Rumeli'ye Elveda - Taha Akyol Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap

Rumeli'ye Elveda kimin eseri? Rumeli'ye Elveda kitabının yazarı kimdir? Rumeli'ye Elveda konusu ve anafikri nedir? Rumeli'ye Elveda kitabı ne anlatıyor? Rumeli'ye Elveda kitabının yazarı Taha Akyol kimdir? İşte Rumeli'ye Elveda kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi

Yazar: Taha Akyol

Yayın Evi: Doğan Kitap

İSBN: 9786050912869

Sayfa Sayısı: 328

Rumeli'ye Elveda Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

100. yılında Balkan Savaşları’nın acılı hikâyesi

Rumeli’ye Elveda: 100. Yılında Balkan Bozgunu, Taha Akyol’un hazırladığı, CNN Türk’te yayınlandığında büyük ses getiren aynı adlı belgeselin kitap çalışmasıdır.

Taha Akyol Rumeli’ye Elveda’da Balkan Savaşları’na giden yolda Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi yapısını, açmazlarını ve giderek güçlenen Balkan milliyetçiliklerini ele alıyor.

Balkan Savaşları’nın Türk milliyetçiliğinin dönüm noktası olduğunu, Balkan Savaşları’ndan I. Dünya Savaşı’na kadar, yani 1912-1922 yılları arasında, Türkiye’nin bu uzun ve yıpratıcı on yılda büyük acılar çektiğini, bu dönemde 3 milyon Müslüman’ın yaşamını yitirdiğini belgelerle ortaya koyuyor. Akyol, çalışmasında Osmanlı millet sisteminin çözülüşünü, Lozan Mübadelesi’nden önce söz konusu olan karşılıklı zorunlu göçleri de ele alıyor.

Yazar, ordunun Balkan Savaşları’nda uğradığı bozgunun askeri ve siyasi sebeplerini de araştırıp çıkarılacak derslerin altını çiziyor.

Rumeli’ye Elveda, Prof. Zafer Toprak, Prof. Şükrü Hanioğlu, Richard Hall gibi önemli tarihçilerin görüşleriyle de zenginleşmiş.

Son söz de kitabın yazarından: “Bu belgeseli tarih tekerrür etmesin diye hazırladım.”

Rumeli'ye Elveda Alıntıları - Sözleri

  • Düşman, hatları geçtikten sonra ölürsem kendimi şehit kabul etmiyorum. Beni mezara koymayın. Etimi itler ve kuşlar çeke çeke yesinler. Fakat müdafaa hattımız bozulmadan şehit olursam kefenim, lifim, sabunum çantamdadır. Beni bu mahalle gömeceksiniz ve gelen nesiller üzerime bir abide dikeceklerdir.
  • Selanik’in elden gideceği anlaşılmıştır. Fakat ülkeyi 33 yıl idare etmiş Abdülhamid, tahttan indirildikten sonra sürüldüğü Selanik’te Yahudi Allatini ailesinin yaptırdığı köşkte bulunmaktadır hâlâ! Selanik düşünce eski Osmanlı hükümdarının da esir düşmesi büyük skandal olurdu. O sırada iktidarda bulunan Kâmil Paşa hükümeti Abdülhamid’i alelacele İstanbul’a getirmeye karar verdi. Tarihler Abdülhamid’in buna itiraz ettiğini yazar. Balkan devletlerinin Osmanlı’ya karşı ittifak yapmalarını kendisinin engellediğini anlatarak İttihatçıların buna fırsat vermesini eleştirmiş, devleti bu duruma düşürdükleri için lanetlemiştir. Sonunda kızları ve damatlarının ısrarıyla Abdülhamid İstanbul’a gönderilmeyi kabul etmiştir. Tahttan indirildikten sonra Selanik’te, Allatini Köşkü’nde 3 sene, 6 ay, 3 gün sürgün ya da ev hapsi hayatı yaşamış olan Sultan Hamid 1 Kasım günü alelacele deniz yoluyla İstanbul’a götürüldü. Ege, Yunan Deniz Kuvvetleri’nin kontrolünde olduğundan, Abdülhamid’i götüren gemi, bir Alman gemisidir! Abdülhamid 10 Şubat 1918’de ölünceye kadar Beylerbeyi Sarayı’nda kalacaktır.
  • Modern çağda Avrupa 'da çarlik rusyasi coğrafyasında uygulanan nüfusu homojenlestirme politikalarından en büyük zararı Osmanlı Müslümanlari, tabii özellikle Türkler gördü. Çünkü imparatorlukta geniş bir coğrafyaya yayılmışlardi. Hristiyan ulus devletler kuruldukca katliamlarla yok edildiler, kitleler halinde Anadolu'ya tehcir edildiler. Kırım'dan, Kafkasya 'dan balkanlar'dan Anadolu'ya zorla göç ettirildiler.
  • Kırım hiçbir zaman tam Osmanlı kontrolünde değildi ama Osmanlı’yla olan bağlantısının kesilmesi ve ardından tamamen Rus kontrolüne girmesi sonrasında, birçok bölgede olduğu gibi Kırım’da da Müslümanlar diğer bölgelere göç etmeye başladılar. Burada tabii bir sorun var, Müslümanların bir örgütlenme sorunu var. Devletin olmadığı yerde Müslümanlar kalmak istemiyor, yani bayrak indiğinde Müslüman da bayrağın olduğu yere gitmek istiyor. Çünkü Müslümanların Rum kiliseleri gibi bir kiliseleri yok arkalarında, bir örgütleri yok. Tabii bunları da kurmaları çok zor oluyor. Yani bakın, mesela Osmanlı’nın çekilmesinden sonra cemiyetler kurmaları, teşkilatlanmaları çok uzun bir süre alıyor. Zaten bu olana kadar çok büyük bir kütle Osmanlı devletine göç ediyor. Burada temel sorun aslında Müslümanların temel örgütünün devlet olması, devlet bir yerden çekildiği zaman onların da devletin gittiği yere gitme ihtiyacı hissetmeleri.
  • 1912-1922 arasındaki on yılda Anadolu'da yaklaşık 3 milyon Müslüman, tabi büyük çoğunluğu Türk hayatını kaybetti. Nasıl felaketlerin içinden çıkıp geldik bir düşünmemiz gerekmez mi? Bunları bilmeliyiz. Niçin bilmeliyiz? Son sığınağımızın Türkiye olduğunun bilincine varmak için... Etnik ve ulusal husumetlere kapılmamak için... Tarihin tekerrüründen sakınmak için...
  • Vaktiyle öz vatanda bizimken, bugün niçin? Üsküp bizim değil? Bunu duydum için için Kalbimde bir hayali kalıp kaybolan şehir Ayrılmanın bıraktığı hicran derindedir. Yahya KEMAL
  • Nerde olsam çıkıyor karşıma bir kanlı ova Sen misin, yoksa hayalin mi vefasız Kosova Hani binlerce mefahirdi senin her adımın Hani sinende yarıp geçtiği yol Yıldırım'ın Söyle Meşhed, öpeyim secde edip toprağını Yok mudur sende Murad'ın iki üç damla kanı Murad-ı Evvel'i koynunda saklayan toprak Kimin ayakları altında inliyor bak. M.Akif ERSOY
  • Başkumandanlığın Şükrü Paşa 'ya savaş planında verdiği görev, Edirne'yi 50 gün savunmasıdır. Bu, 50 günde Bulgar ordusunun püskürtüleceği veya İstanbul'dan Edirne'ye takviye gönderileceği düşüncesine dayanmaktaydı. Halbuki, 28 Ekim'de Lüleburgaz muharebesini kaybeden Osmanlı ordusu Çatalca'ya çekilmeye başladı ve Edirne 29 Ekim'den itibaren tamamen kuşatma altında kaldı. 50 gün dayanması istenen kahraman Şükrü Paşa ve askerleri ile Edirne halkı, açlıktan bitkin düşünceye kadar tam 160 gün kahramanca direndiler.
  • Edirne savunmasında Kurmay Binbaşı olarak bulunan Kâzım Karabekir, 12 Aralık tarihli günlüğünde, bütün Edirne'nin en fazla 20 günlük ekmeğinin kaldığını, günlük peynirin 20 grama indirildiğini, buna karşılık, erzak dolu Bulgar trenlerinin Edirne'den geçtiğini yazdı. Şu satırlar Kâzım Karabekir'e aittir: " İhanet mi, cehalet mi yoksa kuvvetsizliğe mi Edirne kurban gidecek?! "
  • Düşman, hatları geçtikten sonra ölürsem kendimi şehit kabul etmiyorum. Beni mezara koymayın. Etimi itler ve kuşlar çeke çeke yesinler. Fakat müdafaa hattımız bozulmadan şehit olursam kefenim, lifim, sabunum çantamdadır. Beni bu mahalle gömeceksiniz ve gelen nesiller üzerime bir abide dikeceklerdir. Şükrü Paşa 1912
  • 1910´da Arnavutların Manastır´da bir Alfabe Kongresi oldu. Ondan daha evvel Arnavutların Şemseddin Sami önderliğinde yapılan bir İstanbul alfabesi vardı. Fakat bu çok karmaşık bir alfabeydi. ...1910'da Latin alfabesi temelli bir alfabeye geçme kararı aldılar. Bu da büyük bir gerginlik yarattı çünkü Şeyhülislam bir fetva verdi, Müslümanlar için Arap alfabesinden başka bir alfabenin caiz olmayacağını söyledi.
  • Ege´nin güneyindeki On İki Adalar, 1911 yılındaki Trablusgarp Savaşı sırasında İtalyanlar tarafından işgal edilmişti. Balkan Savaşı sırasında Yunanistan 22 Ekim ve 17 Kasım tarihleri arasında Taşöz, Semadirek, İmroz, Limni, Bozcaada, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya ile diğer küçük adaları işgal ettiler. Yunanistan, adaları işgal ederek ve üstünlük kurar Ege´ye kontrol ettiği için, Osmanlı donanması denize açılamadı, denizden yardım gönderilemedi.
  • Nüfusumuzun yaklaşık yarısının Kafkasya, Kırım ve Balkanlar’dan göçüp geldiğini biliyor muydunuz? Cumhuriyet’in kuruluşuna kadarki 150 yıl içinde Kafkasya, Kırım ve Balkanlar’dan 5 milyon Müslüman Türkiye’ye sürüldü, tehcir edildi veya mübadeleyle Anadolu’ya geldi. Buna karşılık 1 milyon 900 bin Hıristiyan da göçle, tehcir ve mübadeleyle Anadolu’dan ayrıldı. Ulus-devletler bu süreçlerin sonucu olarak kuruldu. Roma’dan Osmanlı’ya tarihteki çokuluslu imparatorluklarda etnik temizlik, tehcir, homojenleştirme gibi politikalar yoktu, klasik imparatorluklar böyle bir ihtiyaç da hissetmemişti. Ama modern çağ etnik temizlik ve tehcirlerle doludur.
  • Gerçekten, bozgun ordusu iki yılda Çanakkale ordusu haline geldi. Şükrü Hanioğlu: Hepsini Enver Paşa yaptı. Bunu İsmet İnönü bile hatıratında söylüyor. Balkan Harbi’nde rezil olan, kaçacak yer bulamayan, silahını bırakıp geri çekilen, ancak Çatalca’da durabilen Osmanlı ordusu, Birinci Dünya Harbi’nde birçok cephede, Çanakkale dahil, beklentilerin çok üzerinde savaştı ki Alman Genelkurmayı için çok hoş bir sürpriz oldu bu... Gerçekten Alman Genelkurmayı da Osmanlı ordusunun bu şekilde savaşacağını düşünmüyordu ama burada da tabii kendisini pek çok açıdan yermek mümkün, pek çok siyasetini eleştirmek mümkün, pek çok uygulamasını, askeri kararını eleştirmek mümkün ama ordu reformunun aslan payını da Enver Paşa’ya vermek lazım.
  • Balkan Harbi Türkiye’de Milli Mücadele’nin başlangıcıdır diyebiliriz. Aslında Cihan Harbi bizler açısından uzun soluklu bir savaş. En uzun Cihan Harbi bizlerin, Osmanlı’nın ve ardından gelen Türkiye’nin gerçekleştirdiği bir savaştır. 1912’de başlamış, 1922’de son bulmuştur. Bu uzun soluklu savaşta, savaşlar birbirlerini tetiklemiştir. Bunu göz ardı edemeyiz. Şunu da hemen belirtmekte yarar var; Cihan Harbi’ndeki kayıplar bağlamında en yüksek kayıp bu topraklarda verilmiştir. Anadolu 5 milyon civarında nüfus yitirmiştir. Yani nüfusu 18 milyondan 13 milyona düşmüştür. Değişik unsurlar vardır bu düşen nüfus içerisinde. Ama şunu da unutmamak gerekir, bu nüfusun 2,5 milyonu, yani 5 milyonun 2,5 milyonu da Müslüman’dır, bunu da göz ardı etmemek gerekir. O nedenle Balkan Harbi aslında her şeyden evvel bir ulus kimliğine yönelişin başlangıcıdır ve bu ulus kimliği Milli Mücadele’yle birlikte doruk noktasına varacaktır, Cumhuriyet Türkiyesi’ne açılımı sağlayacaktır. O nedenle uzun bir Milli Mücadele’den söz etmemiz gerekir. Bu Milli Mücadele’nin başlangıcı Balkan Harbi olmalıdır ya da uzun bir Cihan Harbi’nden söz etmemiz gerekir. Bu Cihan Harbi’nin başlangıcı Balkan Harbi’dir. Sonuçlanma noktası da Lozan’dır diyebiliriz... Türkiye “Yurtta sulh cihanda sulh” söylemiyle bir ölçüde tamamen irredantist politikaların ötesinde, barışçı bir politikaya doğru yönelmiştir.

Rumeli'ye Elveda İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Balkan Türklerinin tarihi süreçte yaşadıklarını; başarılar, acılar, trajediler ve Osmanlı’nın süreçte izlemiş olduğu yanlış politikalar belgesel tadında, okura sunulmaktadır. Osmanlı’nın reform sürecinde yanlış adımlarının Rumeli’nin elde çıkmasının temel nedeni olduğuna dikkat çekilirken, özellikle de batı menşeili milliyetçiliğin gelişmesinin süreçteki etkisi karşılatmalı bir analiz söylemiyle tartışılmaktadır. Milliyetçilik bilincinin artmasına doğrudan endeksli olarak ortak milli şuuru oluşturan İslam’ın bile Müslüman halkı bir arada tutma gücünün kayıp gitmesi Arnavut ve Arap öğrencilerin üniversite ortamındaki tutum ve davranışlarından örneklenirken, bunlar açıkça Osmanlı algısına yönelik inanç kaybını gözler önüne sermektedir. Kendisi de Makedonya’dan göç etmek zorunda kalan yazar Necati Cumali’nin yaşantılarına ayrı bir parantez açılan çalışmada, kısaca Osmanlı’nın zayıflanma sürecinde Rumeli’de Türk olmanın zorluğu onlara karşı uygulanan baskı, tehdit, tecrit politikalara belgeler ışığında değinilmektedir. Bir Balkanlı olarak, bütün Balkanlıların ve buralara gönül veren herkesin şiddetle okuması tavsiyesinde bulunmak istiyorum. (Sencar Karamuço)

Gerçekten Taha Akyol'dan bu kadarını beklemiyordum. Şükrü Hanioğlu, Richard Hall, Zafer Toprak hocalarla mülakatları konu aralarına serpiştirmesi çok iyi olmuş. Güzel de bir kaynakçası var. Balkan Savaşı araştırmacıları için dikkate değer bir eser. (Şenol Koçan)

Çok önemli bir çalışma bence. Çünkü biz 500 sene idare ettiğimiz Balkan topraklarını 3-4 ay içindeki muharebelerle kaybettik. Aslında kaybettiğimiz şey başlı başına bir vatandı. Bugün bize uzak gibi görünen Kavala, Priştina, Serez, Selanik, Kırcaali, Dimetoka, Kosova, Berat, Drama, Dedeağaç, İskeçe gibi yerlerin Edirne'den, Bursa'dan, Samsun'dan, Erzurum'dan hiç bir farkı yoktu. Balkan Savaşlarını iyi anlayabilmek için bire bir bir eser. Dili harika, kurgu çok iyi. Sadece kökü Balkanlara uzananların değil hepimizin okuması gereken şeyler var içinde. (Mehmet Y.)

Kitabın Yazarı Taha Akyol Kimdir?

1946 yılında Yozgat’ta doğdu. Babası Mustafa, annesi Fatma Akyol'dur. İlkokul, ortaokul ve lise öğrenimini Yozgat'ta tamamladı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Gazetecilik mesleğine 1977 yılında "Hergün" gazetesinde başladı. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Milliyetçi Hareket Partisi yönetiminde bulundu. Darbe sonrasında tutuklandı ve uzunca bir süre Mamak Cezaevi'nde yattı. Askeri mahkemede yargılandı ve beraat etti.

Yankı dergisinde, Tercüman, Meydan ve Milliyet gazetelerinde çalıştı. 80'li yılların ortalarından itibaren milliyetçi çizgiden uzaklaşarak muhafazakâr-liberalizme yöneldi. Siyasi ve iktisadi olarak kendisi tam bir klasik liberal iken, kültür ve dış politika alanında sağ-kanat yaklaşımı benimsemektedir. TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi mütevelli heyeti üyesi olan Akyol, CNN Türk program yapımcısı ve Hürriyet gazetesinde yazar olarak çalışmıştır. Demirören Holding'in Hürriyet gazetesini satın almasından kısa bir süre sonra buradaki görevinden ayrıldı. Akyol, Karar gazetesinde köşe yazılarına devam etmektedir.

Taha Akyol, evli ve iki çocuk babasıdır. Gazeteci ve yazar Mustafa Akyol'un babasıdır.

Eserleri

Türk'ün Ateşle İmtihanı 1921-1922 / 2018

1919-1920 Mondros, Sevr ve Kuva-yı Milliye / 2016

Bilinmeyen Lozan / 2014

Atatürk'ün İhtilal Hukuku / 2012

Demokrasiden Darbeye Babam Adnan Menderes / 2011

Ortak Acı 1915 Türkler ve Ermeniler / 2009

Ama Hangi Atatürk / Ocak 2008 / 3. baskı Mart 2008

Medine'den Lozan'a / Kasım 2004

Kitaplar Arasında / Haziran 2002 / 2. baskı Aralık 2005

Hariciler ve Hizbullah, İslam Toplumlarında Terörün Kökleri / Mart 2000 / 3. baskı Nisan 2000

Mezhep ve Devlet, Osmanlı'da ve İran'da / Ocak 1999 / 7. baskı Kasım 2006

Hayat Yolunda, Gençler İçin Anılar ve Öneriler / Kasım 1997 / 8. baskı Ekim 2007

Bilim ve Yanılgı / 1997 / 5. baskı Aralık 2005

1980'lerde Türkiye

Azerbaycan, Sovyetler ve Ötesi

Bilim ve Yanılgı

Haricîlik ve Şia

Hayat Yolunda

Lenin'siz Komünizm

Politikada Şiddet

Sovyet Rus Stratejisi ve Türkiye (2 cilt)

Tarihten Geleceğe

Osmanlı Mirasından Cumhuriyet Türkiyesi'ne

Ödülleri

Prof. Dr. Mehmet Kaplan Sosyal Bilimler Lisesi Yılın Gazetecisi Ödülü (2007)

Taha Akyol Kitapları - Eserleri

  • Ama Hangi Atatürk
  • Kayıp Tarihimiz
  • Bilim ve Yanılgı
  • Bilinmeyen Lozan
  • Kayıp Tarihimiz 2
  • Osmanlı ve İran'da Mezhep Ve Devlet

  • Hayat Yolunda
  • Rumeli'ye Elveda
  • Atatürk'ün İhtilal Hukuku
  • 1914-1915 Felaket Yıllarında Osmanlı ve Ermeniler
  • Babam Adnan Menderes
  • Türkiye'nin Hukuk Serüveni
  • 1919-1920 Mondros, Sevr ve Kuva-yı Milliye

  • Ortak Acı 1915
  • Medine'den Lozan'a
  • Türk'ün Ateşle İmtihanı 1921-1922
  • Onlar da Kahramandı
  • Hariciler Ve Hizbullah
  • Kitaplar Arasında
  • 101 Kitap

  • Osmanlı Mirasından Cumhuriyet Türkiye'sine
  • Modernleşme Sürecinde Türban
  • Kuvvetler Ayrılığı Olmayınca
  • Politikada Şiddet
  • Azerbaycan Sovyetler ve Ötesi
  • 1980'lerde Türkiye
  • Haricilik ve Şia

  • Tarihten Geleceğe
  • Leninsiz Komünizm
  • Eğrisiyle Doğrusuyla Avrupa
  • İslam Düşüncesinde Yeni Arayışlar II

Taha Akyol Alıntıları - Sözleri

  • Deringil'in bu eserini okumamak bir aydın için eksikliktir. (101 Kitap)
  • "Osmanlı'da vezirlik rütbesine çıkan ilk gayrimüslim paşa, 1861 yılında Abdülaziz tarafından Cebeli Lübnan Mutasarrıflığına atanan Ermeni Karabet Artin Davut Efendi'dir." (1914-1915 Felaket Yıllarında Osmanlı ve Ermeniler)
  • Yeni Türkiye kavramının doğru anlamı, ancak liberal demokrasi, evrensel anlamda hukuk devleti, açık piyasa ekonomisi olabilir. Bütün bunların temelinde, herkesin güvenebileceği bağımsız ve tarafsız yargı vardır. Buna sahip çıkmak ve bunu gerçekleştirmek önce hâkimlerle savcıların, sonra da hukuka saygı duyan herkesin şeref borcudur. (Türkiye'nin Hukuk Serüveni)
  • 2 Eylül 1920 de M. Kemal Paşa, Fransız Le Journal gazetesine şu beyanatı verecektir: "Arkamda bütün İslam dünyası, yanımda bana elini uzatan daha büyük bir müttefik (Rusya) var. (1919-1920 Mondros, Sevr ve Kuva-yı Milliye)
  • Evet, "at kişnemesinden, kargı sesinden" dağlar inlemeliydi, top gürültüsünden değil... (Osmanlı ve İran'da Mezhep Ve Devlet)
  • Bilimsel bilgi insanoğlunun çok yüksek bir zihni faaliyetinin eseri olduğu için, bu düzeye ulaşmamış zihinlerin ideolojiye müptela olması, "her şeyi izah eden" "sahte bilim"lere kapılması, yarı aydınlar için çok cazip geliyor. Zaten insanoğlunun astrolojiyi icat etmesi, astronomiyi keşfetmesinden öncedir! (Bilim ve Yanılgı)

  • Şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilal meşru bir haktır. Fakat ihtilal aslında bir millet hayatının asla arzu etmeyeceği,çetin ve tehlikeli bir ameliyattır.(İnönü-Nisan 1960) (Kuvvetler Ayrılığı Olmayınca)
  • Kuruluş ve yükseliş dönemleri diye nitelenen bu dönemlerin temel özelliği bu dinsel çeşitlilikti. Hacı Bektaş halifelerinden Abdal Musa’yı seferlerde bu dönemde görürüz. Geyikli Baba’yı Osmanlı beyleriyle ilişki içinde yine bu dönemde görürüz. Fatih Sultan Mehmed’in yanında Fazlullah-ı Hurufi’nin dervişlerini yine bu dönemde görürüz... Dinsel çeşitliliğin en çarpıcı sembolik örneklerinden birine Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethi sırasında yanında bulundurduğu iki akıl hocasına tanık oluruz: Molla Gürani ve Akşemseddin. Bir din bürokratı ve bir halk İslamı önderi. (Osmanlı ve İran'da Mezhep Ve Devlet)
  • -Özgür birey ya da hür kişilik kavramlarının İtalya'da rönesans hareketiyle dinamizm kazanarak tarihin akışını değiştirdiği doğrudur. Ancak bu gerçeğin yanında faşizmin beşiğinin de İtalya olduğunu unutmamak lazım. Demek ki tarih elbette çok önemlidir, fakat belirleyici değildir. İşte belirli sosyal, politik ve ekonomik şartlar rönesans topraklarında faşizmi doğurdu ! Reformun toprakları olan Almanya'da Nazizm çıkmadı mıydı ? -Mebusların "Mustafa Kemal'in gözü önünde" aykırı oy kullanmalarından bugüne neredeyse yüz yıl geçti, 21. yydayız. Bırakın liderin gözü önünde aykırı oy kullanmayı, liderine sadakatini sergilemek için Anayasa'ya göre gizli olması gereken oylamalarda bile "göstere göstere" oy atan milletvekillerimiz var ! -Türkiye gibi siyasi kültürü çatışmacı olan ülkelerde, gerektiğinde partiler arasında hakemlik yapacak, siyasi hayatın çıkmazlara sürüklenmesini önleyecek partisiz Cumhurbaşkanı kurumuna ihtiyaç vardır. -Bu bir tür "gönüllü kölelik"tir. Yüksek bir ideale, yüce bir davaya hizmet ettiklerini sanarak köleliği seçmişler, hatta köleliğe koşmuşlardır. (Onlar da Kahramandı)
  • İki adalet vardır,padişahın adaleti,Allah’ın adaleti...Ben Allah’ın adaletini kastettim,Mahmut Celalettin Paşa bunu padişahın adaleti sandı...Yarın Hünkarın da benim de huzuruna çıkacağımız bir hakim vardır ki ben ondan korkarım. (Onlar da Kahramandı)
  • Kırım hiçbir zaman tam Osmanlı kontrolünde değildi ama Osmanlı’yla olan bağlantısının kesilmesi ve ardından tamamen Rus kontrolüne girmesi sonrasında, birçok bölgede olduğu gibi Kırım’da da Müslümanlar diğer bölgelere göç etmeye başladılar. Burada tabii bir sorun var, Müslümanların bir örgütlenme sorunu var. Devletin olmadığı yerde Müslümanlar kalmak istemiyor, yani bayrak indiğinde Müslüman da bayrağın olduğu yere gitmek istiyor. Çünkü Müslümanların Rum kiliseleri gibi bir kiliseleri yok arkalarında, bir örgütleri yok. Tabii bunları da kurmaları çok zor oluyor. Yani bakın, mesela Osmanlı’nın çekilmesinden sonra cemiyetler kurmaları, teşkilatlanmaları çok uzun bir süre alıyor. Zaten bu olana kadar çok büyük bir kütle Osmanlı devletine göç ediyor. Burada temel sorun aslında Müslümanların temel örgütünün devlet olması, devlet bir yerden çekildiği zaman onların da devletin gittiği yere gitme ihtiyacı hissetmeleri. (Rumeli'ye Elveda)
  • Lozan’da sadece Yunan işgalinin sorunları değil, Birinci Dünya Savaşı’nın sorunları da diplomatik savaş konusu olacaktır. Hatta 1856’da Sadrazam Âli Paşa’nın teşebbüsünden itibaren kapitülasyonları kaldırmak için çeşitli teşebbüslerde bulunan Türkiye, yetmiş yıl sonra Lozan’da kapitülasyonlardan kurtulabilecekti. (Bilinmeyen Lozan)
  • Şimdi savaştan yenik çıkmış, Mondros ve Sevr'de işgaline karar verilmiş bir millet, yeniden Avrupa'ya kafa tutuyor! İngiliz istihbarat raporu şöyle diyor: Mustafa Kemal'in Avrupa'ya meydan okuduğunu gören boyunduruk altındaki halklar arasında genel bir kıpırdanma başlıyor. (Ama Hangi Atatürk)

  • Nice kudretin olsa zulümden hazar et! Çünkü Allah mazlumun intikamına şiddet katmıştır! (Azerbaycan Sovyetler ve Ötesi)
  • Söylemek istediğim şudur ki, İslam'da bilimlerin yükseliş ve çöküşünden ders alarak zihinlerimizi bilime, ilgiye ve dünyaya açmalıyız. Asya'nın yükseliş çağı olan 21. yüzyılda çocuklarımızın yükselmiş bir Türkiye'de başarılı insanlar olarak yaşamasının yolu, ahlaki ve ananevi meziyetlerle birlikte zihinlerinin bilgiye, bilime, ticaret ve sanayiye, kültür ve sanata, bütün dünyaya açık olmasıdır. (Bilim ve Yanılgı)
  • Halkın Serbest Fırka'ya gösterdiği büyük ilgi, seçimlerde yaşanan olaylar ve Menemen'de meczupların yarattığı vahşet Kemalist rejimi büsbütün sertleştirmiştir. Devlet partisi devletle iç içe geçerek 1930'larda "parti devleti"ne dönüşecektir. (Atatürk'ün İhtilal Hukuku )
  • Abdülhamid Han, Nizamiye mahkemelerini geliştirip teşkilandırarak yargı birliği yolunda önemli bir atılımı gerçek­leştirmiştir: 1879 tarihli Mehakim-i Nizamiyenin Teşkilatı Kanun-ı Muvakkati adlı yasa ile hukuk ve ceza mahkemeleri ayırımı belirgin hale getirilmiş ve bugükü hukuk ve ceza mahkemelerimizin temeli atılmıştır. Eski hukukumuzda olmayan savcılık (kamu davası) kurumu ile avukatlık kurumu ve noter­lik kurumu hukukumuza dahil edilmiştir. Ticaret mahkemeleri de artık Adliye Bakanlığı'na bağlanarak yargı birliği yönünde büyük merhale katedilmiştir. Abdülhamid dönemindeki önemli bir başarı da, yeni mah­kemeler ve yeni hukuk için gereken hukukçuları yetiştirmek ü­zere kurulan "Mekteb-i Hukuk"un kalıcı ve esaslı bir şekilde yeniden kurulmasıdır. Medrese dışında ilk hukuk mektebi 1870'de faaliyete geçmiş, 1874'te Batı'ya dönük bir hukuk programı oluşturulmuştur ve hocaların çoğu "Mösyö"dür. Abdülhamit devrinde, 1880'de kurulan ve günümüze kadar gele­rek İstanbul Hukuk Fakültesi'nin de temelini oluşturan "Mek­teb-i Hukuk"ta eğitim kadrosu büyük ölçüde Türkleşmiş­tir. Abdülhamid dönemi tamamlandığında, Nizamiye mah­kemeleri son derece genişlemiştir, Şer'iye mahkemeleri Müslü­manların, azınlık(kilise) mahkemeleri gayrimüslimlerin sadece aile ve miras hukukuna bakmaktadır. (Medine'den Lozan'a)
  • ELEFTERlOS VENlZELOS Müslümanların aile ve şahsın hukuku davalarına Şer'iye mahkemeleri bakıyor. Hristiyanların da Hristiyanlık kanunları uyarınca bu konulara bakacak kendi mahkemelerinin olmaması kabul edilemez, lSMET PAŞA Türkiye, vatan çocuklarının soy ve din ayrımı olmaksızın eşit haklardan yararlanmalarını ve aynı yükümlülükleri üstlenmelerini gerekli görmektedir. Anayasayla yönetilen bir ülkede vatandaşlar arasında ayırım olamaz. (Medine'den Lozan'a)
  • 1912-1922 arasındaki on yıl içinde yaklaşık 5 milyon Müslüman, cephelerde veya cephe gerisinde açlıktan, salgın hastalıktan ya da göç yollarında bitkinlikten hayatını kaybetti. Yunan işgalinin olduğu Ege’de ve Rus işgalinin olduğu Doğu Anadolu’da kadınların yaklaşık yüzde 30’u dul kaldı ve bu yüzden meydana gelen erkek nüfus eksiği 1965 yılına kadar sürdü. (Bilinmeyen Lozan)
  • 1933'te, geçmişteki bu on yıllık savaşın ( 1912-22 arasındaki savaşlarda ) bakiyesi olarak, 15 milyonluk Türkiye nüfusunun yaklaşık 1 milyonu topaldı, çolaktı, kördü; bir şekilde sakattı. 1917'de ordu sağlık bürosunun yaptığı bir araştırmaya göre, halkın %14'ü sıtmalı, %9'u frengiliydi. Köylülerin %72'si bitli olup, her an tifüse yakalanabilecek durumdaydı. (Türk'ün Ateşle İmtihanı 1921-1922)