New York Üçlemesi - Paul Auster Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap

New York Üçlemesi kimin eseri? New York Üçlemesi kitabının yazarı kimdir? New York Üçlemesi konusu ve anafikri nedir? New York Üçlemesi kitabı ne anlatıyor? New York Üçlemesi PDF indirme linki var mı? New York Üçlemesi kitabının yazarı Paul Auster kimdir? İşte New York Üçlemesi kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi

Yazar: Paul Auster

Çevirmen: İlknur Özdemir

Tasarımcı: Ayşe Çelem

Orijinal Adı: The New York Trilogy : City of Glass,Ghosts,The Locked Room

Yayın Evi: Can Yayınları

İSBN: 9789750704581

Sayfa Sayısı: 382

New York Üçlemesi Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Çağdaş Amerikan edebiyatının en özgün yazarlarından Paul Auster’ın New York Üçlemesi, yazarın hayranlarının mutlaka okuması gereken üç kült kitabı birleştiriyor: Cam Kent, Hayaletler ve Kilitli Oda. Polisiye romanla postmodern kurmacanın bir harmanı olan ve kafkaesk bir üslupla örülen üçlemede yazar, okuru kilitli odalarda, geçmişte ve gelecekte, tuzaklı sokaklarda, çifte ve karanlık kişiliklerle donattığı kahramanlarının peşinde dolaştırırken, romanın her sayfasına dağıttığı ipuçlarını anlamlandırmayı okura bırakıyor. Kahramanlarını soyut ya da somut kilitli odalara sokarak, özgürlüklerini ancak oradan kaçarak elde edebilecekleri dünyalar kuruyor. Sokuldukları kafesin sınırlarının nereye vardığını ancak kurtulunca anlayan kahramanlarına ve okuruna üzerlerindeki baskıdan kurtulma kapılarını açacak anahtarları da sunuyor.

New York Üçlemesi Alıntıları - Sözleri

  • Kendini kurtarmak fırsatını kim kaçırır? Hangi insan, umut etme olanağını reddedecek kadar güçlüdür?
  • Eğer bir düşüncenizin farkında değilseniz, düşündüğünüzü söylemeniz mantıklı sayılır mı?
  • Kadın, doğası gereği zayıftır; ama acıya en çok o dayanır. Kadının direncini kıran tek şey; hayal ettiği kişinin boş çıkmasıdır.' -
  • Eğer karşındakini insan olarak görmezsen ona karşı davranışında vicdani kısıtlamaların yeri pek bulunmaz.
  • İyi olanın, benim için iyi olması gerekmediğini öğrenmem zaman aldı.
  • Hikâyeler, ancak onları anlatmasını bilenlerin başına gelirler, demişti biri bana.
  • Dünyanın başladığı yerde düşünceler biter.
  • Yazmak, beni uzun süre rahatsız eden bir hastalıktı, ama artık bu hastalıktan kurtuldum.
  • 'Biz papatya yoluyoruz seviyor mu sevmiyor mu diye. Hayatta bizi yoluyor aslında dayanacak mı dayanamayacak mı diye...
  • Kötülük ve iyilik dünyaya, tadına bakılan bir tek elmanın kabuğundan sıçradı, tıpkı yapışık ikizler gibi.
  • İnsanlar acı çekmiş olsalar da, çekip gitmem bugüne kadar yaptığım en iyi ve en düşünceli şey.
  • Sonuna geliyoruz, sevgilim, oysa sen farkında bile değilsin. Sen ortadan kaybolacaksın, ben de seni bir daha asla görmeyeceğim.
  • İnsan hayatında belli bir noktaya gelince artık değişiklik yapamayacak kadar geç oluyor.
  • Bir bakarsınız yaşıyoruz, bir bakarsınız ölmüşüz. Hepimiz için geçerli bu…

New York Üçlemesi İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Kafkavari üslubu ile Amerikan edebiyatının az sayıda beğendiğim isminden biri Paul Auster. Aynı Kafka gibi, okuyucusunu müthiş dili ile etkiliyor, gizemli kurgusu ile istim üzerinde tutuyor, sürekli yeni pencereler açarak esrarı arttırıyor, ancak tam bu esrar çözülecek derken daha büyük bir belirsizliğin ortasına aniden atıp bırakıveriyor. Kitabı bitirdiğinizde ne olduğunu anlayamıyor, kendinizden şüphe ediyor, şaşkınlıkla bakakalıyorsunuz. “New York Üçlemesi” işte böyle bir roman. Anlaması zor olsa da son derece gizemli ve sürükleyici bir okuma keyfi sunuyor. Postmodern bir polisiye roman “New York Üçlemesi”, ancak romana başlamadan önce Paul Auster’ın yazarlık hayatının başlangıcını anlattığı “kitap/cebi-delik--5952”i okumanızı şiddetle tavsiye ederim; zira kitap Auster’ın bu sancı dolu yıllardaki deneyimlerine bolca gönderme içeriyor. Polisiye diyerek sizleri yanıltmış da olmayayım; Auster bu romanında kahramanları vasıtasıyla sürekli arıyor; arıyor ama neyi arıyor? Kitap birbirinden bağımsız yazılmış gibi görünen, ancak bir bütünlük içeren 3 ayrı romandan oluşuyor. İlk kitap “Cam Kent”te anlatıcı Daniel Quinn ile tanıştırıyor bizi. William Wilson takma ismi ile pek de beğenmediği polisiye romanlar yazan, hayatından da, kendinden de hiç memnun olmayan Quinn, romanlarındaki becerikli dedektif kahramanı Max Work ile özdeşleştirmektedir kendini. Bir gece yarısı gelen gizemli telefonla, hayran olduğu ve yerine geçmek istediği -kendi yarattığı kahraman- Max Work gibi dedektiflik yapma fırsatı elde eden Quinn, içine girdikçe detaylarında kaybolacağı bir maceraya atılır. Yıllarca bir odada kapalı tuttuğu için konuşmayı -yani kelimeleri- yeni öğrenen oğlunu öldürmeye çalışan Peter Stillman’ı izlemesi istenmiştir ondan. Quinn Stillman’ın peşine düşer, Stillman’ın sıkıcı rutinliği onu takibi derinleştirmeye iter, takibi detaylandıkça giderek o detayların içinde kaybolur, mental kayboluşu fiziki kayboluş izler ve ondan geriye sadece bir kırmızı defter kalır. Paul Auster kısa bir süre dahil olur hikayeye ve Cervantes’in Don Kişot’una şık bir atıf ile hikayeyi kimin yazdığını sorgular, sorgulatır. İkinci roman “Hayaletler” 1947 yılı New York’unda geçiyor ve Bay Beyaz’ın, Dedektif Mavi'ye Bay Siyah'ı izleme görevini vermesi ile başlıyor. Mavi, Bay Siyah’ı gece gündüz izlerken kendi hayatından vazgeçtiğini farketmiyor bile, ve o Siyah’ın peşindeyken Siyah’ın da onun peşinde olduğunu anlaması uzun zaman alıyor. İzleyen ile izlenenin yer değiştirdiği ve her ikisinin de hayatlarından vazgeçtiği bu “kara” hikayede okuyucuyu esrarlı bir bilinmezlik içinde bırakıyor Auster. Son roman "Kilitli Oda”, bir gün aniden hamile karısını bırakıp kayıplara karışan ve geride liseden arkadaşı olan yazarımıza müsveddelerini bırakan Fanshawe isimli esrarlı bir yazarın kayboluş hikayesini anlatıyor. Pek de becerikli olmayan ve ısmarlama yazılar ve incelemelerle hayatını kazanan yazarımız, Fanshawe’in bu beklenmedik sürprizi ve tamamlanmış 3 etkileyici romanı sayesinde hem güzel bir eşe, hem üne, hem de paraya kavuşur. Biz artık nihayet mutlu bir son beklerken yazarımızın gereksiz merakı ile Fanshawe’in peşine düşmesi hikayeyi yine arayan ve arananın iç içe geçtiği esrarın içine sürükler. Öncesinde “kitap/cebi-delik--5952”i okuduğumuz için daha ilk hikayeden anlarız ki, Auster bunca esrarın altına gizlemiş olsa da kendi acılı yazarlık macerasını paylaşmaktadır bizimle. Üniversiteden mezun olduktan sonra arkadaşları gibi maaşlı bir işe girip çalışarak istediği gibi yaratıcı bir yazar olamayacağına inanmıştır Auster. İlk günden itibaren sadece yazarak hayatını kazanmayı hedefler. Hatta parasızlık canına tak ettiğinde, hem kolay yazılacağı, hem de çok satılacağı için dedektif romanları yazmaya da heves eder bir dönem. Ancak yıllar boyu çabalamasına karşın elle tutulur bir şey yazamamış, günübirlik vasıfsız işler ile ancak karnını doyurabilmiş, maddi sıkıntılar nedeniyle evliliğini sürdürememiş, küçük oğlundan ayrı kalmıştır. 40lı yaşlarının başındadır, ancak hayatta hiçbir şeye sahip olamamıştır. Umutsuzluk içinde sürüklenirken hayatının aşkını bulur ve yıllar önce yazdığı 3 romanından oluşan “New York Üçlemesi” ile beklemediği bir üne kavuşur. Para için dedektiflik yapmaya razı olan ve kendi yarattığı kahramanı Max Work’ü kendinden daha çok beğenen yazar Daniel Quinn odur. Yeni öğrendiği kelimeleri ile konuşmaya çalışan genç Stillman’ı -ki yazarımızın beğenilmeyen kitaplarını simgeler- öldürmeye çalışan baba Stillman da odur. Kahramanı Siyah’ı izlerken sevgilisini kaybeden, kendi hayatından vazgeçen ve boşlukta savrulan Mavi de odur. Elinde tamamlanmış bulduğu 3 roman ile hiç beklemediği anda hem aşkı, hem parayı, hem de huzuru bulan da odur. Yazarlık serüvenini ince ince, tüm gel gitleri, sancıları, arayışları ve kopuşları ile birlikte resmeder Auster. Yazmak kendinden vazgeçmektir; okuyucusu için hayal ettiği o dünyanın içinde yaşamak, kahramanı ile bir olmak demektir. Yazar hikayesini kelime kelime örer, karakterlerini birer birer yaratırken her seferinde dönüp kendini de sorgular; o karakterlerini yaratırken karakterler de yazarı değiştirirler böylece. Aynada iç içe geçmiş ve sonsuza uzayan görüntüler gibi iç içe geçer, bir bütün olurlar; öyle bir aşama gelir ki yazar ile kahraman birbiri içine girer, birbirlerinin içinde kaybolurlar. Auster Mevlana’dan haberdar mıdır, Vahdet-i Vücud’u duymuş mudur bilmem. Ancak kurduğu postmodern dünyadaki o müthiş içi içe geçiş; kahramanın yazarı, yani yaratılanın yaratıcıyı yansıtması; görünen ile gerçeğin iç içeliği; bir olma, bütün olma, yok olmadan ama değişerek bütünün içinde kaybolma bence Mesnevi’yi anımsatır. Müthiş metaforlarla süslenen bu derin romanı, polisiyeye değil felsefeye ilgi duyanlara öneririm. (AkilliBidik)

New York Üçlemesi ya da üçlemenin ilk kitabı Cam Kent Paul Auster'in ilk eseri, daha önce farklı bir adla (Paul Benjamin) çıkardığı kitap/koseye-kistirmak--5947 diye bir çalışması daha var, ama kendisine ün kazandıran kitap bu. Ülkemizde ilk olarak Metis Yayınları çevirmiş üç ayrı kitapta, sonra Can Yayınlarından tek kitap halinde çıkmış seri Amerika'da olduğu gibi. Şu anda (Son dönemde kısa kitaplara olan rağbetten olsa gerek) yine üç ayrı kitap halinde satışta Can Yayınlarından, fiyat olarak da daha pahalıya geliyor tabi. Ama bazı yerlerde hala eski basımlar mevcut. Üç kitap da birbirine bağlı olduğu için bulabiliyorsanız toplu olarak almanızda fayda var. Ben seslenen kitap uygulamasını kullanarak, sesli kitap olarak dinledim üç kitabı da. Ekitap olarak da elimde mevcut olduğu için, daha sonra bazı yerleri tekrar okudum. Kitaplara başlamadan önce yazarın otobiyografik çalışması olan kitap/cebi-delik--5952'den de bahsetmem gerekiyor. Kitapların içinde bir çok yerde yazarın kendi hayatına da atıflar yapılıyor, o açıdan gerek Paul Auster'ı tanımak, gerekse kitaptan aldığınız zevki maksimuma çekmek için okunabilir. Ama olmazsa olmaz değil tabi ki. Ben Cam Kentten sonra okudum . Daha önce de kitap/karanliktaki-adam--5942'ı okumuştum Paul Auster'den ve beğenmiştim nispeten. Ama New York Üçlemesi apayrı bir şeydi. Belki diğeri son dönem eserlerinden olduğu için, belki de kahramanı 72 yaşında olduğu için empati kuramamıştım fazla . Belki de tekrar okumalıyım diğerleri bitince, bilmiyorum. New York Üçlemesi adı üstünde New York'la özdeşleşmiş bir kitap. Arada telefon/bilgisayardan bir şeylere bakma ihtiyacı hissediyor biz New York yerlisi olmayanlar (Gerçi hepimiz bir parça yerlisi sayılırız TV/Sinema sağ olsun). Cam Kent, Hayaletler ve Kilitli Oda'dan oluşuyor üçleme; polisiye tarzında yazılmış üç kitap da, kara film (film noir) tadında. Ama kitabın arkasında yazan "Polisiye romanla post modern kurmacanın bir harmanı olan" ibaresine aldanmayın sakın, polisiye bir şeyler okumak istiyorsanız kesinlikle doğru kitap değil sizin için bu. Polisiye olmasa da en başta kitap bizi gonderi/2808495 'de geçen sözlerle hazırlıyor her şey için. Gerçekten de gördüğümüz her şeyin, en küçük, hatta en önemsiz şeylerin bile, öykünün sonucuyla bir ilgisi olabileceğinden, hiçbir ayrıntıyı es geçmemek gerekiyor ve kitapların- kitabın merkezi her olayla birlikte yer değişiyor. Peki böyle sürekli diken üstünde, bir şeyleri anlamaya çalışarak kitap okumanın neresi zevkli diye düşünebilirsiniz. Öyle düşünenler için her zaman başka bir klasik mevcut zaten kitapçılarda. Diğerleri hazırsa kitaplara geçiyorum. Cam Kent açılış kitabı; Daniel Quinn isimli bir polisiye yazarından bahsediyor bu kitapta bize anlatıcı (Ben dinlediğim için gerçekten de anlatıcı oldu benim için:) Anlatım tarzı Murakami gibi basit ve samimi. William Wilson takma adıyla Max Work romanları yazıyor Quinn. Yıllardır vazgeçmiş kendisi olmaktan- Max Work üzerinden sürdürüyor hayatını. Sonra gece gelen gizemli bir telefonla başlıyor her şey. Biz de bu kitabın okuduğumuz kitaplardan farklı olduğunu o telefondaki robotik sesin, özel dedektif Paul Auster'i istemesiyle anlıyoruz. Bölümler geçiyor, Daniel Quinn'imiz Paul Auster (Ya da bir nevi Max Work) olup kendisine verilen takip görevini kabul ediyor. 9 yıl kapalı bir odada tutulup konuşmayı öğrenemeyen bir çocuğun muhteşem monologu sonrasında güzel üvey annesinden alıyoruz, çocuğun canına kast eden baba Peter Stillman'ı takip etme görevini. Araştırma ve takip sırasında, farklı bilgi kırıntılarına dalıyoruz tarih, din, felsefe ve edebiyattan. Paul Auster (gerçek olan:) kitap boyunca sürekli farklı kitaplara göndermelerde bulunuyor. Bazı simgeler var kitapta sürekli tekrarlanan, Babil Kulesi, Kırmızı Defter, nesnelere verdiğimiz isimler bunlardan sadece bir kaçı. Bir de gerçekten bilgi aşığı insanların hoşuna gidecek saptamalar var kitapta. Quinn'in Stillman'la olan diyalogları mesela heyecanlandırdı beni gerçekten. Arada bir yerde Quinn Paul Auster'la da görüşüyor. Gerçekte yazar olan Auster ona Don Quixote hakkında yazdığı yaratıcı bir okumadan bahsediyor. Cervantes'in Cid Hamete Benengeli tarafından yazıldığını iddia ettiği kitabın aslında kimin tarafından yazılmış olabileceğine dair gerçekten yaratıcı bir yazı. Cam Kentin sonunda bu yazıyla roman arasında bir bağlantı kurabileceğinizi anlayınca (Hatta kahramanın baş harflerini de fark edince) gözleriniz parlıyor ve kurgunun güzelliğine şapka çıkartıyorsunuz. Neyse zaman geçiyor, Quinn'in bu takibi, kendini arayışa dönüşüyor ve kitap belki bir polisiye roman için olabilecek en anlamsız sonla bitiyor. Sonunda anlatıcımızın elinde sadece Paul Auster'in kendisine verdiği kırmızı defter kalıyor. Bundan sonra da hala kalan bir-iki polisiye hayranı küfrederek kitaptan uzaklaşıyor. İkinci hikaye olan "Hayaletler"in başında gonderi/27708599 'dan anlaşılacağı gibi kendimizi Rezarvuar Köpekleri filminde buluyoruz sanki. Burada dibine kadar batıyoruz kara filmin içine. 1947'de geçiyor olaylar ve Bay Beyaz, Dedektif Mavi'ye Bay Siyah'ı izleme görevini veriyor. Mavi'ye Beyaz'ın oturduğu Turuncu Caddenin karşısında bir ev kiralanıyor ve izleme başlıyor. 80 sayfa boyunca Mavi bir çok şey kaybediyor ve yavaş yavaş sona yaklaştığında Siyah, Beyaz, Mavi hep birbiri içine giriyor. Yine bir kendini bulma söz konusu. Bu kitap daha çok Henry David Threoau'nun "Doğal Yaşam ve Başkaldırı (Walden)" eseri etrafında dönüyor (Kitap fiziksel olarak da mevcut romanda), adeta New York içinde izole hayatlar yaşanıyor takip esnasında. Başka eserlere göndermeler, New York manzaraları, beyin açıcı faktörler ve belirsizlik ilk hikayede olduğu gibi bunda da bolca mevcut. Bazı yerlerde deja vu da yaşıyorsunuz sanki, ama üçüncü hikaye kadar değil elbette. Üçlemenin bağlamasını " Kilitli Oda" yapıyor. Daha kitabın isminden aklınıza ilk hikayedeki oda geliyor. Burada yazarın gözünden anlatılıyor hikaye. Fanshawe var hikayenin kahramanı (Nathaniel Hawthorne'un ilk kitabının ismiymiş aynı zamanda) Yazarımızın çocukluk arkadaşı. Yıllar sonra eşi Sophie (Nathaniel Hawthorne'un eşinin adı da Sophie'ymış bu arada) Fanshawe'un kaybolduğunu söylüyor ve yazarımızın kontrolü için O'nun yıllardır yazdığı müsvetteleri getiriiyor. Olaylar gelişiyor, kitaplar basılıyor, Fanshawe ünlü ve ölü bir yazar oluyor, yazarımız Sophie ile evleniyor. Ve her şey mutlu sonla bitiyor demek isterdim ama diğer kitaplarda olduğu gibi bir şeyler batıyor yazarımıza. Aramaya başlıyor Fanshawe'i. Kitap ilerledikçe Fanshawe'in hayatının bir çok parçasının Paul Auster'in yaşamından kopyalandığını görüyoruz. Fanshawe'u arayış kendini arayışa dönüyor yine. İlk iki kitaptan isimlere de rastlıyoruz hikayede ve tabi kaybediyoruz kendimizi, yazarı ve Fanshawe'u kitabin sayfaları arasında. Sonra bir yerlerde ha, anladım diyoruz ama yine anlamamış oluyoruz hiç bir şeyi. Bir ara toparlıyor bu kitapta yazar bazı olayları gerçi. Ama neyse ki belirsizlik hakim bu kitaba da. Yine ve tabi ki çeşitli göndermeler, alıntılar, yan hikayeler hikayeyi sonuna kadar taşıyor. Bittikten sonra ağzımızda garip bir tat kalıyor- ben ne yaşadım tadı sanki. Eskiden kendi maceranı kendin seç kitapları vardı (Eskiden dediysem çocukluğumda değil, ben bunların ingilizceleriyle tanıştım doksanların sonlarında) sayfa sonlarında ne yapacağımıza karar verip verilen talimata göre hareket ettiğimiz kitaplar. Bu kitapta fiziksel olarak sürekli gezmiyoruz belki kitabın içinde, ama beynimiz devamlı bir hareket içinde oluyor. Paul Auster (geç kaldığım) bu ilk kitabında gerçekten mükemmel bir labirent kurgusuyla başbaşa bırakmış okuyucuyu. Tek söyleyebileceğim kitabı okumanız ve daha sonra internette araştırmanız. Memento'yu ilk seyrettiğimde yaşamıştım benzer duyguları bir de Foucault Sarkacı'nı okuduğumda. Beyninizi uyaracak bir şeylerden hoşlanıyorsanız okuyun bence. Post modern kitapları sevmeseniz de:) (Erhan)

Çağdaş Amerikan Edebiyatı'nın parlak isimlerinden olan yazarımız bir üçleme ile karşımızda. Bunlar; Cam Kent, Hayaletler ve Kilitli Oda. Bu serinin basılma aşamasında yayınevleri tarafından defalarca red yediğini biliyor muydunuz? Aynı zamanda yazarımızın oyunlar yazdığı ve birçok eserinin beyaz perdeye uyarlandığını hatta yazarın yönetmen koltuğuna geçip kendi karmaşık evrenini yansıtmak isteyip istenilen etkinin yaratılmaması da. Tabii yine de denemekten vazgeçmemiş ve azimden ibaret bir insan görmek mümkün. Kendi yazı stilini mitlerin uzaklığıyla gündelik yaşamın sadeliğini kaynaştırmaya çalışmak olarak niteleyen yazar; kendine ait bir evren yaratmayı ve bıraktığı açık kapı ile insanı içeriye davet etmeyi başarıyor. Kendinizi birden bambaşka dünyanın semalarında süzülürken bulmak olası. Varoluşçuluğun etkisiyle zihnin odalarında ansızın beliren ve kaybolan labirentler gibi bir kovalamaca hissiyatı oluşturuyor yazarın kalemi. Sonra bir bakmışsınız kaçan da siz olmuşsunuz kovalayan da. Kitabın geneline baktığımızda bağımsız gibi duran ama iç içe geçen hikayelerin akışına tanık oluyoruz. Birinci kitapta karakterlerden birini yazarın kendisini yani, Paul Auster olarak görmek mümkün. Rutinler ve bekleme üzerine kurulu olan kitap aslında sonrasında öyle enteresan bir şekilde ilerliyor ve sonlanıyor ki insanı ters köşeye yatırıyor. Özellikle Eski Ahit’te geçen Babil Kulesi hikâyesi etrafında örülen konu çok anlamlı. Hikâyede Babil’den dünyaya yayılan insanlık, farklı diller konuşmaya başladığı için çatışmaların ve savaşların başladığı söylenir. Savaştıkça bölünüyor ve yok olmaya mahkum oluyoruz. İkinci kitap tam bir kovalamaca ve izleyen ile izlenenin akışa göre değiştiği benim de biraz sıkıldığım bir aralıktı. Üçüncü kitabımızda ise karakterimiz bir yazar ve geçmişin gün be gün izlerini taşıyan hayatın gidişatı ile minik bir davranışın hayatlarımız üzerindeki etkileri en sade haliyle sunmuş. Üç kitabın en belirgin özelliği sanırım hepsinde sıkça bahsedilen 'kırmızı defter'in bulunması ve gidişatın ona göre şekillenmesi. İnsanın anlam ve arayışının asla son bulmadığı; içe yapılan yolculukla bol bol sorgulamalar, irdelemeler, reddetmeler ve kabullenişlere eşlik ediyoruz. (•contra mundum•)

New York Üçlemesi PDF indirme linki var mı?

Paul Auster - New York Üçlemesi kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de New York Üçlemesi PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Paul Auster Kimdir?

Paul Auster (3 Şubat 1947, Newark, New Jersey) ABD'li roman yazarı, şair ve senarist.

Paul Auster, 3 Şubat 1947'de New Jersey'de, Polonya'dan ABD'ye göçmüş Yahudi bir ailede doğdu. Annesi bayan Queenie Auster, babası ise hukukçu bay Samuel Auster'dı. South Orange, New Jersey ve Newark'da büyüdü. Columbia Üniversitesi'nde İngiliz, Fransız ve İtalyan edebiyatı üzerine eğitim alan, 1971-1974 yılları arasında Fransa'da yaşadı. İlk evliliğini Amerikalı yazar yazar/Lydia-Davis ile yapan Auster, 1981 yılından beri, bir başka tanınmış Amerikalı yazar yazar/Siri-Hustvedt ile evlidir. Çift yaklaşık 40 yıldır New York'da, Brooklyn'de yaşamaktadır.

Geleneksel kitap konularının dışına yüksek bir başarıyla çıkıp, yaratıcılığın sınırlarını genişletebilmiş olan Auster'in başlıca yapıtları arasında New York Üçlemesi, Yalnızlığın Keşfi, Yanılsamalar Kitabı, Kırmızı Defter, Leviathan, Kehanet Gecesi, Duman, Görünmeyen, Yükseklik Korkusu, Yazı Odasında Yolculuklar, Karanlıktaki Adam bulunuyor. Auster'in yazarlığa ilk başladığı yıllardaki sıkıntılı günlerinde Paul Benjamin imzasıyla yayınladığı bir de polisiye romanı vardır. Bu roman yazarın otobiyografik romanı 'Cebi Delik' in eki olarak yayınlanmıştır. Can Yayınları tarafından yazar/seckin-selvi 'nin çevirisiyle 'Köşeye Kıstırmak' adı ile 2000 yılında Türkçeye kazandırılmıştır.

2006 yılında İspanya'nın saygın ödüllerinden olan Asturias Ödülü'nü edebiyat dalında Paul Auster kazandı. 26'ncısı düzenlenen "Asturias Prensi" ödüllerinde, aralarında yazar/orhan-pamuk 'un da yer aldığı 18 ülkeden 26 yazar edebiyat dalında aday gösterilmişti.

Yazarın Duman (Smoke) ve Surat Mosmor (Blue in the Face) isimli senaryoları ünlü yönetmen Wayne Wang tarafından filme çekilmiştir. Daha sonra Lulu On The Bridge ( Lulu Köprüde) İsimli kitabını da kendisi filme çekmiş, hem senarist hem de yönetmen olarak yapıtın tüm aşamalarında bulunmuştur. Film hakkında yaptığı bir söyleşide kendi yazma biçimi üzerine konuşurken Peter Brook'un bir röportajından alıntı yaparak işlerinde mitlerin uzaklığıyla gündelik yaşamın sadeliğini kaynaştırmaya çalıştığını söylemiştir.

Ödülleri

2006 - 26. Asturias Ödülü - Edebiyat

Paul Auster Kitapları - Eserleri

  • Yanılsamalar Kitabı
  • Şimdi ve Burada: Mektuplar 2008-2011
  • Yükseklik Korkusu
  • Görünmeyen
  • Brooklyn Çılgınlıkları
  • Kış Günlüğü
  • Sunset Park
  • Cam Kent
  • Lulu Köprüde
  • Karanlıktaki Adam
  • Duvar Yazısı
  • Yazı Odasında Yolculuklar
  • New York Üçlemesi
  • Kehanet Gecesi
  • Köşeye Kıstırmak
  • Timbuktu
  • Cebi Delik
  • Duman - Surat Mosmor
  • Yalnızlığın Keşfi
  • Şans Müziği
  • Son Şeyler Ülkesinde
  • Leviathan
  • Kırmızı Defter
  • Ay Sarayı
  • Hayaletler
  • İç Dünyamdan Notlar
  • Kilitli Oda
  • Auggie Wren'in Noel Hikayesi
  • 4 3 2 1
  • Cam Kent (Çizgi Roman)
  • Oracle Night
  • Kaybolmalar

Paul Auster Alıntıları - Sözleri

  • “…insan bir hikayenin içinde, bir hayal dünyasında yaşayabilecek kadar şanslıysa, gerçek dünyanın acıları sona erer. Çünkü hikaye devam ettiği sürece gerçek yoktur.” (Brooklyn Çılgınlıkları)
  • Sonunda, kendini kendi yapma sorumluluğunu yalnızca kendinin taşıdığını anlayacaktır. (Kehanet Gecesi)
  • "En sonunda beni duvarın önüne getirip tüfekleriyle bedenime nişan aldıklarında, onlardan isteyeceğim tek şey, göz bağımı çözmeleri olacak. Beni öldürecek adamları gözlerimle görmek hiç umrumda değil, ama gökyüzüne bir kez daha bakmak istiyorum." (Yazı Odasında Yolculuklar)
  • Yerden yükselip havada durmanın özel bir yetenek istediğine inanmıyorum aslında. Hepimizin içinde olan bir şey bu. Ama kendiniz olmaktan çıkmayı öğrenmelisiniz. (Yükseklik Korkusu)
  • Kimi düşünceler düşünülmeyecek kadar tehlikeli olabilirler ve onları aklınızın ucundan bile geçirmemek gerekir. (Leviathan)
  • Annen belki güzel değildi, belki klasik güzellik tanımına uymuyordu, ama bir salona girdiğinde bütün erkeklerin bakışını üzerine çekecek kadar alımlı ve çekiciydi. (Kış Günlüğü)
  • "Hiç tanımadığınız seyircilerin karşısına dikilip başka bir kişiliğe bürünmek cesur olmayı mı gerektirir, yoksa bu bir zorunluluk, bir seyredilme ihtiyacı mıdır ya da insana o işi yaptıran dürtü kendini tutabilme yetisinden yoksun olmak mıdır?" (Sunset Park)
  • Daha dikkatli olmayı öğrenmeliyim, diye düşündü, daha az güvenmeliyim herkese, insanlar iyi niyetlerini gösterinceye kadar onlardan her türlü kötülüğü beklemeliyim. Bu acıklı dersi çok daha gençken öğrenmiş olması gerektiğini fark etmişti, kendisini bekleyen güçlüklerle başa çıkabilmesi için daha katı olması ve bunu bir program içinde uygulaması gerekliydi. (Timbuktu)
  • Oturup çalışmalıydık, efendim, okumalıydık, bize bahşedilen kısacık zamanda yararlı bir şeyler yapmalıydık.  (Timbuktu)
  • "... dünyayı kafamın içinde döndürerek yeni bir uykusuzluk nöbetiyle boğuşurken karanlıkta tek başınayım." (Karanlıktaki Adam)
  • Ne var ki, tahminlerle gerçekler her zaman örtüşmüyor ve bir şeyin olası görünmemesi hiç olmayacak anlamına gelmiyor. (Görünmeyen)
  • "Tam da palyaçonun dediği gibi, ağlayamadığımdan gülüyorum.." (Yalnızlığın Keşfi)
  • Sonsuza dek barış içindeyken, Tanrı’nın işi kalmayacak yanımızda. (Yalnızlığın Keşfi)
  • Birkaç yüzyıl önce, altmış yaş ihtiyarlık sayılırdı ve bir zamanlar hiçbirimiz otuzumuzu geçmeyi düşünmediğimize göre onun iki katı kadar yaşamak yarısı kadar kötü sayılmaz, öyle değil mi? (Görünmeyen)
  • Yaşam insanı hayal kırıklığına uğratıyor. (Karanlıktaki Adam)
  • Kitapları, yazıldıkları kadar üzerinde kafa yorarak ve kendimizi vererek okumalıyız. (Hayaletler)
  • Çünkü acı gerçek değişmiyor: Dünyada adaletten çok şiir var. (Görünmeyen)
  • Yerin altında kaldıktan sonra bir daha dünyaya asla aynı gözle bakamazsınız. (Yükseklik Korkusu)
  • Her şey olduğundan başka bir anlama geliyor; hiçbir şey taşıması gereken anlamı taşımıyordu. (Köşeye Kıstırmak)
  • Her gün yenidir ve ben, her gün yeniden doğarım. (Cam Kent (Çizgi Roman))