Modernliğin Sonuçları - Anthony Giddens Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Modernliğin Sonuçları kimin eseri? Modernliğin Sonuçları kitabının yazarı kimdir? Modernliğin Sonuçları konusu ve anafikri nedir? Modernliğin Sonuçları kitabı ne anlatıyor? Modernliğin Sonuçları PDF indirme linki var mı? Modernliğin Sonuçları kitabının yazarı Anthony Giddens kimdir? İşte Modernliğin Sonuçları kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi

Yazar: Anthony Giddens

Çevirmen: Ersin Kuşdil

Orijinal Adı: The Consequences of Modernity

Yayın Evi: Ayrıntı Yayınları

İSBN: 9789755390680

Sayfa Sayısı: 192

Modernliğin Sonuçları Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Neredeyse yüz elli yıldır modernleşme ideolojisiyle yönlendirilen bir ülkede yaşıyoruz. Düşünce iklimimize, Aydınlanma iyimserliği ve pozitivizmle malul bir "Batıcılık" ile tekrar tekrar gelenekler "icat ederek" (en son İslamcılık biçiminde) "özkültürümüze" dönmekten yana olan bir "gelenekçilik" arasındaki kısır çekişme hakim! Daha kimse modernliğin ne olduğu konusunda net bir görüşe sahip değilken, işin içine postmodernlik tartışmaları da girince manzara iyice tuhaflaştı. Postmoderni, modernlik öncesi dönüş imkanı olarak çarpıtanlar da çıkarken; solun malum bir kesimi bunu yeni bir tür gericilik diye görüp rehavetini sürdürmeyi seçti. Biz, modernlikle ilgili tartışmaların sosyalist solun kendini yeniden tanımlama girişimiyle doğrudan ilintili olduğunu düşünüyor ve bu tartışmaları vazgeçilmez buluyoruz.Anthony Giddens'ın "Modernliğin Sonuçları" adlı yapıtı postmodern bir döneme geçildiğini reddetmesiyle ve modernliğin doğasını açığa çıkarmak için bir dizi yeni kavram geliştirmesiyle son derece özgün bir kitap. Ona göre postmodern bir dönemde değil modernliğin sonuçlarının radikalleşip evrenselleştiği bir dönemde yaşıyoruz. Modernliğin temel parametreleri olan kapitalizm, endüstriyalizm ve ulus-devlet belirleyici önemlerini hala sürdürüyorlar. Ancak Giddens bu tespitten daha öteye gidiyor. Risk-güven, zaman-uzam uzaklaşması, soyut uzmanlık sistemleri, küreselleşme ve ontolojik güvenlik gibi kavramlar üzerinde durarak modernliğe özgü kurumların insanların dünyayı ve kendilerini algılayış biçimlerini nasıl köklü ve geri dönüşsüz bir biçimde değiştirdiğini gözler önüne seriyor. Modernlik sürecinin çok önemli bir boyutunun, kişinin kendisi hakkında sürekli düşünce üretip bu düşünceleri kendi yapısının bir parçası haline getirmesi, yani düşünümselliği olduğunu belirtiyor. Modernlik bir yandan insanların çoğu için daha güvenlikli ve zengin bir hayatın yolunu açarken, bir yandan da karşı çıkılmazsa yeryüzündeki insan hayatının sonunu getirecek global risklere de sahiptir (askeri gücün korkutucu oranlarda büyümesi, çevre felaketi, otoriter yönetim biçimleri vs.) diyor. Bu anlamda modernliğin "ötesine" geçmek için de yeni toplumsal hareketlerin başını çektiği özgürleşme politikalarının yanında, insanların kendilerini birer proje olarak inşa etmelerine dayanan yaşam politikaları geliştirme gerekliliğine işaret ediyor.İnsanlığın içinde bulunduğu durumu ve gelecekten neler umabileceğimizi anlamak için son derece önemli bir kitap."Günümüz toplumsal teorisinin önde gelen figürlerinden biri olarak Giddens'ın postmodernizm tartışmalarına verdiği yanıtın Türkçe'ye kazandırılması, hem konu açısından, hem de sosyolojinin hâlâ büyük ölçüde modernleş(tir)meci bakış açısının süzgecinden geçmiş ders kitaplarından okutulduğu Türkçe öğrenim yapılan üniversitelerin yararlanabileceği literatüre zenginleştirici ve daha önemlisi düzeltici bir katkı olması açısından önemli ve kutlanılması gerek."

Modernliğin Sonuçları Alıntıları - Sözleri

  • Güç, en geniş anlamında, herhangi bir işi yapmanın yoludur.
  • Kapitalist ekonomi, hem içsel hem de dışsal olarak aslen istikrarsız ve huzursuzdur.
  • Bireysel ölüm olarak değil, bir varoluşsal boşluk olarak ele alındığında var olmama korkusundan nasıl kaçınacağız?
  • Modernliğin ötesine geçmiş değiliz; onun radikalleşmesi evresini yaşıyoruz.
  • Bilişsel bir düzeyde, kendi kişisel varoluşumuz hakkında emin olabileceğiniz pek az yön, o da eğer varsa, bulunmaktadır.
  • Duygular akıldışılıktan çok, aşırı duygusal duyarlılığın sonucudur.
  • İleri sürülen bilgi (bazı yönlerden ve birçok değişik yolla) inceleme konusuna yeniden bağlanarak (hem ilke olarak hem de doğal olarak, uygulamada) onu değiştirir.
  • Güvenen kişi kendi kaderine manevi bir rehine vermektedir.
  • "Normal" bireyler, yaşamlarının başlarında söz konusu varoluşsal duyarlılıkları azaltan ya da körleştiren temel bir güven "dozu" alırlar.

Modernliğin Sonuçları İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Modernliğin epistemolojik ve kültürel analizi yapılmakta ve modernliğin kurumsal yapısına dikkat çekmektedir. Yaşadığımız anı postmodernizm olarak adlandırmaktan ziyade modernizm’in ileri aşaması yani radikal bir aşaması olarak görür. Sosyolojik tahlillerini, zaman uzam kavramı üzerinden analiz eder. Yerinden çıkarma ve güven kavramlarını detaylı bir şekilde modernlik çerçevesinde değerlendirir ve örneklerle açıklar. İyi okumalar. (Mert Tayfun TEBER)

Bildiği tüm kalıpları reddeden, bilginin kaygan zeminde oturduğuna inanan ve bu sebeple metanarrative (büyük anlatı)'ları yok eden ve henüz erişemediğimiz "postmodern"in, aslen doğru karşılığı, "'modern'in radikalleşmesi"dir. "Modern", "geleneksel" olanla birçok ortak parça içerir ve doğalcı sosyolojinin incelediği, bu ortak parçalardır. Sosyolojideki asıl fikir ayrılıkları, "modern"in "geleneksel" ile süreklilik içerip içermediğidir. Giddens'a göre, bazı modern kurumlarda gördüğümüz üzere, "geleneksel"de benzerini bile görmediğimiz bazı ögeler, "modern" içerisinde bulunmaktadır. Bu düşünceyi reddetmek, tarihi düpedüz "ereksel" ele almak demektir ve bu da tarih bilimini evrimden kopamayan bir bütün haline getirmektedir. Bu ereksellik de, metanarrative'leri temsil eder ve "postmodern", tüm bu metanarrative'leri elinin tersiyle iterek tarihin düpedüz ereksel ele alınışına karşı çıkar. Oysa biz toplumsal yaşantıda bu bağlamdan kopmamış, hâlen "modern"liği git gide radikal hâliyle yaşıyoruz. Tüm bu süreçleri düşünürken Giddens, reflexivity olarak double hermeneutic'in uygulanmasını öne sürmüştür; zira sosyoloji, ne salt bireyin topluma olan etkisini, ne de salt toplumun bireye olan etkisini incelemektedir, aslen ikisi de incelenmektedir. Birey ile toplum karşılıklı etkileşim halindedir, oysa fen bilimlerindeki erek "anlama"dır. Öyleyse "modern"in çıkışındaki üç kaynağı, Giddens'ın anlattığı şekliyle, şöyle ifade edebiliriz: 1) Zaman-Uzam Ayrışması: Mekanik saatin icadına kadar toplumlar; zamanı, daima uzam ile ilişkilendirirdi. Modernliğin gelişimiyle, 'zaman' içerisinde, aynı yörede olmayan kişilerin farklı uzamlarda ilişkiler kurulduğu gözlenmeye başlandı. Basitçe, siz teknolojik bir aletle dünyanın bir ucundaki kişi ile ilişki kurabilirsiniz. Zaman ile uzamın ayrışmasındaki gözle görülür artış, "modern"in en önemli kaynaklarından biridir. Bu ayrışma, toplumsalın tekrardan ele alınmasını gerektirir. 2) Yerinden Çıkarma Düzenekleri: Zaman ile uzam ayrışınca, birçok toplumsal yapıda ilişikler birbirinden kopmuştur. Toplumsal etkinliklerin bilinen mevcut bağlamlarından çıkarılması, bu düzenek bağlamında açıklanır. Elbette tüm bu bilinenlerin değiştiriliyor oluşu, toplumsal kaygı yaratır ve bunun çözümünde güven gerekecektir. Güveni ise; simgesel işaretler yoluyla uzmanlık sistemleri yapacaktır. 3) Bilginin Reflexivity Temellükü: Yerinden çıkarma düzenekleri "modern" kaynağı ise, modern düşünümselliği de, sürekli reformlar dizisidir. Bu da karakterin sürekli değişimiyle ilişkili olup Sennett'in 'karakter aşınması' ile psişik korele ettiği bir konudur. Bu üç kaynak, modernliğin dinamizmini oluşturur ve modern kurumların temelidir. Giddens'a göre, modernliğin kurumsal olarak dört boyutu bulunuyor: endüstriyalizm, kapitalizm, gözetleme ve askeri iktidar. Bilindiği üzere kapitalizm, özel sermaye mülkiyeti ile mülksüz ücretli emek arasındaki ilişkiyi merkeze koyar ve bu şekilde işgücünü metalaştırır. Esasında kitapta da gerek uluslararası ilişkiler gerekse sosyolojik açıdan yaklaşılan "küreselleşme"nin asıl kaynağı, Giddens'a göre, kendi kökeni siyasal değil, ekonomik olan kapitalizmdir. Zira kapitalizm 16.yüzyılda başlamışken endüstriyalizm kapitalizmden sonraya denk gelir. Uluslararası ilişkiler perspektifinden, modern dönemde, ekonomi siyasetten ayrışmıştır ve bir ulusaşırının mal varlığı, bir devletten yüksek bile olabilir. Soyut emeği kiralayan kapital düşünceyle, bir şirket devlet bile satın alabilecek güçtedir. Bunun da ötesinde, yönetimsel yoğunluğun artışıyla doğan ulus-devletler, devlet açısından "cepheler" yerine "sınırlar"ın gelişmesini sağladı ve bu şekliyle askeri iktidar devlet tekeline girdi. Askeri gücün bu reflexivity'si endüstriyalizm ile denk geldiğinden, savaşın endüstrileştiğini, üçüncü dünya ülkelerinin dahi silah konusunda birinci dünya ülkesi gibi olduğu bir dünya görüyoruz. Klasik sosyolojide önem atfedilen "sınır" "toplumlarının", modernist yorumlamayla "zaman-uzam uzaklaşması" bağlamında "toplum" şekline dönüştürülmesi, toplumsal esnemeye ve "küreselleşme"ye sebep olmuştur. Uluslararası ilişkiler perspektifinden ele alındığında, bu durum, ulus-devletin yarattığı bir sonuçtur. Ulus-devlet, yoğun yönetimsel güç ile gözetim toplumunu yaratıp kapitalizmin genişlemeci doğasındaki "rekabet"e hizmet eder; bu da küreselleşmenin ekonomik açıdan bir yorumlanmasıdır. Wallerstein'ın bakışına göre ise "küreselleşme", doğrudan kapitalist düzenin getirdiği sonuç olarak ele alınır. Az evvel sözünü ettiğim ekonomik yorum, "küreselleşme"nin asıl temelini oluşturmakta. Bunu da tarihsel bir gerçeklikle ifade eder; kapitalizmin dünya çapındaki yayılması, modern dönemin en başında gerçekleşmiştir. "Küreselleşme"yi diyalektik reflexivity'de ele aldığımızda ulus-devletlerin, kendi egemenliklerini bu "küreselleşme"de risk altında hissetmesinden, ulusçuluk gelişiminde bir artış görülmüştür. Bu da merkezileşmeyi arttırdığından, uluslararası rekabet, uluslararası ilişkilerin bir diğer yüzünün gelişmesine katkı sağlamıştır. Bunun da yanı sıra, "küreselleşme" epistemolojik açıdan ele alındığında, bilgi birikimleri iletişim teknolojileri aracılığıyla "kültürel küreselleşme"nin doğmasını sağlamıştır. Dinamisini ve kurumsal boyutunu açıkladığımız modernizmin yaşaması için, belki de, en önemli olan şey bağlılıktır. Giddens bağlılığı 'görünür' ve 'örtülü' şekilde inceler. Toplumsal bağlantılarda sürdürülen güven ilişkileri "görünür bağlılık" şeklinde tanımlanırken soyut sistemlerin uzmanlık bilgilerine olan inanç "örtük bağlılık" olarak ifade edilir. Görünür bağlılığın en temel biçimi ise (Goffman sosyolojisinden bir terim olan) "uygar ilgisizlik"tir, yani yolda bakıştığınız ama sözlü iletişim kurmadığınız, tanımadığınız kişiye olan, bir nevi "kibar" ilgisizliğinizdir. Her iki taraf da bakışmalara karşılık gözlerini birbirinden kaçırır ve Goffman bunu "karşılıklı ışıkların söndürülmesi" olarak tanımlar. Tüm bunlar odaklanılmamış bir iletişimin karakteridir. Bu konunun detayı Goffman tarafından (ki benim önceki incelemelerime bakarak ulaşabilirsiniz) incelenmişti, modernliğin en önemli bağlılığı, hiç kuşkusuz, "örtük bağlılık"tır ve Giddens'ın üzerinde durduğu da budur. Şikayeti olan bir hasta doktora gittiğinde, doktorun kendisine 'şifa vereceğine' dair güçlü bir inanç besler, bu hastanın hekimine olan uzmanlık güvenidir. Hekimin bilip hastanın bilmediği bu uzmanlık bilgisine, hasta bilgisizce güvenmek zorundadır ki, bu zorunluluk ileride de tekrar irdeleyeceğimiz (ve modernliğin tereddütsüz en önemli kazanımı olan) "juggernaut'un bir bakışıdır. Hastanın hekimiyle bir araya geldiği yer, "ulaşma noktaları" olarak isimlendirilir; örtük ve görünür bağlılık burada kesişmiştir. Uzmanlık bilgilerine olan güven, madem ki modernliğin bu kadar önemli bir yapıtaşıdır; burada modernliğin kesinlikle çözmesi gereken (fakat çözerse de kendini yıkacağı) bir sorunla karşılaşıyoruz: "bilginin reflexivity olarak mütemadiyen uygulanmasının bir sonucu olarak olaylar evreni, kendisini de gerçekte yaratır (yahut yeniden üretir)." Bunun somut karşılığı, modernliğin bu kadar küreselleştiği bir dünyada, kimsenin modernliğin (soyut sistemlerin) dışına çıkmaya cüret edememesidir. Bunun psişik doğrulaması; değişimin getirdiği karakter aşınmasıdır ki, bu aşınma onarılamadan yeni bir aşınma meydana gelmektedir (bkz. Sennett Sosyolojisi). Yaşanabilecek sinir bozucu şeyler arasında, "ulaşma noktalarında" yaşanan ve uzmanlık sistemlerine güveni kıracak tecrübelerdir ki, Goffman okuyanlar bunu seyircinin "sahne arka"sında olanları görmesi şeklinde de tercüme edebilir. Bu riskin varlık sebebi de; hiçbir uzmanlık bilgisinin talih veya şans olmayacak şekilde kapsamlı olmamasıdır. Bu anlattığımızın tersi olarak da, "ulaşma noktaları"nda "görünür" ve "örtülü" bağlılıkların uyuşması, modernistte "yeniden yerleştirim" şeklinde tanımlanır ve bu "yerinden çıkarma"nın sıradaki somut evresidir. Modern yaşamda, epistemolojik manada "zayıf tümevarımsal bilgi"den ayrı tutulması gereken "güven", Giddens tarafından "psişik ontolojik güven" başlığı altında da ele alınmış ve Lacan, Erikson gibi isimlerin görüşlerinden yararlanılmıştır. Varoluşsal fenomenolojik bir bakışla "dünyada var ol"an insanın, ontolojik "güven"i bilinçdışına kök salar. Doğduğunda varoluşsal kaygısı olan çocuğa ilk duygusal aşıyı yaparak "ontolojik güvenliği" bilinçaltına gönderen "anne"; (başta Freud'un) tüm psikanalizm kuramlarında önemle üzerinde durulmuş bir nesnedir. Bu güven, uzun vadede ego'nun merkezinde yer alır. Burada meydana gelecek psişik patoloji bağlamında, çocuğa "güven" aşısı vurulmadığı bir durumda, ağır psikotik hastalıklar tablosu görmek olasıdır. Winnicott'un "gizil uzaklık" olarak adlandırdığı şey, çocuğun "güven"inde önem arz eden çocuk-ebeveyn ayrılığıdır. Giddens'a göre de, buradaki "gizil uzaklık" salt uzamsal değil, hem uzamsal hem zamansal olarak ele alınmalıydı. Bu bağlamda, güven duygusu gerek zamanı gerekse uzamı parantez içerisine alabilecek yetide bir duygudur. Giddens'a göre; modernlik öncesinde yer alan güvenlik ortamları akrabalık ilişkileri, yerel topluluk, dinsel kozmoloji ve gelenek olarak ifade edilirken, risk ortamları doğa kaynaklı felaketler, insan şiddeti tehdidi, dinsel kayradan uzak kalma (kötü büyü) olarak görülmüştür. Modern dönemin güvenlik ortamları ise kişisel ilişkiler (dostluk veya cinsel yakınlık), soyut sistemler, karşı-olgusal düşünce (geçmiş-gelecek bağlantılandırma) iken risk ortamları modern reflexivity kaynaklı tehditler, insani riskler (savaş endüstrileşmesi vb.), kişisel anlamsızlık (modernlik reflexivity'nin benlikteki aşındırmasına bağlı) olarak ifade edilir. Hangi dönemde olursa olsun, risklerin büyük oluşu, fortuna'ya (kader, yazgı) geri dönme olasılığını arttırır. Yapısı geleceğe dönük olan modernliğin, kuşkuculuğun kurumsallaşmasını sağlaması sebebiyle, postmodernist anlayış geleneğe benzer şekilde bazı "değişmezlerin" kabul edecektir. Bunu, modernliğin evrenselleştirici olmasını bağlayan reflexivity'i, yani temellüğü, yok ederek yapacaktır. Bu geçiş (ki bu eleştirel kuramı ütopik bir gerçeklik olarak ele almak en doğrusudur) sağlanırken modernliğin getirdiği artan demokrasi, git gide şiddetlenen totaliter gücü doğuracak ve zaten endüstrileşme-kapitalizmden beslenen modernizm, bu besinini militarizmle ilişkilendirdiğinde, ekolojik varlık, nükleer savaşla sonlanacak (felaket ve çöküş) ve geriye salt "çim ve karınca cumhuriyeti" kalacaktır. Kapitalizmin bu birikimi ve beraberinde gelen militaryen kaygılar, doğrudan teknolojiye "daha da" girdisi gönderecektir ve buna bağlı olarak teknoloji daha da ileri seviyeye tırmanacaktır; eleştirel kuram perspektifinden, postmodernizmdeki teknolojik yorum, muhteviyatına ahlaki değerleri edindirmiş ve böylelikle insanlaşmış bir teknolojidir. Anlaşılacağı üzere teknoloji, düpedüz "itilen" bir şeydir. Burada Giddens'a şu şekilde bir eleştiri yönetilebilir ki, tarihi yazan insandır ve insan ereği olan bir varlık olduğuna göre tarihin şekillenmesinde birtakım erekler yer almaktadır. Psişik sürecin sosyolojik proseslere geçişinde ereğin maruz kaldığı etmenleri düşünseniz dahi, bir ereksel-şey'in, bir şekilde de, fenomen olarak bile, şimdi'ye dokunduğu ve bu sebeple tarihin değişiminde süreklilik içermese de, erekselliğin rolü olduğu söylenebilir. Teknoloji'nin itilmesine sebep olan şey kapitalist sistemin birikimi ve askeri kaygılar ise de, bunların insandan saltık olduğunu söylemek düpedüz yanılgıdır. Giddens'ın, olasılıkla savunusu, tüm bunların birer erek değil, bir döngüselliğin sonuçları olduğu olacaktır ki, bu yanıtı vermek tarihsel sürekliliğe düşmek demektir ve eserin başındaki ifadelerle çelişmek anlamına gelir. Gerçekten de süreksizliği modernliğin önemli bir özelliği olarak görürsek, neyin tüm bu döngüsellikte böylesine felaket sonuçlar doğurduğunu düşünmemiz gerekir ki, bizim eleştirel kuramımız bu düşünceden beslenebilsin. Eleştirel kuramında küreselleşmeyle birlikte özgerçekleştirimin daha da kolaylaştığını söyleyen Giddens'ın, psişik süreçlerle alakalı çok da dikkatli davrandığını düşünmüyorum. Zira, kendi ütopik gerçekliğinde, kişinin kendini gerçekleştirmesine son derece değer veren Giddens, küreselleşmenin insanı nasıl aşındırdığını söylediği halde, kendiyle çelişir şekilde, insanın kendini gerçekleştirmesinde küreselliğin olumlu etkisi olduğunu söyler. Üstüne üstlük, metanarrative'lerin modern yaşamda tekrardan tenkit edilip modern felsefeden geçirildiği bir durumda, nasıl olur da, bu büyük anlatıların insanın kendini gerçekleştirmesinde desteği olduğunu savunabilir? Anlamların ve tanımların kısıtlayıcı olduğunu ifade edip anlamlar ve tanımların insanı kişisel kimliğine eriştirebildiği yargısı; insan benliğini kapalı bir sistem içerisinde incelemek demektir. Bu da eleştirel kuramın önemli parçası olan sosyolojik duyarlılığa aykırıdır. Giddens'ın modernlik sosyolojisinde, bazı psikolojik süreçlerin ve felsefi temellerin eksik olduğunu düşünüyorum. Fortuna teriminden tutun da, insan iradesine kadar birçok konuda, bazı demeçlerde fikir çatışmalarının olduğu ve bu çatışmaların Giddens'ın eleştirel kuramına zarar verdiği kanısındayım. Açıkçası, Giddens tanılama konusunda son derece istifade edilmesi gereken bir sosyologtur. Bana birçok yaklaşım kazandırdığını, bu eserinden sonra da Giddens'ı okumaya devam edeceğimi söyleyebilirim. (Yusuf Bozdağ)

Anthony Giddens'in önemli metinlerinde biri olan "Modernliğin Sonuçları", modernlik-sosyoloji, modernlik-zaman-uzam ilişkisi, modernliğin düşünümselliği gibi (görünüşte ağır gibi gözüken ama günümüz Batı toplumlarının geçtiği aşamaları ele alan) temel parametleri sorguluyor. Modernlik-postmodernlik tartışmalarına yeni açılımlar getiren Giddens, modernliğin kurumsal boyutlarıyla, küreselleşmenin boyutlarını mukayese ederek benzerliklerini açıklıyor. Kitabın esas can alıcı noktası ise, Giddens'ın sorduğu "Modernlik Batı'ya özgür bir proje midir?" sorusudur. Bu sorunun cevabı da son bölümde ele alınmış. Herkesin kitaplığında olması gereken harika bir kitap... (Sefa Akgül)

Modernliğin Sonuçları PDF indirme linki var mı?

Anthony Giddens - Modernliğin Sonuçları kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Modernliğin Sonuçları PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Anthony Giddens Kimdir?

Günümüzün en etkili toplumsal kuramcılarından biri olan Anthony Giddens 1938'de doğdu. Hull Üniversitesi'nde sosyoloji ve psikoloji öğrenimi gördükten sonra, yüksek lisansını London School of Economics (LSE), doktorasını Cambridge Üniversitesi'nde yaptı. 1961'de Leicester Üniversitesi'nde başladığı öğretim üyeliğini, Kanada, ABD ve İngiltere'de çeşitli üniversitelerde sürdürdü. Avustralya, Finlandiya, Almanya, İsveç, İtalya, Danimarka ve Fransa gibi ülkelerde konuk öğretim üyeliği yaptı. 1970'te çalışmaya başladığı Cambridge Üniversitesi'nde 1986'da profesör oldu. 1997'de LSE'nin yöneticiliğine getirilen Giddens, ayrıca 1985'ten bu yana kurucularından olduğu Polity Press'in, 1989'dan bu yana da Toplumsal Araştırmalar Merkezi'nin başkanlığı ve yöneticiliğini yürütmektedir.

Pek çok ödül alan ve hakkında on iki kitap yazılmış olan yazarın iki yüzden fazla makalesinin yanı sıra, yirmi dokuz dile çevrilmiş otuz iki kitabı vardır. Max Weber, Emile Durkheim, Karl Marx gibi kuramcılar üzerinde çalışan, modern toplumlarda sınıf yapısı, modernlik, ulus-devlet, sosyal demokrasi, solun geleceği gibi konulara eğilen ve son kitabı Runaway World: How Globalization is Reshaping our Lives (Kaçak Dünya: Küreselleşme Yaşamlarımızı Nasıl Yeniden Biçimlendiriyor, Profile, 1999) olan Giddens'ın Türkçe'de yayımlanan kitapları arasında Mahremiyetin Dönüşümü (Ayrıntı, 1994);Sosyoloji: Eleştirel Bir Yaklaşım (Birey, 1994); Max Weber Düşüncesinde Siyaset ve Sosyoloji (Vadi, 1996); Modernliğin Sonuçları (Ayrıntı, 1998); İleri Toplumların Sınıf Yapısı(Birey, 1999); Toplumun Kuruluşu (Bilim ve Sanat, 1999); Üçüncü Yol, Sosyal Demokrasinin Yeniden Dirilişi (Birey, 2000); Elimizden Kaçıp Giden Dünya (Alfa, 2000) veSosyoloji (Ayraç, 2000) sayılabilir. Yazarın Sol ve Sağın Ötesinde adlı kitabı önümüzdeki günlerde yayınevimiz tarafından yayımlanacaktır.

Anthony Giddens Kitapları - Eserleri

  • Sosyoloji
  • Sosyoloji
  • Modernliğin Sonuçları
  • Mahremiyetin Dönüşümü
  • Sosyolojide Temel Kavramlar
  • Kapitalizm ve Modern Sosyal Teori
  • Siyaset, Sosyoloji ve Toplumsal Teori
  • Modernite ve Bireysel-Kimlik
  • Sosyoloji (7. Edisyon)
  • Sosyolojik Yöntemin Yeni Kuralları
  • Ulus Devlet Ve Şiddet
  • Elimizden Kaçıp Giden Dünya
  • Sağ Ve Solun Ötesinde
  • Günümüzde Sosyal Teori
  • Üçüncü Yol
  • Max Weber Düşüncesinde Siyaset ve Sosyoloji
  • İklim Değişikliği Siyaseti
  • Sosyolojinin Savunusu
  • Sosyoloji
  • Toplumun Kuruluşu
  • Tarihsel Materyalizmin Çağdaş Eleştirisi
  • Sosyoloji
  • Modernliği Anlamlandırmak
  • İleri Toplumların Sınıf Yapısı
  • Toplumun İnşası

Anthony Giddens Alıntıları - Sözleri

  • Postmodernizm, yalnızca küçük bir sanatsal avangartlıkla sınırlı değildir; o küresel kültürel ürünlerin yanı sıra akademik ve felsefi düşüncelerle de ilişkilidir. (Sosyolojide Temel Kavramlar)
  • Kapitalizmin asli karakteri ücretli emek ve sermaye arasındaki sınıf ilişkilerinde değil, üretim faaliyetinin rasyonel düzenleniminde verilidir. İşçinin üretim araçlarından 'koparılması' süreci, modern toplumun bütün alanlarında ilerleyen davranışın rasyonalizasyonu sürecinin sadece bir uğrağıdır. Bürokratik uzmanlaşmayı doğuran bu süreç tersine çevrilemezdir. Sosyalizm ekonomik davranışın rasyonel denetiminin daha da artırılması (ekonominin merkezileştirilmesi) ve 'ekonomik' olanla kaynaşmasıyla 'siyasi' olanının ortadan kalkmasında (ekonomik girişimlerin devlet tarafından denetlenmesi) öngörüldüğünden, sonuç bürokratikleşmede devasa bir yayılma olacaktır. Bu da 'proleteryanın diktatörlüğü' değil, 'resmiyetin diktatörlüğü' olacaktır. (Max Weber Düşüncesinde Siyaset ve Sosyoloji)
  • Hawthorne Etkisi, insanların incelendiklerini bilip bu nedenle normal davranışlarını göstermemesidir. Hawthorne Etkisi deney tanımı, 1930’larda Chicago yakınlarındaki Western Elektrik Şirketinin Hawthorne santralindeki verimlilik araştırması sonucu ortaya çıkmıştır. Araştırma çalışmasını yürüten araştırmacılar, işçilere uygulanan deney koşulları ne olursa olsun işçilerin verimliliklerinin artığını şaşkınlıkla gözlemlemiş. Çünkü işçiler incelenmekte olduklarının farkındaydı ve bunun sonucu olarak normal çalışma tempolarını hızlandırmıştı. (Sosyoloji (7. Edisyon))
  • Modernliğin ötesine geçmiş değiliz; onun radikalleşmesi evresini yaşıyoruz. (Modernliğin Sonuçları)
  • Şair Simon Brisenden (1987) pek çok engelli insanın geleneksel tıp'tan dışlanma anlayışını 'Mükemmel İnsanlar İçin Şiirler - Poems for Perfect People' adlı kitabında çok güzel bir şekilde özetlemektedir. Brisenden, ‘Yara İzleri’ adlı şiirinde sormaktadır: ‘Derini kesen adam / ve içini araştıran / onda herhangi bir dikiş izi var mı?’ (Sosyoloji (7. Edisyon))
  • Weber'e göre demokrasi ve bürokrasi arasındaki ilişki modern toplumsal düzendeki gerilimin en köklü kaynaklarından birisini yaratmaktadır. (Max Weber Düşüncesinde Siyaset ve Sosyoloji)
  • Marx yurttaşlık ile kölelik arasında belirsiz bir konum işgal ettiği için "proletarya asla bağımsız bir gelişme göstermedi" diye eklese de, küçük köylülerin bir bölümü proletarya haline dönüştürülmüştür. (Tarihsel Materyalizmin Çağdaş Eleştirisi)
  • "Bireylerle kurumlar arasında var olan ve benim 'ikili etkileşim' dediğim şeyi iyice anlamak zorundayız; o da bir yandan biz toplumu yaratırken aynı zamanda o da bizi yaratıyor demektir." (Sosyoloji)
  • Devlet, sınıf ayrımlarının ortadan kalkması için bir araç olmaktan çok, özünde onları sürdürmekle ilgilenir: toplumdaki diğer sınıfların çıkarları karşısında, egemen sınıfın çıkarlarını korur... (Sosyoloji)
  • Deneyimlerin özünde anlamlı olduklarını söylemek yanıltıcıdır: "bizim için yaşanmakta olan değil, sadece önceden yaşanmış olan anlamlıdır". (Sosyolojik Yöntemin Yeni Kuralları)
  • Geleceği denetim altına almak için geçmişin alışkanlıkları ve önyargılarından kurtulmak zorundayız. (Elimizden Kaçıp Giden Dünya)
  • Devletin güvenliğini doğrudan etkileyen ya da tanrıların şerefinden ciddi biçimde şüphe duyan durumlarda, genellikle devlet memurları ya da muhafızları, herhangi bir kamusal jüri prosedürüne başvurmadan, doğrudan bir cezalandırıcı eyleme girişirlerdi. (Ulus Devlet Ve Şiddet)
  • “Kendimizi doğadaki nesnelermiş gibi görmeliyiz.” (Sosyoloji)
  • Devletler toplumsal düşünce organıdır. Durkheim (Ulus Devlet Ve Şiddet)
  • Sosyolojiye yöne­ lik pozitivist bir yaklaşım toplum hak- kındaki bilginin gözlem, karşılaştırma ve deney yoluyla türetilecek kanıüara dayanması gerektiğine inanır. (Sosyoloji)
  • "Kapitalizmin yayılması 'dünyanın yavan tarafının' yani ekonomik, teknik ve yararlı olanın önceliği ilkesinin her şeye üstünlüğünü sağladı; öyle ki 'bu her şey, edebiyat, sanat nesneleri ve varlığın bütün şiirselliği yok edilmiş oldu'. (Lefebvre'ye atıfla)" (Sosyoloji)
  • Comte, tıpkı doğa biliminin fiziksel dünyanın işleyişini açıklamasına benzer biçimde toplumsal dünyanın yasalarını açıklayabilecek bir toplum bilimi yaratmaya çalışıyordu. (Sosyoloji)
  • Üçüncü yol politikaları, yeni bir karma ekonomiyi savunmaktadır. (Üçüncü Yol)
  • Kapitalist ekonomi, hem içsel hem de dışsal olarak aslen istikrarsız ve huzursuzdur. (Modernliğin Sonuçları)
  • Marx, bir çağın baskın düşüncelerinin, yönetici grupların düşünceleri olduğunu savunmaktadır. Günümüzün serbest piyasa kapitalizmi çağında ise baskın düşünceler özgür seçimler yapan egemen bireylerin düşünceleridir. (Sosyoloji (7. Edisyon))