Osmanlı'nın Yükselişi - Yavuz Bahadıroğlu Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Osmanlı'nın Yükselişi kimin eseri? Osmanlı'nın Yükselişi kitabının yazarı kimdir? Osmanlı'nın Yükselişi konusu ve anafikri nedir? Osmanlı'nın Yükselişi kitabı ne anlatıyor? Osmanlı'nın Yükselişi PDF indirme linki var mı? Osmanlı'nın Yükselişi kitabının yazarı Yavuz Bahadıroğlu kimdir? İşte Osmanlı'nın Yükselişi kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Yavuz Bahadıroğlu
Yayın Evi: Hayat Yayınları
İSBN: 9786051512334
Sayfa Sayısı: 400
Osmanlı'nın Yükselişi Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Osmanlı’nın yükselişini tahlil ederken işe önce “Osmanlı İnsanı”ndan başlamak gerekir. Osmanlı toplumu, her şeyden önce “hedefi” olan “yürek insanı” bireyler yetiştirirken hedefe “devlet-i ebed müddet”i koymuştu. Toplumun yaşayışı da örfü de ananesi de buna göre şekillenmişti.
Toplumun yetiştirdiği bireyler hedefi gerçekleştirmek için günün şartlarına göre mükemmel bir eğitim veren “Enderun”dan geçiyordu. Enderun eğitimi ise cihan devletini yönetecek insanları yetiştirmeye odaklanmıştı.
Osmanlı’nın yükselişini gerçekleştiren padişahlar ise toplumun ve eğitim sisteminin yetiştirdiği mümtaz şahsiyetlerdi. Padişahların arkasında ise onların her zaman yanında bulunan âlimler vardı.
Yavuz Bahadıroğlu, “Osmanlı’nın Yükselişi” kitabında Osmanlı’yı cihan devleti yapan dinamikleri kaleme aldı. Osmanlı toplumunu, Enderun’u, padişahları ve âlimleri okurken Osmanlı’nın yükselişinin sırlarına da vâkıf olacaksınız…
Osmanlı'nın Yükselişi Alıntıları - Sözleri
- Sevgide güneş gibi ol, Dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, Hataları örtmede gece gibi ol, Tevazuda toprak gibi ol, Öfkede ölü gibi ol, Her ne olursan ol, Ya olduğun gibi görün, Ya göründüğün gibi ol. * * * Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok, Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok. * * * Kuzgun, bağda kuzgunca bağırır, Ama bülbül, kuzgun bağırıyor diye, hiç güzelim sesini keser mi? Pisler, pisliklerini yapar, ama sular da temizlemeye çalışır. * * * Dikenden gül bitiren, kışı da bahar haline döndürür. Selviyi hür bir halde yücelten, kederi de sevinç haline sokabilir. * * * Oruç tutmak güçtür, çetindir, Ama Allah'ın, kulu kendisinden uzaklaştırmasından, bir derde uğratmasından daha iyidir. * * * Kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana, içinde inci vardır. * * * Bulutlar ağlamasa yeşillikler nasıl gülerdi? * * * Hepimiz, şu dünya ağacının kimimiz ham, kimimiz olgun meyveleriyiz. * * * İki parmağının ucunu gözüne koy. Bir şey görebiliyor musun dünyadan? Sen göremiyorsun diye bu âlem yok değildir . * * * O dağa bir kuş kondu, sonra da uçup gitti... Bak da gör, o dağda ne bir fazlalık var ne bir eksilme.
- Hiç kuşkusuz Hasan Sabah, tarihin kaydettiği en vahşi, en acımasız, aynı zamanda en plânlı-programlı terörist başlarından biridir.1034-1124 yılları arasında yaşamıştır. Bir dönem Nizamul mulk'un emrinde Selçuklu Devleti'ne hizmet etmekle birlikte sonradan isyan etmiş, ulaşılması imkânsız Alamut Dağı'nın tepesine inşa ettiği kalesini bir Terör Merkezi'ne dönüştürmüştü. Burası dünyanın bilinen ilk Terör Kampı'dır. İran'ın kum kentinde dünyaya gelmiştir. Zamanın önde gelen okullarında okuma şansı bulmuş, ailesiyle birlikte göçtüğü Rey şehrinde tanıştığı Şii önderlerinin etkisine girmiş ve Şiiliği bir hayat tarzı olarak benimsemiştir. Büyük Selçuklu Devleti'ni bölme plânları yapan Hasan Sabbah, inançları da kullanmak suretiyle kandırdığı insanları, özellikle de gençleri Alamut Kalesi'nde toplamış, eğitmiş, beyinlerini yıkamış, suikastlare hazırlamıştır. Sabbah, fedaileri üzerinde o kadar etkilidir ki, misafirleri ziyaretine geldiği zaman, onların kendisine sadakatini göstermek için, rivayete göre beyni yıkanan gençlerden birkaçını çağırır, kalenin tepesinden uçuruma atlamalarını ister, seçilen gençler ise hiç tereddütsüz bu isteği yerine getirirlerdi. Hasan Sabbah 1124 yılında öldü. Arkasında yalnız İran'a değil, tüm bölgeye korku salan askeri ve siyasi amaçlı bir güç bıraktı. Hasan Sabbah’ın “Haşhaşiler”i Moğol istilasına kadar ayakta kaldı. Terörist Üretim Merkezi olarak yıllar boyu faaliyet gösteren Alamut Kalesi 1256'da Hülagû Han tarafından yerle bir edildi.
- Nizâmülmülk’ün “Siyâsetnâme” isimli eseri, hemen hemen tüm Osmanlı padişahlarının yüzlerce yıl başucu kitabı oldu... Bugün bile siyasetle uğraşanların el kitabı olabilecek değerdedir... Çok geçerlidir... Çok gereklidir. (Eserin ilavesiz doğru bir nüshası, İstanbul'da Süleymaniye Kütüphânesi, Molla Çelebi kısmında 114 numarada mevcuttur.) 1. "Yönetici hiç bir zaman memurlarının durumundan gafil olmamalı, devamlı kontrol etmeli, zulüm ve hıyanet zuhur ederse, memuriyetten derhal almalı..." Anlaşılan, Bırakınız çalsınlar!, Bırakınız işlerini yoluna koysunlar!, Varsın bugün git yarın gel desinler anlayışı bize sonradan musallat oldu. 2. “Yönetici, büyük bir işe bir memur tayin ettiğinde peşini bırakmamalı, onun ardından mutlaka bir müfettiş göndermeli... 3. Yönetici, inkâr ve küfürle ayakta kalabilirse de zulümle ayakta kalamaz, idareci idare ettiklerine asla zulmetmemeli, adil olmalı..." 4. Hükümdar, memleketin yıkılmasına çalışan, haram iş işleyen, devlet sırrını açıklayan, diliyle hükümdara dalkavukluk ederken, kalbiyle düşmanlık eden suçluları bağışlamamalı. 5. Yönetici, dünyanın dört bir köşesine elçiler ve casuslar göndermeli. Ülkenin meşhur yollarının üzerine haber alma merkezleri kurmalı... 6. Yönetici, maaşların ve yollukların vaktinde ödenmesine dikkat etmeli... 7. Devlet işlerini ehline danışarak yürütmeli, kendi başına iş görmemeli; herkesin, zıt da olsa fikrini açıkça ortaya koymalarını sağlamalı.” (Nizamülmülk, günümüzden yaklaşık bin sene önce parlamenter sistem öneriyor)... 8. "Yönetici, yetişmiş insanları kolayca harcamamalı, ama yaptıkları hatayı tekrarlamalarına da izin vermemeli... 9. Yönetici, zevk u sefadan uzak durmalı, devlet kaynaklarını kullanırken kılı kırk yarmalı... 10. Bu dünya, hükümdarların amel defteridir. İyi olurlarsa iyilikle, kötü olurlarsa kötülükle, nefretle anılırlar... 11. Haksız yere kan dökülmesine mani olmak yöneticilerin üzerine farzdır. Vergi memurları ve işlerini denetlemek, gelirini giderini bilmek, devlet mallarını korumak, hazine ve ambarın, boşluğunu ölçmek, düşmanın zarar vermesini önlemek de vazifeleridir... 12. Peygamber Efendimizin buyurduğu gibi, ‘İşlerin hayırlısı orta yolu takip etmektir.' 13. Yönetici, yapacağı her işte Allah'ın rızasını gözetmeli, O'nun emrine boyun eğerek, yoluna ve kuluna hizmet etmelidir.
- Tarihi olaylar anlatırken dayanağı olacak olan kaynakların belirtilmesini isterdim
- Tarih, 19 Temmuz 711... Meşhur Berberi komutan Tarık bin Ziyad'ın Güney İspanya sahillerini fethe başladığı yıllar... Tarık, İspanya’yı fethetme maksadıyla Musa bin Nusayr'dan aldığı yedi bin askerle Kuzey Afrika sahilinde Sebte Boğazı’nı geçip İberik Yarımadası'na çıkarma yaptığında, asker yorgun bıkkındı. Yolculuk sanılandan uzun sürmüştü. Askerler artık evlerine dönmek istiyor, bunu da açıkça seslendiriyorlardı... Tarık, askerlerini canhıraş bir noktaya çekip vazgeçme lüksünu ortadan kaldırmak istedi. Limanda demirli bulunan gemileri bir gece sabaha karşı ateşe verdi. Askerler uyandıklarında deli gibi sağa-sola koşuşmaya başladılar.Tarık bin Ziyad ise çoktan bir tepeciğin üstüne çıkmıştı: “Bu tarafa gelin!” diye bağırıyordu askerlerine, “bu tarafa gelin!" Serdarlarını görünce, askerler ona yöneldiler. Gemileri yangından kurtaracak bir formül vereceğini sanmışlardı. Tarık gayet keyifli görünüyordu. O haliyle, yangında gemilerini kaybetmiş bir komutandan çok, zafer kazanmış bir komutana benziyordu. "Gemiler yanıyor." dediler. “Bırakın yansın." diye cevap verdi, "Onların küllerinin arasından umutlarım yeşeriyor." Anlamadılar: “Peki ama bu durumda evlerimize nasıl döneceğiz?" "Dönmeyeceğiz." dedi Tarık. Soğukkanlılıkla; "Bu topraklar bizim evimiz olacak. Buraları fethedip kendimize vatan yapacağız!" Ciddileşti. İri bir kayanın üzerine çıktı: "Sizinle konuşacağım." dedi. "Yaklaşın!" Komutanlar ve askerler liderin etrafına toplandılar. Tarık bir Ziyad kısa konuştu: “Artık gemilerimiz yok. Geri dönüş umudumuz yandı, kül oldu. Geriye iki ihtimal kalıyor: Ya yüzerek vatana dönmeyi deneyeceksiniz, ya da düşmanı yenerek buraları kendinize vatan yapacaksınız: Kararınızı verin!" Sekiz yüz sene müddetle tüm Avrupa'ya medeniyet öğreten Endülüs Emevi Devleti işte böyle bir kararlılığın ürünüdür. Yöneticilerin kararlılığında aşınmalar olduğunda ise yıkılıp gitmiştir. Padişahlar ne zaman bıksalar, usansalar, yürekleri şartlara tıkansa, bu örneği hatırlar ve geriye dönme ihtimalini kafalarından çıkarırlardı.
- Bir Fransız kumaş tüccarı İstanbul'a geliyor ve bir Osmanlı tüccarından külliyetli miktarda kumaş alımı yapıyor... Gerisini Fransız tüccardan dinleyelim. Bir Türk tüccarın dürüstlük konusundaki titizliğini şöyle dile getirir: “Türk tüccar, kumaş toplarını denklerken, bir top kumaşı ayırdığını gördüm. Bunun sebebini sorduğumda, o topun kusurlu olduğunu söyledi. Ziyanı yok' dedim, önemli değil.' Osmanlı esnafı o kumaş topunu vermemekte yine de direndi. Benim ısrar ettiğimi görünce de durumu şöyle açıkladı: 'Benim malımın kusurlu olduğunu söyledim, bunu siz biliyorsunuz. Fakat onu kendi memleketinizde satarken, alıcılarınız kumaşın kusurlu olduğunu size söylediğimi ve uyardığımı bilmeyecekler. Böylece de ben bir bakıma sizin müşterilerinize kusurlu mal satmış olacağım. Neticede Osmanlı'nın gururu, şeref ve haysiyeti incinecek, Müslümanları hilekâr zannedecekler. Onun için bu sakat topu size asla veremem."
- Biz çoktan beri çekirdek aileyiz.Tıpkı Batılı ailelerde ki gibi ailelerimiz baba ve çocuklardan oluşuyor... Batı'ya özenip geniş aile yapısını yıktık... Nineyi, dedeyi dışladık... Çocuklarımız kuşaklar arası iletişimden alabileceklerini alamadan büyüyorlar: Eksik ve noksan!
- “Ağzından hiç yalan çıkmayacak; her gününü son gününmüş gibi yaşayacaksın... İlim öğrenme konusunda asla tembellik etmeyeceksin... Selamsız hiçbir mekâna girmeyecek, her şeyinde Kur'ân ve Hadis'i kendine rehber yapacaksın... Oğlum! Hayat her şeyi ve her yanıyla senin için bir mekteptir. Daima hayra koşacaksın. Kötülerden ve kötülükten kaçınacaksın. Unutma ki, en etkili silahın duan ve bilgindir.” Bu öğütleri kalbine yerleştirmiş insanlar tarafından yönetilmek istemez misiniz?
- “Hiddet gözü kör eder, öfke aklı örter. Büyük bir sünneti yerine getirmek istiyorsanız, çocukların başını okşayın! Çalışın! Zengin bile olsanız çok çalışın! Boş gezenlerin arkadaşı şeytandır! Ölümü çok hatırlayın. Hesabınızı, hesaba çekilmeden yapın. Dünya gamından kurtulmak istiyorsanız, sık sık kabristanlara gidin. Âlimlerle haşir-neşir olun. Onlardan faydalanmaya çalışın. Arkadaşlarınızın kusurları size emanettir, onları sır gibi saklayın."
- Osmanlı insanı ne kadar varlıklı olursa olsun, gösteri, gösteriş ve israf sayılabilecek davranışlardan kaçınırdı... İhtiyaçtan fazla tüketmeyi yalnızca israf saymaz, aynı zamanda fakirin hakkına tecavüz de sayar, kul hakkı oluşturduğuna inanırdı. Hayat bu hassasiyetle çerçevelenmiş, hassasiyet padişahları da kuşatmıştı. 1453 yılı Ramazanı... Fetih tamamlanmış, yirmi bir yaşında bir genç, zamanın askeri teknolojisi yetersiz kaldığı için dünyanın alınamaz dediği Doğu Roma’yı almıştır. Gencecik padişah, feth-i mübine en az kendisi kadar yürek lerini ve desteklerini koyan hocalarına, vezirlerine, komutanlarına bir iftar vermek istiyor... Bu iş için padişahın talimatıyla Vlakerna Sarayı (Bizans imparatorluk Sarayı) kullanılacak ve Bizans Sarayı'nda bulunan altın sofra takımları kullanılacaktır... Fatih Sultan Mehmed'in niyeti, kendisini yetiştiren hocalarına gösteriş yapmak değil, onlara verdiği değeri göstermektir... Akşama doğru konuklar geliyor. Bizzat Padişah tarafından karşılanan hocalar, Bizans Sarayı'nın taht odasına alınıyorlar... Kısa bir sohbetten sonra da sofra odasına geçiliyor. Sofrayı görür görmez, Molla Gürani tuhaflaşıyor. Bakınıyor. Gözleri Ak Şemseddin'le karşılaşınca, başını hafifçe iki yana sallayıp memnuniyetsizliğini belirtiyor... Ak Hoca da hafif tebessüm ederek, Molla'yı onaylıyor... İki derya, boşlukta buluşmuş, kimseye fark ettirmeden bakışlarla anlaşmıştır: Öğrenciye (Fatih'e) bir ders daha verilecektir... Şimdilik hiçbir şey söylemeden altın sininin önüne bağdaş kuruyorlar. Bir tarafta Molla Hüsrev, Molla Zeyrek, bir tarafta Ak Şemseddin; sadrazam, vezirler, komutanlar, yüksek düzeyli memurlar, vesaire... O an dua ânıdır. Herkes münacatını mırıltılara gömüp Allah'a ulaştırıyor. Nihayet ezan... Gözler Molla Gürani’de... Çünkü sofradaki en yaşlı davetli odur ve bu itibarla yemeğe önce onun başlaması gerekmektedir; aksi takdirde kimse sofraya uzanmaz... Osmanlı âdâbı tüm hayatla birlikte sofraya da saygı, sevgi ve nezaket kuralları getirmiştir. Fakat Molla Gürani, kıpırtısız oturmakta, zikrini mırıldanıp tespih şakırdatmaktadır... Beş dakika böyle geçiyor... Padişah, sofradakilerin en gencidir ve çok acıkmıştır. Önce sabırsızlıkla kımıldıyor. İftar ezanı verildiği halde beklenmesini anlamsız buluyor. Bakınıyor. Nihayet dayanamıyor: “Iftar okundu elhamdulillah!” diyor, orta yere. Molla Gürani o zamana kadar sanki bunu bekliyor. Hışımla Padişah'a dönüp azarlar gibi konuşuyor: “Ümmete haram olan Mehmed'e ne zaman helâl oldu? Sen kime benzemek istiyorsun? Eğer Peygamber'i Zişan'a benzemek istiyorsan, bil ki, O'nun en iyi yemeği birkaç hurmadan ibaretti, hal-ı hayatında altın yemek takımı görmemişti. Ona değil de, Bizans imparatorlarına benzemeye çalışıyorsan, bil ki, Bizans'ı bu gösteri ve gösteriş merakı batırdı. Geleneksel kaplarımız neyine yetmemiş ki, altın tabaklar, taslar, kaşıklar çıkarmışsın?” Padişah ağlamaklı olmuştur. Yine de halis niyetini izaha kalkışmıyor. Sadece sofracılara dönüp beklenen talimatı veriyor: “Kaldırın!" Altın sini, üzerindeki altın taslarla, tabaklarla, kaşıklarla birlikte kalkıyor. Yerine geleneksel toprak ve porselen çanaklar, tahta kaşıklar geliyor. Molla Gürani ancak ondan sonra, besmele eşliğinde iftarını açıyor.. Hoca ile talebesinin arasındaki ilişki böyle bir ilişkidir işte. Hoca her fırsatta eğitimine devam etmiştir.
- "Toprağa bağlanın ... Suyu israf etmeyin... Mirasınızın sağlam kalmasına dikkat edin... Cömert olun, elleriniz yumuk kalmasın (eli açık olun) Âlimleri koruyun... Ağaç dikin... Ödünç aldığınızı fazlasıyla iade edin... Güçlü olmak istiyorsanız bol bol Kuran-ı Kerim okuyun Bağınızı bahçenizi viran bırakmayın... Hadis ezberleyin... Bildiklerini öğretenler unutmazlar, bildiklerinizi paylaşın... Asıl ölmenin ilimden pay alamamak olduğunu unutmayın.”
- Asırlar boyu devleti yönetenler, Şeyh Edebali’nin daha kuruluş aşamasında Osman Gazi'ye ve onun şahsında tüm yöneticilere yaptığı derin tavsiye bu konuda kendilerine rehber oluyordu... Hayatın en kutsal varlığı insandı ve devlet insanın hizmetinde olmalıydı. Şeyh Edebali, yaradılış hikmetini tek cümleye sığdırmış ve Osman Gazi'nin yüreğine üflemişti: “Oğul Osman, insanı yaşat ki, devlet yaşasın!” Kendini bilen her Osmanlı padişahı, Şeyh’in asırları kuşatan bu öğüdünden ilham alıyor, devletin insanları mutlu etmek ve huzur içinde yaşamalarını sağlamak gibi bir görevi bulunduğuna yürekten inanıyorlardı.
- “Gizli ve aşikâr her yerde Allah'tan korkun... Az yiyin, az konuşun, az uyuyun... Halkın arasına az karışın... Tüm günahlardan ve kötülüklerden uzak durun... Şehvetin her türünden sakının... İnsanlara umut bağlamayın... Makam-mevkie kapılmayın... Allah'ın ve Peygamberimizin övdüğü sıfatlarla süslenin. Açlıktan öleceğinizi bilseniz bile haram lokma yemeyin."
- Bir İngiliz gezgin ise şunları anlatıyor tüm dünyaya: "Bir gün kendi eşyamla, yol arkadaşım olan eski bir Macar zabitinin eşyasını nakletmek üzere bir köylünün yük arabasını kiraladım. Sandıklar, portmantolar, denkler, paltolar, kürkler, atkılar hep açıktaydı. Buralarda yatağın hayali bile mevcut olmadığı için, gece üstüne uzanmak üzere ben biraz kuru ot satın almak isteyince son derece nazik bir Türk bana refakat teklifinde bulundu. Köylü de öküzlerini koşumdan çıkarıp bizim bütün eşyamızla beraber sokağın ortasında bıraktı. Ben onun uzaklaştığını görünce: 'Burada birisi kalmalı' dedim... Yanımdaki Türk hayretle sordu: “Niçin?' 'Eşyalarımızı beklemek için.' Türk köylüsü hayretler içinde şu cevabı verdi: “A! Ne lüzumu var. Eşyalarınız bir hafta gece-gündüz burada kalsa bile dokunan olmaz.' Ben bu sözü kabul ettim, döndüğümde her şeyi yerli yerinde buldum. Şu noktayı da unutmamalı ki, o sırada Osmanlı askerleri mütemadiyen gelip geçmekteydi... Bu vaka bütün Londra kiliselerinin kürsülerinden Hristiyanlara ilan edilmelidir; içlerinden bazıları rüya gördüklerini zannedeceklerdir: Artık uykularından uyansınlar!
- “Fakirin (Ak Şemsiddin'in) dileği budur ki, unutma, iki türlü hayat tarzı var: Biri dünya zevklerine, diğeri ahiret lezzetlerine dayanır. İlki, ikinciye kıyasla geçicidir, hiç bir şeydir. Sen geçici zevklere aldanma. Peygamberler, veliler ve halifeler, dünya zevklerinden kaçınmış, ahiret saadeti için çilelere talip olmuşlar. Sen de onların yolunda olmalı, aynı hayat tarzını benimsemeli, meşakkati nimet bilmeli, belâlardan ve sıkıntılardan elem duymayıp zevk almalısın. Unutma: Sen sıradan bir insan değilsin. Memleketin durumu senin durumunla yakından ilgilidir. Memleket sathında meydana gelecek her şeyden sorumlusun. Bedenle ruh ne ise, memleketle padişah da odur; ikisi bütündür. Hayatını ona göre düzenlemelisin.” (Bu mektubun aslı, Topkapı Sarayı Müzesindedir/E-5862) Hocasının diğer bütün telkin ve tavsiyeleri gibi bu tavsiyelerine de uyan talebe hayatını bu istikamette düzenlemiş, maddî dünyasını ahiretin mezrası telâkki etmiş, yönü daima Allah’ına dönük yaşamıştır.
Osmanlı'nın Yükselişi İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Kitap beş bölümden oluşuyor: Birincisinde Osmanlı toplumu ele alınmış.Toplumdaki ahlak anlayışı,örnek aile modeli,düşmanların devlet hakkındaki görüşleri,takdirleri detaylı bir şekilde belirtiliyor. İkisincisinde ise eğitim sistemi yani ENDERUN..Eğitimdeki disiplinlerinden bahsedilmiş,Osmanlı'da ilimin önemi fazlaca vurgulanmış.Önemli devlet adamlarının ve şehzadelerin nasıl bir eğitime tabi tutulup,vezirliğe ve padişahlığa yükseldikleri anlatılmış. Üçüncü bölümde Osmanlı'nın maneviyat direği olan âlimler yer almış.Misal olarak Şeyh Edebali,Somuncu Baba,İmralı Ali Emir,Molla Hüsrev,Akşemseddin,Molla Gürani,Ali Kuşçu.. ve daha bir çok âlim yer alıyor.Çok detaylı olmamakla birlikte devlete olan katkılarının unutulmaması adına, hayat hikayelerini bizlerle paylaşmış Yavuz Bahadıroğlu..Okurken etkilenmemek ve onlara karşı mahçup hissetmemek elde değil. Daha sonra yönetim birimi olan padişahlara geçiliyor.Osmanlı'nın kurucu lideri Osman Gazi'den başlayarak 2.Murad,Fatih Sultan Mehmet,2.Bayezid,Yavuz Sultan Selim,Kanuni Sultan Süleyman,1.Ahmed..gibi padişahların hayattaki önemli adımlarını,etkileyici kıssalarını,ilmî derecelerini görüyoruz..Paylaşmak istediğim çok kıssa vardı fakat uzun olduğu için mümkün olmadı bu yüzden üzgünüm :( Son bölümdeyse İslam Devleti'nin temelindeki o yüce insanlara yani Peygamber Efendimiz(a.s.) ve dört büyük halife olmak üzere o zamandaki âlimlerle ve önemli şahıslarla buluşuyoruz..Yazarın bu şekilde en temeldeki insanlardan bahsetmesi gerçekten çok güzel olmuş.Osmanlı Devleti her ne kadar İslam şeriatı üzerine kurulsada bunun temelini Peygamber Alişan Efendimiz'in attığını ve İstanbul Fethini müjdelemesiyle Osmanlı'nın da onun izinden giderek İslami usullere uygun bir şekilde ortaya çıktığını ve yaşadığını bilmeliyiz. Tarihini dizilerden öğrenen bir millet olarak,gösterilen ve aksettirilen yanlışlara dikkat etmeli ve ecdadını kitaplardan,ansiklopedilerden doğru bir şekilde öğrenmeye gayret edenlerden olmalıyız.. Selametle..:) (ᎾᏝᏒİᏨ)
Osmanlı'nın Yükselişi PDF indirme linki var mı?
Yavuz Bahadıroğlu - Osmanlı'nın Yükselişi kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Osmanlı'nın Yükselişi PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Yavuz Bahadıroğlu Kimdir?
Yavuz Bahadıroğlu; yazar, tarihçi, gazeteci, radyo programcısıdır. Gerçek adı Niyazi Birinci'dir. Evli ve üç çocuk babasıdır.
1971′de İstanbul'da gazeteciliğe başladı. Muhabirlik, araştırma-inceleme, röportaj ve fıkra yazarlığı yaptı. Gazete, dergi ve şirket yöneticisi olarak çalıştı. Gazeteciliğini muhabir ve röportajcı olarak sürdürürken, çocuklara yönelik eserler üretti. Yüzlerce çocuk romanı, hikaye yayınlandı. Aynı dönemde bir gazetede Şeref Baysal ve Veysel Akpınar isimleriyle iki köşe yazısı yazdı.
Asıl çıkışını Yavuz Bahadıroğlu ismiyle yazdığı romanlarla yaptı. İlk romanı "Sunguroğlu" ve ardından yazdığı "Buhara Yanıyor" romanı ülkenin en çok satan romanlarından oldu. Genelde Osmanlı'nın çeşitli dönemlerini ele alan otuzu aşkın romanı vardır, bunlardan biri "Biz Osmanlıyız".
Yavuz Bahadıroğlu; roman, çocuk kitapları, hikaye, araştırma, oyunlar, film yapılmış senaryolar ve fikri eserler olmak üzere yüzlerce çalışmaya imza attı. Yurt içinde ve yurt dışında çeşitli konularda binlerce konferans verdi, çeşitli kurum ve kuruluşlardan ödüller aldı, iki kitabı Kültür Bakanlığı tarafından yayınlandı.
Tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybeden yazarın cenazesi Eyüp Sultan Camisi'ndeki hazireye defnedildi.
Yavuz Bahadıroğlu Kitapları - Eserleri
- Merhaba Söğüt
- Biz Osmanlıyız
- Buhara Yanıyor
- Fatih Sultan Mehmet
- Muhteşem Süleyman
- Elveda Buhara
- Yavuz Sultan Selim
- Malazgirt'te Bir Cuma Sabahı
- Kayıtdışı Tarihimiz
- Endülüs'e Veda
- Sunguroğlu 1
- Şirpençe
- Mimar Sinan
- Selahaddin Eyyubi
- Kanunî Sultan Süleyman
- Sunguroğlu 2
- Osmanlı Padişahları
- Çaka Bey
- Osman Gazi
- Mısır'a Doğru
- Sunguroğlu 3
- Osmanlı'da Derin Devlet ve II. Abdülhamit
- Şehzade Selim
- Kırım Kan Ağlıyor
- Fatih Sultan Mehmet ve İstanbul'un Fethi
- Yavuz Sultan Selim ve Kutsal Emanetler
- Bir Devrin Bittiği Yer Çanakkale
- IV. Murad 1
- Orhan Gazi
- Yakın Tarihimizin Sır Perdesi
- Tarihimizden Yaşanmış Öyküler
- Sahipsiz Saltanat
- Osmanlı'da Şehzade Katli
- Yıldırım Bayezid
- Tarihin Arka Sokakları
- Resimli Osmanlı Tarihi
- Turgut Alp
- IV. Murad 2
- Çelebi Mehmed
- Birinci Murad
- Tarihimizin Gizli Odaları
- Padişahların Akıl Hocaları
- İnancın Zaferi Çanakkale
- Sel
- Harem
- Cem Sultan 1
- Yolbaşı
- Çalınan Hazine
- Kaçırılan Prenses
- Kirazlı Mescid Sokağı
- Binatlı
- Gemide İsyan
- Mavi Yıldız
- Cengaver
- Kemalist Yalanlar
- II. Murad
- Kara Şövalye
- Zindanda Şahlanış
- Ayet Ayet İnsan
- Baskın
- Hanedan Sarayın Sırları
- Topal Kasırga
- Kaybolan Elçiler
- Barla'da Diriliş
- Ağalar Saltanatı
- Din Ve Laiklik
- Sultan-ı Cihan Abdülhamid Han
- Keşmekeş
- Tuzak
- Osmanlı Demokrasisinden Türkiye Cumhuriyetine
- Cem Sultan 2
- Köprübaşı
- Bediüzzaman Said Nursi
- Gülü Arayan Adam
- Yaşam Bir Avuç Gül Bir Tutam Diken
- Boşlukta Yürümek
- Kumpas Tarihi
- Cihan Sultanları
- Ayet Ayet Hayat
- Adil Olan Kazanır
- Yürek Seferi
- Hayatı Aşkla Yaşamak
- Sunguroğlu
- Erdem Hikayeleri : Çalışkanlık İçeri Tembellik Dışarı
- Çanakkale Kıyameti
- Dürüst Ol Ki Mutlu Olasın
- Dağlı
- Kafkas Kartalı Şeyh Şamil
- Osmanlı'nın Büyüme Sırları
- Osmanlı'da Çocuk Eğitimi
- Avukat Bekir Berk
- Muhteşem II. Abdülhamit Han
- Kudretli Sultan II. Abdülhamid Han
- Osmanlı'nın Yükselişi
- Tarih Cesaretle Yazılır
- Doktor Olacağım
- Hayata Dair Öyküler
- Muhteşem Yavuz Sultan Selim Han
- 40 Geceye 40 Masal
- Canım Peygamberim
- Vatanını Kim Sevmez Ki!
- Köy Çocuğu
- Var mı Arkadaşlık Gibisi ?
- Vatan İçin
- Hayat Yardımlaşınca Güzel
- Yakın Tarihin Kara Kutusu
- Canavar Robot
- Şehzade Murat
- Anılarımdaki Türkiye: Yavuz Bahadıroğlu
- İki Kardeş
- Çevre Bize Emanet
- Muhteşem Fatih Sultan Mehmet
- Eşim Çocuğum Ve Ben
- Can'ın Hatıra Defteri
- Zebun
- Hayata Dilekçe
- Heyecanlı Yolculuk
- Üç Kaçak Yolcu
- Bizim Can
- Yaramaz Ayı Zirzop
- Karıncalar Savaşı
- Sevgi Ne Güzel Şey / Erdem Hikayeleri
- Muhteşem Hanedan Osmanlı
- Yetim Çocuk
- Küçük Kahraman
- Sular Altında Bir Ülke
- Kim Demiş Fedakarlık Zor Diye?
- Dayanışma En Büyük Güçtür / Erdem Hikayeleri
- Dindarların Para ve İktidarla İmtihanı
- Tuhaf Çocuk
- Haram Yemenin Sonu
- Osmanlı'nın Yazılmamış Tarihi
- Beylikten Hükümdarlığa Osmanlı Padişahları
- Tarihin Mayın Tarlası
- Fedakar Annem
- Diriliş
- Sunguroğlu
- Babalar Eve Dönsün
- Sunguroğlu
- Büyük Bir Milletin Direniş Destanı Çanakkale
- Sunguroğlu
- Alaycı Alabalık
- Akvaryum Güzeli
- Kedi Olan Köpek
- Küçük Çoban
- Son Süvari Yavuz Sultan Selim Han
- Kelepçe
- Sabırsız Tavşan
- Kurnaz Tilki
- Gıdı Gıdı Masallar
- Ben Çanakkale
- Mecburen Atatürkçü
- Uyanık Geyik
- Kardeş Böcekler
- Karınca Birliği
- Bici Bici Masallar
- Bu Gidiş Nereye
- Ördek Vakvaka
- Uzay Çocuğu
- Yavru Pelikan
- Kararlı Balıklar
- Fare ile Fil
- Akıllı Kaplumbağa
- Kötü Huylu Karga
- Yavru Kuşlar
- Oruç Tuttum Sevinçten Uçtum
- Bediüzzaman Said Nursi
- Çocuğun Ramazanı
- Dertli Alp Keçisi
- Alican ile Ercan
- Çıtır Çıtır Masallar
- Saf Kuzucuk
- Uzaklar Yakındır - Merhaba Söğüt
- II. Abdulhamit
- Sosyalizm Bitti Laiklik Alır Mıydınız?
- Kara Mürsel Alp
- Çizgili Zürafalar
- Şirin Kedi
- Resimli Osmanlı Tarihi
- Masal Masal Hoppala
- Teşekkür Ederim Allah'ım
- Bizi Kimler Dinliyor
- Çamurdan Meyve Olur mu?
- Zikir Fikir Şükür
- Canavar Robot
- Tavşancık ve Gökyüzü
- Suçlu Biziz
- Fatih Sultan Mehmed
Yavuz Bahadıroğlu Alıntıları - Sözleri
- Şövalyeler,vaktiyle yaptıklarını düşündüler.Ellerine geçen Müslüman esiri ya ölünceye kadar çalıştırır yahut kollarından ve bacaklarından duvara asarlardı.Buna rağmen Müslümanların halifesi onları teselli ediyordu.Kendilerini tutamayarak ayaklarına kapandılar. (Resimli Osmanlı Tarihi)
- "Gemiler yanıyor" dediler."Bırakın yansın" diye cevap verdi, "onların küllerinin arasından umutlarım yeşeriyor." "Artık gemilerimiz yok.Geri dönüş umudumuz yandı, kül oldu.Geriye iki ihtimal kalıyor: Ya yüzerek vatana dönmeyi deneyeceksiniz ya da düşmanı yenerek buraları kendinize vatan yapacaksınız. Kararınızı verin!" (Padişahların Akıl Hocaları)
- Herkes ancak ufku kadar vardır. (Osmanlı'nın Yazılmamış Tarihi)
- 80 yıl + 8 yıl (Yavuz Sultan Selim)
- Bugün Filistin'de olup bitenlerin ışığında Padişah-ı Cihan'ın 1895'te söylediği şu sözlere kulak vermek gerekir: ''Eğer Filistin'de Müslüman Arap unsurunun faikiyetini (üstünlüğünü) muhafaza etmesini istiyorsak, Yahudilerin yerleştirilmesi fikrinden vazgeçmeliyiz. Aksi takdirde yerleştirildikleri yerde çok kısa zamanda bütün kudreti elde edeceklerinden, dindaşlarımızın ölüm kararını imzalamış oluruz.'' (Sultan-ı Cihan Abdülhamid Han)
- "Kendime bir dünya kurdum kendimce." (Buhara Yanıyor)
- Biz kula kul olmak için yaratılmış insanlar değiliz...bunun taklidi bile zor gelir bize.Kulluğun en güzeli Allah’a yapılır çünkü. (Sunguroğlu 3)
- " Ben de " diye geçirdim içimden, " Osmanlı' yı ben de arıyorum ! " (Osmanlı Demokrasisinden Türkiye Cumhuriyetine)
- Ha bir de azınlıklardan varlık vergisi adı altında alınan Türk olarak doğmama vergisi vardır ki, ne insafa, ne de vicdana sığar. (Yakın Tarihimizin Sır Perdesi)
- Hayat biraz hayalden,biraz gerçekten ve alabildiğine ümitten ibaretti. (IV. Murad 2)
- Düşmanlarımız aciz kaldığı müddetçe itaat gösterirler, ama zayıflık zuhur ettiği an öç almaya çalışırlar. (Kumpas Tarihi)
- “Dünya geçici bir zaman İçin öldü. Ağaçlar yaprak döktü, çiçekler, otlar kurudu. Sonra yeniden yeşerecek. Toprak altında kalan küçücük zerrelerden tekrar hayat bulup filizlenecekler. Etraf tekrar yeşerip, tekrar çiçeklenecek.” “Ba’su ba’del mevt sırrı. İşte tecelli. Bu hâli senelerce temaşa edip de, öldükten sonra dirilmeye inanmamak İçin deli olmak lazım.” (Sunguroğlu)
- 600 yıllık Osmanlı tarihi boyunca beşi on dördüncü, sekizi on beşinci, kırk ikisi on altıncı, beşi on yedinci ve biri de on sekizinci asırda olmak üzere toplam 61 şehzade katledilmiştir. Bunlardan 22 tanesi bilfiil isyan ettiği için öldürülmüştür. Diğerleri de ekseriya Fatih Kanunnamesi'ni takib eden 150 yıl içinde katledilmiştir. 1603 yılında padişah olan Sultan I. Ahmed kardeşlerini öldürmeye lüzum görmedi ve 1617'de vefatından sonra, oğulları bulunduğu halde, bunlar yaşça küçük olduğundan kardeşi Sultan 1. Mustafa tahta geçti. Böylece ilk defa bir padişahın yerine oğlu değil, kardeşi geçiyordu. Osmanlılarda şehzade katli meselesini doğru anlayıp değerlendirebilmek için öncelikle İslâm-Osmanlı hukuku ve siyaset geleneğini bilmeye ihtiyaç var... Çünkü hâdisenin tarihî, siyasî ve hukukî sebepleri bulunmaktadır. Nitekim hayattaki hemen her şehzade arkasına düşman devletlerin de desteğini alarak ayaklanmış, binlerce insan ölmüş, ülke harap, millet perişan olmuştu. Osmanlıların, gerek önce ve gerekse kendi devirlerinde yaşanan tecrübelerden ders alarak, bu böyle bir sonuç doğmaması için bizzat aile mensuplarını feda etmekten başka çareleri yoktu. Bu çerçevede, Fatih Sultan Mehmed, Kanunnamesinde, şehzade katlini düzenleyen bir hüküm koymuştur. “Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür” mealindeki Kur'ân-ı Kerim ayeti ve gerektiğinde umumî menfaat için hususî menfaatin haleldar edilebileceğine dair şer'i prensip, şehzade katlinin hukukî mesnedi olmuş; İslâm hukukçularının ekserisinin bu müesseseye cevaz verdikleri, Kanunname'de açıkça ifade edilmiştir. Böylece alınan tedbirlerle Osmanlılarda ne eski Türk devletlerinde olduğu gibi ülke parçalanmış ve ne de Avrupa'daki gibi "veraset savaşları" yaşanmıştır. Bu da, devleti altı yüz yılı aşkın bir zaman ayakta tutan sebeplerden biridir. Oysa Yıldırım Bâyezid, kardeşi Yakup Bey'in “tahtını tabuta” çevirmeseydi, devlet param parça olmaz mıydı? Fatih, kardeşini sağ bıraksaydı, kardeşi zaman içinde isyan çıkartmaz mıydı (çünkü hep böyle gelişti), bu isyan sebebiyle acaba İstanbul fethi aksamaz mıydı? Sultan II. Bâyezid, Cem Sultan'ın teklifini kabul edip devleti kardeşiyle bölüşseydi Yavuz ortaya çıkabilir, "Halife" olabilir miydi? Ve Yavuz, üzerlerine gelen kardeşleri Ahmed ve Korkud'u bağışlasaydı, toparlanır toparlanmaz birleşip yeniden saldırmazlar mıydı? Bu da Yavuz Padişah'ın en büyük ideali olan “İttihad-ı İslâmı --Müslümanların Birliğini- gerçekleştirmesini engellemez miydi? Bunların üzerinde kafa yormadan, şartları hiç nazara almadan, o günlerin devlet telakkisini anlamaya çalışmadan masa başında hüküm vermek insafsızlıktır... (Muhteşem Yavuz Sultan Selim Han)
- Düşüncelerinden bir çekişte kopardı kendini, gökyüzüne baktı.. (Boşlukta Yürümek)
- Millî Mücadele (bazıları buna ‘İstiklâl Savaşı' diyor, ancak istiklalini kaybetmemiş bir ülkenin ‘İstiklâl Savaşı' yapması mümkün değil) ve Lozan... Galip mi, mağlup mu oturduğumuz belirsiz Lozan masası... “Misak-ı Milli” yemininin bozulması, Batı Trakya, Ortadoğu, Filistin, Ege Adaları, Musul ve Kerkük'ün elden çıkması... Saltanatın kaldırılması, Cumhuriyet'in ilanı ve halifeliğin “ilga”sı... Ve tuhaf bir tesadüf, Türkiye parlamentosu hilafeti kaldırmadan, İngiliz parlamentosu Lozan Antlaşması’nı çeşitli bahaneler öne sürerek imzalamadı. Antlaşma hilafet kaldırıldıktan kısa bir süre sonra imzalandı. Gerçekten de tuhaf bir tesadüf! Süreç içinde İsrail kuruldu, Balkanlar'daki topraklar elden çıktı, Arap âlemi param parça edildi, petrol yataklarına el konuldu. Böylece İngiltere ve müttefikleri ilk büyük hedeflerine ulaşmış oluyorlardı. Sıra en büyük hedefi vurmaya gelmişti. Müslümanların rahatça sömürülebilmesi için, bir türlü kontrol edemedikleri hilafetin artık kökünün kazınması gerekiyordu. (Sultan-ı Cihan Abdülhamid Han)
- "Annemin öğüdü de kendisiyle beraber öldu. Artık yolumu kendim çizeceğim (Var mı Arkadaşlık Gibisi ?)
- İşte bu “tolerans mantığı”dır! Fatih Sultan Mehmet kılıcıyla değil, “tolerans mantığı”yla Orta Çağ’ın katı kalıplarını kırmış, hayatı yeni bir çağla tanıştırmıştır. (Tarihin Arka Sokakları)
- "Yok Lagan. Biliyorsun ki, biz kalbimizi de vücudumuzu da din ve millet yoluna adadık. Başka sevgiye yer yok." (Sunguroğlu 3)
- Sunguroğlu diz vurup Beyi selamladıktan sonra çıktı. Köse Yusuf'u tavukları yemlerken buldu. (Kara Şövalye)
- “Küllü nefsin zâikatülmevt” âyeti kerimesini hatırladı.
“Elbette ki her nefis sahibi mutlaka ölecektir.” diye düşündü. <
> (Sunguroğlu 2)