Narla İncire Gazel - Bilge Karasu Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Narla İncire Gazel kimin eseri? Narla İncire Gazel kitabının yazarı kimdir? Narla İncire Gazel konusu ve anafikri nedir? Narla İncire Gazel kitabı ne anlatıyor? Narla İncire Gazel kitabının yazarı Bilge Karasu kimdir? İşte Narla İncire Gazel kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Bilge Karasu
Yayın Evi: Metis Yayınları
İSBN: 9789753420686
Sayfa Sayısı: 133
Narla İncire Gazel Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
"Nar kentinde bir incir buldum. Narı da inciri de, övmek isterim. Anam her kışın en karanlık noktasında, eve girerken bir nar atardı yere, bütün gücüyle; parçalanıp iyice dağılsın diye. Evin beti bereketi niyetine..Ardından hızla süpürüp silerdi ortalığı. Bir iki gün sonra, narın patladığı yerden çok uzakta incecik bir çıtırtı duyduğum olurdu ayağımın altında Ne kadar dağılmışsa nar taneleri, o kadar iyiydi. Topladıktan sonra söylerdim anneme, sevinsin diye."
(Arka Kapak)
Narla İncire Gazel Alıntıları - Sözleri
- Gülümsüyorsun, gülümsüyorum. Bu kıyamet dışımızda koptu, tek seyircisi biziz.
- Seni, lavanta kokulu bir sabunda; bir kavun diliminde, açık, uçuk gümüş rengi bir çorapta; bir yasemin dalında; adını bilmediğim, bilmemekten utanç duyduğum halde öğrenmek istemediğim tek bildiğim, görünüşüne bakılırsa tatulayla bir hısımlığı olması gerektiği sabun kokulu, el büyüklüğünde, fildişi rengi bir çiçeğin açışında; yıkık kemerlerde uyuklayan kedilerde; gecenin soğumuş kumunu döven, patlayan dalgaların sesinde; günün ilk ağartısında –karanlık saatler boyunca dağıtıp durduğun yatağında sabahın serinliği çıplaklığına işlemeğe başlarken– uyanmaksızın, omuzlarına doğru çektiğin, örtündüğün bir çarşafın ılık, ak mutluluğunda bulacağım; dirim içimden çekilesiye...
- İmlerin, simgelerin görsel niteliğinin aranıp bulunduğu bu dünyada insanların söz alanında, imge alanında en eski ürünlerinin yeniden anıldığını, konuşulur hale geldiğini görüyoruz. Yeniden canlanıyor, yeniden dolanıma giriyor en eski masallar, dirimle en eski ilişkilerimizi yeniden anımsatarak. Gücün, acının, kıyıcılığın, ermenin insanlara buldurduğu en eski sözlerin imleri çıkıyor karşımıza. Uygarlıkların en dayanıksız, gene de en uzun ömürlü olabilen ürünlerinin, bilginin, düşlemlerin, sözün, imgeye dönüşmesini görüyoruz. Acılara da, düşüncelere de, duygulara da, bir renk-im derişikliğinde, dönüyoruz bir daha.
- Yaşamak, durmadan, ardında yıkıntılar bırakarak bir yerden bir yere gittiğimizi sanmak mıdır?
- Deniz, incir, güneş, kumsal, yaşamak istediğimiz, yaşayalım yaşamayalım gönlümüzden geçirdiğimiz her birolumun, her hazzın bir imi değil midir? En azından, “yaşamak sevişmektir” diyenler, diyebilenler için?..
- “Özgürlük, özgür değil, sınırlı. Bu ‘yaşam içinde yaşam’ izninin ne gün biteceği belli. Bir bakıma ölümün, kopmanın provasını yapıyoruz...”
- Bir gün gelir her şey zincirini koparır mı? Her zaman düşlenmiş olan şey, yoksa, şimdi, şu anda gerçekleşir mi? Toprak göğe erer mi?
- Dünya her kezinde baştan başlamalı. Kötülüğün, çirkinliğin, acının kolay kolay ortadan kalkamayacağını bilerek; bildiğimiz için. Sevginin, sevinin her zaman bir şeyleri kurtaracağını umduğumuz için. Yepelek bir dokunun bile bir gün gelir, bir çocuğun gönlünde yırtılamazlığıyla yer edeceğini düşleyebildiğimiz için. Her yanıp kül oluşunda (oluyor çünkü, çoğu zaman oluyor), külleri savrulup gittiğinde bile bir tozandan yeniden doğabilen bir kuşun, kona kalka...
- Her şeyi unutmak istiyorum. "Ne diyorduk en son?"
- Kuşları düşünürüm. Somut dediğimiz, gerçek dediğimiz dünyada, uçuşuna imrenegeldiğimiz. Özgürlüğün bir simgesi diye bakageldiğimiz...
- Ne yapacağını sezen bir elin, her başlangıcın sınırsızlığını yeniden kurup yeniden, yeniden bir ilk değişle ilk sınırı yaratması gerekecektir, kanlıların, yüzsüzlerin, küçüklüğünün zavallılığında boğulanların körlüklerini bile bile.
- “Nerelerdesin?” diyor Eren, gözlerimin içine dikerek gözünü. Iraklardan dönüyorum. “Yaşama felsefelerindeydim galiba.”
- Kalkıyorum. Kalkmıyorsun. Başın dizlerimde, ellerin ayak bileklerimde. Denizin soluğu yavaşlamıyor; uzayan, saniyelerimiz. Bugünün bittiğini biliyoruz. Denize bir daha bakmadan sırtımızı dönüyoruz, yavaş yavaş çıkıyoruz çalılık kumulların arasına.
- Belli belirsiz esintilerin keyfince ulaşıyor kokular, sesler; karanın sesleri, karanın kokuları. Denizden gelen, tanıma sığması güç bir serinlik; kokusu, sesi, soluğu, ayrıştırılamaz bir okşayış. Yüzümüzde, göğsümüzde, soğuk kumda kıpırdaşan ayaklarımızın bileklerinde...
- “Sana yakın görünenleri düşünüyorum yalnız şu anda. Gerisini unutalım. İmdi... Çoğuna, bakmakla yetinirsin. Tamam, senin bakman başkalarınınkinden biraz daha verimli olabilir, ama gene de bakmaktır. Bir gözden öte bir şey olmağı, neredeyse, reddetmektir. Pek azına sen yanaşırsın; yani gerçekten konuşursun, biriyle karşılıklı geçip konuşmak anlamında... Anlattıklarını dinlemekle yetinmezsin. Neme gerek, dinlediğini can kulağıyla dinlersin çoğu zaman ama ancak yanaştıklarına, nezaket kurallarının ötesine geçecek bir şeyler sorarsın... Tamam, arada bir, kıtırın kokusunu da iyi alırsın ama genellikle insanların yalan söyleyebileceği, en azından, doğruyu dosdoğru söylemeyebileceği aklının köşesinden geçmezmiş gibi dinlersin anlatılanı. Sen yalan söylemezsin diye, olsa olsa, ancak kimi şeyden söz etmeği seçmişsin diye herkes de... Neyse, geçelim. Bana bile, ‘bile’ diyorum, üstüne basa basa, yerimizi bilelim artık, di mi? bana bile, ne kadar az şey sormuşsundur! Durmadan geçmişler kurarsın ama insanların geçmişini kendilerine sormazsın, anlatsınlar diye beklersin. Kendini anlatışının, sözün arasına birtakım anıları sıkıştırıverişinin, karşındakini de konuşmağa çağırmak olduğunu kaç kişi çakmıştır bugüne dek?..”
Narla İncire Gazel İncelemesi - Şahsi Yorumlar
BİLGE KARASU İLE YOL ARKADAŞLIĞI Bilenler bilir, Karasu nasıl farklıdır ve nasıl farklı anlatır. Yolculuk hikayesi diyebiliriz kitap için bir bakıma. İnsanları ve hayvanları gözlemlediği, kısa bir anlatı. Bir deneme belki, adını koymak zor biraz. kitap/uzun-surmus-bir-gunun-aksami--7662 kitabını okumuştum yazarın, bir uzun öyküydü ve çok sevmiştim. Bu kitabı onunla kıyaslamak istemem, mutlaka okunmalı da diyemem ama okunsa da bir kazanım elde edilir. Ne mi olur bu kazanç? İz sürerek cümle cımbızlama olabilir mesela, ya da bambaşka hislere kapı aralama. İddialı olacak belki ama Karasu bazı açılardan benzersiz bir anlatıcı, iyi de hangi bakımdan? İşte onu bir bilsem.. Çaresizce birkaç alıntı yaparak noktalamak istiyorum. Herkese iyi okumalar.. "Konuşmak güç. Hantal sözlerle yetinmek zorunda kalıyor insan. Yazı hem daha güç hem daha kolay. Vaktin(uğultulu,dingin) akıp gidişine aldırmayabilen her şey gibi." "Akla en yakın,gönle en yatkın sayısız bahane bulup sayısız açıklama yaparak kendi hücremizi,kozamızı ne güzel öreriz !" "Ses getirebilecek tek şey yazılar, ama onlara da kesinlikle sessizce bakmak gerek.Yazıların altında bir taş kımıltısızlığı. Ardı yok-içi var diyorduk. Ancak girilebilir bir dünyadır bu. Çıkışı yoktur. Siz içine girdikten sonra dışı kalmamıştır. Dolanır durursunuz artık içinde." "Sevdiklerimizi,alıştıklarımızı görmekten vazgeçme kararı ancak uzun kararsızlıklardan doğabilir." "Gözlerimle birlikte gülümsetmeye çalışıyorum ağzımı." "Konuşanlarla konuşurum; konuşmayanları çok iyi anlarım,ben de onlardanımdır çünkü." "Az konuşan,yalnızlığı asıl durumu bellemiş insanların çok konuştuklarını fark ettiklerinde birden utanıp susmalarına benzettim susuşunu." "En büyük beceriksizliğimiz diyor, bir başkasının da kendini - tıpkı bizim gibi - dünyanın orta yeri olarak gördüğünü, yaşayamamamız, içten anlayamamamız." "Evladım, bir yakınını reddedenler,her durumda,aşağılık bir temize çıkma telaşı içinde yapar bu işi." "Biliyorum düşünmeksizin varolmayı, düpedüz varolmayı çoktan unuttun." "Kendi anlatışının,sözün arasına birtakım anılar sıkıştırıverişinin, karşındakini de konuşmaya çağırmak olduğunu kaç kişi çakmıştır bugüne dek?" "Yaşamak,durmadan ardında yıkıntılar bırakarak bir yerden bir yere gittiğimizi sanmak mıdır?" (Osman Y.)
Arkadaşımın hediyesiydi bana bu kitap. Bilge Karasu'nun dilini merak ediyordum etmesine fakat benim için kitap hayal kırıklığı oldu. Kitabın ismiyle içeriği arasında bir bağ kuramadım. Deneme tarzı bir eser olmakla birlikte belli bir konu yok, olay yok. Ne okuduğumu anladım ne de aklımda kalan bir yeri oldu. Bazı cümleler güzel evet, edebi bir haz alıyorsunuz fakat o kadar. Kitabın amacı ne bunu da çözemedim. Yazarın "Ne Kitapsız Ne Kedisiz" adlı eserini merak ediyorum fakat bu kitapta da, arka kapak yazısından daha manalı bir içerik bulmak isterdim. Bulamadım. Belki bir saat içinde okumayı bitirdiğim içindir -atladığım yerler oldu.- Daha sakin bir kafayla, daha edebi bir ruh hali içinde okursam bilmiyorum düşüncelerim değişir mi. Pek de sanmıyorum. Okumazsanız bir şey kaybetmiş olmayacağınız bir kitap fikrimce. Yazarın diğer eserlerini okuyup da çok beğenen varsa, tavsiye almak isterim. (Kahveli Kitap Çikolatalı Şiir)
otur anlat deseniz, kayda değer hiçbir şey anlatamam herhalde ama etkiledi kitap beni... daha doğrusu bilge karasu’nun kullandığı dil ve üslup etkiledi... ne idüğü belirsiz bir yazma isteği hasıl oldu içimde ve ben bu hissi veren kitaplara bayılıyorum (Berk)
Kitabın Yazarı Bilge Karasu Kimdir?
Bilge Karasu (1930, İstanbul - 13 Temmuz, 1995), Türk öykü, roman, deneme yazarıdır. Aynı zamanda felsefeci yanı olan Karasu, metinlerinde felsefi sorunları işlemiş ya da onun metinleri felsefi incelemenin konusu olarak görülmüştür. Postmodern romanın Türkiye'deki önemli isimleri arasında değerlendirilmektedir.
Yaşamı
Bilge Karasu 1930'da İstanbul'da dünyaya geldi. Genellikle sanıldığının aksine, Musevi asıllı Osmanlı siyasetçi Emanuel Karasu ve onun yeğeni dünyaca ünlü yoğurt şirketi Danone Grubu'nun kurucusu İzak Karasu ile herhangi bir akrabalık ilişkisi bulunmamakla birlikte, Bilge Karasu'nun daha sonra Müslümanlığı seçmiş bulunan anne ve babası da Musevi asıllıdır. Şişli Terakki Lisesi'nde ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nde öğrenim gördü. 1963 yılında, Rockfeller bursuyla gittiği Avrupa'dan 1964'de dönerek çevirmenliğe başladı. Basın-Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü'nde ve Ankara Radyosu dış yayınlar servisinde çalıştı. Ankara Radyosu için radyo oyunları yazdı. 1974 yılından ölümüne kadar Hacettepe Üniversitesi' Felsefe bölümünde öğretim görevlisi olarak çalıştı. Ankara'da Nilgün Sokak'ta yıllarca küçük bir bodrum katında yaşadı. 14 Temmuz 1995'de pankreas kanseri tedavisi sürerken Hacettepe Üniversitesi Hastanesi'nde öldü. Cebeci Asri Mezarlığı'na gömüldü.
Çalışmaları
Yazmaya 17 yaşında başladı. İlk yazısı 1950'de, ilk öyküsü de 1952'de Seçilmiş Hikayeler Dergisi'nde yayımlanan Bilge Karasu, bireyin sorunlarına ağırlık veren, onun günlük hayatındaki açmazlarını işleyen bir yazardır. Her insanın hayatında en az birkaç kere kafasından geçirdiği ya da yaşadığı "sevgi", "dostluk", "yalnızlık", "tutku", "inanç/inançsızlık", "korku" ve "ölüm" gibi kavramları imgesel bir dille anlatır. Okuyucu günlük hayatına tanıklık ettiği hikayedeki kahramanda ya da kişilerde kendinden parçalar bulur. Böylece kullanılan imgeleri de rahatlıkla bilinçaltında kendi yaşamına göre şekillendirip yorumlar, hikayeyle okur arasında bir bağ oluşur. Çünkü Karasu, insanla/insanüstüyü, olağanla/olağanüstüyü yapaylığa düşmeden, metnin doğal akışı/hayatın da kurgusal akışı içinde verir. Okurun hayal gücünü bir noktaya kadar özgür bırakır. Karasu kelimelerini özenle seçer. Dili işlenmiş, üzerinde çok çalışılmış, oynanmış bir dildir. Kullandığı arı Türkçe başka yazarlarda yapay ve zorlama dururken, onun metinlerinde hoş bir tat bırakır. Çünkü ritim düşünülerek, ses düşünülerek, görsellik düşünülerek kurulmuş, kurgulanmış, kusursuz olması istenmiş bir dille yazılmıştır.
Türkçe edebiyatın en özgün kalemlerinden biri olan Karasu "Gece" adlı kitabıyla Amerika'da verilen "Pegasus Ödülü"nü kazanan tek Türk yazardır; bu ödülle birlikte kitapları İngilizceye çevrilmiş ve ABD'nin çeşitli üniversitelerinde romanı Türk edebiyatı üzerine konferanslar vermiştir.
Ölümünden önce yayınlanan kitabı Narla İncire Gazel (1995), ölümünden sonra 1996'da yayınlanan son kitabı ise Altı Ay Bir Güzdür.
Anısına
Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Merkezi 13-14 Aralık 2010 tarihlerinde Bilge Karasu'nun doğumunun 80, ölümünün 15.yılı dolayısıyla "Altı Ay Bir Güz" başlığı altında Uluslararası Bilge Karasu Sempozyumu düzenledi. Başkanlığını Talat Halman'ın yaptığı sempozyuma Bilge Karasu'dan ingilizceye yaptığı çevirilerle 2004'te ABD'nin en önemli çeviri ödülünü (National Translation Award) kazanan Aron Aji ve kimi kitaplarını Fransızcaya çeviren Alain Mascarou ile edebiyat dünyasından isimler katıldılar.
Bilge Karasu Kitapları - Eserleri
- Gece
- Ne Kitapsız Ne Kedisiz
- Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı
- Göçmüş Kediler Bahçesi
- Kılavuz
- Troya'da Ölüm Vardı
- Altı Ay Bir Güz
- Narla İncire Gazel
- Şiir Çevirileri
- Kısmet Büfesi
- Nasıl Yazıyorsam Öyleyimdir
- Susanlar
- Öteki Metinler
- Haluk'a Mektuplar
- Lağımlaranası ya da Beyoğlu
- İmbilim Ders Notları
- Jean ve Gino'ya Mektuplar - Lettres A Jean Et Gino
Bilge Karasu Alıntıları - Sözleri
- Sanat, o zaman, her şeyden önce bir tutum işiydi. Bir yenilik işiydi. Çerden çöpten de olsa çıkardı. (Öteki Metinler)
- -Yalnızlık zorunlu bir durum olmadığı zaman daha çok hoşlanıyor. (Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı)
- "Ama arada bir, inanılmaz şeyler de oluyor; olmasa, umut diye bir şey kalır mıydı zaten?" (Gece)
- Erkeklerle kadınlar yalnız kaldılar; Cançekişen kuşların açık gagalarıyla, düşlere dalarak.. (Şiir Çevirileri)
- Dile getirmek isteyip söylemekten çekindiklerimiz vardı. (Göçmüş Kediler Bahçesi)
- Her şeyi unutmak istiyorum. "Ne diyorduk en son?" (Narla İncire Gazel)
- "bekleyeceğim. sesini, sözünü, imgeni." (Haluk'a Mektuplar)
- ANILARIM SENİN GELECEĞİN OLUYOR, GERÇEKLİK DUYUSUNU YİTİRİP, UZAKTAN UZAĞA HEP SENİN SİVRİLDİĞİN BİR PUS İÇİNDE YAŞAMAĞA BAŞLADIĞIM ŞUANDA. SEN AĞAÇTAN SEN AĞACA KOŞUYORUM, ARADAKİ PUSARIK BATAKLIKTA AYRIŞIP YIVIŞAN GÜNLERİN HİÇLİĞİNDE. (Kısmet Büfesi)
- "Aynada tanıyamadığım ben. Binlerce parça. Artık ben de olmayan yüzbinlerce parça." (Gece)
- "Şimdi o atlasçiçeği saksılara sığmıyor." (Lağımlaranası ya da Beyoğlu)
- Acıyı düşünmek yetmez. Acıyı duymanın yetmediği gibi. Hem düşünmek, hem duymak gerekir. Her şey gibi, bir bakıma. Mutluluğunun olanaksızlığı biraz da bundan. Yalnız duyulsa, ya da, yalnız düşünülse, mutluluğa erişmek o kadar kolay oluyor ki. (Haluk'a Mektuplar)
- Alışmamız gerekenler: 1) Her bildiğimizi, her okuduğumuzu, karşımızda konuşanın da bilmesi, okumuş olması gerekmez. Oysa beğendiğimiz, değer verdiğimiz kimselerden bunu bekleriz, genellikle. Şu beklenti, acaba, 'ne'den kaynaklanıyor.? * Bilmediğimiz, bilmediğimizin farkına vardığımız bir konuyu, bir bilenin, bize 'derli toplu' anlatmasını, anlatabilmesini isteriz. Oysa, kabul etmekte isteksiz davrandığımız bir şey vardır: ''Toparlayıcılık'', ''derli toplu'' anlatmak işi, bir bakıma, ''konservecilik''tir. a) ''Toparlayıcılık'' konserveciliktir. b) Yaşayan düşünce; dilin içinde, bir adamın belli bir noktada (tarih, toplum, kültür v.b.) bir sezgiyi iletilebilir bir biçim içinde ''verebilmek'' için geçtiği yolların hepsini kapsayan bir ''yaşayan'' düşünce ile, değiş-tokuşa yarayan birtakım ''paralara'' dönüşmüş düşünce arasında doldurulamaz bir boşluk vardır. ba) Düşünceleri ''kaynağından'' okumak. bb) ''Daha kolay kavranabilir'' biçimdeki toparlayıcılık ya da özetleme göreceliği. 2) Her şeyi anlamak zorunda, değiliz. (Her şeyi bilmek, okumak..) 2a) Anlamak, bilmek, okumak, birtakım koşullara bağlıdır. Bu koşullar her zaman denetimimizde değildir. (Örneğin neler.?) 2aa) Denetimimizde olan koşullar ise, ancak kişisel, sürekli bir çaba ile ürün verebilir. Okumayı da, düşünmeyi de sürekli olarak öğrenmek, yetkinleştirmek zorundayız. Elimizden geleni öğrenmek, ona göre eylemek zorundayız. 3) Hiçbir düşünce her şeyi açıklayıp her şeye çare bulduracak değildir. Gitgide genişleyen kavrama çerçeveleri. Öğrendiklerimizin birbirine basamak oluşu. (Bir bakıma, bildiklerimizin sözünü etmek için, bildiklerimizi ''toparlamak'' için, çizdiğimiz yeni bir çerçeve; bildiklerimizi sığdıracak, temel düzeneği öne alacak, buna karşılık gitgide soyutlaşacak, bir alan. ''Konservecilik'' dediğim, bu süreç. Bunu kendi için kullanan adama yararlıdır bu. Ama başkasına aktarılacak şey bu olunca, doğrusu çok ''az'' şey aktarılmış oluyor. Yaşanmamış bir sürecin sonuçları pek ''zenginleştirici'' değildir..) (..) * Beklentilerimizi karşılamak için yapacağımız şey, gidip aramaktır. *** İm/bilim Bilim.. Bir bakıma, ''belli'' bir alana yönelmiş olan araştırmalar bütünüdür. (Bu tanımın eksiği çok ama, önemli noktaları..) Alanın belirlenmesi, ereknesnelerin seçimi, yöntemlerin seçimi pek çok etmene bağlıdır. O araştırmaların bize ''öğrettiği'' var, yarattığı olanaklar var; bunun yanı sıra neleri bilmediğimizin farkına vardırmak gibi bir yararı da var. Bilmediğimizi bilmediğimiz olanın bir parçacığı bilmediğimizi 'bildiklerimiz' arasına giriveriyor. (..) İmbilimle uğraşan herkesin anlaştığı önemli bir nokta var: İmbilim, kurulmakta, oluşturulmakta olan bir bilim niteliği taşıyor. (..) İmbilimin amaçladığı, kabaca söylendikte, anlam üretimi biçimlerinin, anlam üretim biçimlerinin düzenlenişinin incelenmesi, bu alanda biçimselleştirilmiş, niceleştirilmiş birtakım sonuçlara varılabilmesi. (Bu da imbilimi bir bilim haline getirmenin önemli bir adımıdır. Buraya giderken kendisine terimler arar.) (İmbilim Ders Notları)
- Birçok şey onun yüzünden olmuş gibi, oluyor gibi. Oysa kendini aldatmak boş bundan böyle. Olanlar onun yüzünden değil, onun yoluna bağlanmış görünen, bağlandığına inanan insanların kendi aralarında çekişmeleri yüzünden oluyor. (Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı)
- Kaza da, intihar da, cinayet de, dışarıdan içimize dalıvermesine engel olamayacağımız sert, hoyrat ellerdir; bizi darmadağın eden... Her zaman ölüm getirmese bile ölümün kaygısını getirir, bozulmayı değişmeyi getirir kazalar... (Susanlar)
- Durmaksızın öğrenmek gerekiyor; kendini tanımak, her günün değişikliğine kendini uyarlamak. (Ne Kitapsız Ne Kedisiz)
- Anılar, belli bir düzenin sağladığı anlamları taşıyabilir ancak. Notalar gibi; Anahtarı yazılmadıkça birtakım benekler olarak kalan... (Lağımlaranası ya da Beyoğlu)
- Yoksa yaşamak istediğini düşünmekten yaşadıklarının farkına varamayan alıklar mıyız? Bak, bu da hesaba katılacak, göz önünde tutulabilecek bir şey. (Haluk'a Mektuplar)
- Aldatmayı, ihanet etmeyi pek güzel bir biçimde ussallaştıranlar? Kopmayı başkasından bekleyenler? Ama hep öyle mi oluyor? (Altı Ay Bir Güz)
- İnsanlar dilediğince sevişiyor ya, gönülleri ne ölçüde doyuyor, kestiremiyorum. Hoş, gönül doyurmak bir yana biz etimizi bile doyuramıyoruz. Öyle görünüyor. Ya da... İkisini bir arada yürütmeye çalışıyor, başaramıyoruz. (Haluk'a Mektuplar)
- "Belledikleri kalıplarla konuşulmadıkça, ırzlarına geçildiğini sanan zavallılar da vardır." (Gece)