Muz Sesleri - Ece Temelkuran Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Muz Sesleri kimin eseri? Muz Sesleri kitabının yazarı kimdir? Muz Sesleri konusu ve anafikri nedir? Muz Sesleri kitabı ne anlatıyor? Muz Sesleri kitabının yazarı Ece Temelkuran kimdir? İşte Muz Sesleri kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Ece Temelkuran
Yayın Evi: Can Yayınları
İSBN: 9789750733154
Sayfa Sayısı: 304
Muz Sesleri Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Bir insan bir insanda başka bir hayatın kapısını görünce âşık olur. Ne mutluluktur öte yandaki ne de tadıyla meraklandıran bir acı. Aşk diye buna denir: Bir insan bir insanda tekinsiz bir ev görür…
...
İnsan, yarası yarasına denk geleni seviyor demek ki…
Ece Temelkuran, kalplerin en çok yağmalandığı, neşenin ve kederin ayırt edilemeyecek kadar birbirine karıştığı bir coğrafyadan anlatıyor hikâyeyi: aşkın ve savaşın başkenti Beyrut’tan…
Muz Sesleri, en büyük gürültülerin içinde hayatı ayakta tutan küçük ama inatçı seslerin romanı…
Muz Sesleri Alıntıları - Sözleri
- İnsan, yarası yarasına denk geleni seviyor demek ki.
- Bu topraklar böyledir benim güzel Filipinam. Hatıraları, unutmak üzerinedir. Herkes kendi günahını unutur, ama kimse alacağı intikamı unutmaz. Ve Ortadoğu -tanrılarının hep bu topraklarda icat edilmesi bir tesadüf değil- günahlardan kuruludur. Kaç silah varsa o kadar tarih vardır burada.
- Savaşı hastanede anlarsın Filipina. Savaştan değil, kaybetmiş erkeklerin cephesidir bu. Erkeklerin değil, erkek kalıntılarının cephesi. Artık kimse savaşmadığı için acıklıdır görüntü. Yaralardan değil, kandan da değil. Çaresizlik ve ağrı kesicisiz dikilen kesiklerden de değil. Savaşmayı bırakmış erkekler, savaşanlardan daha ürkütücüdür. Çıplaklıkları, ayakkabısızlıkları ve kapalı gözlerinin ardında akıp duran korkunç rüyaları, savaşın en korkunç cephesi yapar hastaneleri.
- O kadar çok güzel insanın ölümünü gördüm ki, öğrendim. Ne yaparsan yap sadece bir hikâye kalıyor geriye. Anlatılınca yalan gibi, hiç olmamış gibi gelen
- Savaş öyle bir yer Filipina insanların tek evi diğer insanlar. Birini kaybedince bu yüzden sadece birini kaybetmesin, evin de gider.
- Yalnız seni değil, bu savaşın ortasında sığındığım tüm hatıraları da gönderiyorum denizlerin ötesine. Çünkü burada insanlar bir yanlışlık gibi ölüveriyor. Sen bir yanlışlık olmayacak kadar güzelsin.
- Kavganın kuralı bu; öfkesi büyük olan kazanacak.
- Artık hiçbir şeyin parçası olmak istemiyorum. Ne bir savaşın ne de umudun...
- Benim ülkemde de camilerin minareleriyle devletin diktiği seküler anıtların boylarının birbirini geçmemesine azami özen gösterilir. Hatta bu yüzden İstanbul'da sırf yüzlerce yıllık camilerin minarelerini gölgeleyebilsin hırsıyla görülmemiş çirkininde Atatürk anıtları inşa edildi son yıllarda.
- Hıncım var bu savaşa, bu şehre...
- İnsan, yarası yarasına denk geleni seviyor.
- O kadar çok güzel insanın ölümünü gördüm ki, öğrendim. Ne yaparsan yap sadece bir hikaye kalıyor geriye. Anlatılınca yalan gibi, hiç olmamış gibi gelen.
- "Yarım kalmış bir hikayeden daha çok kanayan hiçbir şey yoktur."
- Hatırlama İhtimali camdan bir kuşun kırık kanadı gibi geçti göğsünden. Kuş eridi.
- Unutmaya çalıştığı tek bir şey vardır ve bir tek onu çıkaramaz aklından.
Muz Sesleri İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Kendimi zorlayarak 120 sayfa okumama rağmen hiçbir şey anlamadığım bir kitap. Her bölümde farklı bir olay anlatılıyor. Bu da akıcılığı sağlamamış oluyor. Şuan yarım bıraktım. İlerde tekrar bir şans vermeyi düşünüyorum. Umarım o zaman anlayarak okuyabilirim. (Efecan)
Savaşın Orta Yerinde Bir Beyrut: Muz Sesleri'ne şu sözlerle seslenmek istiyorum: "Cehennemin orta yerinde açardı gül bahçeleri..." Beyrut'ta bir savaş, savaşın ötesinde bir kadın, kadının ve savaşın ortasında bir erkek... Savaşın bizden götürdükleri vardır. Onca kaybın, yokluğun arasında bir de getirdikleri... Aynı korku, aynı tedirginlik, aynı nefrete boyanmış gözler, aynı kaybolmuşluk... "Muz Sesleri" bu aynılıkların arasında bir yıldız gibi parlayan güçlü bir kadının yaşam öyküsüdür bana kalırsa. Kitabın ateşler içerisinde yanan kaynağına, en derinine bu parlayan yıldızı konumlandırmak isterim. Ateşin ortasında soğuk mavi rengiyle güçlü bir yıldız ve bu yıldızın ışığıyla kendi yolunu aydınlatan bir erkek. Kitapta bize çoğunlukla bu erkek eşlik edecek. Ve bize muz seslerini dinletmek isteyecek. Kitabın kaynağından biraz uzaklaşıp etrafına baktığımızda ise yazarın diğer insanlarını göreceğiz: duygularını, boşluklarını ve boşlukları nasıl dolduramayışlarını... Birbiriyle bağlantılı ya da bağlantısız bu insanlar aslında bir noktada aynılar. Farklı gibi görünen fakat hepsi aynı prizmadan yansıyan ışık huzmeleri gibiler. Her biri teker teker elimizden tutacak. Onları uzaktan izleyeceğiz, bize tanıdık gelecekler. Bu tanıdıklığın sebebi ise zaten onları tanıyor olmamız. Benliğimizde, karşımızdakinin benliğinde ya da en uzaktakilerde... Olduğu gibi hayatın içinde, en gerçekçi yanıyla tanıyacağız hepsini. Eğer iyi bir gözlemciyseniz etrafınızdaki hayatların her birinin ne yöne akarsa aksın kendi özüyle aktığını görürsünüz. Her ne kadar birbirine benzeseler de asla "aynı hayat" değildirler. Her biri biraz eksiktir, sıradanlığın arasında beklenmediktir ve alabildiğine kusurludur. Bu kitap da hayatı tüm gerçekliği ve sıradanlığı ile yansıttığı için o kusursuz kurguyu ve mükemmelliği burada bulmayı beklemeyin. Yazar bu sıradan hayatların arasından gösterecek bize yaralarını ve hala kanıyor oluşlarını. Okumaya başladığınızda bazı gerçekler durgunluğun ortasından adeta bir tokat gibi çarpacak yüzünüze. İşte o gerçeklikten sadece küçük bir parça göstererek sonlandırmak istiyorum sözlerimi. "Düşünüyorum acaba, bütün dünya olarak Batı'ya çocuk olma hakkını mı devrediyoruz? 'Savaşları bize verin abiler! Siz takılın!' gibi yani. Ya da acaba tam tersi... Tam tersiyse, onlar bize 'Alın bu oyuncakları, kendi aranızda öldürün birbirinizi..." Peki ya sizce? Hangimiz oyun oynuyor? (Arife.)
Hiçmi hiç sevmedim. Hayatımda bir kitabı ilk kez yarıda bırakıp fırlatıp atmıştım. Bir öğretim üyesinin ısrarlı tavsiyesi üzerine satın almıştım. Pişmanlık gibi bir şeydi benim için. (M. Lela Dinçer)
Kitabın Yazarı Ece Temelkuran Kimdir?
1991 yılında Bornova Anadolu Lisesi'ni, 1995 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. 1993 yılında Cumhuriyet Gazetesi'nde gazeteciliğe başladı. İlk yazıları Patika dergisi'nde yayınlandı.
Kadın hareketi, siyasi tutuklu ve hükümlüler, Güneydoğu sorunu üzerine çalıştı, röportajlar yaptı. Almanya'da kadın hareketi üzerine bir araştırma yaptı. Ardından avukatlık ruhsatnamesini aldı ancak bu mesleği henüz icra etmedi. Yurtiçinde ve dışında çeşitli dergilerde yazılar yazdı, CNN Türk'te muhabirlik yaptı. Dünya Sosyal Forum sürecini izlemek için 2003'te Brezilya'ya, 2004'te Hindistan'a gitti. Venezüella'daki sosyalist devrimini ve Arjantin'de ekonomik krizden sonra oluşan halk hareketini inceledi. Bu harekete ilişkin yazıları "Buenos Aires'te Son Tango" adı altında yazı dizisi olarak Milliyet'te yayınlandı. Milliyet gazetesinde "Kıyıdan" adlı köşesinde yazdı. Habertürk Gazetesi'nde 8 Şubat 2010 gününden itibaren yazmaya başlayan Temelkuran'ın yazı günleri Pazartesi, Çarşamba ve Cumartesi oldu. Ancak 4 Ocak 2012 tarihinde Temelkuran'ın işine son verildi.
Her yıl Dünya Sosyal Forumu'nu yerinde izlemeye devam ediyor.
Ece Temelkuran, Aslı Erdoğan, Ümit Kıvanç, Bejan Matur, Beliz Güçbilmez, Murat Uyurkulak ve Şamil Yılmaz ile birlikte Son Bir Kez oyununun yedi yazarından biridir.
17 Ekim 2010 tarihinden itibaren Habertürk TV kanalında her pazar yayınlanmaya başlanan "Kıyıdan" adlı bir programı hazırlayıp sundu.
Girişimci ve yazar Metin Solmaz ile 1996 yılında evlenip 1998 yılında boşanmıştır. Bir suikaste kurban giden Uğur Mumcu ile CHP İzmir Milletvekili, TBMM Başkan Yardımcısı Güldal Mumcuçiftinin oğlu Özgür Mumcu ile 2007 yılında evlenip 2009 yılında boşanmıştır. (Özgür Mumcu, Sorbonne Üniversitesi’nde hukuk doktorası yapmış ve şu anda Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesinde asistanlık yapmaktadır.) Ece Temelkuran, film yönetmeni İnan Temelkuran'ın ablasıdır.
Ece Temelkuran Kitapları - Eserleri
- Kayda Geçsin
- Muz Sesleri
- Ağrı'nın Derinliği
- Biz Burda Devrim Yapıyoruz Sinyorita
- Düğümlere Üfleyen Kadınlar
- Bütün Kadınların Kafası Karışıktır
- İç Kitabı
- Kıyı Kitabı
- İkinci Yarısı
- İçeriden - Kıyıdan Konuşmalar
- Dışarıdan - Kıyıdan Konuşmalar
- Devir
- Ne Anlatayım Ben Sana!
- Oğlum Kızım Devletim
- Kahramanlar Kitabı
- İyilik Güzellik
- Olmayan Kuşlar Ansiklopedisi
- The Insane And The Melancholy
- How to Lose a Country : The 7 Steps from Democracy to Dictatorship
- Bu da Geçer
- Hepberaber Kalpsiz Bir Dünyaya İnat
Ece Temelkuran Alıntıları - Sözleri
- Her kuş her insana bir parça uçmak hediye eder çünkü. (Olmayan Kuşlar Ansiklopedisi)
- Türklerden acılarının tanınmasını, tarihin kabul edilmesini beklemeyen bir tek Ermeni bulamazsınız. Dünyanın hiçbir yerinde bulamazsınız bunu. Ermenistan'da da. Ama Türkiye bu ihtiyacımızı 'milliyetçilik' olarak göstermeye çalışıyor, toprak istediğimizi, bu yüzden soykırım konusunda sert politikalar güttüğümüzü düşünüyor. Bunlara inanıyorsunuz, çünkü başka bir şey duyma şansınız yok." Siyaset Ağrı’nın Derinliği, Ece Temelkuran (Ağrı'nın Derinliği)
- "Direniyor olmak, bunca acıya karşın ayakta duruyor olmak, onlara bile şaşırtıcı geliyordu. " (Oğlum Kızım Devletim)
- "Biz namuslu yaşadık Tilda. İyi insanlar olduk." Bu, en uzun cümlesidir Türkçe'nin. Yaşar Kemal'in ölen eşi Tilda'nın mezarı başında söylediği. En uzun romandan daha uzun, en ağırından daha taş. (Dışarıdan - Kıyıdan Konuşmalar)
- Ağırlık yapmayan her şey hafif değildir aslında. (Kıyı Kitabı)
- Bizim işçi kesimi gibi. Toplu sözleşme yapılıncaya kadar Kızılay Meydan'ında devrimcidir, hıyarla domatesi alıp piknik yapar gibi eylem yapar. Toplu sözleşme yapıldıktan sonra Kızılay'da bir tek işçi göremezsin. (Ne Anlatayım Ben Sana!)
- Dünya artık ne yapacağını bilmeyen bir dükkân ve üzerinde "Patron çıldırdı!" yazıyor. (Hepberaber Kalpsiz Bir Dünyaya İnat)
- "Kayda geçsin" çünkü; bu zamanlar o zamanlar. (Kayda Geçsin)
- Biz ölünce, siz susuyorsunuz ya, biz ondan ölüyoruz işte, ölünce biz, karşısında durup susacağınız kimse olmayacak... (Bütün Kadınların Kafası Karışıktır)
- "Hep bir kuş ölümüyle biter Kalp ve kanat eksiltmelerinin sonu.." (Kıyı Kitabı)
- Hicret, yalnız evdeki zalimden kaçmak için değil, ruhumuzun derinliklerine ulaşmak için de yapılır. (Kayda Geçsin)
- Kendi dinamiğini taşa çarpa çarpa çoğaltan, ezene karşı bir feryat bu! (Ne Anlatayım Ben Sana!)
- Seslerimizden daha yüksek yaptılar sarayların duvarlarını (Bu da Geçer)
- Bu ülkenin derhal ve hızla sevilmeye ihtiyacı var. Bu halkın derhal ve hızla kendi kendini sevmesi, kendini bilmesi gerekir. Çünkü bu ülke, evde bulgur kaynatırken dolar kuru kovalayan adamlardan, televizyonda yaratılan mafya tiplerine benzemeye çalışan genç çocuklardan, işyerlerinde, koydukları seccadelerle vicdanlı olduğunu gösterip kurnaz tüccarlık yapan "Müslüman işadamlarından", ülkesini sevdiğini söyleyip genç çocukların üzerine çullanan milliyetçilerden, kadınlarını çok sevdiğini söyleyip öldüren adamlardan ibaret değildir. Bütün bu boz bulanık kalabalık içinde bir şeyin uykuya yatmış olması, uyandırılmayı bekliyor olması gerekir. (Biz Burda Devrim Yapıyoruz Sinyorita)
- "...Biz, dünyanın geri kalanı gibi insanları masumlar ve suçlular diye ikiye ayırmıyoruz. Washington'dan, IMF'den söz ediyorsunuz... Bizim bunlara öfkelenmeye vaktimiz yok. Biz burada devrim yapıyoruz Sinyorita!" (Biz Burda Devrim Yapıyoruz Sinyorita)
- Benim ülkemde de camilerin minareleriyle devletin diktiği seküler anıtların boylarının birbirini geçmemesine azami özen gösterilir. Hatta bu yüzden İstanbul'da sırf yüzlerce yıllık camilerin minarelerini gölgeleyebilsin hırsıyla görülmemiş çirkininde Atatürk anıtları inşa edildi son yıllarda. (Muz Sesleri)
- Aşağılananların failini kurtarıcısı olarak selamladığı bir dünya. (How to Lose a Country : The 7 Steps from Democracy to Dictatorship)
- İnsan ancak sevilince öğreniyor kendini sevmeyi. (Düğümlere Üfleyen Kadınlar)
- İnsanın da eşyanın da huylusu güzel. :) (İyilik Güzellik)
- "İnsan nasıl sevmeli ülkesini? Düğünlerde sıkılan kurşunlarla çocuklar öldüğünde mesela... Bir grup insan toplanıp üç-beş genci düşüncelerini açıkladıkları için linç etmeye kalktığında... Gecekondu yıkımlarında yoksul bir adam, çocuğunu pencereden tek kolundan sarkıttığında... Yalınayak gezen çocukları hastayken, kapıcı gidip kendine son model bir cep telefonu aldığında... Kızlarını sokağa çıktığı için kafasına kurşun sıkarak öldüren babalar, erkek kardeşler, taşra şehirlerinin hemen dışındaki otellerde başkalarının kızlarıyla para verip seviştiğinde... Bir öğretmen öğrencisini döverek öldürdüğünde... Bilmedikleri bir dilde ezberledikleri dualarla adamlar, yaktıklarında çocukları... Askerler, cezaevlerinde açlık grevi yapan kendi yaşlarındaki gençleri yakmaya,yıkmaya gönderildiklerinde ve yanık kızlar kameralara bağırdığında, ertesi gün kimsenin sesi çıkmadığında... Kadınlar sokaklarda sezonu açılmış av hayvanları gibi ürkek yürüdüklerinde,tecavüze uğradıklarında,katlediklerinde..." (Biz Burda Devrim Yapıyoruz Sinyorita)