Sapık Sevgi - André Gide Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Sapık Sevgi kimin eseri? Sapık Sevgi kitabının yazarı kimdir? Sapık Sevgi konusu ve anafikri nedir? Sapık Sevgi kitabı ne anlatıyor? Sapık Sevgi kitabının yazarı André Gide kimdir? İşte Sapık Sevgi kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: André Gide
Çevirmen: Fikret Kolverdi
Yayın Evi: Varlık Yayınları
İSBN: 9789754340693
Sayfa Sayısı: 117
Sapık Sevgi Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
"Corydon", Andre Gide'in yapıtları arasında en çok tartışılmış, üzerinde en çok söz edilmiş olanıdır. Gide, burada kurulu ahlak düzeninin dışına çıkarak "sapık" denilen sevgileri bilimsel olarak ele alıyor ve insan özgürlüğü açısından tartışıyor. Ahlak yönünden en tutucu kişileri bile düşündürecek kanıtlar bulup ileri sürüyor. Bu kitabıyla Gide, akıl ve mantık yürütmedeki ustalığının yanı sıra üslup yeteneğini de kanıtlıyor.
(Arka Kapak)
Sapık Sevgi Alıntıları - Sözleri
- Burada Napoldon'un sözünü tekrarlamak tuhaf olacak: "Kadın çocuk yapsın diye erkeğe verilmiştir. Oysa bu iş için erkeğe tek bir kadın yetmez; emzirdiği sürede ona kadınlık edemez olur; hasta olduğu zaman da öyle; artık çocuk yapamadığı zaman karısı olmaktan çıkar, demek ki doğanın ne yaşla ne de bu sakıncaların herhangi biriyle sınırladığı erkeğin birkaç karısı olmalıdır."
- Thebaililerin kutsal taburunu Gorgidas’ın düzenlediği söylenir, seçkin üç yüz kişi vardı bu taburda. Eğitim ve bakım giderleri devletçe karşılanırdı... Bu birliğin aralarında cinsel ilişkiler olanlardan kurulduğunu savunanlar vardır ve bu konuda Pammenis’in şu hoş sözü tekrarlanır: "Sevenle sevileni yan yana koymak gerekir, çünkü birbirine âşık erkeklerden kurulmuş bir taburu dağıtmaya ve bozguna uğratmaya olanak yoktur; kimileri sevdiklerine bağlılıklarından, kimileri ise sevdiklerinin gözünde değerlerini yitirme korkusundan, taburun tümü bütün tehlikelere karşı koyacaktır." -Corydon, işte, dedi, bu parça onlar için şerefsizliğin ne demek olduğunu anlatıyor size. Bilge Plutarkhos şöyle devam ediyor: "Erkeklerin, yanlarında bulunan herkesten çok, orada olmasalar bile kendilerini sevenlerden korktukları eğer bir gerçekse, bu söylenenlerde şaşılacak bir şey yoktur." Ne dersiniz, çok güzel söylenmemiş mi?
- Papaz Galiani'nin bir cümlesiydi bu; Mademe d'Epinay'e yazmış, "Önemli olan," diyor, "önemli olan iyileşmek değil, dertleriyle bağdaşarak yaşamaktır."
- -Demek ki, yataktakiler karı-koca ise yapılanlar sapıklık olmaktan çıkar. -Karı-koca canları ne isterse yapabilirler; buna hakları vardır. Tekrar ediyorum, bu sizleri ilgilendirmez. -"Hakları vardır"; evet, bu sözü "normal" sözünden daha çok beğendim.
- Aşkın fizik yönü üstüne yazdığı kitapta gözettiği tek amaç, insanoğlunun sevişmesini hayvanların çiftleşmesiyle aynı aşamaya indirmektir; ben buna insanı hayvanlaştırmak derim, her şeyi insanın eğilim ve tutkularına bağlayan antropomorfizm var ya, işte onun yanına yakışan bir görüş.
- -Yeni kuramınızı söyleseniz artık. -Hemen şimdi söyleyeceğim, önce en kaba ve aykırı şekliyle. Sonra şurasını burasını düzeltiriz. Dinleyin bakalım: Aşk salt insan yapısı bir şeydir, doğada aşk diye bir şey yoktur. -Demek ki M. de Gourmont gibi siz de aşk dediğimiz şeyin bütünüyle oldukça iyi gizlenen cinsel içgüdüden başka bir şey olmadığını söylüyorsunuz. Bu hiç de doğru olmayabileceği gibi, kesinlikle yeni bir görüş de değil.
- Düşünüyorum da, hepiniz aynısınız; evde ve benzerleriniz arasında yiğitlik taslıyorsunuz; ama dışarda ve herkesin önünde cesaretiniz uçup gidiyor. Sizi bunaltan kınamaları gerçekte çok haklı buluyorsunuz; içinizden güzelce tersini savunuyorsunuz; ama bu işi yüksek sesle yapmaktan kaçınıyorsunuz.
- Sevgili dostum, yalvarırım size, konumuza milliyetçilik sokmayın. Gezip gördüğüm Afrika’da Avrupalılar bu sapıklığın yadırganmadığını görüyorlar; fırsat bolluğu ve ırklarının güzelliğinden yararlanarak orada, bu işe memleketlerinde olduğundan daha çok kaptırıyorlar kendilerini; işte bu yüzden Müslümanlar, kendi yönlerinden, bu eğilimin onlara Avrupa’dan geldiğine inanırlar.
- Androsantrizm genel olarak doğabilimcilerce izlenen, erkeği tüm canlı türlerinin baş temsilcisi olarak görme, yapılan tariflerde onu başa geçirme, kadını ancak ikinci sıraya koyma alışkanlığıdır. Lester Ward’in hareket noktası ise gerekirse doğanın erkekten vazgeçebileceğidir. - Sevsinler onu.
Sapık Sevgi İncelemesi - Şahsi Yorumlar
“Bu kitabı kendilerine okuttuğum birtakım dostlarım -her ne kadar bu denli önem vermemin bir hata olmadığı kuşku götürmezse de- doğa bilimlerine değin konularla çok uğraştığım kanısına vardılar; ama, diyorlar, bu konular okurları yoracak ve yıldıracak. Ne iyi! İşte benim de istediğim bu: Ben eğlendirmek için yazmıyorum, bu kitapta eğlence, sanat, espri, yani çok gerçek bir düşüncenin en yalın bir anlatımından başka bir şeyler arayacak olanları daha ilk satırlarda hayal kırıklığına uğratmak istiyorum. En üstün olgunluk ölçüsünün kendini doğaya bırakmak ve içgüdülerini alabildiğine kapıp koyuvermek olduğuna hiç de inanmıyorum; inancım şudur ki, kısmak ve yumuşatmaya çalışmaktan önce onları iyice anlamak önemlidir; çünkü sıkıntısını çektiğimiz uyumsuzlukların çoğu ancak yüzeyde kalır ve yalnız yorumlama yanlışlarından doğarlar.” “Düşünüyorum da, ben bunları söylüyorum diye böyle olacak değil ya! Bu zaten böyle. Ben bunun böyle olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Madem ki böyle olduğu hiç de kabul edilmek istenmiyor, bunun böyle olmasının gerçekten bu denli kötü olup olmadığını araştırıyorum, araştırmaya çalışıyorum.” Andre Gide, işte tam da bu sözlerini kitabın önsözüne yazarak başlamış anlatmaya. Bunları eklemeden geçmek istemedim çünkü bu hassas konuda yazarın asıl düşüncesinin ne olduğu bizim için çok önemli. Eşcinselliği olağan bir durum görerek mi yazmış yoksa buna karşı mı çıkmış önce onu anlamalıyız. Açıkcası başlarda ben anlamadım. Komik olabilir bu kısım çünkü ben de yazarken güldüm.. Konumuz, eşcinsellik bir tercih midir? Bence yazar hakkında bu konuyu savunuyor ya da savunmuyor diyemeyiz. Yazar sadece anlamaya çalışıyor. Konunun derinliklerine ve geçmişe inerek bizlere olabildiğince mantıklı açıklamalar yapıyor. Ayrıca kitap diyaloglar halinde ilerliyor ve yazar hem eşcinsel bireyi hem de ona tamamen zıt düşüncelere sahip homofobik bir bireyi canlandırıyor ki, bu çok çok zor olmalı.. Sürekli kendini çürütüp duruyor. Kişilerden biri eşcinselliğe tamamen karşı çıkan ARKADAŞI, diğeri ise savunan, hatta savunmak bile demek istemiyorum amacı sadece bunun olabilecek bir durum olduğunu anlatan, eşcinsel bir doktor. (CORYDON) Neden savunmak demedim onu da açıklayayım. Kendileri karşı tarafın bu kadar öfkeli ve duruma hakim olmamasını olabildiğince anlayışla karşılıyor. Ona bu düşüncelerin olağanlığı anlatmak için de kendi cümleleriyle bir savunma yapmıyor. Bilimden yararlanıyor, tarihten yararlanıyor, edebiyattan yararlanıyor ve sürekli geçmişten gelen kişilerin ağzıyla konuşuyor. Bu durumun sadece onda olmadığını, etrafta birçok kişinin içinde bulunduğunu ve fark etmediklerini dolaylı yoldan aktarmaya çalışıyor. Doğrudan demiyorum çünkü kendi düşüncelerini araya katmaktan ziyade sürekli sorular sorarak karşı tarafın kafasını kurcalamaya çalışıyor. “Papaz Galiani’nin bir cümlesiydi bu; Madame d’Epinay’e yazmış, "Önemli olan," diyor, "Önemli olan iyileşmek değil, dertleriyle bağdaşarak yaşamaktır.” (Sayfa 18) Önemli olan iyileşmek değil. Kendi cinsine duyduğu hislerden dolayı intihar etmiş bir çocuk anlatılıyor başlarda. Doktor, arkadaşına durumun farkında olmadığı eğer olsaydı onu iyileştirebileceği söylüyor. Arkadaşı ise doktoru papazın sözüyle vuruyor ve “Bu durum iyileşebilecek bir şey yani öyle mi?” diyor. Doktor (Corydon) ise iyileştirmeyi, çocuğa onun “hasta olmadığını” anlatarak yapardım diyor. Arkadaşı; -Oldu olacak, içgüdüsündeki bu bozukluğun doğal olduğunu da söyleseydiniz bari. Doktor(Corydon); -İçgüdüsündeki bozukluğun doğal olmaktan başka bir şey olmadığına onu innandırarak yapardım diyor. Daha sonra Doktor(Corydon) ikinci konuşmasında doğabilimi üzerinden cevaplar veriyor.. (Bu arada doktor bir kitap yazıyor ve bu konular doktorun yazdığı kitabın içeriği üzerinden ilerliyor.) Burada durum biraz daha ciddileşiyor ve doktor konuşmaya tekrar bir düşünürün sözüyle başlıyor. “Pascal’ın sözünü bir daha söyleyiniz bakalım: “Tüm eğilimler doğanın içindedirler...” - “Doğanın o kadar da tekdüze olmadığı kuşku götürmez. Demek ki, doğayı tekdüze kılan alışkanlıktır, çünkü alışkanlık doğayı zorlar; kimi zaman da doğa alışkanlığın üstesinden gelir ve insanoğlunu, iyi ya da kötü herhangi bir alışkanlığına bakmayarak...”” Arkadaş; -Karşı cinse dönüklüğün salt alışkanlıktan doğduğunu mu savunuyorsunuz? Doktor; -Yok canım! Demek istediğim; bizim ancak karşı cinse dönüklüğü doğal saymamız alışkanlıkla varılan bir yargıdır.” Burada ise anlamamız gereken durumun doğal mı yoksa alışkanlıktan öte mi olduğudur. Doktor genelde alışkanlığımıza ters olduğunu söyleyerek kabullendirmeye ve aslında alışkanlıklardan ötürü doğal ya da doğal olmayan gibi gözüktüğünü anlatır. Daha sonra ise şu sözleriyle durumu tamamlıyorum; Doktor; -“La Rochefoucault’nun şu derin sözünü hatırlayınız: “EĞER AŞKTAN SÖZ EDİLDİĞİNİ DUYMASA, HİÇBİR ZAMAN SEVEMEYECEK İNSANLAR VARDIR.” Düşününüz ki, yaşadığımız toplumda, törelerimizde, her şey öbür cinse karşı bir cinsel istek duymaya zorlar bizi, her şey karşı cinse dönmeyi öğretir, her şey ona yöneltir kişiyi, her şey bu duyguyu körükler, tiyatrolar, kitaplar, gazeteler, büyüklerden alınan örnekler, salonlardaki gösteriler, sokaklardakiler. Dumas Fils "La Question d’Argent’ın önsözünde ne güzel söylüyor: "Bütün bunlara karşın âşık olunmazsa, o zaman yetişmede bir bozukluk var demektir." Bak hele! Bir genç sonunda çevresindeki bu ağız birliğine kendini kaptırırsa, bu yolu seçmesinde öğütlerin etkisi olduğunu, arzularının baskılarla istenen yöne çevrildiğini nasıl kabul etmezsiniz! Ama olur da bunca öğüte, çağrıya, isteklendirmeye bakmayıp kendi cinsine dönüklük eğilimi gösterirse hemen şu kitabı, bu etkiyi suçluyorsunuz; (ve bütün bir ülke, bir toplum içinde böyle düşünüyorsunuz); “Bu sonradan edinilmiş bir eğilimdir” deyip duruyorsunuz; evet, bu ona öğretilmiştir, burası kesin; böyle bir şeyi yalnız başına bulabileceğini kabul etmiyorsunuz. Daha sonra konu içgüdülere geldiğinde arkadaşı içgüdü adı altında sığınmanın doğru olmadığını o zaman katillerin, hırsızların da bu konularda içgüdü diyerek doğal karşılaşabileneceğini söylüyor. Arkadaş bir söz ile cevap veriyor ve; “Bohn, kısa bir süre önce çıkan küçük bir kitabında büyük bir olgunlukla şöyle diyor: "Asıl tehlikeli olan şey, içgüdü sözcüğünün kullanılması değil, bu sözcüğün hangi anlama geldiğini bilmemek ve bundan bir açıklamaymış gibi yararlanmaktır.” diyor ve doktorun içgüdü şeklinde kendini açıklamasının önünü kesiyor. Şimdi buralarda tam doğabilimine giriyor ve çok güzel bilgiler aktarıyorlar. Ama hepsini yazmam mümkün değil ve haklarında sadece bu kitabı okuyarak bilgi sahibi olduğum çok konu var. Benim aktarmamdan öte kitabı okuyan kişinin daha doğru anlayabileceği konular. Ama bana can alıcı gelen noktalardan bir tanesini paylaşacağım. Arkadaşı, dişi köpeği olduğunu ve bir gece erkek köpeklerin gece boyunca dışarıda uluyarak geçirdiklerini söylüyor. Corydon(Doktor) ise ona kızgınlık dönemi haricinde erkek köpeklerin dişi köpeğinizin yanına yaklaşmayacağınızı biliyorsunuz diyor. Erkek için çiftleşmenin zamanı olmadığını fakat dişi köpeklerin kızgınlık süreleri olduğunu belirtiyor. Erkeğin kızgınlık döneminde isteğinin uyanmasının sebebi olarak dişi köpeklerin çıkardığı kokunun neden olduğunu söylüyor. “Hayvanın duyguları için bu koku öyle güçlü, öyle heyecanlandırıcı ki, (eğer böyle söylemem doğru olursa) cinselliğin ona ayırdığı rolün dışına çıkıyor ve şehvet uyandıran bir ilaç gibi yalnız erkeği değil, öbür dişileri de kızışmış durumdaki dişiye beceriksizce yaklaşmayı deneyecek kadar coşturuyor. Köylüler öbür inekleri tedirgin eden kızışmış ineği sürüden ayırırlar... Sözün kısası şunu demek istiyorum: Dişiden belirli sürelerde çıkan koku, erkekte cinsel istek uyandırır demek, bu istek yalnız o sürede uyanır demek değildir.(Kimi hayvanların kendi cinslerinden erkeklerden hoşlandıklar da görülür.) Gerçekten, kendisine kısa bir süre önce çiftleşmesinden sinen kokuyla dişiyi hatırlatmasından ötürü erkeğin başka erkekleri uyardığı, sanırım ki doğru olarak, savunulmuştur. - Samson, “Ne gariptir ki,”diyor, “Dişide pek çabuk (döllenmeden hemen sonra) uçup giden bu koku bir kere başkasına sindikten sonra kolay çıkmıyor...” “ Arkadaşı; -Evet, az önce size diyordum ki: Ancak yeni çiftleşmiş olan bir erkek, dişinin kokusunu daha üstünde taşıdığından, saldırışları haklı gösterebilir... Corydon; -“Paris bulvarlarından birinde iki köpek bildiğiniz gibi gülünç bir şekilde birleşmişlerdi; arzulan yerine gelmiş olduğundan, her ikisi de kurtulmaya uğraşıyorlardı; bu ayrılma çabaları kimilerince utanç duyulacak bir durum olarak karşılanıyor, kimileri de çok eğleniyordu; yaklaştım. Kesinlikle kokuyu alıp yanaşmış olan üç erkek köpek, çevrelerinde dönüp duruyordu. Bunlardan daha gözüpek ya da daha coşkun olan biri, artık dayanamayarak, üstlerine atlamayı denedi. Birbirlerinden ayrılamayan bu çiftler birinin üstüne çıkabilmek için bir süre olmadık cambazlıklar yaptığını gördüm... Dediğim gibi, şu ya da bu nedenle bu sahneyi seyretmekte olanların sayısı az değildi; ama bahse girerim ki, şunu farkeden yalnız ben oldum: Erkek köpeğin üstüne çıkmak istediği öbür erkekti, evet yalnız öbür erkek; dişiye aldırmıyordu bile; boyuna uğraşıp duruyordu ve kurtulamamış olmasında ötürü, öbürü de kendini iyi savunamadığından az kalsın amacına ulaşacaktı... Derken bir polis çıkageldi ve bir tekmeyle oyuncuları ve arkasından izleyicileri dağıttı.” İçgüdü üzerine hayvanlar ve bitkilerle ilgili tonla deney, bilimsel araştırma üzerine konuştuktan sonra içgüdü konusunda en son bunları söylüyorlar; 1. Çiftleşme ne kadar güçse, içgüdü o kadar kesindir. 2. İçgüdü ne kadar kesinse, erkek sayısı o kadar azdır. 3. Demek ki: Çiftleşme güçleştikçe erkek sayısı azalır (dişinin sevişmeye kurban ettiği erkeklerde); kuşku yok ki, şehveti tatmak için başka bir yol bulunursa bu tehlikeli çiftleşmeye yanaşılmaz bir ve böylece o tür sönüp gider. Yine kuşkusuz ki, arzularını yerine getirmeleri için doğa onlara başka hiçbir yol da göstermez. Üçüncü konuşmada ise insanlar üzerinden gidiyorlar. Darwin, Spinoza, Yunan ahlakından, heykelciliğinden, savaşlarından, Goethe ve hatta şu sözü paylaşayım burada; Goethe; “Arı estetik kuralına göre erkek bedeni kadın bedeniyle karşılaştırıldığı zaman daha güzel, çok daha estetik ve daha yetkindir. Böyle bir duygu bir kez uyanmaya görsün, kolayca hayvanlığa kaçar. Cinsel sapıklık, insanlık kadar eskidir, demek ki, doğal bir şey olduğu ve doğaya dayandığı söylenebilir ama yine de doğanın yararına çalışmaz. İnsan doğadan kazandığı, ondan çekip aldığı şeyi artık elinden kaçırmaz, ne fiyata olursa olsun geri vermez onu.” Montesquieu şöyle anlatıyor: "Roma’da sahneye kadınlar değil, iğdiş edilmiş kadın kılığında erkekler çıkar. Bunun ahlak üstündeki etkileri çok kötüdür: Çünkü (bildiğime göre), Romalılarda hiçbir şey bundan daha fazla fizyolojik aşk uyandıramaz." Daha ilerde şunu diyor: "Ben Roma’dayken Capranica Tiyatrosu’nda iğdiş edilmiş iki çocuk vardı; Mariotti ve Chiostra, sahneye kadın kılığında çıkarlardı, hayatımda gördüğüm en güzel yaratıklardı bunlar ve bu konuda en sağlam ahlaklı kimselerde bile Gomore zevkleri uyandırabilirlerdi. Genç bir İngiliz, bunlardan birinin kadın olduğunu sanarak, deli gibi aşık oldu ve bu tutkunluğu bir aydan çok sürdü. Eskiden Floransa’da granddük Come III, aşırı tutkusundan ötürü böyle bir düzen kurmuştu. Bir kere düşününüz, bu konuda yeni Atina demek olan Floransa’da bunun etkileri ne olur artık!" yine bu konuda Horatius’un şu sözünü tekrarlıyor: "Doğal olanı kovdunuz mu, dörtnala geri döner" Arkadaşı ise bu sözlerden sonra Corydon’a sizin için doğal olan kendi cinsimize duyacağımız duygu mudur, insanlığın normali böyle mi olmadı diye sorular soruyor. Ve konu dördüncü konuşmaya geçiyor...(Cevap?) Burada mitolojiye giriyorlar ve Yunan üzerinden ahlaktan bahsediyorlar. Daha sonra bu tarz eğilimleri olan kişilerin(erkekler için) kadın düşmanı olup, olmayacağı tartışılıyor. Kitap böyle tartışmalar halinde bitiyor... Yazar bir sonuca çıkmak istememiş ya da bizlere bir düşünce zorlamak istememiş. Sadece anlatmış ve konuşmuş. Gerisi de sizlere kalmış nasıl isterseniz, size ne doğru gelirse öyle anlayın demiş.. Ayrıca çoğu yerde diyaloglar çok fazla karışıyor. Bilimselliğinden asla rahatsız olmadım, terimleri araştırdım, okudum fakat ama şu diyalog olayı daha düzgün olabilirdi diye düşünüyorum. Eminim o zaman okumak çok daha kolay olacaktı. Erkekler üzerinden gitmiş fakat ben kadınların da geçmesini dilemedim değil. Ayrıca söylemeden geçemeyeceğim Corydon’u Sapık Sevgi diye çevirmek ise efsane olmuş gerçekten. Zaten bir ara kitapta müslümanların da asla böyle bir düşünceyi olumlu karşılamayacağını ve bunun ülkesine batıdan geldiği savunur yazmıştı yazar. Hah şu meşhur söz aklıma geldi yahu. “Gevurrr ahlaksızlıklarıı, batı adetlerii!!” Bilmezler ki kendi tarihimizde de eşcinsel bireylerin olduğunu... Eşcinsellik bir hastalık değildir bunda artık bir anlaşalım, lütfen. (Neslihan T.)
Kitabın konusu 1900’lü yıllarda Fransa’da Corydon adında bir adamın eşcinsellikle suçlandığı bir dava sonrası onu yıllarca görmeyen arkadaşının ziyaretiyle yaptıkları dört görüşmenin karşılıklı diyaloglarından ibaret. Kitaba kesinlikle roman dememek gerek. Tam tanımı roman kılıfında bir tez çalışması olabilir. Kısa bir hikayemsi giriş yapıldıktan sonra diyaloglar üzerinden üreme, eş seçimi, cinsellik, eşcinsellik, ahlak konuları edebiyat, tarih, sanat ekseninde anlatılıp çeşitli kuramlara dayandırılıyor. Dili aşırı ağır ve insanı yoran bir çalışmaydı. Roman değil de bilimsel bir tez çalışması denseydi büyük ihtimal okumazdım. Bir kere de başladık bitsin bari diye okudum ama beni hiç mi hiç sarmadı hatta baya sıktı. Biraz ağır olacak belki ama artık bu kitabı görmek dahi istemiyorum :) (Acemi Okur)
Modernizm hareketleri Rönesans’la başlamış ve Ortaçağ’ın din merkezli düşüncesine ve bu düşüncenin etkilerine isyan etme, karşı koyma şeklinde kendini göstermiştir. Modernizm, var olan kültürün artık bir kenara atılması gerektiğini ve yeni bir kültüre ihtiyaç olduğu düşüncesini benimser. (Muhammed Siyah)
Kitabın Yazarı André Gide Kimdir?
André Paul Guillaume Gide (22 Kasım 1869 Paris - 19 Şubat 1951 Paris) Fransız yazar. 1947 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi.
Gide, 22 Kasım 1869 tarihinde Paris, Fransa`da dünyaya geldi. Babası Protestan ve köylü kökenli, annesi Katolikti. 8 yaşında Paris'te Alsace Okulu'na gönderildi. Sık sık hastalandığı için öğrenimi kesintiye uğradı. Gide henüz 11 yaşındayken (1880) Paris Üniversitesi`nde hukuk profesörü olan babasını kaybetti. Ailedeki kadınların etkisi ve annesinin katı otoritesi altında büyüdü.
1889'da okuldan mezun oldu. Yaşamını yazarak geçirmeye karar verdi.Yazı hayatına 1891’de 21 yaşındayken yayımladığı André Walter'in Günlükleri(Les Cahiers d'André Walter) ve Narsis Üstüne İnceleme ile başladı. Ama ikisi de başarısız bulundu.
1893'te Kuzey Afrika gezisine çıktı. Arap dünyasının tümüyle farklı değerleriyle tanıştı. Fransa'ya döndüğünde oradaki katı Victorya dönemi yaşantısının olumsuzluklarından rahatsız oldu. 1894'te tekrar Kuzey Afrika'ya gitti. Burada Oscar Wilde ve Lord Alfred Douglas'la tanıştı. Onların yüreklendirmesiyle baskı altında tuttuğu eşcinselliğini kabul etti. Annesi hastalanınca Fransa'ya döndü.
1895'te kuzeniyle evlendi. 1896`da Normandiya`da bir komüne belediye başkanı oldu.
1908`de bazı seçkin yazarlarla birlikte Nouvelle Revue Française adında bir edebiyat dergisi kurdu. 1916`da 16 yaşındaki Marc Allégret ile sevgili oldu. Marc Allegret ile eşcinsel ilişkisi ailesinde huzursuzluk yarattı. Eşi Gide'nin kendisine yazdığı mektupları yok etti.
I. Dünya Savaşı yıllarında Kızılhaç ile gönüllü insani kuruluşlarda çalıştı. 1923'te ilk feministlerden ünlü Elizabeth van Byyselberghe ile olan yasak ilişkisinden tek çocuğu kızı Catherine doğdu. 1924 yılında Corydon adlı homoseksüelliği savunan bir kitap yayımladı, fakat eser ilk etapta kınandı.
1925'te Fransız Ekvator Afrikası'na gitti. Burada gördüklerinden de etkilendi. Dönüşünde sömürgeciliği eleştiren yazılar yazdı. 1925 yılında yayımladığı Kalpazanlar Gide`nin en önemli eserlerinden biri olarak görülür. 1926`da otobiyografik eser olan "Si le grain ne meurt"u yayımladı.
Komünizme ilgi duydu. 1936'da büyük umutlarla gittiği Sovyetler Birliği'nden hayal kırıklığı ile döndü. 1938'de eşini kaybetti.
II. Dünya Savaşı'nın başlamasından sonra 1942'de tekrar Kuzey Afrika'ya gitti. Savaşın sonuna kadar burada yaşadı. 1947'de Oxford Üniversitesi'nden "Edebiyat Doktoru" unvanı aldı. Aynı yıl Kasım ayında da Nobel Edebiyat Ödülü'nün sahibi oldu. 19 Şubat 1951'de yaşamını yitirdi.
Yaşamı boyunca toplumsal ve bireysel ahlakın en önemli ölçütünün, bireyin içtenliği ve kendisini tanıması olduğunu savundu. Edebi, siyasal ve toplumsal sorunlara karşı hoşgörülü bir tutum benimsedi. Genel ahlak anlayışının karşısında bireysel özgürlüklerin savunucusu oldu. Ama aynı zamanda 19'uncu Yüzyıl Fransız edebiyatının en önemli hümanist ve ahlakçı yazarı olarak tanındı. Düşüncelerindeki bütünlük ve soyluluk, üslubundaki arılık ve uyumla Fransız edebiyatının saygın isimleri arasında yer aldı.
Katolik kilisesi André Gide'in eserlerini 1952 yılında Yasak kitaplar listesi'ne koymuştur.
André Gide Kitapları - Eserleri
- Kalpazanlar
- Isabelle
- Dar Kapı
- Theseus
- Kadınlar Okulu
- Chopin Üzerine Notlar
- Tohum Ölmezse
- Ayrı Yol
- Vatikan'ın Zindanları
- Dünya Nimetleri ve Yeni Nimetler
- Pastoral Senfoni
- Günlük
- Sapık Sevgi
- Batak
- Henri Michaux'yu Tanımak
- Seçme Yazılar
- Dostoyevski
- Pastoral Senfoni - Dar Kapı
- Denemeler
- SSCB'den Dönüş
- Dünya Nimetleri
- Cinayet Mahkemesi Anıları
- Two Legends: Oedipus and Theseus
- Yeni Nimetler
- Autumn Leaves
- Prometheus ve Theseus
- Bataklık
- Dostoyevski
André Gide Alıntıları - Sözleri
- "Arkadaş, insanların sana sundukları gibi benimseme yaşamı. Yaşamın daha güzel olabileceğine inandır kendini." (Dünya Nimetleri ve Yeni Nimetler)
- "İyi duygularladır ki kötü edebiyat yapılır", "Şeytanın yardımı olmayan sanat eseri yoktur." (Seçme Yazılar)
- . Kendin olmaya cesaret et. Bunun da altını çizmeliyim. Asla yapmacıklık yaparak, insanları sizin gibi yapmak için, taklit ederek ya da çelişme zevki için hiçbir şey yapmayın. ... (Seçme Yazılar)
- Hepimiz Tanrı' ya tek başımıza ulaşmak zorundayız. (Dar Kapı)
- "Mutsuz değilim. Bu hayatta bana öyle çok şey bahşedilmedi ama bu az şeyle de mutlu olmayı bildim." (Bataklık)
- Hasmımı kucaklarım, ama boğmak için. (Denemeler)
- Ömrüm beklemekle geçiyor. Hiç bir şeye başlamağa cesaret edemiyorum. (Günlük)
- "..kuruntu sonucu abartılan keder, gerçekteki olguyu aşar. Ah! Eğer, kapılarımızı düşgücümüzün yarattığı canavarlarla kuruntulara açmasaydık, yalnızca yaşamımızdaki kötülükleri görmekle yetinseydik, mutsuzluklarımıza katlanmamız çok daha kolay olurdu." (Pastoral Senfoni)
- Çocukluğumuzdan beri kim bilir kaç kez engellemişizdir kendimizi yapmak istediğimiz bir şey için, sırf çevremizdekilerin durmadan ‘yapamaz onu’ demelerini işite işite... (Pastoral Senfoni - Dar Kapı)
- "Kurtulduğumu sanırken gittikçe daha çok tutsak olduğumu, gururuma tutsak olduğumu anlamıyordum.Tanrı'nın beni kafese koyduğunu söylerken bunu demek istiyordum işte.Gururumu erdem gibi gösterdi bana.Tanrı benimle alay etti.Eğleniyor.Kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor benimle." (Kalpazanlar)
- Sanat eseri, daima tektir. (Denemeler)
- Ama insan sadece kendisi için alçak sesle çaldığında, o tanımlanamaz heyecan bitmek bilemez; sanki, sadece sezinlenen, sevgiye düşman ve insanca yakınlığın giremediği bir dünya karşısında duyulan o neredeyse elle tutulur korkunun da sonu gelmez. (Chopin Üzerine Notlar)
- Ah, Tanrım! Ölmek için ölümü beklememeyi bahşet bana. (Yeni Nimetler)
- İş mesut olmakta değil --- mesut olduğumu bilsinler istiyorum. (Günlük)
- Aslında, görebileceğiniz en iyi, en dürüst, başkasının ayağına basmayan ve tıpkı bir şair gibi, para kazanmak için yaratılmamış, tersine harcamaya ve vermeye her an hazır bir çocuktu. (Tohum Ölmezse)
- Ağlamak isterdim. Yazık ki kalbimi bir çölden daha çorak hissediyordum. (Pastoral Senfoni)
- "Düşünceler çiçeklere benzer, bozulmadan en çok dayananlar sabah derilenlerdir." (Isabelle)
- Ruh bedende ihtiyar olarak doğar, beden ruhu gençleştirmek için ihtiyarlar. Eflatun, Sokrates'in gençliğidir. (Denemeler)
- Umudun bir için araladığı o fazlasıyla ağır kapak yeniden kapanıyordu; kuşkusuz bu hep böyle olacaktı: Yasaklıydım. En eşsiz kurtuluşun karşısında durmadan bir gelenekler ve eylemsizlik duvarının yükseldiğini görecektim...Buna boyun eğmek lazım, diyordum kendi kendime ve elbette en iyisi buna gülüp geçmek; kaderin sillesini yiyip hacıyatmaz gibi yeniden dikildiğimiz için kendimize bir gurur payı çıkartmaktaydık; mizacımız buna müsaitti ve tatsız bir havada başlayan yemek şakalaşmalarla son buldu. (Tohum Ölmezse)
- -Demek ki, yataktakiler karı-koca ise yapılanlar sapıklık olmaktan çıkar. -Karı-koca canları ne isterse yapabilirler; buna hakları vardır. Tekrar ediyorum, bu sizleri ilgilendirmez. -"Hakları vardır"; evet, bu sözü "normal" sözünden daha çok beğendim. (Sapık Sevgi)