Osmanlı'da Şehzade Katli - Yavuz Bahadıroğlu Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Osmanlı'da Şehzade Katli kimin eseri? Osmanlı'da Şehzade Katli kitabının yazarı kimdir? Osmanlı'da Şehzade Katli konusu ve anafikri nedir? Osmanlı'da Şehzade Katli kitabı ne anlatıyor? Osmanlı'da Şehzade Katli PDF indirme linki var mı? Osmanlı'da Şehzade Katli kitabının yazarı Yavuz Bahadıroğlu kimdir? İşte Osmanlı'da Şehzade Katli kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Yavuz Bahadıroğlu
Yayın Evi: Nesil Yayınları
İSBN: 9786051622156
Sayfa Sayısı: 256
Osmanlı'da Şehzade Katli Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
"Devlet mi, evlat mı?" sorusuna Osmanlı'nın cevabı ne oldu?
Osmanlı'da şehzadeler niçin öldürüldü?
Şehzade katlinin hukukî bir delili var mıydı?
Kaç şehzade öldürüldü?
Şehzade Mustafa neden katledildi?
Şehzade Mustafa'nın katlinde suçlu Hürrem Sultan mıydı?
Halk Hürrem Sultan'dan nefret eder miydi?
Şehzadeler nerede ve nasıl eğitilirlerdi?
Harem hakkında bilinmeyen gerçekler nelerdir?
Günümüzde hiçbir devlet, şüphesiz, 'Osmanlılar' kadar merak uyandırmamıştır. Osmanlılara duyulan bu merak, kimi çevrelerce istismar edilerek 'kurgulanmış' bir Osmanlılar portresi oluşturulmaya çalışılmaktadır. 'Şehzade katli' meselesi de böylesi bir kurguya kurban edilmektedir belki de...
"Tarihi Sevdiren Adam" unvanıyla tanıdığımız Tarihçi-Yazar Yavuz Bahadıroğlu, Osmanlı'da Şehzade Katli kitabıyla, bu noktada merak ettiğimiz tüm hususları, kendine bir üslubu ve içtenliğiyle ortaya koyuyor...
(Tanıtım Bülteninden)
Osmanlı'da Şehzade Katli Alıntıları - Sözleri
- Hepinizin bildiği cem sultan isyanı... Ağabeyi Sultan 2.Beyazid'e karşı ayaklanmış, bursayı işgal etmiş, çok kan dökülmesine sebeb olmuştur Tümüne hakim olamıyacağını anladığında devleti bölüşme tekfinde bulunmuştur. Sultan 2.Beyazid'in bu teklife verdiği meşhur cevap dün için olduğu kadar bugün içinde geçerliliğini korumaktadır şöyle diyor: "Bu kişver-i Rum bir ser-i puşide-i arus-i pur namustur ki, iki damat hutbesine tab götürmez." Yani Osmanlı Devleti öylesine namuslu bir gelindir ki iki damat istemez. Cem sultan tutunamıcağını anlayınca rodosa kaçtı. Biraz kaldıktan sonra rodos şövalyeleri Fransa baskına dayanamadıklarından fransaya sattılar. Fransa papaya sattı. Yıllarca küffar elinde oyuncak oldu onun yüzünden Osmanlı Devleti büyük paralar ödemek zorunda kaldı. Çocuklarından bazıları hristiyanlığı kabul etti. Osmanlı hanedanı ve devlet adamları daima "birli" şuuruna 'Nizâm-ı Âlem' düşüncesine ve 'fitne katilden daha şiddetlidir' mealindeki ilahi hükme inanıyorlardı...
- Kahve fincanlarının üzerindeki desenlerin derin anlamları vardı. Gelen misafire ne kadar değer verildiği, fincanlardaki desenlerin ağırlığıyla ölçülürdü. Lale desenli fincan: Lalede “Allah” lafzı olduğuna inanıldığı için, “Allah muinin (yardımcın) olsun.” Gül desenli fincan: Osmanlı kültürü, görüntüsünün ve kokusunun güzelliği sebebiyle gülü Peygamber Efendimizle özdeştirmişti. Gül desenli fincanlar hem “Peygamber Efendimizin şefaatine nail ol” hem de “Misafir gelmekle evimizde gül gibi açtınız” anlamına geliyordu. Ancak gül desenli fincan, kız isteme merasimi sırasında, delikanlıya sunulan kahve için seçilmişse, anlamı farklılaşırdı. Tek gül, “Evlenmeye niyetim yok,” başları birbirine değen iki gül ise “Sizinle evlenmeye hazırım.” Karışık desenli fincan: Kız istemeye gelen ailenin oğluna karşı kızın net bir kararı yoksa, karışık desenli fincan içinde kahvesini verir, böylece de “Karışığım, sana karşı kararsızım” demek isterdi... Yüzyüze bakan kadın ve erkek figürlü fincan: “Gönlüm sende.” Ayrı yönlere bakan kadın ve erkek figürü: “Seninle bir gelecek düşünmüyorum.” Evcil hayvan figürü: “Sana itaat etmeye (eşin olmaya) hazırım...” Vahşi hayvan figürü: “Benden vazgeç.” * * * Kısacası kahve ve kahvehane, zaman zaman yüksek vergilerle, zaman zaman yasaklarla karşılaşmasına rağmen, Osmanlı sosyal hayatındaki vazgeçilmez yerini korudu. Kahvecilere tahmis denilirdi. Tahmislerin çoğu mahallenin bilge ve saygın insanlarıydı. Sanattan ve edebiyattan haberleri vardı. Hatta bazıları hatırı sayılır derecede şairdi. Kahvehane müptelalarıyla tahmisler arasında zaman zaman ilginç diyaloglar da yaşanırdı. Onlardan biri şöyle: Tiryakilerden biri kahvesini içmiş, masaya beş para bırakmıştı. Tahmis, beş parayı görünce, irticalen şu beyti söylemiş: Kahve Yemen’den gelir, yolları ırak, Beş para yetmiyor, on para bırak!” Müşteri ise şu karşılığı vermiş: “Kahve Yemen’den gelir, yolları sapa, Beş para yetmiyorsa, kahveni kapa!” Kahveyle ilgili bir tekerleme: “Ehl-i keyfin keyfini ne tazeler? Taze elden, taze pişmiş, taze kahve tazeler!” Meşhur tarihçimiz Solakzade, kahvenin, Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferinden sonra, Müslüman tüccarlar tarafından 1519’da İstanbul’a getirildiğini, ancak fazla rağbet görmediğini yazıyor.
- Sultan 1.Ahmed Şeyh Aziz Mahmud Hüdayî’ye abdest suyu dökecek kadar, annesi ise Şeyhe havlu tutacak kadar dindardılar IV. Murad ise şirazesinden çıkan orduyu yeniden derleyip toparladıktan sonra Bağdat’ı fethedecek maharette bir padişah olup adını "Büyük Padişahlar" listesine yazdırmayı başardı
- Sultan II. Selim zamanı... İnebahtı Deniz savaşında Haçlı donanmasına yenildik. 20 bin şehit verdik, 142 gemimizi kaybettik. O günlerin sadrazamı Sokollu Mehmed Paşa, bir yıl içinde eskisinden çok daha güçlü bir donanma hazırlamasını Kılıç Ali Paşa’ya emrettiğinde, bunun çok zor olduğunu ifade eden Kılıç Ali Paşa’ya söyledikleri meşhurdur: “Bu devlet öyle bir devlettir ki, isterse bütün donanmanın demirlerini gümüşten, halatlarını ibrişimden, yelkenlerini atlastan yapabilir. Hangi geminin malzemesi yetişmezse gel benden al!” İnebahtı olayını hatırlatıp böbürlenmeye yeltenen Venedik elçisine verdiği cevap da tarihe geçmiştir: “Biz Kıbrıs’ı sizden almakla kolunuzu kestik, siz İnebahtı’da bizi yenmekle, sakalımızı tıraş ettiniz. Kesilen kolun yerine yenisi gelmez, fakat kesilen sakal daha gür çıkar!” Devleti yönetenlerin özgüveni bu derece yüksekti. Bir devir düşünün... Öyle bir devir düşünün ki, padişahı, mimarı, kaptan-ı deryası, şairi, gezgini, tarihçisi, tarihin “en büyük” isimlerinden oluşsun... Sözkonusu etmek istediğim devrin mimarbaşısı Koca Sinan, kaptan-ı deryası Barbaros Hayreddin Paşa, şairi Baki, gezgin denizcisi Piri Reis, tarihçisi Hoca Sadüddin Efendi’dir... Tahtta ise, tahta baht katıp çağlara şan veren bir padişah oturmaktadır: Kanuni Sultan Süleyman.
- Anlaşılan o ki, ihtirasla kirlenen yürekler, cellat yüreğinden daha katı olabiliyor....
- Osmanlı Devleti’ni derleyip toparlayan meşhur Sadrazam Köprülü Mehmed Paşa da saray bulaşıkçılığından sadrazamlığa yükselen bir yetenektir. Saraydaki ilk işi bulaşıkçılık, ikinci işi aşçı yamaklığıdır. Çalışkanlığıyla göze girdi. Hızla yükseldi.Çorum Sancak Beyliği, derken ‘Beylerbeyi’ payesi ile Trabzon valiliğine atandı. Köprülü Mehmed Paşa’nın hayatına bakınca; kararlılığın, çabanın, çalışkanlığın, fedakârlığın,sabrın, gerektiğinde risk almanın ve kişisel insiyatif kullanmanın ne anlama geldiğini anlayabiliyor. Sultan IV. Mehmed tarafından Sadrazamlığa getirildiğinde yetmiş sekiz yaşındaydı. Sarayda Kösem Sultan’la Turhan Sultan arasındaki sürtüşme ayyuka çıkıyor, yeniçeri ve sipahiağaları siyaset yapmaktan askerlik yapmaya vakit bulamıyordu. Maliye bozulmuş, ordu siyasete girmiş, Anadolu’da Celali İsyanları gemi azıya almış, her şeykarman çorman olmuştu. Devlet mevkileri, para ile satın alınır durumdaydı. Bir valilik, bir kadılık hatta bir vezirlik, bir altın fazla verenin üstünde kalıyordu. Devletler de, tıpkı insanlar gibi, zaman zaman sıkıntılara ve krizlere düşebilirler. Önemli olanböyle durumlarda doğru tercihler yapmak ve doğru insanlara görev vermektir. Bu Osmanlı’yı beş yüz sene zirvede tutan sırdır.
- Son örneğimiz Cezzar Ahmed Paşa’dır ki, Bosna’dan İstanbul’a getirilmiş bir ‘devşirme’dir. Önce İstanbul’da bir berberin yanına çırak girmiş, zekâsı sayesinde zanaatı çabucak öğrenmiş,berberlikte âdeta devrim yaparak zaman zaman kendisine tıraş olmaya gelen Hekimoğlu Ali Paşa’nındikkatini çekmeyi başarmıştır. O devirde, Osmanlı Devleti’nin her mensubu, yitik zekâ ve kabiliyetleri ortaya çıkarmaya memurbir ‘yetenek avcısı’dır. Ali Paşa, genç berber çırağını saraya önermiş, bunun sonucu olarak da Enderun’a girmiş,yetiştirilmiş ve seksen yaşında Akka’yı Napolyon Bonapart’a karşı savunmuştur. Fransızların ‘yenilmez’ dediği mağrur general Bonapart’a ilk mağlubiyetini tattıran ve “Bir ihtiyaramaskara olduk... Akka’da durdurulmasaydım, belki Şark İmparatoru olurdum” dedirten Osmanlı Veziri, işte bu eski berber çırağıdır. O tarihte on beş yaşlarında bir genç olan Sultan IV. Mehmed (Sultan I. Mustafa ile Hatice TurhanSultan’ın oğlu Avcı Mehmed) çaresizlik içinde kıvranıyordu. Dirayetli bir sadrazam bulma ümidiylebazen günde iki sadrazam değiştirdiği bile olmuştu. Devlete müthiş bir istikrarsızlık hâkimdi. Yediyılda on beş sadrazam değişmesi, bu istikrarsızlığın boyutlarını gösteriyordu. Köprülü Mehmed Paşa bu şartlar altında sadrazam oldu (1657). Onu kıskananlar, “Böyle zamanda devlete genç biri sadrazam lazımdır, oysa Köprülü Paşa’mızyerinden kalkamayacak kadar ihtiyardır; yarın öbür gün emr-i hak (ölüm) beklediği için de işleriaceleye getirmekte, bu yüzden eline yüzüne bulaştırmaktadır.” Hâlbuki o sadrazam olmasaydı, Osmanlı çözülüp çökebilirdi. Devleti âdeta yeniden kurdu. Derler ki, “Sultan IV. Mehmed’in en iyi icraatı Köprülü Mehmed Paşa’yı sadrazamlığa getirmesi veonu orada tutmasıdır.”
- “Büyüyecek ve talihi yar olursa, cihana sultan olacak!”
- O; okumak, araştırmak, öğrenmek için hiç boş zaman aramaz, bu işleri hayatının bir parçası sayardı. Arada yanıbaşında duran kâğıda notlar alır, sonra siler, tekrar yazardı. Bazen satırların altını çizerdi. Bu çizgilerin düzgün olmasına nedense çok dikkat ederdi. Her şeyde mutlak bir intizam arardı zaten, çizginin eğri-büğrü olanına bile tahammülü yoktu.
- Rüstem paşa “Rüşveti Osmanlı’ya soktu” diye eleştiriliyor, ancak rüşvetle bir ilgisi yoktu. Bu yaygın kanaat tamamen o devrin tayin sisteminden kaynaklanıyor. Tayinlerde, şimdiye kadar pek kimsenin üzerinde durmadığı ‘pîşkeş’ denen bir kural var ki, dilimize sonradan ‘peşkeş’ olarak girmiştir. ‘Pîşkeş’ sistemine göre, yüksek mevkilere tayin edilen kişiler, padişaha ve sadrazama bir miktar ödeme yaparlar. Bu tamamen yasal ve usullere uygun bir ödemedir. Rüşvetle de uzaktan yakından ilgisi yoktur. Rüstem Paşa tayin ettiği kişilerden bu yasal ücreti tahsil etmiş, yine usule uygun olarak, ‘kapı halkı’ denen çalışanların maaşını buradan ödemiştir. Yani ‘Pişkeş’, bir çeşit vergidir. Tüm kayıtları da tutulmuş, pîşkeş defterlerine kaydedilmiştir. Rüstem Paşa hakkında çıkarılan rüşvetçilik iddiaları, bilgisizlik sebebiyle işte bu vergiye dayandırılıyor.
- Yatak odasının kapısının yanında, mermer üzerine şöyle bir dua yazılıdır: Lâ ilâhe illallah, Muhammedun Resûlullah Dem bedem saat besaat bâd ikbâlet fizûn Düşmenet çün şişe-i saat bemişe ser nigûn Bu ocağın dûd-i dâim sünbül izhâr eylesün Sahibine hazret-i Hak nârı gülzâr eylesün. “Allahu Teâlâ’dan başka ilah yoktur, Muhammed (aleyhisselam) O’nun Resûlüdür. Her ana her saattalihin yükselsin!.. Düşmanın, saat şişesi gibi baş aşağı olsun. Bu ocağın daimi olan dumanı sünbülgibi görünsün. Sahibine hazret-i Hak, ateşi gül bahçesi eylesin!”
- Şehzadeye iyice yaklaşmıştı. İki taraflı insan duvarının içinde yürüyordu. Peki ya, işini bitirince bu duvarı nasıl aşacaktı? O an fazla üstünde durmadı. Moralini bozmamalıydı. “O kargaşada elbet bir yolu bulunur” dedi sessizce. Zaman zaman, “Şehzademiz bir yaşa!” sesleri yükseliyordu. Şehzadenin muhafızları bile kalabalığın cazibesine kapılmış, koruma görevini unutmuş görünüyorlardı. Tam fırsattı işte. Elini indirdi. Kayan hançeri sapından kavradı. Şimşek hızıyla kaldırdı. Fakat aynı hızla indiremedi. Hançeri şehzadenin ensesine vuracaktı ki havada yakalandı. “Bırak!..” diye böğürdü bir ses. Bileği mengeneye sıkışmış gibi ağrımaya başlamıştı. “Bırak!” Üzerine dikilen bir çift göz, ateş saçıyordu. Kolunu arkasına doğru kıvırdı. Elindeki hançer kalçasını çizerek yere düştü. Gorona, ağzından sarı köpükler saçarak hırlaya hırlaya oracıkta öldü. Şehzade ağır adımlarla derviş kılıklı adama yaklaştı. Elini omzuna koydu: “Sağol bre Pargalı, ikidir hayatımı kurtarıyorsun.”
- Eski bir İngiliz elçisinin Enderun mektepleri hakkında söyledikleri ilginçtir: "Osmanlılar, aldıkları esirlere hiç kötülük yapmıyor, kardeş gibi davranıyorlar. Hangi milletten, hangi dinden olursa olsun, küçük çocukların zekâlarını ölçüyorlar. Keskin zekâlı çocuklar, 'Enderun' denilen mekteplerde, değerli öğretmenler tarafından okutuluyor, İslâm bilgileri, İslâm ahlakı, fen, kültür dersleri verilerek kuvvetli, başarılı Müslümanlar olarak yetiştiriliyorlar. Osmanlı ordularını zaferden zafere ulaştıran değerli kumandanlar, Sokollular ve Köprülüler gibi seçkin siyaset ve idare adamları, hep böyle yetiştirilen keskin zekâlı çocuklardı. Osmanlı akınlarını durdurmak için, bu Enderun mekteplerini ve bunların kolları olan medreseleri yıkmak, Osmanlıları fende geri bırakmak lazımdır."
- Genelde Osmanlı haremini anlatan Avrupa kaynaklı tasvirlerde valide sultandan hiç söz edilmeyip, padişah kadınları ön plana çıkarılmaktadır. Harem kısmındaki gücün valide sultanın değil dehasekilerde olduğunu savunmak, yabancı gözlemcilerin saray hayatına dair cinsel fantazi ve entrikasenaryolarını daha rahat kurabilmenin bir ürünü olmalıdır. Harem-i Hümâyûn konusunda arşiv belgelerine dayalı ciddi bir eser ortaya koyan Amerikalı tarihçi Lesli Peirce, bu durumu: “Büyük ölçüde kendi kraliçelerinin karşılığını arayan ve dolayısıyla Osmanlı haremindeki en büyük güç ve statü sahibinin valide sultan olduğunu anlamaya hazır olmayan Avrupalı gözlemcilerin kültürel at gözlüklerine bağlanması gerekir” diyerek açıklamaktadır.
- Gelelim Fuzûlînin Şikâyetnâmesi’nin hikâyesine... Fuzûlî, o tarihte Bağdat civarında yaşayan fakir bir şairdir. Kanuni'ye yazdığı bir mektupta geçim darlığı çektiğini bildir miş ve kendisine devlet hazinesinden makul bir maaş bağlanmasını istemiştir. Bunu dikkate alan padişah, Fuzûlîye, Bağdat'taki vakif gelirinin, masraflar çıktıktan sonra, artanından (zevayid) bir miktar maaş bağlanmasını emreden bir ‘berať göndermiştir. Fuzuli, beratı alır almaz vakıf idaresine gitmiş, Padişahın emri gereğince kendisine maaş bağlanmasını istemiştir. Ne var ki, bürokratik engelleri aşamamış, “Bugün git yarın gel”lerin ardı arkası kesilmemiştir. Aradan haftalar, hatta aylar geçmesine rağmen, maaşı bir türlü bağlanmamıştır. Vakıf idaresine birkaç kez gidip her seferinde eli boş dönen şairin sonunda tepesi atmış, “Selâm verdim, rüşvet degildir deyü almadılar” mısrasını da içeren meşhur şiirini işte bu yüzden kaleme almış, o tarihte Kanuni'nin genel sekreterliğini yapan Nişancı Celalzâde'ye göndermiştir. Oradan da şiir Kanuni'ye ulaşmıştır. Bu şiirinde Fuzûlî, bürokrasinin yavaş işlemesinden yakınmakta, özellikle vakıf dairesinde çalışan memurlarla arasında geçen dedim-dedi' bölümünde, hâlâ aynı havalarda dolaşan bürokratik ahlakı sorgulamaktadır. “Dedim: 'Beratımın mazmunu niçin suret bulmaz.” (Beratimin gereği niye yerine getirilmez?)“Dediler: 'Zevayiddir husůli mümkün olmaz." (Artan kısımdan maaş bağlanması istendiği için yerine getirilemez!) “Dedim: 'Böyle vâkıf zevayidsiz olur mu?” (Böyle büyük bir vakfın artanı olmaz mı?) “Dediler: 'Zaruriyât-ı Asitane'den ziyade kalırsa bizden kalır mı?” (İstanbul'un ihtiyaçlarını karşılamaktan artarsa bizden artar mı?) “Dedim: 'Vakıf malın ziyade tasarruf etmek vebaldir." (Vakıf malında hak edilenden fazla tasarruf etmek günahtır!) “Dediler: 'Akçemizle (paramızla) satın almışız, bize helâldir.” Şiir böyle devam edip gider. Fuzûlî, sonunda pes eder ve padişaha bir şikâyetnâme yazmaya karar verir: “Gördüm ki, sualime cevaptan gayri nesne vermezler ve bu berat ile hacetim reva görmezler, nâçar terk-i mücadele kıldım. Meyus u mahrum, gușe-i uzletime çekildim (hiçbir şey elde edememenin karamsarlığı içinde yalnızlığıma çekildim)? Demek istediğimiz şu ki, bazıları tarafından “Kanuni döneminde yaygın rüşvet vardı” şeklinde yorumladığı meşhur Şikâyetnâme yaygın rüşvetten dolayı değil, maaşının gecikmesine kızan Fuzûlî'nin özel meselesinden dolayı yazılmıştır. Fuzûlî'nin şikâyetinin dikkate alındığını ve sorunun hemen çözüldüğünü söylememe sanırım ihtiyaç yok.
Osmanlı'da Şehzade Katli İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Yavuz Bahadıroğlu'nun dili her kitaplarında olduğu gibi bunda da basit ve akıcı. Fakat kitaptaki dil çok romantik ve taraflı. Konuyu artıları ve eksileri ile inceleyen bir kitap tercih ederseniz, daha doğru bir karar vermiş olursunuz. Tavsiye etmiyorum. (Burak Akgül)
"Devlet mi, evlat mı?" Kitaplığımda görünce dayanamayıp inceleme yazmak istedim. Öncelikle şunu belirteyim kitap hakikaten çok güzel ve etkileyici. Yavuz Bahadıroğlu "Tarihi sevdiren adam" unvanını sonuna kadar hakediyor. Birkaç soruyla devam etmek istiyorum incelememe. * Osmanlı'da şehzade katlini kim çıkarmıştır? * Küçücük çocukların öldürülmesinin nedeni nedir? * Devlet-i aliye'nin bekası için katledilen çocukların günahı ne? Osmanlı'da şehzade katlini Fatih sultan mehmet çıkarmıştır. " Evladımdan her kimseye saltanat müyesser ola, karındaşlarun nizam-ı alem için katl itmek münasibdur; ekser ulema dahi tecviz etmişlerdur. Anınla âmil olalar." Alimler bakara süresinde "Fitneye sebep olmak ölümden beterdir." ayetini delil kullanarak cevaz vermişlerdir. Gelelim hadiste övülen şanlı komutan Fatih sultan mehmed'e çoğu Hadis âlimi bu hadisi sahih kabul etmekle beraber "övülen komutan" kısmını zayıf bulmuşlardır, yanlış anlaşılmasın uydurma hadis demiyorum sadece o kısmı alimler tarafından zayıf bulunmuştur. İnsanların yüzde yüz masum olmadıklarını kabullenirsek herkesin hata yapabileceğini kabulleniriz. Bizim ölçümüz şu olmalıdır: Herkes Allah'a hesap verecek ve bir insanın yaptığı hatalar diğer güzel işleri, başarıları silmez. Bu Fatih Sultan Mehmed bile olsa, peygamberler hariç hiçbir insan yüzde yüz masum, günahsız değildir. Ve son olarak halâ tatmin edici bir cevap bulamadım bu konuyla ilgili küçücük çocukları devletin bekası için öldürüyorlar. Çok acı bir şey ya da ben kadın kafasıyla düşündüğüm için bana mantıklı gelmiyor. Neyse çok uzattım incelemeyi bitiriyorum. Kitap güzeldi okumak isteyenlere tavsiye edilir. (Hatice Aydın)
● Devlet mi? ● Evlat mı? ● İnsanı yaşat ki devlet yaşasın. ● Baba gibi devlet Ana gibi nimet Evlat gibi servet bulunmaz. Hz Ali~ ●OSMANLILARDA ŞEHZADE KATLİ meselesini doğru anlayıp değerlendirebilmek için öncelikle İslâm-Osmanlı hukuku ve siyaset geleneğini bilmeye ihtiyaç vardır. Hadisenin çok esaslı tarihî, siyasî ve hukukî sebepleri bulunmaktadır. İktidarın, hanedan mensuplarının müşterek malı olduğu yolunda eski Türk siyasi geleneği (ülüş sistemi) vardır. Bu gelenek, tarih boyu menfi neticeler doğurmuş, ülkelerin parçalanmasına ve Türk devletlerinin yıkılmasına sebebiyet vermiştir. Osmanlı Devleti'nde de bu geleneğin tesiriyle başlangıçta muayyen bir veraset sistemi yoktu. Güçlü ve talihi de yaver giden herhangi bir şehzade padişah olabilirdi. Nitekim hayattaki hemen her şehzade arkasına düşman devletlerin de desteğini alarak ayaklanmış, binlerce insan ölmüş, ülke harap, millet perişan olmuşu. ● Avusturya elçisi Busbecq, İslâmiyet'in Osmanlı hanedanı sayesinde ayakta olduğunu, hanedan yıkılırsa dinin de yıkılacağını, din ve devletin selametinin evlattan daha mühim görüldüğünü söylemektedir. Bir kere bu idamlar pozitif hukuka, yani Fatih Kanunnâmesi'ne uygundur. Dolayısıyla şeklî hukuka göre meşrudur. Ancak bu Kanunnâme, Osmanlı hukukuna hâkim olan şer'î esaslara uygun mudur? Olmadığı kanaatini taşıyanlar var. Uygun oluğunu savunanlar da var. Gerçekten İslâm hukukunda kanunsuz suç ve ceza olmayacağı gibi, ileride suç işlemesi ihtimaline binaen kimseye ceza verilemez. Ne var ki, İslâm hukuku, hükümdara bir takım suçlar ihdas edebilme ve bunlara cezalar koyabilme salahiyetini tanımıştır. Buna ta'zir denir. Padişah bir kimseyi bu çerçevede cezalandırabilir ve bu İslâm hukukuna aykırı değildir. Siyaseten katl, yani devlet başkanının, devletin birliği ve milletin dirliği için yaşaması zararlı görülen kimseleri öldürtmesi de ta'zir cezalarındandır. Bütün monarşilerde olduğu gibi, İslâm hukukuna göre de devlet başkanı yani padişah, yargı gücünü elinde tutar. Bir başka deyişle padişah başhakim mevkiindedir. Kadılar, ona vekâleten dava dinler ve onun namına hüküm verirler. Böyle olunca padişahın dava dinleyip, gerekirse suçluları cezalandırması hatta idamına hükmetmesi mümkün ve meşru idi." ● Osmanlıların, gerek önce ve gerekse kendi devirlerinde yaşanan tecrübelerden ders alarak, bu musibete uğramamak için, bizzat aile mensuplarını feda etmekten gayri bir yol bulamadığı anlaşılmaktadır. Bu çerçevede, "Fatih Sultan Mehmed Kanunnâmesi"nde, şehzade katlini düzenleyen bir hüküm vaaz etmiştir. "Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür" mealindeki Kur'ân-ı Kerim âyeti ve gerektiğinde umumî menfaat için hususî menfaatin haleldâr edilebileceğine dair şer'î prensip, şehzade katlinin hukukî mesnedi olmuş; İslâm hukukçularının ekserisinin bu müesseseye cevaz verdikleri, mezkûr maddede sarahaten ifade edilmiştir. ● Hiçbir padişahın sınırsız yetkisi yoktur. Allah'ın yasakları başladığı an Hünkar kanunları son bulur. Nizam kanunlar nazarında sağlanır fakat Türklerden gelen Kut anlayışı sebebiyle padişahlar Şeyhülislamlık vazifesine karşı boyunlarını kıldan ince tutarlar. İşte sıradan birkaç örnek: Meşhur Bursa Kadısı Emir Sultan’ın Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid’i mahkemeden kovması... İlk İstanbul Kadısı Sarı Hızır Çelebi’nin, Rum Mimar İpsilanti Efendi’yi bildiğince cezalandıran Fatih Sultan Mehmed’i, şeriatın kısas hükmü gereğince aynı cezaya çarptırması... Zembilli Ali Cemali Efendi’nin, Yavuz Padişah’ı tahttan indirmekle (hal fetvası) tehdit edip, Hıristiyan ve Yahudi azınlığa yönelik şiddetli bir kararından vazgeçirmesi... ● Benim de aklıma gelen soru eminim sizin de şu an zihninizden geçti. III. Mehmet zamanında 19 tabut çıktığını ve çoğunun çocuk hatta bebek yaşta öldürüldüğünü yazmayan tarih sayfası yok. Bu isyan eden şehzadelerle ilgili bir konudur. Ama bir de çocuklar var. Onlar neden öldürülüyor? Suçsuz ceza olur mu? Yazarın bu konuda objektif davrandığına inanmasam da büyüyüp isyan etme ihtimallerini ve devletin nizamında şer naziresi olan paşaların çocukları kullanması ihtimalini gerekçe sürmüş. ● "Hükmen şehit" olan biri hakkında ileri geri konuşulmaz. Böyle biri mücbir sebep olmadan değil oğluna, karıncaya bile kıymaz. Şehzade katli meselesini doğru anlamak lazım. Tarih insanların elinde koca bir hazinedir. Fakat tarih yazmak ise koca bir silahtır. O yüzden doğru kaynaklardan okumak gerek. Bir sonraki incelemeye kadar sağlıkla kalmanızı temenni ediyorum. (Radikalizmin Mistik Önderi)
Osmanlı'da Şehzade Katli PDF indirme linki var mı?
Yavuz Bahadıroğlu - Osmanlı'da Şehzade Katli kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Osmanlı'da Şehzade Katli PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Yavuz Bahadıroğlu Kimdir?
Yavuz Bahadıroğlu; yazar, tarihçi, gazeteci, radyo programcısıdır. Gerçek adı Niyazi Birinci'dir. Evli ve üç çocuk babasıdır.
1971′de İstanbul'da gazeteciliğe başladı. Muhabirlik, araştırma-inceleme, röportaj ve fıkra yazarlığı yaptı. Gazete, dergi ve şirket yöneticisi olarak çalıştı. Gazeteciliğini muhabir ve röportajcı olarak sürdürürken, çocuklara yönelik eserler üretti. Yüzlerce çocuk romanı, hikaye yayınlandı. Aynı dönemde bir gazetede Şeref Baysal ve Veysel Akpınar isimleriyle iki köşe yazısı yazdı.
Asıl çıkışını Yavuz Bahadıroğlu ismiyle yazdığı romanlarla yaptı. İlk romanı "Sunguroğlu" ve ardından yazdığı "Buhara Yanıyor" romanı ülkenin en çok satan romanlarından oldu. Genelde Osmanlı'nın çeşitli dönemlerini ele alan otuzu aşkın romanı vardır, bunlardan biri "Biz Osmanlıyız".
Yavuz Bahadıroğlu; roman, çocuk kitapları, hikaye, araştırma, oyunlar, film yapılmış senaryolar ve fikri eserler olmak üzere yüzlerce çalışmaya imza attı. Yurt içinde ve yurt dışında çeşitli konularda binlerce konferans verdi, çeşitli kurum ve kuruluşlardan ödüller aldı, iki kitabı Kültür Bakanlığı tarafından yayınlandı.
Tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybeden yazarın cenazesi Eyüp Sultan Camisi'ndeki hazireye defnedildi.
Yavuz Bahadıroğlu Kitapları - Eserleri
- Merhaba Söğüt
- Biz Osmanlıyız
- Buhara Yanıyor
- Fatih Sultan Mehmet
- Muhteşem Süleyman
- Elveda Buhara
- Yavuz Sultan Selim
- Malazgirt'te Bir Cuma Sabahı
- Kayıtdışı Tarihimiz
- Endülüs'e Veda
- Sunguroğlu 1
- Şirpençe
- Mimar Sinan
- Selahaddin Eyyubi
- Kanunî Sultan Süleyman
- Sunguroğlu 2
- Osmanlı Padişahları
- Çaka Bey
- Osman Gazi
- Mısır'a Doğru
- Sunguroğlu 3
- Osmanlı'da Derin Devlet ve II. Abdülhamit
- Şehzade Selim
- Kırım Kan Ağlıyor
- Fatih Sultan Mehmet ve İstanbul'un Fethi
- Yavuz Sultan Selim ve Kutsal Emanetler
- Bir Devrin Bittiği Yer Çanakkale
- IV. Murad 1
- Orhan Gazi
- Yakın Tarihimizin Sır Perdesi
- Tarihimizden Yaşanmış Öyküler
- Sahipsiz Saltanat
- Osmanlı'da Şehzade Katli
- Yıldırım Bayezid
- Tarihin Arka Sokakları
- Resimli Osmanlı Tarihi
- Turgut Alp
- IV. Murad 2
- Çelebi Mehmed
- Birinci Murad
- Tarihimizin Gizli Odaları
- Padişahların Akıl Hocaları
- İnancın Zaferi Çanakkale
- Sel
- Harem
- Cem Sultan 1
- Yolbaşı
- Çalınan Hazine
- Kaçırılan Prenses
- Kirazlı Mescid Sokağı
- Binatlı
- Gemide İsyan
- Mavi Yıldız
- Cengaver
- Kemalist Yalanlar
- II. Murad
- Kara Şövalye
- Zindanda Şahlanış
- Ayet Ayet İnsan
- Baskın
- Hanedan Sarayın Sırları
- Topal Kasırga
- Kaybolan Elçiler
- Barla'da Diriliş
- Ağalar Saltanatı
- Din Ve Laiklik
- Sultan-ı Cihan Abdülhamid Han
- Keşmekeş
- Tuzak
- Osmanlı Demokrasisinden Türkiye Cumhuriyetine
- Cem Sultan 2
- Köprübaşı
- Bediüzzaman Said Nursi
- Gülü Arayan Adam
- Yaşam Bir Avuç Gül Bir Tutam Diken
- Boşlukta Yürümek
- Kumpas Tarihi
- Cihan Sultanları
- Ayet Ayet Hayat
- Adil Olan Kazanır
- Yürek Seferi
- Hayatı Aşkla Yaşamak
- Sunguroğlu
- Erdem Hikayeleri : Çalışkanlık İçeri Tembellik Dışarı
- Çanakkale Kıyameti
- Dürüst Ol Ki Mutlu Olasın
- Dağlı
- Kafkas Kartalı Şeyh Şamil
- Osmanlı'nın Büyüme Sırları
- Osmanlı'da Çocuk Eğitimi
- Avukat Bekir Berk
- Muhteşem II. Abdülhamit Han
- Kudretli Sultan II. Abdülhamid Han
- Osmanlı'nın Yükselişi
- Tarih Cesaretle Yazılır
- Doktor Olacağım
- Hayata Dair Öyküler
- Muhteşem Yavuz Sultan Selim Han
- 40 Geceye 40 Masal
- Canım Peygamberim
- Vatanını Kim Sevmez Ki!
- Köy Çocuğu
- Var mı Arkadaşlık Gibisi ?
- Vatan İçin
- Hayat Yardımlaşınca Güzel
- Yakın Tarihin Kara Kutusu
- Canavar Robot
- Şehzade Murat
- Anılarımdaki Türkiye: Yavuz Bahadıroğlu
- İki Kardeş
- Çevre Bize Emanet
- Muhteşem Fatih Sultan Mehmet
- Eşim Çocuğum Ve Ben
- Can'ın Hatıra Defteri
- Zebun
- Hayata Dilekçe
- Heyecanlı Yolculuk
- Üç Kaçak Yolcu
- Bizim Can
- Yaramaz Ayı Zirzop
- Karıncalar Savaşı
- Sevgi Ne Güzel Şey / Erdem Hikayeleri
- Muhteşem Hanedan Osmanlı
- Yetim Çocuk
- Küçük Kahraman
- Sular Altında Bir Ülke
- Kim Demiş Fedakarlık Zor Diye?
- Dayanışma En Büyük Güçtür / Erdem Hikayeleri
- Dindarların Para ve İktidarla İmtihanı
- Tuhaf Çocuk
- Haram Yemenin Sonu
- Osmanlı'nın Yazılmamış Tarihi
- Beylikten Hükümdarlığa Osmanlı Padişahları
- Tarihin Mayın Tarlası
- Fedakar Annem
- Diriliş
- Sunguroğlu
- Babalar Eve Dönsün
- Sunguroğlu
- Büyük Bir Milletin Direniş Destanı Çanakkale
- Sunguroğlu
- Alaycı Alabalık
- Akvaryum Güzeli
- Kedi Olan Köpek
- Küçük Çoban
- Son Süvari Yavuz Sultan Selim Han
- Kelepçe
- Sabırsız Tavşan
- Kurnaz Tilki
- Gıdı Gıdı Masallar
- Ben Çanakkale
- Mecburen Atatürkçü
- Uyanık Geyik
- Kardeş Böcekler
- Karınca Birliği
- Bici Bici Masallar
- Bu Gidiş Nereye
- Ördek Vakvaka
- Uzay Çocuğu
- Yavru Pelikan
- Kararlı Balıklar
- Fare ile Fil
- Akıllı Kaplumbağa
- Kötü Huylu Karga
- Yavru Kuşlar
- Oruç Tuttum Sevinçten Uçtum
- Bediüzzaman Said Nursi
- Çocuğun Ramazanı
- Dertli Alp Keçisi
- Alican ile Ercan
- Çıtır Çıtır Masallar
- Saf Kuzucuk
- Uzaklar Yakındır - Merhaba Söğüt
- II. Abdulhamit
- Sosyalizm Bitti Laiklik Alır Mıydınız?
- Kara Mürsel Alp
- Çizgili Zürafalar
- Şirin Kedi
- Resimli Osmanlı Tarihi
- Masal Masal Hoppala
- Teşekkür Ederim Allah'ım
- Bizi Kimler Dinliyor
- Çamurdan Meyve Olur mu?
- Zikir Fikir Şükür
- Canavar Robot
- Tavşancık ve Gökyüzü
- Suçlu Biziz
- Fatih Sultan Mehmed
Yavuz Bahadıroğlu Alıntıları - Sözleri
- Şövalyeler,vaktiyle yaptıklarını düşündüler.Ellerine geçen Müslüman esiri ya ölünceye kadar çalıştırır yahut kollarından ve bacaklarından duvara asarlardı.Buna rağmen Müslümanların halifesi onları teselli ediyordu.Kendilerini tutamayarak ayaklarına kapandılar. (Resimli Osmanlı Tarihi)
- "Gemiler yanıyor" dediler."Bırakın yansın" diye cevap verdi, "onların küllerinin arasından umutlarım yeşeriyor." "Artık gemilerimiz yok.Geri dönüş umudumuz yandı, kül oldu.Geriye iki ihtimal kalıyor: Ya yüzerek vatana dönmeyi deneyeceksiniz ya da düşmanı yenerek buraları kendinize vatan yapacaksınız. Kararınızı verin!" (Padişahların Akıl Hocaları)
- Herkes ancak ufku kadar vardır. (Osmanlı'nın Yazılmamış Tarihi)
- 80 yıl + 8 yıl (Yavuz Sultan Selim)
- Bugün Filistin'de olup bitenlerin ışığında Padişah-ı Cihan'ın 1895'te söylediği şu sözlere kulak vermek gerekir: ''Eğer Filistin'de Müslüman Arap unsurunun faikiyetini (üstünlüğünü) muhafaza etmesini istiyorsak, Yahudilerin yerleştirilmesi fikrinden vazgeçmeliyiz. Aksi takdirde yerleştirildikleri yerde çok kısa zamanda bütün kudreti elde edeceklerinden, dindaşlarımızın ölüm kararını imzalamış oluruz.'' (Sultan-ı Cihan Abdülhamid Han)
- "Kendime bir dünya kurdum kendimce." (Buhara Yanıyor)
- Biz kula kul olmak için yaratılmış insanlar değiliz...bunun taklidi bile zor gelir bize.Kulluğun en güzeli Allah’a yapılır çünkü. (Sunguroğlu 3)
- " Ben de " diye geçirdim içimden, " Osmanlı' yı ben de arıyorum ! " (Osmanlı Demokrasisinden Türkiye Cumhuriyetine)
- Ha bir de azınlıklardan varlık vergisi adı altında alınan Türk olarak doğmama vergisi vardır ki, ne insafa, ne de vicdana sığar. (Yakın Tarihimizin Sır Perdesi)
- Hayat biraz hayalden,biraz gerçekten ve alabildiğine ümitten ibaretti. (IV. Murad 2)
- Düşmanlarımız aciz kaldığı müddetçe itaat gösterirler, ama zayıflık zuhur ettiği an öç almaya çalışırlar. (Kumpas Tarihi)
- “Dünya geçici bir zaman İçin öldü. Ağaçlar yaprak döktü, çiçekler, otlar kurudu. Sonra yeniden yeşerecek. Toprak altında kalan küçücük zerrelerden tekrar hayat bulup filizlenecekler. Etraf tekrar yeşerip, tekrar çiçeklenecek.” “Ba’su ba’del mevt sırrı. İşte tecelli. Bu hâli senelerce temaşa edip de, öldükten sonra dirilmeye inanmamak İçin deli olmak lazım.” (Sunguroğlu)
- 600 yıllık Osmanlı tarihi boyunca beşi on dördüncü, sekizi on beşinci, kırk ikisi on altıncı, beşi on yedinci ve biri de on sekizinci asırda olmak üzere toplam 61 şehzade katledilmiştir. Bunlardan 22 tanesi bilfiil isyan ettiği için öldürülmüştür. Diğerleri de ekseriya Fatih Kanunnamesi'ni takib eden 150 yıl içinde katledilmiştir. 1603 yılında padişah olan Sultan I. Ahmed kardeşlerini öldürmeye lüzum görmedi ve 1617'de vefatından sonra, oğulları bulunduğu halde, bunlar yaşça küçük olduğundan kardeşi Sultan 1. Mustafa tahta geçti. Böylece ilk defa bir padişahın yerine oğlu değil, kardeşi geçiyordu. Osmanlılarda şehzade katli meselesini doğru anlayıp değerlendirebilmek için öncelikle İslâm-Osmanlı hukuku ve siyaset geleneğini bilmeye ihtiyaç var... Çünkü hâdisenin tarihî, siyasî ve hukukî sebepleri bulunmaktadır. Nitekim hayattaki hemen her şehzade arkasına düşman devletlerin de desteğini alarak ayaklanmış, binlerce insan ölmüş, ülke harap, millet perişan olmuştu. Osmanlıların, gerek önce ve gerekse kendi devirlerinde yaşanan tecrübelerden ders alarak, bu böyle bir sonuç doğmaması için bizzat aile mensuplarını feda etmekten başka çareleri yoktu. Bu çerçevede, Fatih Sultan Mehmed, Kanunnamesinde, şehzade katlini düzenleyen bir hüküm koymuştur. “Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür” mealindeki Kur'ân-ı Kerim ayeti ve gerektiğinde umumî menfaat için hususî menfaatin haleldar edilebileceğine dair şer'i prensip, şehzade katlinin hukukî mesnedi olmuş; İslâm hukukçularının ekserisinin bu müesseseye cevaz verdikleri, Kanunname'de açıkça ifade edilmiştir. Böylece alınan tedbirlerle Osmanlılarda ne eski Türk devletlerinde olduğu gibi ülke parçalanmış ve ne de Avrupa'daki gibi "veraset savaşları" yaşanmıştır. Bu da, devleti altı yüz yılı aşkın bir zaman ayakta tutan sebeplerden biridir. Oysa Yıldırım Bâyezid, kardeşi Yakup Bey'in “tahtını tabuta” çevirmeseydi, devlet param parça olmaz mıydı? Fatih, kardeşini sağ bıraksaydı, kardeşi zaman içinde isyan çıkartmaz mıydı (çünkü hep böyle gelişti), bu isyan sebebiyle acaba İstanbul fethi aksamaz mıydı? Sultan II. Bâyezid, Cem Sultan'ın teklifini kabul edip devleti kardeşiyle bölüşseydi Yavuz ortaya çıkabilir, "Halife" olabilir miydi? Ve Yavuz, üzerlerine gelen kardeşleri Ahmed ve Korkud'u bağışlasaydı, toparlanır toparlanmaz birleşip yeniden saldırmazlar mıydı? Bu da Yavuz Padişah'ın en büyük ideali olan “İttihad-ı İslâmı --Müslümanların Birliğini- gerçekleştirmesini engellemez miydi? Bunların üzerinde kafa yormadan, şartları hiç nazara almadan, o günlerin devlet telakkisini anlamaya çalışmadan masa başında hüküm vermek insafsızlıktır... (Muhteşem Yavuz Sultan Selim Han)
- Düşüncelerinden bir çekişte kopardı kendini, gökyüzüne baktı.. (Boşlukta Yürümek)
- Millî Mücadele (bazıları buna ‘İstiklâl Savaşı' diyor, ancak istiklalini kaybetmemiş bir ülkenin ‘İstiklâl Savaşı' yapması mümkün değil) ve Lozan... Galip mi, mağlup mu oturduğumuz belirsiz Lozan masası... “Misak-ı Milli” yemininin bozulması, Batı Trakya, Ortadoğu, Filistin, Ege Adaları, Musul ve Kerkük'ün elden çıkması... Saltanatın kaldırılması, Cumhuriyet'in ilanı ve halifeliğin “ilga”sı... Ve tuhaf bir tesadüf, Türkiye parlamentosu hilafeti kaldırmadan, İngiliz parlamentosu Lozan Antlaşması’nı çeşitli bahaneler öne sürerek imzalamadı. Antlaşma hilafet kaldırıldıktan kısa bir süre sonra imzalandı. Gerçekten de tuhaf bir tesadüf! Süreç içinde İsrail kuruldu, Balkanlar'daki topraklar elden çıktı, Arap âlemi param parça edildi, petrol yataklarına el konuldu. Böylece İngiltere ve müttefikleri ilk büyük hedeflerine ulaşmış oluyorlardı. Sıra en büyük hedefi vurmaya gelmişti. Müslümanların rahatça sömürülebilmesi için, bir türlü kontrol edemedikleri hilafetin artık kökünün kazınması gerekiyordu. (Sultan-ı Cihan Abdülhamid Han)
- "Annemin öğüdü de kendisiyle beraber öldu. Artık yolumu kendim çizeceğim (Var mı Arkadaşlık Gibisi ?)
- İşte bu “tolerans mantığı”dır! Fatih Sultan Mehmet kılıcıyla değil, “tolerans mantığı”yla Orta Çağ’ın katı kalıplarını kırmış, hayatı yeni bir çağla tanıştırmıştır. (Tarihin Arka Sokakları)
- "Yok Lagan. Biliyorsun ki, biz kalbimizi de vücudumuzu da din ve millet yoluna adadık. Başka sevgiye yer yok." (Sunguroğlu 3)
- Sunguroğlu diz vurup Beyi selamladıktan sonra çıktı. Köse Yusuf'u tavukları yemlerken buldu. (Kara Şövalye)
- “Küllü nefsin zâikatülmevt” âyeti kerimesini hatırladı.
“Elbette ki her nefis sahibi mutlaka ölecektir.” diye düşündü. <
> (Sunguroğlu 2)