Sanat, Edebiyat, Tenkit - Peyami Safa Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap

Sanat, Edebiyat, Tenkit kimin eseri? Sanat, Edebiyat, Tenkit kitabının yazarı kimdir? Sanat, Edebiyat, Tenkit konusu ve anafikri nedir? Sanat, Edebiyat, Tenkit kitabı ne anlatıyor? Sanat, Edebiyat, Tenkit kitabının yazarı Peyami Safa kimdir? İşte Sanat, Edebiyat, Tenkit kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi

Yazar: Peyami Safa

Yayın Evi: Ötüken Neşriyat

İSBN: 9789754370294

Sayfa Sayısı: 323

Sanat, Edebiyat, Tenkit Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Bu ciltte, Peyami Safa` nın sanat, edebiyat, tenkit konularında yazdıklarından yeni ibr demet sunuyoruz. Türk Romanına düşünceyi getiren mütefekkir sanatçı, bu yazılarıyla da edebiyatımızı değer kargaşalığından korumaya çalışmış ve seviye kazandırmıştır. ...

Sanat, Edebiyat, Tenkit Alıntıları - Sözleri

  • Keyifyetleri kemmiyet, manaları şekil, ruh muhtevalarını madde halinde sembolleştiren şiir ne izah, ne tasvir, hatta ne de telkin eder. Yalnız imâ eder ve ona sadece imâ sanatıdır demek de mümkündür.
  • Şiir bir sırrın imâsıdır.
  • İyi yazı, okuyanları kağıdın beyazlığından, satırların siyahlığından uzaklaştırarak şekillerden ayrı bir muhteva alemine götürür. Okuyana, elinde bir kağıt tuttuğunu, gözlerinin önünde çizgiler olduğunu, bir yazı okuduğunu unutturur.
  • Eseri ve gayesi olmayan bir edebiyatta konuşulacak ne vardır?
  • Geceyle aramızda mavi bir şey sallanır Ki ölüm kadar uzak ki ölüm kadar güzel
  • Elime kalemi aldığım günden beri Türk okuyucusu bana güven, gurur ve cesaret vermeye devam etmiştir.
  • Edebiyatın hizmeti medeniyetin hizmetinden aşağı kalmaz. O yalnız bir süs değil, medeniyetin ta kendisidir.
  • "Sanat,sanat için belki güzeldir fakat ilerleme için sanat daha güzeldir."
  • Yazanla okuyan arasında kalite beraberliği arayan roman,ikisi arasında büyük zevk ve anlayış farkına dayanamaz.
  • İyi yazı, okuyanları kağıdın beyazlığından, satırların siyahlığından uzaklaştırarak şekillerden ayrı bir muhteva alemine götürür. Okuyana, elinde bir kağıt tuttuğunu, gözlerinin önünde çizgiler olduğunu, bir yazı okuduğunu unutturur.
  • Edebiyatta ticaret, ticaretlerin en iğrenci.
  • Türk okuyucusu, nükteyi, zarafeti, kadın güzelliğini, edep hudutlarını aşmayan cazibeleri arar. Fakat ciddidir. Kahkahasında bile ciddidir. Çünkü büyük dertleri olan bir memleketin okuyucusudur ve ölçü şuuruna sahiptir.
  • Eskiden terbiyeli insanlar arasında iç çamaşırlarından birinin -bilhassa bir tanesinin- adını söylemek ayıptı.
  • Bir kitap okuduğu zaman müellifin hayallerini ve fikirlerini takip ettiğine emin olmayan okuyucu pek azdır. İşte büyük bir aldanış: Okuyucunun müellifi ait olduğunu sandığı şeylerin çoğu, hakikatte kendi fikirleri ve hayalleridir. Bir hikâye okuyorsunuz. İlk cümle şu: “Yağmurlu bir Nisan akşamıydı.” Müellifin bu akşamı tasvir etmek için kullanacağı vasıflar ne olursa olsun, sizin tahayyül edeceğiniz şey, unsurlarını kendi hayatınızın parça parça tecrübelerden alarak yine kendinizin tasarladığınız bir sahne olacaktır. Hayalinizde ya kendi hatıralarınız arasından muayyen bir tanesi yahut da ayrı ayrı intibalarınızdan mürekkep bir manzara canlanacak. Başka türlü olmasına imkân var mıdır? Çünkü başkalarının tecrübelerini ancak nefsimizi gözetleyerek anlayabiliriz. Dahası var. Müellif “Yağmurlu bir Nisan akşamıydı” dedikten sonra, biz onun ikinci cümlesine geçinceye kadar, böyle bir akşama ait diğer hatıralarımız da şuurumuzun eşiğine gelip dayanabilir ve aydınlığa çıkmak ister. Mesela yağmurlu bir Nisan akşamında başımızdan geçen bir vak’anın hatırası da şuurumuzun kapısını çalar. Hikâyenin ikinci cümlesi, belki bu hatıranın canlanmasına mani olur; fakat onun bir müddet kapıda beklemesine ve şuura çıkmak için fırsat kollamasına mani olmaz. Her insanın hatırası başkadır. “Yağmurlu bir Nisan akşamıydı” gibi çok basit bir cümlenin bile her okuyucuda uyandıracağı ıttılalar, intibalar, hatıralar ve fikir tedaileri de başka başka olur. Biz bir yazıyı okurken yalnız onu değil, kendi kendimizi de okuyoruz. Bunun için değil midir ki, tecrübeleri, fikirleri ve hayalleri bizimkine uyan veyahut da, hiç olmazsa biraz yaklaşan muharrirlerin yazılarını severiz. Bunlar o muharrirden ziyade kendimizi aydınlatarak bize göstermeye yarayan, gözümüzü kendisine aksettiren ayna gibi nefesimizin kendi kendini görmek için muhtaç olduğu kılavuz ışıklardır. Bir oda resmi görürsek hepimizin gözlerimizin önüne aynı oda gelir. Fakat bir yazıda gördüğümüz herhangi bir oda kelimesi önünde –muharrir bu odayı ne şekilde tasvir etmiş olursa olsun- hap aynı oda gözümüzün önüne gelmez. Her okuyucunun tasarladığı oda başkadır. Müşahhas kelimeler için böyle olduğu gibi, mücerret mefhumlar için de böyledir; bir “korku” kelimesinin hepimizde uyandırdığı hatıralar ve intibalar bir midir? “Ümit, ideal, şahsiyet, zaman” dediğimiz zaman da hep aynı şeyleri mi anlıyoruz? Ne münasebet! Bunun en büyük delili de şudur ki, her mütefekkir, her ruhiyatçı ve filozof, mücerret mefhumları başka başka tarif eder. Hepimizin kendimize göre bir lisanımız var. İki kişi aynı dili konuştuğu halde, biri ötekini anlayabilmek için onun söylediklerini kendi içinin diline tercüme eder. Hepimiz de kendi içimizin diline, kendi tecrübelerimize ve hatıralarımıza, yerleşmiş fikirlerimize uygun eserler okumak ihtiyacı bundandır. Böylelerinden zevk alırız. Her kitabın aynasında, aynı görüş ve şuur noktası etrafında, hep kendi nefsimizin tuvaletiyle meşgul olmayı severiz. Zihinleri bir tek akideye saplı, bir tek düşünüşe inanmış insanların hep aynı kanaatte ve aynı mevzuda yazılar okumaktan hoşlanmaları da bundandır. Böyle insanlarda tenkit hassası artık tamamıyla kötürümdür. Okudukları eser bir dua kitabı haline gelmiştir. Artık okumakla değil, adeta zikretmekle meşguldürler. Dinde olduğu gibi ilimde de kaba sofuluğu yapan budur. Bir fikir softasının elinden düşmeyen kitaplara ve dilinden düşmeyen kelimelere bakınız, bu acıklı tekerrürün nüshalarından ve nakaratlarından başka bir şeye tesadüf edemezsiniz. Artık onlar, bir kitap okurken, alıştıkları ve sevdikleri bir manzaraya bakar gibi pasif, dalgın ve hayrandırlar. Bir eseri okurken bu dalgınlık kadar kötü bir şey yoktur. Yazının daha ilk cümlesinde, muharririn bize telkin etmek istediği fikrin tam tersinin de doğru olup olmadığını düşünmemize imkân bırakmaz. Hâlbuki bir yazı, içimizde uğradığı mukavemet nisbetinde faydalı olur. Okumak, her şeyden evvel, muharrirle kıyasıya bir mücadeleyi göze almak olmalıdır. Yoksa muharrir idrakimizi ve vicdanımızı esir ederek uşak gibi kullanmaya başlar… Bir yazı bizde ancak kendi malımız olan fikirler doğurmak şartıyla faydalıdır. Yazıyla okuyucunun zekâsı arasındaki çiftleşmeden hiçbir fikir doğmazsa, o mütalâa tamamıyla akimdir. Faydadan ziyade zarar verir, çünkü beynin yükünü çoğaltır. Ayaklı kütüphane denilen adamların lehinde ve aleyhinde çok şeyler söylenmiştir. Bunların kafalarında kitap, midede öğütülen ekmek gibi değil, ambarda bekleyen buğday gibi durur. Nasıl konmuşsa öyledir. Kana ve hayata karışmamıştır. Onların bilgileriyle zekâları arasındaki münasebet, bir kitapla bir kütüphanenin raf tahtası arasındaki münasebetin aynıdır: Biri ötekinin üstüne binmekle kalır. Kitap adamı beslemezse şişirir, bilgilerin yağıyla şişmanlatır. Ayaklı kütüphane denilen adamlar, manevi bünyelerinde fikirden ziyade semen bulunan mahlûklardır: İlmin şişkolarıdır. Bunun için sağlam yapılı bir kafa, dolu bir kafadan üstündür ve düşünmek bir fikre gebe kalmaktan başka bir şey olmadığı için, kitapların en güzelleri, düşündürücü ve doğurucu eserlerdir. Yine bunun için uyanık bir zekâ, okurken her an şüphe içindedir. Bu şüphe at sineği gibidir: Savarsınız, yine gelir. Bizi rahatsız etmesine mukabil, demin bahsettiğim kötü dalgınlıktan kurtarmak gibi, sinirlendirici olsa bile uyandırıcı tesiri vardır. Aynı kitabı birkaç defa okumak, ayrı ayrı birkaç kitap okumaktan daha faydalıdır. Çünkü okumakta gaye müellifin ne düşündüğünü anlamaktan ve bir şey öğrenmekten ibaret değildir. Kitapla okuyucunun zekâsı evlenmeli ve mahsul vermelidir. Alelâde izdivaçlarda olduğu gibi, kitapla meşru münasebetimizde sevişmek veya hoşlaşmak şart değildir. Fikirlerini sevmediğimiz ve benimsemediğimiz bir kitapla zekâmızın çatışmasından da fikirler doğar. Hatta bu münasebetin menfî kutbu daha doğurucudur. Okurken duyulan isyan ve mukavemet, aşktan ve hayranlıktan daha velût olabilir. Fakat alelâde izdivaçlarda olduğu gibi, bir kitabın ilk yaprağını açarken de çoluk çocuk sahibi olmak emeliyle okumaya başlamalıyız. Yavrulamayan bir mütalâadan ne hayır beklenir?

Sanat, Edebiyat, Tenkit İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Peyami Safa'nın sanat ve edebiyatla ilgili engin bilgi birikimine şahit oldum. O sadece bir romancı değil ülkesini ve dünyasını çok iyi bilen muhteşem bir entelektüel. Özelikle Türk edebiyatını değerlendirken üstten bir bakış açısıyla değerlendirdiğini görüyoruz. Batıya özellikle Fransa'ya hayran. Sık sık Fransızca bildiğini ve Fransız yazarlarla dostluklarına ilişkin atıflar yapmış. Sanata ve edebiyata dair ülkemizin en iyi yazarlarından Peyami Safa'nın fikirlerini okumak isteyenler keyifle okuyabilir. (Sisifos)

PEYAMİ SAFA 8 Ağustos Cumartesi günü (Tercüman) gazetesinde çıkan yazıya, Peyami Safa'nın kendi eliyle bize verdiği makaleyi çıkararak, insanoğlunun bu kadar sukutu önünde derin bir hayret ve ibret hissiyle, sütünlarımızda yer veriyoruz. Belki Büyük Doğu'culardan görmeyenler olur diye onu herkese göstermek ve her vicdandan hüküm istemek borcumuzdur. Tam mecmuamızın toplatıldığı ve Peyami Safa beyce artık sahabetsiz kaldığımız kanaatinin uyandığı anda yazılan bu yazı, elbette bir gün bir seciye ufunetinin sargısız görünüşüne misal olarak kıraat kitaplarına geçecektir. Peyami Safa Büyük Doğu'ya, miktarını, kendisi tayin etmeksizin 75 Lira mukabilinde yazı yazmaya başladı, yazilarını muntazaman verdi, bir aralık satılmayan (Türk Düşüncesi) isimli mecmuasının kâğıt parasını temin için de 1000 lira avans aldı ve bunu yazı ile ödedi. Milliyet'ten ayrıldıktan sonra Tercüman gazetesinde bir türlü huzur ve mevkiini bulamadı. Oranın yazı heyetiyle arasında çetin ihtilaflar çıktı, yazı işleri müdürünün, kendisine "Terbiyesiz!" ve oğluna “Eşşoğlueşek!" diye hitabına maruz kaldı. Tarafımızdan, mutlaka bu gazeteyi bırakması veya yazı işleri müdürünü attırması ihtarı üzerine gazete sahibi Cemal Hünal'i beraberce görmemizi ve tazyik etmemizi istedi. Cemal Hünal'a bereberce gittik; edepten mahrum yazı işleri müdürünün içinden çıkarılmasını ve Peyami’nin itibar bulmasını istedik, istediğimiz kabul edildi. Bütün bu buhran içinde tek satır yazı yazamaz hale gelen Peyami Safa’ya, elimizdeki eski yazılarından (paraları Büyük Doğu tarafından zamanında ödenmiş) aktüaliteye uygun olanlarını neşredeceğimizi bildirdik ve neşrettik. Kendisi de Paris'e giderken, nezdinde mahfuz ve “Hafta” mecmuasında çıkmış yazılardan 3 tanesini eliyle tashih ve günün hâdiselerine tatbik etmiş olarak bize verdi. Biz de, artık huzura kavuşup yepyeni yazılar kaleme almasını bekleyerek bunlardan iki tanesini neşrettik. Bu arada, hiçbir muharririn muhatap olmadığı şekilde hakaret gördüğü yazı işleri müdürünün tekrar Tercüman'a alındığını ve Peyami'nin buna da katlandığını teessüfle öğrendik. Bir bankadan her sene aldığı ilân ve abone tahsislerini bu defa delâletimizle temin eden, başka müesseselerden de yine delâletimizle menfaat bekleyen Peyami Safa, kendi öz eliyle ayırıp, kendi öz kalemiyle tashih ettiği, değiştirdiği ve yenileştirdiği yazılarını, şimdi tarafımızdan bulunmuş ve neşredilmiş göstermekle, cihanda kimsenin sukut etmeyeceği bir âdiliğe düşerken, dizinin dibine sığındığı ve ebediyen beraber olduğunu ilân ettiği dostuna karşı bu hiyanetinde, iki faktörün tesiriyle hareket etmektedir: 1- İktidarın, artık Necip Fazıl'ı terkettiği kanaati... 2- Halk Partisine ve artık o tarafa doğru kayan gazetesine yaranmak ihtiyacı... Mükerrem Sarol'u, Necip Fazıl'ın delâletiyle evine yemeğe davet eden, bütün menfaatini o cepheye bağlayan, eski Halk Partili ve sabık “Ulus” muharriri Peyami Safa'nın, en mülevves mahlûklara bile öğürtü hissini verecek zebanküş hareketi karşısında son sözümüz, Allahtan başka hiçbir dost ve yardımcıya ihtiyacımız olmadığından; ve Allahın, bize bütün zoraki dostluk ve münasebetleri haram ederek bizi kendi kendimizden ibaret bırakmasıyla büsbütün kuvvet ve hakikat kazanacağımızdan ibarettir. Büyük Doğu Dergisi 14 Ağustos 1959, S.24, sh.8 yazar/necip-fazil-kisakurek / kitap/hucum-ve-polemik--40950 (zaimoğlu mehmet)

Kitabın Yazarı Peyami Safa Kimdir?

Peyami Safa (d. 1899, İstanbul - ö. 15 Haziran 1961), Türk hikâye ve romancısı. Server Bedi takma ismini de kullanan yazar romanlarının yanı sıra, düşünsel yapıtları, polemikleri, köşe yazarlığı ve gazeteciliği ile de tanınır.

Servet-i Fünun dönemi şairlerinden İsmail Safa'nın oğludur. Sivas'a sürgüne gönderilen babasının orada ölmesi üzerine 1901 yılında iki yaşında yetim kalmış, bu yüzden "Yetim-i Safa" adıyla anılmıştır. Babasız büyümenin acılarının yanı sıra, sekiz dokuz yaşlarında yakalandığı bir kemik hastalığı dolayısıyla 17 yaşına kadar, bu hastalığın fiziksel ve ruhsal bunalımlarını yaşamıştır. Doktorlar kolunun kesilmesinde karar kılmış, fakat Safa bunu kabul etmemiştir. Daha sonraları bu günlerdeki tecrübelerini "9. Hariciye Koğuşu" adlı romanında okurlarıyla paylaşır. Hastalık ve savaşın yol açtığı maddi sıkıntılar dolayısıyla öğrenimini sürdürememiş, 13 yaşında hayatını kazanmak ve annesine bakmak için Vefa İdadisi'ndeki öğrenimini yarıda bırakmıştır. Karton Matbaası'nda bir süre çalışan Peyami Safa, Posta - Telgraf Nezareti'ne girmiş, I. Dünya Savaşı'nın başlamasına kadar orada çalışmıştır (1914). Daha sonra Boğaziçi'ndeki Rehber-i İttihat Mektebi'nde öğretmenlik yapmaya başlamıştır. Dört yıl çalıştığı bu okulda, hem öğretmiş, hem de kendi çabasıyla Fransızca'sını ilerletmiştir. Buradaki izlenim ve deneyimlerini "Biz İnsanlar" adlı eserinde kullanmıştır 1918 yılında ağabeyi İlhami Safa'nın isteğine uyarak öğretmenlikten ayrılmış ve birlikte çıkardıkları "20. Asır" adlı akşam gazetesinde "Asrın Hikâyeleri" başlığı altında yazdığı öykülerle gazetecilik yaşamına başlamıştır. İmzasız olarak yazdığı bu hikâyelerin tutulması üzerine Server Bedi takma adını kullanmaya başlayan Peyami Safa, daha sonra 1921'de Son Telgraf gazetesinde yazmış, oradan da Tasvir-i Efkâr'a geçmiştir. Daha sonra Cumhuriyet gazetesine geçmiş, 1940 yılına kadar bu gazetede fıkra ve makalelerinin yanı sıra, roman da tefrika etmiştir. 1960'lı yıllara kadar başta Milliyet olmak üzere birçok gazete ve dergide yazan Peyami Safa 27 Mayıs'tan sonra Son Havadis gazetesinde yazmaya başlamıştır (1961). Aynı yıl Erzurum'da yedek subaylığını yapmakta olan oğlu Merve'nin ölümü üzerine büyük bir sarsıntı geçiren Peyami Safa, iki üç ay sonra İstanbul'da vefat etmiştir.

Edebî hayatı

İlk romanlarında sola yakın görüşler taşıyan Peyami Safa, bir hastanın psikolojisini anlattığı otobiyografik romanı Dokuzuncu Hariciye Koğuşu'nu (1931) Nazım Hikmet'e ithaf etmişti. Bu roman hariç, 1922-1939 yılları arasında yazdığı Mahşer (1924), Şimşek (1928), Fatih-Harbiye (1931) ve Biz İnsanlar (1939) adlı romanlarında Doğu-Batı sorunsalını karakterlerde somutlaştırarak işledi. Safa, bu romanlarında, ruh hallerini çözümlemede, kurguda, dilinin kıvraklığında, anlatım tekniklerindeki denemelerde başarılı bulunurken romanlarında düşünceyi öne çıkarması dolayısıyla eleştiriler aldı. II. Dünya Savaşı sırasında Nasyonal Sosyalistlere yakınlaşmasıyla dikkat çeken Safa'nın gerçekçi roman çizgisi Matmazel Noraliya'nın Koltuğu (1949) ile mistisizme yöneldi. İlk uzun hikâyesi "Gençliğimiz"i 1922 yılında neşreden Peyami Safa, para kazanmak amacıyla yazdığı kitaplarında, ilk defa ağabeyi İlhami Safa'nın takma ad olarak kullandığı, annesi Server Bedia Hanım'ın adından uyarladığı Server Bedi müstear adını kullanmış, bu takma adla yüzlerce eser vermiştir. Bunlar arasında en sevilenler Cingöz Recai macera romanları ile Cumbadan Rumbaya adlı romanı olmuştur. Peyami Safa, Türk kültür yaşamında yayımlandığı yıllarda hayli etkili olmuş Hafta, Kültür Haftası (1936, 21 sayı) ve Türk Düşüncesi (1953-1960, 63 sayı) dergilerini çıkarmıştır. Asıl ününü romancı olarak yapan Peyami Safa, bazı uzun öyküleri ile de dikkati çekmiş, yazar Batılı kaynakların bir "Zalim" olarak tanıttıkları hun hükümdarı Attila'yı aklamak amacıyla aynı adda bir de tarihsel roman yazmıştır. Tüm bu üretkenliğine rağmen yeterince tanınmamış ve tanıtılmamıştır.

Hakkında yapılan çalışmalar

Prof. Dr. Mehmet Tekin, Doç Dr. Mehmet Önal ve Dr. Nan a Lee Peyami Safa hakkında birer doktora tezi vermişlerdir. Beşir Ayvazoğlu'nun yazar (Peyami Safa) hakkında Ötüken Yayınları'ndan çıkmış, biyografik bir eseri bulunmaktadır. Zülfikar Uğur Yıkan, 2004 yılında Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü bünyesinde "Peyami Safa'nın Server Bedi İmzalı Romanları" konulu Yüksek Lisans tezini hazırlamıştır. Yazar-çevirmen Sabri Kaliç 2011 yılında Peyami Safa'nın "Dokuzuncu Hariciye Koğuşu" romanını "Exterior Diseases - Ward: 9" adıyla İngilizceye çevirmiştir.

Ayrıca internet üzerinde Peyami Safa hakkındaki bilgilere ulaşabilceğiniz " www.peyamisafa.biz " şeklinde bir internet adresi mevcuttur.

Peyami Safa Kitapları - Eserleri

  • Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
  • Fatih Harbiye
  • Yalnızız
  • Sözde Kızlar
  • Matmazel Noraliya'nın Koltuğu
  • Bir Tereddüdün Romanı

  • Cânân
  • Selma ve Gölgesi
  • Biz İnsanlar
  • Mahşer
  • Şimşek
  • Bir Akşamdı
  • Cingöz Recai - Esrarlı Köşk

  • Attila
  • Cumbadan Rumbaya
  • Cingöz Recai - Arsen Lüpen İstanbul'da
  • Cingöz Recai - Elmaslar İçinde
  • Cingöz Recai - Mişon'un Definesi
  • Eğitim - Gençlik - Üniversite
  • Cingöz Recai - Zeyrek Cinayeti

  • Cingöz Recai - Cingöz Kafeste
  • Cingöz Recai - Tiyatro Baskını
  • Cingöz Recai - Cingöz'ün Esrarı
  • Havaya Uçan At
  • Cingöz Recai - Sherlock Holmes İstanbul'da
  • Cingöz Recai - Şeytani Tuzak
  • Türk İnkılabına Bakışlar

  • Cingöz Recai - Kral Faruk'un Elmasları
  • Cingöz Recai - Kaybolan Adam
  • Cingöz Recai - Sultan Aziz'in Mücevherleri
  • Kadın, Aşk, Aile
  • Din, İnkılap, İrtica
  • Osmanlıca, Türkçe, Uydurmaca
  • Sosyalizm, Marksizm, Komünizm

  • İstanbul Hikayeleri
  • Cingöz Recai - Cingöz Recai'nin Harikulade Sergüzeştleri
  • Kartal Pençesinde
  • Amerika'da Bir Türk Çocuğu
  • Ah Minel Aşk
  • Deli Gönlüm
  • Kağıthane Faciası

  • Göztepe Soygunu
  • Cingöz Recai - Kibar Serseri
  • Sanat, Edebiyat, Tenkit
  • Cingöz Recai - Kral Faruk'un Elmasları 2
  • 20. Asır Avrupa ve Biz
  • Yazarlar, Sanatçılar, Meşhurlar
  • Sherlock Holmes'e Karşı Cingöz Recai

  • Son Şarkı
  • Cingöz Recai - Sağdan Üçüncü Söğüt
  • Cesur Çocuklar
  • Hikayeler
  • Kızıl Çocuğa Mektuplar
  • Cingöz Recai - Cingöz Recai'nin Harikalı Sergüzeştleri
  • Bir Varmış Bir Yokmuş

  • Gün Doğuyor
  • Nasyonalizm Sosyalizm Mistisizm
  • Polis Hafiyesi Kartal İhsan’ın Maceraları
  • Seçmeler
  • Tilki Leman'ın Harikulade Maceraları
  • Mistisizm
  • Cingöz Recai - Beyaz Cehennem

  • Doğu Batı Sentezi
  • Çekirge Zehra'nın Harikaları
  • Millet ve İnsan
  • Milli Mücadele'nin Üç Kahramanı 1
  • Korkuyorum
  • Küçük Alp'in Yıldızı
  • Kızlar ve Yıldızlar

  • Zıpçıktılar
  • Bir Akşamdı
  • Cingöz Recai - Madam Çiviciyan'ın Gerdanlığı
  • Kavga Yazıları
  • Milli Mücadele'nin Üç Kahramanı 2
  • Gençliğimiz
  • Deniz Kızı

  • İki Öksüz Arkadaş
  • Cingöz Merih’te
  • Zümrüdüanka Kuşu
  • Sosyalizm
  • Milli Mücadele'nin Üç Kahramanı 3
  • Ramazan Geceleri
  • Allo... Allo... Yetişiniz!

  • Edebi Akımlar ve Fikir Cereyanları
  • Karım ve Metresim
  • Mahutlar
  • Çılgın Akşamlar
  • Kavga Yazıları
  • Şeytana Uyanlar
  • İçimdeki Yangın

  • BİZ İNSANLAR
  • Paşa Kızı ile Köylü Çocuğu
  • Yürekli Çocuklar

Peyami Safa Alıntıları - Sözleri

  • Protoplazmadan insan şuuruna ve oradan da medeniyetlerin tarihine çıkınca önümüzde yığılan harikalar, Allah’a inanmayı bırakıp da tesadüf maymununa iman etmeyi maskara edecek bir zenginliğe varıyor. Hemen ilave edeyim: Allah’ın ispatı bu kadar kolay değil.Fakat,bu kadarcık bir düşünme bile, Allah’ın mevcut olmadığını ispat etmenin imkansız derecede zor olduğunu hissettirmeye kafi. Aziz okuyucular,bu dar sütundan daha fazlasını beklemezler sanırım. Şu kısa okuyucu mektubu göründüğü kadar ehemmiyetsiz değildir: “Koca Peyami, Şu Allah, Allahçı lafları senin ağzına yakışmıyor.Çünkü kafan işliyor ve mantığın sağlamdır. Yoksa sende de mi öte dünya korkuları başladı?..” İmza yerinde de şu cümle " Komünist filan değil.Sadece Allahsız:Sahir kafalı bir okuyucun” Diyen koca kafalı, dünyanın Eflatun'dan,Farabi'ye, İbn-i Sina'ya, Mevlana'ya,Newton'a,Hegel'e,Einstein'a,Bergson'a ve bugün hayatta bulunan doğulu, batılı meşhur ilim adamları ve filozoflara varıncaya kadar “Kafası işleyen” ve “Mantıkları sağlam” yüzbinlerce dahi ve mütefekkir Allah’a inanırlar. Kafası dalavereden başka bir şeye işlemeyen karaborsacılar,vurguncular,düzenbazlar ve çeşit çeşit günahkarlar arasında Allah’a inanmayanlar pek çoktur. Allah’ı körü körüne inkar etmek kolaydır ve çok kârlı görünür: İnsanı hesap vermekten,mes’uliyetten,vicdan azabından,ceza korkusundan kurtarır.Fakat Allah’ı metafizik felsefi ve ilmi delillerle inkâr etmek, ispat etmekten daha zordur.Allah fikri öyle bir güneştir ki,onsuz her izah karanlıkta kalır. Allahsız filozoflar bile hedefini şaşırmayan karanlık bir tabiat şuuruna inanmışlardır.Arada,bir kelime ve derece farkından başka bir şey kalmaz.Mahiyet aynıdır. Ben Allah’a öteki dünya düşüncesinden en uzak olduğum çocukluk çağımda inanmaya başladım.Bütün ömrüm bu inancımı kontrol etmekle geçti.Mizacım bakımından,inanmaktan ziyade şüphe etmeye meylim vardır.Boşuna inanmaktan ve boşuna şüphe etmekten çok sakınırım.Bence şüphe edilecek şeyden şüphe etmek,ahmaklıktır.Benim imanım şüpheye karşı adım adım kazanılmış bir dikkat,inceleme,tenkid ve bilgi zaferidir. Allah,kendisini kabul ettirmek için insana yeter derecede bilgi imkanı vermiştir.Fakat gizli bir varlığın (hele Allah’ın) yokluğunu isbat etmek için her şeyi bilmek lazımdır.Hiç kimse bu külli bilgiye sahip olduğunu iddia edemez.Allah’a inanmak değil,inanmamak insanın boyunu aşar.Unutma ki insanlar arasında Allah’a inanan dehalar ve büyük zekâlar pek çoktur,eşekler arasında hiç yoktur!” :) 22 Eylül 1958 Milliyet (Kavga Yazıları)
  • — Odur, o melun! Demek hâlâ yalının etrafında dolaşıyormuş! Ah, edepsiz, rezil... (Cingöz Recai - Mişon'un Definesi)
  • Hakikaten, insan sevdiklerinin kadrini yokluklarında anlıyor. (Sözde Kızlar)
  • Sherlock Holmes çok az konuşan, çok az gülen, daime düşünen ve tetkik eden bir adam olduğu malûmdu. (Cingöz Recai - Kaybolan Adam)
  • Bana evlenmekten bahsetme, hayatımda yangından, zelzeleden, fırtınadan, yıldırımdan, hastalıktan ziyade evlenmekten korkarım. (İstanbul Hikayeleri)
  • Biri size: "Niçin böyle düşünüyorsunuz?" diye sorsa verilecek hiçbir cevap bulamaz, fakat öyle düşünmekten de kendinizi alamazsınız. (Cingöz Recai - Arsen Lüpen İstanbul'da)

  • Tecrübe ile hasıl olmuş bir istikşaf, bir seziş hassam vardır. (Korkuyorum)
  • Devrimbazın inkılâptan ve medeniyetten hiçbir şey anlamadığı, 36 senedenberi bu mefhumları hiçbir derlitoplu eserle anlatmaya çalışmamasından bellidir. (Doğu Batı Sentezi)
  • Allahtan korkmayanların hükümettten, kanundan, nizamdan korkacaklarını sanmak boşunadır. Onların iblis zekası en belli ahlak suçunu bile kitaba uydurmasını bilir. (Kavga Yazıları)
  • Canın sıkıldıkça kitaplara sarıl. (Cingöz Recai - Cingöz'ün Esrarı)
  • Erkeklere galebe eden insan, kadınlara mağlûb olur. (Attila)
  • Anlaşılmayan ruhlara deli demek adettir, (Selma ve Gölgesi)
  • İki millet döğüşmezse, bu, onların seviştiğini değil, fakat birinin ötekini yeneceğinden emin olmadığını gösterir. (Nasyonalizm Sosyalizm Mistisizm)

  • "Zira, para kolay kazanılır ama hayat insana iki defa gelmez " (Cingöz Recai - Elmaslar İçinde)
  • “ Önü çirkin ve arkası güzel bir mahluk gibi yalan, başkasından bize doğru geldiği zaman iğrenç, bizden başkasına gittiği zaman sevimli bir şeydi. “ (Bir Akşamdı)
  • "İstanbul'da 'sosyete' dedikleri şeyin bir lâhana turşusu gibi karışık olduğunu bilmiyordu." (Mahşer)
  • Hakikati aramak günah değildir... (Cingöz Recai - Sultan Aziz'in Mücevherleri)
  • " Uykuyu taklit edelim.. " . (Attila)
  • İnsan yaptığını çeker, bunu bilesin.. (Yalnızız)
  • “Bir insanı tamamıyla tanımak için bazen asırlar bile yetişmez; kâfi derecede tanımak için bazen bir an bile yetişir.” (Bir Tereddüdün Romanı)