Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş, José Saramago kitap özeti - Kitap konusu ve incelemesi
Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş kimin eseri? Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş kitabının yazarı kimdir? Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş konusu ve anafikri nedir? Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş kitabı ne anlatıyor? Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş kitabının yazarı José Saramago kimdir? İşte Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: José Saramago
Çevirmen: Mehmet Necati Kutlu
Editör: Mert Tanaydın
Tasarımcı: Ayşe Nur Ataysoy
Orijinal Adı: As Intermitências da Morte
Yayın Evi: Kırmızı Kedi Yayınevi
İSBN: 9786052982617
Sayfa Sayısı: 236
Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Adı bilinmeyen bir ülkede, dünya kuruldu kurulalı görülmemiş bir olay gerçekleşir: Ölüm, o güne kadar yerine getirdiği görevinden vazgeçer ve hiç kimse ölmez. Bir anda ülkeye dalga dalga yayılan sevinç çok geçmeden yerini hayalkırıklığı ve kaosa bırakır.
İnsanların ölmemesi zamanın durduğu anlamına gelmemektedir, ezeli bir yaşlılıktır artık onları bekleyen. Hükümetten kiliseye, sağlık kurumlarından ailelere, şirketlerden mafyaya kadar herkes ölümün ortadan kalkmasının getirdiği sonuçlarla mücadele etmek zorundadır. Ancak ölüm, beklenmedik bir kimlikle ve umulmadık duygularla insanların arasına geri döner.
Ölüm ve ölümsüzlük karşısında insanın şaşkınlığını, çelişkili tepkilerini ve ahlaki çöküşünü, edebi, toplumsal ve felsefi anlamda derinlikli bir biçimde işleyen José Saramago, geçici olanla ebedi olanı birbirinden ayıran kısa mesafenin meseli sayılacak Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş'u, başladığı gibi bitiriyor: "Ertesi gün hiç kimse ölmedi."
Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş Alıntıları - Sözleri
- Oysaki ölümün zalim olmaya ihtiyacı yoktur, insanların canını alması yeter de artar bile.
- Kötü kader diye bir şey yoktur; 21. yüzyıl vardır ve bu yüzyıl bir kelebeği bile intihar ettirebilir.
- ...oysaki ölümün zalim olmaya ihtiyacı yoktur, insanların canını alması yeter de artar bile.
- Aşkın bedeli aşkla ödenir.
- “Ejderhayı öldürmenin yolu, kafasını kesmekten geçer, tırnaklarını törpüleyerek bir yere varamayız…”
- ... sözcükler çok hareketli varlıklardır, bir günleri bir günlerine uymaz, gölgeler gibi istikrarsızdırlar, bir bakarsınız vardırlar, bir bakarsınız yok olurlar, sabun köpüğü gibidirler, hatta salyangozların nefes alışı gibidirler, hemen hemen hiç duyulmazlar...
- “Boş hayalleri boşu boşuna büyütmeyin.”
- "İnsan olmanın ne demek olduğunu her geçen gün daha az bilecegiz.."
- “…ve her millet hakettiği hükümet tarafından yönetilir.”
- "Oysaki dünyayı anlayamadılar ve ne yaparlarsa yapsınlar anlayamayacaklar, çünkü yaşamlarındaki her şey geçici, eğreti ve çaresiz bir şekilde yok olup gidiyor..."
- “Herkesin yaşamında kendini zayıf hissettiği anlar olmuştur…”
- "Ejderhayı öldürmenin yolu kafasını kesmekten geçer, tırnaklarını törpüleyerek bir yere varamayız."
- Çünkü hepinizin ayrı bir ölümü var, onu doğduğunuz andan itibaren gizli bir yerinizde taşıyorsunuz, o sana aittir sen de ona aitsindir.
Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Ve bir gün 'ölüm' fikrini değiştirir.. "Ertesi gün hiç kimse ölmedi." Ölmemek; insanların başına gelmiş ve gelebilecek olan en güzel şey midir? Yoksa bir felâket midir? Hızlı bir girişle "Ertesi gün hiç kimse ölmedi." diyerek başlıyor hikaye. Böyle bir girişle kitabın içine girmemek ve o dünyada kaybolmamak çok zor.. Ölümün orada yaşayan insanları terk ettiği bir ülkeden bahsediyoruz. Ölüme neden olabilecek kazalar yaşanabilir, ölümcül hastalıklar görülebilir ya da kendilerini öldürmeyi deneyenler çıkabilir. Ancak artık ne ölümcül kazalar ne de hastalıklar ölümü o insanlara getiremeyecek. Kulağa hoş bir masal gibi mi geliyor yoksa bir kâbus gibi mi? Ansızın bir gün tüm ülkede bir ocak tarihinden itibaren ölüm yaşanmıyor. Sadece o ülkede görülen bu durumun sebebi ne olabilir? Bir tesadüf mü? Gelip geçici, kısa bir aksama belki.. Ama hayır saatler, günler geçiyor ve hala ülkede tek bir ölüm gerçekleşmiyor. Ne bir araba kazası sonucu ne de bir intihar sonucu ölüm yaşanmıyor. Hastalığı bulunan ve ölümü beklediği düşünülen bir hasta bile ölmüyor. Peki, ölümün kıyısından dönenlerin durumları daha mı iyi ? Hayır. Sanki geçmeleri gereken sınırı geçememiş insanlar gibi arada sıkışıp kalmışlar.. Üstelik ülkede yaşanan tek kriz bu da değil. İnsanlar bir yanlış anlama sonucu ölümü kendilerinin kontrol edebildiğini düşünmeye başlıyor. Sadece onlara lütfedilmiş özel bir hediye. Bu yanılgıyla birlikte 'tercih etme ve tercih etmeme' gibi iradeye bağlı ölümün ortaya çıktığını düşünüyorlar. Sanırım insanların neyi seçeceği oldukça aşikar. En azından ilk zamanlarda.. Hastaların durumu daha iyiye gitmiyor, yaşlılar birden gençleşmiyor ya da en azından kendilerini daha iyi, daha zinde hissedemiyorlardı. Basit bir şekilde sadece ölemiyorlardı. Devlet ölümün olmadığı bir toplumda ne tür aksamalar yaşanır ve bunlar nasıl düzeltilebilir planlarını yapadursun işler çoktan karmakarışık bir ip yumağına dönüşmüştü bile. Bazı sektörler iflasın eşiğine gelmiş, normal şartlarda ölümle alaka kurulamayacak olan sektörlerde bile krizler patlak vermişti. Yaşlılığın, hastalıkların ortadan kalkmadığı ama ölümün ortadan kalktığı bir toplumda tabi ki de sadece ekonomik olarak etkilenmeyi beklemek çocuksu bir iyimserlik olurdu. Ancak insanların var olduğu ilk andan itibaren en iyi yaptığı şey adaptasyon ve alışmak olsa gerek. Ölmemek gibi bir "pürüz" de pekâlâ halledilebilirdi! Değişik çözüm önerileri her bir yandan geliyordu. Bunların ne kadarı doğru ve ne kadarı işe yarar olduğu ise tartışılır.. Ölümün onları es geçtiğini düşünen bir ülkede kutlama havasından kaoso doğru bir geçişin ilginç hikayesi.. Ölüm nedir? Bazılarına göre basit bir bitiş çizgisi bazılarına göre yeni bir hayat umudu ve bazılarına göre de sonsuza dek yok olup gitmek.. Peki ya ölümsüzlük? Sonsuzluk, mükemmel hayat, dünyada bir cennet.. Gerçekten ölümsüzlük hayal edilen kadar mükemmel olur muydu? Yoksa ölümün dünyaya getirdiği düzen olmazsa yaşamdan sadece yıkım ve felâket mi beklenirdi? Ölümsüzlük, insanlık kadar eski bir dilektir. Gerçekleşmeyeceğini düşündüğümüz için mi hep mükemmel bir şekilde düşleriz ölümsüzlüğü.. Ölümün olmadığı bir dünyada insanlar daha mı mutlu olurdu? İnsanlar daha iyiye mi yoksa daha kötüye mi yönelirdi? Bilinmeyenin verdiği heyecan kalır mıydı? Sonsuza kadar yeni bir şeyler keşfetmenin tadı mı çıkarılırdı? Bir şeyler için umut etmenin anlamı kalır mıydı? Ölümsüzlüğün olabileceği veya olduğu bir dünyada dinlerin yeri var mıydı mesela? Ya kötü senaryo gerçekleşip ölümsüzlüğün olduğu dünyada ölümlülük 'aranan-istenen' bir şey olursa? José Saramago'dan ölüm, insanlık, hayat, acı, umut, empati, sevgi gibi kavramları sorgulatan akıcı, son derece değişik ve ilginç bir kitap sizleri bekliyor. Okurken ya da kitaba ara verdiğiniz zamanlarda bile ardı arkası kesilmeyecek sorular zihninizi sürekli meşgul edebilir. Yazar eseriyle, ölümsüzlüğün hayatımızda bir yeri olsaydı nasıl olurdu sorusuna kendince bir cevap vermiş. Yazarın cevabını ve kendi cevabını merak eden herkese kitabı tavsiye ederim. Keyifli okumalar. (Neslihan TÜRKMEN)
terra incognita: « İnsan olmanın ne demek olduğunu her geçen gün daha az bileceğiz. » İş bu inceleme, Jose Saramago’ya vefa borcunu havi satırlardan ibarettir. Peşinen kabul etmeliyim ki, Saramago üzerine kalem oynatma cüretini göstermem, deli cesaretinden öte bir şey olmayacaktır. 18 Haziran... Aramızdan ayrılışının 11’inci yıldönümü. 83 yaşında kurduğu cümleler şu şekilde: « Her günün sonunu, telafisi imkansız bir kayıp gibi hissetmek... Yaşlılık denen şey belki de budur. Bir gün güneş kayboluverir ve her şey de bitiverir. Ve evren var olmuş olduğumuzdan bile habersizdir. Ve o, Homeros'un İlyada'yı yazdığından bile bihaberdir. » Yaşayan dünyanın bu kayıtsızlığına inatmışçasına bulunduğu tek temenni ise çivi gibi çakılıyor zihnime, umarım bilincim ve gözlerim açık bir şekilde ölürüm. Hatırlayalım, kültürümüzde gözleri açık gidene ağıtlar yakılır öyle değil mi? Oysa Saramago ölüm esnasında dahi o ana şahitlik etmek, tüm bilinciyle dahil olmak istermiş gibi belirtir temennisini. Zaten, kendi hayal perdesinde oynattığı Karagöz oyunlarını andıran romanları da şahit olduğu çapraşık ilişkilere karşı düştüğü ‘şahidim’ notlarından başka bir şey değildir bana kalırsa. Saramago’nun Karagöz oyunları bana hep Jim Carrey filmleri gibi geliyor: mevcut düzende akan bir hayat düzeni varken bu denklemden bir değişken seçilip üzerine fiktif yeni bir kurgu işleniyor. Ne bileyim işte... Kah Liar Liar filmi gibi bir anda doğruların yılmaz savunusu kah Yes Man gibi bir her şeye ‘evet’ demek için ant içen biri nefer oluveriyorsunuz. Okuma fırsatı bulduğum Körlük, Görmek başta olmak üzere Bütün İsimler, Lizbon Kuşatması’nın Tarihi, Kopyalanmış Adam gibi hemen her kurgu böyle bir dinamik üzerine filizlenip dala çiçeğe yürüyüveriyor. Nihayetinde incelememize konu Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş kitabı da böyle bir fiktif kurgunun meyvesidir. Her zamanki gibi adı bilinmeyen bir yer vardır ki biz oraya terra incognita diyelim, nasıl olmuşsa artık, burada bizi bir grev beklemektedir: ölüm, evet evet küçük harfle. Nasıl olmuşsa olmuş bilinmez, bahsedilen ama adı bilinmeyen bu bölgede ölüm usulca çeker tırpanını insanların üzerinden ve hikaye başlar. Başlarda hayatın olağan akışına uymayan bu durumu insanlar yadsır ancak hemen ardından ‘ölümsüzlüğü tattık, bize ne yapsın ölüm’ çalımları atılmaya başlar. Ülkenin dört bir yanı bayraklarla donatılır. İnsanoğlu sonunda ölüme de galebe çalmıştır, mı acaba! Hemen ardından kazın ayağının hiç de öyle olmadığı anlaşılır ve vehametin boyutlarını ayyuka çıkar. Kimse size yaşlanmayacağınızı vadetmedi, sadece öl/e/meyeceksiniz hepsi bu. Buradan sonrasını sizin hayal ufkunuza bırakıyorum sevgili okuyucu. Buraya kadar olan kısım ölüm olgusunun topluma yansımaları üzerine bir anlatıdan ibaret. Beni asıl sarsacak yer ile ilerleyen sayfalarda karşılaşmış oluyorum. Viyolonsel icracısı bir müzisyen ve ölüm -evet evet küçük harfle- arasında gerçekleşen mücadeleye dönüveriyor hayal perdesindeki gösteri ve hayalbaz Saramago, oyuna iki karakter eklemiş oluyor. Bir yandan ölüm’ü yakından tanıma fırsatını yakalayıp bir yandan da ölüm’ün viyolonsel icracısına yönelik yaklaşımlarını, çıkarımlarını satır aralarında ya da hayal perdesinde izlemeye koyuluyoruz. Hayalbaz Saramago’dan ölüm olmayan adı bilinmez dünyada, ölümsüzlüğün anlık sevinci karşısında insanların yaşadığı hayal sarsıntısı ile ölüm ve viyolonsel icracısı arasındaki valsin izlencesi olan eşsiz bir roman: Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş... Odadaki tek ışık kaynağı hayalbaz perdesinin ardında yanan bir mum. Fonda ‘Bach- 6 Cello Suites’ İzlenceye siz de davetlisiniz. (Onur ÇINAR)