümdarın ortaya çıkmasını neredeyse engelleyen bir yetiştirme ve seçme tarzıyla açıklanabilir.
  • Osmanlı halkı zaten metanet ve sükunetle davrandığından eylemlerde aşırılığa varma tehlikesi yoktur…Altı yüz senede birkaç yüz kere ihtilal ettik, hepsinde idareciler değişti, yönetim biçimi yine baki kaldı.
  • "Osmanlıların, menzilinin ötesine yayılmış büyük savaş makinesi Macaristan ovalarında boşuna dönerken Osmanlı İmparatorluğu'nun hayatı ve büyümesi Batılı denizci milletlerin Okyanus keşif gezileriyle çok daha geniş ölçüde tuzağa düştü. Bu keşif gezilerinin en büyük etkisi imparatorluğun yerleşmiş olduğu bütün Doğu Akdeniz bölgesini bir geri su haline çevirmek oldu."
  • İlk Müslümanlarınkine benzer bozulmamış bir ateş ve saflıkla dolu savaşçı bir inançtı onlarınki: Amentüsü savaş nidaları, temel farzı silah başı yapmak olan savaşçılara has bir din.
  • Genç Türkiye'nin ilk önderleri siyasetçiler değil,şairler ve yazarlar oldu..
  • 1872’de Sadrazam’a sunduğu bir tezkirede Cevdet Paşa şunları söylemişti: “Adama iş aramaktan vazgeçip işe adam aramak kaidesi benimsenirse az vakitte memleket idaresinde yetkin memurlar yetişeceği kesindir.”
  • Kısaca milli egemenlik ekonomik egemenliğe dayanmalıydı. Bu olmadan, siyasî ve askerî zaferler, ne kadar muazzam olursa olsun, boş ve gelip geçiciydi. Ekonomik gayretler olmaksızın, en büyük ve en kutsal millî hedefler kağıt üzerinde kalan boş hayaller olmanın ötesine geçemezdi.
  • "Böylece Türkiye, Birinci Dünya Savaşı' nın yenik devletleri arasında kendi yıkıntısı içinden yeniden ayağa kalkmayı başarabilen tek ülke oldu. Galip güçlerin kendisine dayattığı barış şartlarını reddetmiş ve kendi şartlarını kabul ettirmiştir..”
  • Her zaman ulema ve devlet, belki de başka yerlere kıyasla en çok Türkiye'de, halkın İslam anlayışını kuşkulu gözlerle izlemiştir. Şurası çok dikkat çekicidir ki, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Sünni (ortodoks) İslam anlayışının bir nebze canlanmasına izin ve cesaret vermekle birlikte, bugüne dek tarikatlardan gelen her türlü hareket oluşumunu hep şiddetle bastırmıştır ve bastırmaktadır.
  • Yeni iktidar eliti artık ordudan veya ulemadan değil, Tercüme Odası’ndan ve elçilik katiplerinden geliyordu. Bir zamanların küçümsenen ve kısmen ayak işi olarak görülen, Osmanlı efendilerinin elleri kirlenmesin diye dudak bükülerek Rum hizmetkarlara bırakılmış olan bir iş, şimdi devlet yönetiminin ve iktidar mücadelesinin okulu olmuştu.

Modern Türkiye'nin Doğuşu İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Yara: SON 250 YILIMIZ… Bu kitap bence liseden itibaren ders kitabı olarak okutulmalı. İnsanların kulaktan dolma veya dizilerden bozma bilgiler yerine zengin kaynakça ile beslenmiş böylesi kitaplarla geçmişlerine daha yakından bakma ve muhakeme yapma becerisi edinmeleri gerekir. Özellikle de gençlerin. Kitap Cumhuriyet tarihine ışık tutmak adına Osmanlı’nın Batılılaşma bataklığına düştüğü yerden yani Kanuni’nin ölümü ile başladığı varsayılan Duraklama ve sonrasında gelen Gerileme dönemlerinden başlıyor ve bölümler halinde ilerliyor. İki asır yedi yüz sayfaya sıkmadan, bunaltmadan sığdırılmış. Kitapta Osmanlı’nın geniş bir coğrafyada hakimiyet kurması ama idare etmeyi sistemli bir hale dönüştürmeyi bir türlü başaramamış olması eleştirel bir gözle odağa alınmış. Hanedan silsilesi, taht oyunları ve liyakat kültürünün benimsenememiş olması yönetim zaafiyetini etkileyen unsurlar içinde vurgulanarak satırlara dökülmüş. Dışarıdan bir gözle bakıldığında; Batı’nın sosyal, bilimsel ve ekonomik gelişmelerle hızla ilerlemesi yerini bir süre sonra, savaşlarla hareket alanlarını genişleterek sömürü ağının kurulmasına bıraktığında Osmanlı çoktan ‘Hasta Adam’a dönüşmüştü. Rusya ve Avrupa arasında sıkışıp kalmış çok uluslu bir devlet olmasının faturasını bitmek bilmez savaşlarla ve azınlık (milliyetçilik) sorunlarıyla boğuşarak ödemiştir. Islahat ile başladığı varsayılan yenileştirme ve iyileştirme adımları ordu, yönetim ve adalet sistemlerinde yer yer baskı ve zor kullanılarak sağlanmaya çalışılırken halk denen sessiz yoğunluk, bu topraklarda adet olduğu üzere bedel ödemeye mahkum edilen güruh olarak bu yeniliklerden pek de etkilenmemiştir. Ordudaki üst düzey subaylar, saray ve çevresini kuşatan ulema sınıfı ile devletin yüksek memurları refahlarını Batı özentisiyle günbegün arttırırken halk, kuru ekmeğe talim ederek olanları izlemekle yetinmiş ve cephelerde sessizce ölüme mahkum edilmiştir. Erkek nüfusunun çoğunu savaşlarda kaybeden imparatorluğun iş gücü olarak kadınları ve çocukları kullanmaya başlamasıyla onlara da azıcık ucundan haklar verilmeye başlamış ve yine üst perdeden yükselen eğitimli kadınların çığlıkları da basında yankılar uyandırarak kamuoyu yaratmaya ve sancılı değişimlerle gelen insani haklara kapı aralamıştır. Jön Türk kafasını, İttihat ve Terakki’nin baskıcı reformları izlemiş; bir yanda nüfuzunu arttırmak için baskıcı bir otoriteyle merkezileşmeye çalışan padişahlar, diğer yanda da Ulemanın ‘din elden gidiyor’ kışkırtmaları toplumun her kesimini yer yer parçalara ayırmaya devam etmiş maalesef. Görünen o ki; Kafaların içinde şekilsel formlarla uygulanmaya çalışılan yüzeysel değişimler (sekülerleşme adımları) toplumu Batılı yapmaya yetmediği gibi kafa karışıklığı ve kutuplaşmalara doğru sürüklemiş. Kimi eskinin ipine sarılmış, kimi dış yardımlardan medet ummuş, kimi ‘özümüze dönelim’ deyip milliyetçiliği özendirmeye çalışmış ama sonuç olarak en dipte bu halk, her dalgada biraz daha dindarlaşmaya yaklaşmıştır. Çünkü sürekli dinlerinin elinden alınacağı tehdidiyle korkutularak kışkırtılmışlar ve dinleri kah ellerine bir silah olarak verilmiş kah kendilerine bir silah olarak doğrultulmuş. Devletin bekaasını odak alan yöneticiler ve onların uzantıları için halk sessiz bir yığından öte bir karşılık bulamamış ne yazık ki. Onun varlığı her zaman devlet için bir kalkan vazifesi görmüş o kadar. Devlete itaat ve hizmet şiarı akıllara iyice kazınmış. Oysa güçlü toplumlardaki değişimler tabandan gelerek üst sınıfları zorlar. Devrimler aşağıdan yukarıya olursa başarılı sayılır. Devletin halka hizmeti esastır. Güçlü toplumlarda yenileşme için yapılan ayaklanmalar bizim topraklarımızda genel olarak yenileşmeye karşı olarak yapılmış. Osmanlı toplumunda dikkat çekici şekilde ters yüz olmuş sistem, tepeden inme günü kurtarmaya yönelik müdahalelerle ve zorla uygulanmaya çalışılan bir by-pass ile kaderciliğe bağlanarak, şükürle son bulan bir toplumsal atalete evrilmiştir. Atalarının şanlı hikayelerini dinleyerek büyüyen ve seyrederek yaşamaya alışan edilgen birey, toplum içinde yabancılaşmaya devam etmiştir. Sonrası kutuplaşma, ötekine nefretle bakma ve güç dengeleriyle oynanan bir çoğunluk oyununa dönüşmüştür. Adına demokrasi dense de bunun kocaman bir yalan olduğunu kafasını kuma gömmeyen herkes biliyor sanırım. Bu kitap size şunu öğretebilir; Yönetimdekilerin iyi niyeti çoğu zaman işe yaramaz. Diğer taraftan adaleti sağlayacak dengeleri oluşturmak için oturup bir kurtarıcı beklemek de sorunu çözmez. Dünya tarihi ihanete uğrayan kurtarıcı liderlerin öyküleriyle doludur. Acı bir gerçek olsa da, Atatürk de bunlardan biridir. Kurduğu yeni ülkedeki insanların yarısı onu sevgi ve minnetle anarken diğer yarısı düşmanlık besler. Düşman olanların kabullenemedikleri şey onun devlet yönetimi ve din arasına bir set çekmeye çalışmasının kendi şahsi fikri olduğu yanılgısıdır. Sanki Atatürk mantar gibi bir anda çıkıvermiş ve her şeyi kafasına göre değiştirmiş gibi bir algı yaratılmaya çalışılıyor. Okuduğunuzda ve birazcık Osmanlı tarihi araştırdığınızda görülüyor ki, Mustafa Kemal’in fikirleri, 1789 Fransız İhtilali’nden bu yana çalkalanan Osmanlı’yı reforme etme çabalarının bir devamıdır. III. Selim ile başlayan ve özellikle yüzünü Fransa’ya dönen hanedan, üst tabaka memur ve ordu mensuplarının içinden biridir ama tek farkla! O kaçmadı! Ülkeyi I. Dünya Savaşı bataklığına iten Talatlar, Enverler, saltanat üyeleri bir bir arkalarına bakmadan kaçarken O, yenilgiyi kabul edemeyen tarafın liderliğini yapmayı seçti. Kolay mı sanıyorsunuz? Tabii ki bugün ekran karşısında koca göbeklerini yaya yaya atıp tutan densizler için günümüz şartlarıyla o günü değerlendirmek ve tarihi yargılayarak faturayı maksatlı şekilde kişilere çıkarmak çok kolay. İşgal güçlerine sırtını dayayıp millete sırtını dönenleri bugün için mağdur göstermeye çalışmak da kocaman bir planın parçası ama kuş bakışı bakabilmek için biraz tarafsızlık gerekir. Sonuçta Atatürk de bir insandı. Diğer reformcular gibi eksikleri ve hataları vardı ama bu kadar acımasızca bir ihaneti haketmediği kanısındayım. Görüldüğü gibi kocaman planlar yapan birileri ellerindeki iplerle bizi her daim istedikleri gibi oynatmayı başarmış. Nitekim, ekonomik yönden zayıf topluluklar egemen güçlerin oyuncağı olmaya mahkumdurlar. Sonuç olarak o iyi bir asker olmasının yanında gözü kara bir devrimciydi ve şurası bir gerçektir ki eğer bugün modern Türkiye Ortadoğu’daki çoğu ülke gibi karanlıklar içinde yaşamıyorsa ve ananız bacınız sokakta göğsünü gere gere dolaşabiliyorsa bu O’nun sayesindedir. Bundan sonrasında, endişeli modernler ve gericiler (siyasal İslamcılar) arasındaki dengesiz terazi bu ülkenin geleceğini belirleyecek, görünen o. Günümüze yaklaşırsak eğer şu açıkça belirir; Varoşlarda büyüyenler, toplumsal gelişmeye inanmazlar. Çünkü toplumsal gelişme dediğiniz şey üst sınıfları zengin ederken ekonomik gerilemeler tüm acımasızlığıyla varoşlara etki eder. Cumhuriyetin Türkiye’deki yorumunun eleştirisi belki de kendine bir ‘sonradan görmeler’ sınıfı yaratmak olmuştur. Bu yüzden Atatürk’ün hayal ettiği ilerleme yoluna bir türlü girilememiş ve devrimler ‘Jakobenlik’ suçlamasıyla karalanarak, sessiz yoğunluk geriye doğru sürüklenmeye devam etmiştir. Ama; Ekonomik gelişme için, önce toprak reformlarıyla sonra da deyim yerindeyse kıçı kırık bir sanayi hamlesiyle ticari bir sınıf oluşturulması ivediydi. Dünya ticaret ile dönüyordu ve Osmanlı’nın sürekli küçümseyerek yabancı azınlıklara bıraktığı ticaret canlandırılmalıydı. Çünkü para olmazsa ne devlet ne insan ne halk ne de din kalırdı ortada. Bunun olmasından çok korkuluyordu. Halk kuru ekmek yemeye devam ederken yeni orta sınıf savaş ekonomisiyle iyice palazlanınca refahı genişleterek tabana yaymak yerine kendi ceplerini doldurmayı önceleyince kapitalizm ağlarını ördükçe örmüş ve gelsin -izmler, akımlar, sağ-sol davaları, insanları birbirine düşürerek açlıklarını unutmalarını sağlayacak toplumsal oyunlar. İşte bunun genel adı siyaset ve en büyük silahı hâlâ din. Geri kalmış toplumlar niye dindar? Bu soruyu sormaktan korkmayan bireyler çoğalırsa belki de refah toplumlarını inançsızlıkla karalamaya çalışmak yerine onlarla ekonomik anlamda rekabet edecek konuma gelebiliriz. Onlara benzemek korkusu yüzünden bu ülkede yarım bırakılan şeyler onlarla rekabet edebilirsek tamamlanacak. Bunun için kendimizden, dinimizden ve kimliğimizden vazgeçmemize gerek yok ki. Kendimiz olarak da gelişebiliriz ama bunun için istemek gerekir. İstemek ve yapmak. Biz sadece bekliyoruz. Bizim yerimize birilerinin gelip bir şeyler yapmasını. Hayatımızı istediğimiz gibi yapmaya da cesaretimiz yok olduğu gibi görmeye de. Korkular içinde debelenip duruyoruz. Oysaki hayat istediğimiz gibi değil olduğu gibidir. Kabullenemiyoruz. Geçmişimizle kavga ediyoruz, gelişmiş ülkelerle kavga ediyoruz, birbirimizle kavga ediyoruz. Kavga kültürü yerine rekabet kültürünü koyamadığımız için, durmaksızın kavga ediyoruz… Ölmüş bir lideri dillerinden düşürmeyip sevdiklerini söyleyenler de, yaptıklarını beğenmeyip sürekli yerenler de sadece ve sadece kendi çıkarları için onu kullanıyorlar. Günü yaşamak bizi ileriye taşır, günü kurtarmak ise geriye. Fikirlerden ilham geçmişten de ders alınarak ileriye bakmalıyız oysa. Tarihimizin canımızın istediği tarafını sevebiliriz buna kimse karışamaz ama bunu seçerken gerçekten özgür irademizi kullanıp kullanmadığımızdan emin olmamız gerekir. İşimize geleni bir kenara koyarak, önce kendimizden şüphe etmekle işe başlayabiliriz. Yola koyulmak sonra… Söylem insanı olmak yerine eylem insanı olmak ve yola koyulmak sonra… Kendimizden başlamak her şeye… Kendimizden başlamak. Bu kitabı okumalısınız. Son sözümüz Cioran’dan gelsin bakalım :) aklımda dönüp durur zaman zaman : “Dünyadaki tüm devrimler tiranlara karşı yapıldı fakat hiçbiri tiranlığa karşı yapılmadı.” Kitapla kalın… kitap/modern-turkiyenin-dogusu--14683 (Özlem Özmen)

TÜRK MODERNLEŞMESİNİ FARKLI BİR BAKIŞ AÇISI SUNUYOR: kitap/modern-turkiyenin-dogusu--14683 Türk modernleşmesine en başından imparatorluğun aslında zirvesinde başlayan bozuklukları ve toplumun yapısını anlatarak başlamıştır. Avrupa'da ki değişimlere Rönesans ve Reform hareketlerine, Sömergecilik faaliyetlerine değinmiş ve Türk devlet adamlarının bu hareketler hakkında ki düşüncelerine yer vermiştir. Zira bu kısım önemlidir batılılaşma tarihimizi anlıyabilmek için ilk olarak bu devreleri iyi bilmeliyizdir. Türk devriminin halkalar halinde birbirleri ile bağlantılarını iyi göstermiştir. Jön Türk hareketi ile Kemalist hareket ile yaptığı karşılaştırmalar buna en iyi örnektir. Sonuç olarak her Türk gencinin modernleşme tarihini anlayabilmesi için kesinlikle okuması gerekir. (Mertcan Kadıoğlu)

En cok cumhuriyet tarihini yabanci tarihcilerden okumalarini tavsiye ederim, cunku daha tarafsiz bakarlar disardan bir gozle bakarlar olaylara ,lewis en begendigim tarihçilerden az once paylaştığım zürcherin modern turkiyenin dogusu kitabida asagi yukari ayni bilgileri veriyor .sadece bu kitap daha akademik yazilmistir anlasilmasi zürcherinkine gore daha zordur eksigi ise bu kitap son 50 yilimizi yazmamistir .omru yetmedigi ve daha once yazdigi icin eski bir kitaptırda , ozetle bu kitap sunlara cevap veriyor ATATURK DIKTATORMUYDU MESRUTIYET DONEMINDEKI FIKIRLER NEYDI NE KATTI ABDULHAMID COK ASIRI BASKI UYGULADIMI MUHALEFETE KARSI,UYGULADIYSADA HAKIILIK PAYI VARMIYDI OSMANLIDAKI MODERNLESME BATILILASMA HAREKETLERI NELERDI HANGI FIKIRLER HANGI GORUSLER HAKIMDI IMPARARORLUGA ITTİHATTİ TERAKKI CEMIYETININ ZARARLARI FAYDALARI GORUSLERI FAALIYETLERI NELERDI gibi farkli sorulara cevap bulunabilir (Mertalp)

Modern Türkiye'nin Doğuşu PDF indirme linki var mı?

Bernard Lewis - Modern Türkiye'nin Doğuşu kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Modern Türkiye'nin Doğuşu PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Bernard Lewis Kimdir?

Bernard Lewis (d. 31 Mayıs 1916, Londra, İngiltere), İngiliz asıllı ABD'li tarihçidir. Princeton Üniversitesi'nde profesördür. İslam tarihi ve İslam-Batı ilişkisi hakkında uzmanlaşmıştır. Ortadoğu hakkında uzmanlaşmış batılı uzmanlar arasında en çok okunan yazarlardandır. Yahudi kökenlidir ve George W. Bush'un danışmanlığını yapmıştır.

Lewis, 1993 yılında Le Monde gazetesine verdiği bir demeçte 1915 yılında Ermenilerin Osmanlılar tarafından öldürülmesinin bir "soykırım" olmadığını, "savaşın bir yan ürünü" olduğunu söylemişti.Paris’te bir mahkeme bunu Ermeni soykırımının inkarı olarak kabul etmiş ve tarihçiyi sembolik olarak 1 Frank para cezasına çarptırmıştı.

Londra Üniversitesi'nde eğitim gördü; yüksek lisansını Ortadoğu Tarihi yoğunluklu olmak üzere Tarih konusunda, doktorasınıysa İslam Tarihi konusunda yaptı. Paris Üniversitesi'ndeki araştırmaları sırasında Türkçe öğrendi. 1938 yılında ders vermeye başladı. 1974'e kadar Londra Üniversitesi'nde, 1974-1986 arasındaysa Princeton Üniversitesi'nde hocalık yaptı. 1998 yılında Atatürk Barış Ödülü'nü aldı. Araştırma alanları Ortaçağ İslam Dünyası, günümüz Ortadoğusu ve Osmanlı Devleti'dir.

Başlıca Yapıtları: The Arabs in History (1950); The Emergence of Modern Turkey (1961); The Assassins (1967); The Muslim Discovery of Europe (1982); The Political Language of Islam (1988); Race and Slavery in the Middle East: an Historical Enquiry (1990); Islam and the West (1993); Islam in History (1993); The Shaping of the Modern Middle East (1994); Cultures in Conflict (1994); The Middle East: A Brief History of the Last 2,000 Years (1995); The Future of the Middle East (1997); The Multiple Identities of the Middle East (1998); A Middle East Mosaic: Fragments of life, letters and history (2000).

Türkçede yayımlanmış yapıtları: Modern Türkiye'nin Doğuşu (1988), İslam'ın Siyasal Söylemi (1993), Ortadoğu: Hıristiyanlığın Doğuşundan Günümüze 2000 Yıllık Tarihi (1996), İslam Dünyasında Yahudiler (1996), Müslümanların Avrupa'yı Keşfi (1997), Çatışan Kültürler - Keşifler Çağında Hıristiyanlar, Müslümanlar, Yahudiler (1999), Ortadoğu'nun Çoklu Kimliği (2000), Tarihte Araplar (2000), Alamut Kalesi ve Hasan El Sabbah(2012).

1998 yılında Atatürk Uluslararası Barış Ödülü'ne layık görüldü.

1915 Ermeni tehciri hakkında sonuçları

Lewis, Ermenilerin bağımsızlık hareketlerinin diğer azınlıkların bağımsızlık hareketleriyle karşılaştırıldığında Osmanli devleti için en ciddi tehdit olduğunu bildiriyor. Lewis'e göre, Türkler, fethettikleri Sırp, Bulgar, Arnavut ve Rum ülkelerinden isteksiz de olsa vazgeçebiliyorlardı çünkü sonuçta uzak olan illerden vazgeçiyorlardı ve devletin sınırlarını "kendi evlerine" yaklaştırıyorlardı. Ermeniler ise, Türklerin anavatanlarının üzerinde yaşıyorlardı. Bu topraklardan vazgeçmek, devleti küçültmek ile değil, devletin parçalanması ile eşanlamlıydı.

Lewis, bu satırları 1966 tarihli The Emergence of Modern Turkey (Modern Türkiye'nin doğuşu) adlı kitabının eski basımında yazıyordu.

Lewis, daha sonra fikir değiştirdi. Aynı kitabın 2002 seneli basımında son cümleyi değiştirdi: kitapta "holokost" yerine "slaughter" (kırım, katliam) ve "1,5 milyon ermeni ölümü" yerine "1 milyondan fazla Ermeni ve bilinmeyen sayıda Türk öldü" yazıyor.

1993 senesinde fransız Le Monde gazetesine verdiği röportajda, aynı vatan için iki halk arasında süren kavganın soykırım ile bittiğinin kuşkulu olduğunu söylemişti. Lewis, Ermenileri yok etmek için bir plan olmadığını, Osmanlı belgelerinin ermenileri kovmak / zorunlu yer değiştirmek (expulsion) niyetini ispatladığını ancak kökten yok etmek (extermination) niyetini ispatlamadığını söyledi. 1 Ocak 1994'te, Osmanlı hükümetinin Ermenileri yok etme niyeti olduğuna dair güvenilir kaynaktan hiç bir delil yok, dedi. Daha sonra, 2002 senesinde The Emergence of Modern Turkey kitabının, yukarıda sözü edilen cümle değişimini gerçekleştirdi.

19 Mayıs 2018 tarihinde Voorhees, N.J. yaşadığı huzurevinde 101 yaşında öldü.

Bernard Lewis Kitapları - Eserleri

  • Alamut Kalesi ve Hasan El Sabah
  • Hata Neredeydi?
  • Ortadoğu
  • Modern Türkiye'nin Doğuşu
  • Tarih Notları
  • Haşhaşiler
  • Demokrasinin Türkiye Serüveni
  • Çatışan Kültürler
  • İnanç ve İktidar - Ortadoğu'da Din ve Siyaset
  • İslam'ın Krizi
  • İslam ve Batı
  • Semitizm ve Anti-semitizm
  • Orta Doğu’da Irk Kavramı ve Kölelik
  • İstanbul ve Osmanlı İmparatorluğu Medeniyeti
  • Tarihte Araplar
  • İslam'ın Siyasal Söylemi
  • Müslümanların Avrupa’ yı Keşfi
  • Babil'den Dragomanlara
  • İslam'ın Siyasal Söylemi
  • İslam Dünyasında Yahudiler
  • Haşişiler
  • Ortadoğu'nun Çoklu Kimliği
  • Uygarlık Tarihinde Araplar
  • İslam
  • Ortadoğu'da Irk ve Kölelik
  • What Went Wrong?
  • Orta Doğu’da Irk Kavramı ve Kölelik
  • From Babel to Dragomans

Bernard Lewis Alıntıları - Sözleri

  • Ve Rab dedi: işte bir kavimdirler ve onların hepsinin bir dili var... ve şimdi yapmaya niyet ettiklerinden hiçbir şey onlara men edilmeyecektir. Gelin inelim ve birbirinin dilini anlamasınlar diye onların dilini orada karıştıralım. Tekvin 11: 6-7 (Babil'den Dragomanlara)
  • Orta Çağ tarih ve siyaseti üzerine yazılmış Katolik aleminin kitapları ile İslam aleminde yazılanlar arasında önemli bir fark vardır. Batı Hıristiyan uygarlığı barbar istilalarının yarattığı karışıklıklar yaşanırken doğmuştur. Bu süreç boyunca siyasal hayatta baskın olan iki olay her şeye biçim vermiştir –Roma İmparatorluğu’nun yıkılışı ve Hıristiyan Kilisesi’nin yüklelişi. İlk Hıristiyan siyaset kuramcısı olan Aziz Augustine’e göre, siyasal gövde insan zihninin bir ürünü olup kötü bir şeydi. Devlet ise, insanoğlunun cezalandırılması için; en azından, ilk günahın ödenmesi gereken bir karşılığı olarak ortaya çıkmıştır. (İslam'ın Siyasal Söylemi)
  • Zatıalilerinizin karnını göğsünüzden göbeğinize dek yarmak istiyorum, çünkü kürsünüzden bizlere ķüfür ediyorsunuz. (Haşhaşiler)
  • Genç Türkiye'nin ilk önderleri siyasetçiler değil,şairler ve yazarlar oldu.. (Modern Türkiye'nin Doğuşu)
  • "Yahudiler ve Siyonizm bir kötülük ağacı gibidir. Bu ağacın kökü New York'tadır, dalları tüm dünyayı sarmıştır ve yaprakları da Yahudilerdir- yaşlı ya da genç, kadın ya da erkek, istisnasız tüm Yahudiler ağacın dikenli yaprakları, zehirli dikenleridir. Bu zehir hızla yayılan ve çok ölümcül bir zehirdir." (Semitizm ve Anti-semitizm)
  • Eğer şikayet ve mağduriyetten vazgeçebilir, farklılıklarını çözebilir ve ortak bir yaratıcı çaba içinde yeteneklerini, enerjilerini ve kaynaklarını biraraya getirebilirlerse, o zaman bir kez daha Ortadoğu'yu, Antikçağ ve Ortaçağ'da olduğu gibi büyük bir uygarlık merkezi haline getirebilirler. Şimdilik seçim, kendi ellerinde. (Hata Neredeydi?)
  • Ömer Selman'a sordu: " Ben hükümdar mıyım yoksa halife mi?" Selman şöyle cevap verdi : Eğer Müslüman ülkesinde bir dirhem, yahut az veya çok vergi alırsan ve bunu kanunsuz bir şekilde kullanırsan sen halife değil hükümdarsın, demiştir. Ve Hz. Ömer bunun üzerine ağlamıştır. (Tarihte Araplar)
  • Sadece üç şeyin duayı bozacağını söylerlerdi -bir eşek, bir köpek ve bir mawla. Mawlā kunya [Arapça isimlerin bir kısmı, Abu--oğlu- kelimesini takip eden bir diğer kişisel isimden oluşurdu, ama her zaman oğlu olması gerekmezdi] kullanmazdı, ancak kendisine kişisel adı ve ikinci ismiyle hitap edilirdi. İnsanlar onlarla yan yana yürümezdi, ya da kafilelerde öne geçmelerine izin verilmezdi. Bir yemekte diğerleri otururken onlar ayakta duruyordu ve bir mawla' ya yaşından, faziletinden ya da eğitiminden dolayı yemek verilirse, hiç kimsenin Arap olmadığını fark etmemesi için masanın sonunda otururdu. Cenazelerde, bir Arap'ın olduğu yerde, şayet söz konusu Arap tecrübesiz bir genç değilse, bir mawlänın namaz kılmasına izin verilmezdi. Mawla bir kadına talip olan bir kişi kendisini kadının babası ya da erkek kardeşine değil, efendisine tanıtırdı, bu kiși istediği takdirde evliliğe izin verebilir, istemediği takdirde vermezdi. Eğer babası ya da erkek kardeşi efendinin onayı olmadan evliliğe onay verirse, evlilik geçersiz sayılır ve eğer evlilik yerine getirilmişse bu izdivaç değil, zina olarak görülürdü. (Orta Doğu’da Irk Kavramı ve Kölelik)
  • Halifeye aynı zamanda imam denildiği için İmamet terimi de halifelikle eş anlamlı olarak kullanılmıştır. İmamet konusunda, farklı görüşe sahip üç siyasi mezhep vardır. Şiilik, Haricilik ve Ehl-i sünnet. Ancak bu mezhepler, imametle birlikte itikadi ve fıkhi konularla da uğraşmışlar ve bu hususlarda zaman zaman söz konusu mezheplere benzerlik arzetmişlerdir. İslam'da siyasi mezheplerin ilki Şiiliktir. Şiiler Hz. Ali'nin, bizzat Hz Peygamber tarafından seçilmiş imam (İmam-ı muhtar) olduğu konusunda birleşirler. Yine onlara göre Hz. Ali sahabenin en faziletlisidir; imamet ancak Ali'nin çocuklarına intikal eder. Ne var ki bu meşru imamlar hep muhalefette kalmışlardır. Dolayısıyla diğer halifeler tarafından yönetilen her hükümet kusurludur. Emeviler zamanında Hz. Ali evladına uygulanan baskı ve zulüm, onlar hakkında beslenen sevgi ve muhabbetin alabildiğine genişlemesine vesile olmuştur. Halkın, onlardan birçok kimsenin şehit edildiğini görmesi ise Ehl-i beyt'in yegâne savunucusu gibi görünen Şiiliğin geniş bir alana yayılmasına ve taraftarlarının çoğalmasına yaramıştır. (Haşişiler)
  • İyiliğin zirvesi şudur ki, düşmanını ne ezeceksin, ne de ezilmeye terk edeceksin. (Babil'den Dragomanlara)
  • Tarihin çarpıtılmasına -dalkavukluk etmeye , göz boyamaya ya da başka bir kısmi amaca yönelik- büyük enerjilerin sarf edildiği bir dönemde yaşıyoruz. Bencil olmayan saiklerden ilham aldıklarında bile bu tür çarpıtmalardan hiçbir yarar sağlanamaz. Tarih , kolektif hafızadır ve eğer toplumsal bedeni insan bedeni gibi düşünürsek tarihsizlik amnezi anlamına gelir , çarpıtılmış tarih ise nevroz. (Tarih Notları)
  • Aristo, bazı insanların doğuştan köle olduklarını ve yönetilmeleri gerektiğini söyler. (Ortadoğu'da Irk ve Kölelik)
  • “Daha ileri olanın daha geri olanı incelediği açıklaması gerçeklerle örtüşmez.Avrupalılar Ortaçağ’da İslam’ı incelemeye başladıklarında,Avrupa açık bir şekilde daha geri,İslam dünyası ise açık bir şekilde daha ileri bir seviyedeydi.Müslüman İspanya’nın,Kuzey Afrika’nın ve Orta Doğu’nun uygarlık düzeyi,insan uğraşının hemen her kayda değer alanında Avrupa’nın görece geri toplumlarınınkinden çok daha ilerideydi.Yine de,bu dönemde Batı İslam’ı inceledi,İslam Batı’yı değil.” (İslam ve Batı)
  • Hasan Sabbah'ın sofu, çilekeş ve kanaatkar bir hayat sürdüğü, Alamut'u zaptettikten sonra, ölümüne kadar kaleden aşağı hiç inmediği, içki içmediği, kimseye de içirmediği ve hatta iki oğlundan birini şarap içtiği için öldürttüğü rivayet edilmektedir. (Haşişiler)
  • Emperyalizmin mirasi, kotu oldugu kadar bazen iyi de olabilir. Orta Dogu'nun buyuk bir bolumunu aralarinda paylasan Ingiliz ve Fransizlar, kendi dusuncelerine uygun rejimler kurdular. Ingilizler parlementer monarsiler kurdu, Fransizlar istikrarsiz cumhuriyetler. (İnanç ve İktidar - Ortadoğu'da Din ve Siyaset)
  • In the West, one makes money in the market, and uses it to buy or influence power. In the East, one seizes power, and uses it to make money. (What Went Wrong?)
  • Otoritenin genel ve soyut anlamda karşılığı olarak kullanılan bir başka sözcük ise Sultandır. Bu sözcük de Kuran'da kimi yerde iktidar, kimi yerde koruyucu ve kimi yerde de özellikle etkin iktidar anlamlarında ve sık sık mubin-sultan mubin; bildirilmiş otorite sıfatlarıyla kullanılmış bulunmaktadır. Kuran'da, ayrıca, birinin diğeri üzerinde yetkisini kullanması anlamında da geçmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, buradaki kullanımı, erken İslam dönemlerinden beri sürüp gelen bir anlam. Halife Muaviye tarafından Irak'ı yönetmesi için gönderilen Ziyad'a atfedilen ünlü bir söylevde, Ziyad'ın buradaki insanlara hitaben "Sizleri Allah'ın bize verdiği yetkiyle (Sultan) yöneteceğiz." deyişinden de bu anlaşılıyor. (İslam'ın Siyasal Söylemi)
  • "...çoğu Müslüman ülkede din büyük bir politik faktördür; ve iç politikada bölgesel ve uluslararası meselelerde olduğundan daha önemlidir." (İslam'ın Krizi)
  • O zamana değin, Müslüman kölelerin büyük çoğunluğu ya Türkler ya da siyahlardı ve Aristoteles'in güncelleştirilmiş doğal köle doktrini, bu insanların köleleştirilmesi için uygun bir mazeret sağlıyordu. (Orta Doğu’da Irk Kavramı ve Kölelik)
  • The perception of space was much affected by the introduction of two European devices for improving vision -reading glasses and telescopes. The first are attested as early as fifteenth century and as far east Iran, where the poet Jami, lamenting the infirmities of old age, remarks that his eyes were now useless 'unless, with aid of Frankish glasses, the two become four.' (What Went Wrong?)