Saray Gezisi - Necib Mahfuz Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Saray Gezisi kimin eseri? Saray Gezisi kitabının yazarı kimdir? Saray Gezisi konusu ve anafikri nedir? Saray Gezisi kitabı ne anlatıyor? Saray Gezisi PDF indirme linki var mı? Saray Gezisi kitabının yazarı Necib Mahfuz kimdir? İşte Saray Gezisi kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Necib Mahfuz
Çevirmen: Işıl Alatlı
Orijinal Adı: Beyne'l-Kasreyn (بين القصرين)
Yayın Evi: Hitkitap Yayıncılık
İSBN: 9789944198172
Sayfa Sayısı: 527
Saray Gezisi Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Necip Mahfuz Arap edebiyatının rakipsiz temsilcisidir. Evrensel ölçülerde kusursuz romanlarıyla hikâyeleri klasik Arap geleneğinin, Avrupa edebiyatının ve kişisel yeteneğinin göz kamaştırıcı sentezini yansıtır. İsveç Akademisi Nobel Komitesi
Necip Mahfuz dünya romanının en büyük, en yetenekli yaratıcılarından biridir.
-Nadine Gordimer- 1991 Nobel Edebiyat ödülü sahibi, Güney Afrikalı yazar
Binbir Gece Masalları'ndan çıkmış bir masalcı... Ulusunun ruhu, Arap romanının babası...
-Eduiard Said- Filistinli düşünür
Necip Mahfuz'un Nobel Ödülü'nü almasında önemli rolü olan 'başyapıtı Kahire Üçlemesi -Saray Gezisi, Şevk Sarayı, Şeker Sokağı- ilk kez Türkçede.
Mahfuz'u dünya romancılığının doruklarına taşıyan; bir ailenin üç kuşağının anlatıldığı üçlemenin ilk kitabı Saray Gezisinde, 1910'ların İngiliz işgali altındaki Kahire'sinde yaşayan bu aileyi tanırız. Karısına ve çocuklarına karşı son derece katı, despot biriyken, evin dışında, şakacılığıyla, kibarlığıyla tanınan ve erotik zevkler peşinde gittiği gece âlemlerinin aranan siması Ahmet Bey. Namuslu bir kadının, yanında kocası ya da yetişkin oğulları olmadan sokağa çıkmasının hoş karşılanmadığı bir toplumda, ev hapishanesinin gönüllü mahkûmu Emine Hanım. Ve çocukları.
Saray Gezisi Alıntıları - Sözleri
- Yuvaya baktıkça, içinde iki ayrı arzu çarpışırdı hep.Biri, içgüdüsel olarak dağıtıp, yuvadakı yavru kuşları alıvermekti.Diğeri ise, annesinden edindiği bir alışkan, güvercini ve ailesinin yaşamını araştırıcı gözlerle ve sevgiyle izlemekti.
- "İnanç ölümden, ölüm alçaklıktan güçlüdür!"
- "Oysa her şeyin bir sonu vardır, sonsuz gibi görünen beklemenin bile!"
- "Bir insan iradesi yeterince güçlüyse, kendisine birden çok gelecek hazırlayabilir; ama geçmişi tektir ve iradesi ne kadar güçlü olursa olsun, ondan kaçamaz" demişti kendi kendisine defalarca
- "Bazen, çözülmesi zor, gerçek bir sorundan kaçmak için hayali sorunlar yaratabilir insan"
- "Güzellik bir serap gibi, sadece uzaktan görünür zaten!"
- "Her gecikme iyi şeylere gebedir."
- "Sevgi, sağlık gibidir.Olduğu zaman hafife alınır , olmadığı zaman özlenir."
- "Duyğularını bastırmaktan başka çaresi yoktu zaten; çünkü ailede, baba tehdidiyle oluşmuş ahlaki bir zorunluluk, köklü bir gelenekti bu: Bir yanda nefret ve küskünlük, öte yanda 'mış gibi' sevinç ve gizlilik içinde yaşanan kesintisiz bir eziyet ve uğraşmakla geçmekteydi yaşam."
- "Sabır ve azim, nahoş seylerle baş etmenin tek yoludur."
- Kıskanç kişinin şerrinden, sabahın rabbine sığınırım.
- "İnanç ölümden, ölüm alçaklıktan güçlüdür."
Saray Gezisi İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Yazarın en bilinen, kimilerine göreyse en temel eseri. Saray Gezisi, Kahire Üçlemesi serisinin de ilk kitabı. Seri, ilk dünya savaşının sonrasıyla Nasır Darbesi (1952) arasındaki dönemde bir ailenin var olma çabası üzerinden aslında o dönem insanlarının dramını, sorunlarını anlatır bizlere. Karakterler üzerinden de yobazlık ve erdem arasında aslında çok ince bir çizgi olduğunu, bu çizginin de üslup ile sağlandığını söyleyebiliriz. Mesela şu devirde şunu giyme bunu giyme demek yobazlık bana sorarsanız ama hoşunuza gitmeyen, yakışmayan ya da rahatsız olduğunuz kıyafeti bile giymemesi gerektiğini düşünüyorsanız düzgünce anlatmak, güzelce anlatmak bile bana göre erdem. Zaten kültürümüzü de biraz konuşma seviyemiz ve hareketlerimiz belirliyor bana göre. Ayrıca bir insana herhangi bir konuda herhangi bir lafı 40 defa kibarca söylemek de bana göre salaklık. Yani kabalaşmaya tabi gerek yok ama rahatsız olduğunuz bir konuyu defalarca söyleyip bir karşılık alamıyorsanız ya da dikkate alınmıyorsanız rahatsız ettiğiniz yerde de durmamalısınız bence. Başkasını bilmem ama ben durmam. Konu ne olursa olsun. Yapmak için uğraştığım çok inşaat var, ben yaparken temelinden sürekli çalınan. O yüzden uğraşmıyoruz artık. Ve Ahmet Bey sen ne kazma adamsın yahu. Sen biraz sus. Ve Emine kardeşim sen de aynı derece kazmasın yani sende biraz konuş. Sen konuşmuyorsun adam kendi kendine kuruyor, seni incitiyor. Konuş biraz ya. Biraz sinirim bozuldu ama durum bu yani. İfade et kendini. Kendini ifade etmek zor geliyorsa, açıklama yapmak ağır geliyorsa durma oralarda be kardeşim. Durma yahu yazık valla ben çok sinirlendim bir yerden sonra artık. Yobaz insanla, dinlemesini bilmeyen, anlamayan insanla olmaz. İlla sevgili olarak demiyorum ki. Böyle insanlardan anne baba da olmaz, eş de olmaz, sevgili de olmaz, kardeş de olmaz. Olmaz yani. (Sadık Kocak)
1988 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Necib Mahfuz, aynı zamanda bu ödüle layık görülen ilk Arap ve Müslüman yazardır. Batılılar kendisine "Ortadoğunun Balzac'ı" lakabını takmışlardır. Balzac, dönemin Fransa'sını oluşturan her katmandan insanı romanlarında nasıl anlattıysa Necib Mahfuz da benzerini ülkesi Mısır için yapmış olsa gerek ki bu lakap verilmiş olsun. Çünkü, henüz bir kitabını okumuş olsam da Necib Mahfuz'dan bu izlenimi aldım. Nobel'i almasında başat aktör olan Kahire Üçlemesi'nin bu ilk kitabında, Birinci Dünya Savaşı atmosferindeki Mısır'da bir ailenin hayatına konuk oluyoruz. Ailenin reisi hatırı sayılır bir esnaf olan Abdülcevat oğlu Ahmet'tir. Ahmet'in boşandığı ilk eşinden bir oğlu, ikinci eşinden iki kızı ve iki oğlu olmak üzere toplam beş çocuğu vardır. Yaşça büyükten küçüğe isimleri: Yasin, Hatice, Fehmi, Ayşe ve Kemal'dir. İkinci ve halen eşi olan kadının ismi ise Emine'dir. Yazarın başarılı geçişleriyle her karakterin hayatını gözlemliyor olsak da bunlardan başlıca üzerinde durulan isim Ahmet beydir. Ahmet bey, evinde ayrı dışarıda ayrı kişilik özellikleri sergilemektedir. Evinde oldukça katı ve sert otoriter baba figürü olarak karşımıza çıkar. Öyle ki, dönemin Mısır'ı için bile bu tutumu fazladır. Kızları ve eşinin dışarı adım atmalarını geçiyoruz, pencereyi açıp bakmaları bile şiddetle cezalandırılmaları yeter suç unsurları olarak Ahmet bey nezdinde karşılık bulmaktadır. Bu duruma en iyi örneği, Ahmet beyin iş için şehir dışına çıktığı bir gün, çocuklarının teşvikiyle evlerinin yakınındaki El Hüseyin Camiine gitmesi teşkil eder. Küçük oğlu Kemal'in rehberliğindeki bu deneyim Emine'yi tam manasıyla sarsar: bir yandan her şeyden çok sevdiği Peygamberin torunu Hüseyin'in türbesinin bulunduğu camiyi ziyarete arzu duyar, diğer yandan ise evliliğinde ilk defa kocasına itaatsizlik etmekten dolayı korku... Ahmet beyden başta Emine olmak üzere ailenin her ferdi son derece korkar. Bu korkuyu bilhassa Kemal'in gözünden şahit oluruz. Kemal, okuldan eve giderken güzergahını daha kısa yol olan babasının dükkanının önünden değil de cinli olduğuna inanılan sokaktan geçmek şeklinde belirler. Babasından duyduğu korku, cinlerden duyduğu korkuya galip gelir. Çünkü cinleri gerek annesinden gerekse okuldan öğrendiği dualarla uzaklaştırabilir lakin babasının öfkesine ise hiçbir dua kâr etmez. İlerleyen bölümlerde görüyoruz hukuk öğrencisi, idealist, milliyetçi Fehmi'nin vatan sevgisi babasına duyduğu korkuya galip gelir ve babasına ilk defa karşı çıkar. Buna karşın Ahmet bey, dışarıda oldukça hoş sohbet, sevecen, nazik bir şekle bürünür. Karısının üzerinde mutlak otorite kurmak için argüman olarak kullandığı dinin, neredeyse her gece gitti alemlerde kendisi nazarında göz ardı edildiğine tanık oluruz. Bu âlemlerden ilk dönüşünde Emine, kendisine serzenişte bulunmuş, Ahmet bey ise şiddetle karşılık vermiş ve dine göre kadınların erkeğe itaatkar olması gerektiğini ilk ve son kez belirtip onu uyarmıştır. Bugünden sonra Emine, itaati tam anlamıyla içselleştirmiştir. Öyle ki, annesinin evine bile Ahmet bey götürmezse gitmeyecek, evinin önündeki sokağa bile çıkmayacak hatta kocasının âlemden dönüşünü günün en mutlu anı olarak görecektir. Tüm bunlardan dolayı romanda Emine hanımı en iyi sembolize eden şey cumbadır: her sabah, evin erkeklerinin işlerine, okullarına gidişlerini ve buralardan dönüşlerini, buradan izler; gün içinde ev işlerinden arta kalan zamanlarında seyirlik olarak burada bulunur. Cumbanın müsaade ettiği dar görüş alanıyla Emine'nin itaatkarlığı arasında ters oranı söz konusudur. Ahmet bey kişiliğinin ikiye bölünmesinin yarattığı zorlukları yavaş yavaş yaşamaya başlar: kızlarının düğünlerinde bile soğuk yüz takınır. Yanına aleme gittiği şarkıcının düğün esnasında kendisiyle sohbete gelişi, oğlu Yasin'i yaptığı çapkınlıklar ve daha fazlası olayları nedeniyle paylamaları, kendisi de maddi destek vermesine karşın Fehmi'nin kurtuluş gösterilerine katılımından dolayı ona kızmaları, eşi Emine'nin sadece camiye kendisinden izinsiz çıkmasından dolayı verdiği ceza ve buna benzer olaylarda göstediği reaksiyonlar, onun içinde bulunduğu tutarsız durumu gözler önüne serer. Bu açıdan romanın güçlü psikolojik bir boyutu da söz konusudur. Bu boyuta, Emine'nin mutlak itaatkar tutumunu, bunun hayatına yansımalarını da ekleyebiliriz. Hatta neredeyse ailenin her karakterinin az veya çok tutumlarını, olaylarını ve sorgulamalarını buna ekleyebiliriz. Yasin, romanda insanın yüzünü en çok güldüren karakterdir. Kelimenin tek anlamıyla abaza bir insandır. Kadınlar onun için sadece cinsel bir metadır. Sokakta dolaşırken hepsi çarşaflı olmasına karşın onlar hakkında türlü türlü fantaziler kurar. Babası gibi alemlere gider. Evin hizmetçilerine yeltenir. Bundan dolayı babası, onu çok güzel bir kızla evlendirir lakin Yasin, kısa süre sonra evliliğin sıkıcı ve sıradanlığından kurtulmak için eski huylarına yeniden başlar. Tüm bunlara karşın Yasin insana garip şekilde sempatik gelir. Tavırlarında kendi iradesinden bağımsız bir güç etkiliymiş ve Yasin bu güce karşı aciz kalıp sanki bir mağdurmuş gibi his kaplar insanı. Bunda annesinin sürekli evlenmeleri ve çocukluğunda annesini nahoş bir vaziyette yakalamasının üzerinde yarattığı travmanın da etkisi söz konusu olsa gerek. Tabi çapkın babasının genleri de… Fehmi'nin idealistliğinin tam zıddıdır aynı zamanda Yasin, vatanseverliği de bundan pay alır. Önce kendisi önemlidir onun için. Tüm bunların sonucunda Yasin'de, hedonizmin, bencilliğin, geçmişten kaçışın yarattığı kayıtsızlığın izlerini görürüz. Fehmi'de, zihni faaliyeti yüksek düzeyde olmasının ve milli meselelere duyduğu hassasiyetin yavaş yavaş ailenin diğer fertlerinden psikolojik manada kopuşu ve bundan dolayı oluşan yabancılaşmaya tanık oluruz. Evin kızları Hatice ile Ayşe, bizim dizilerden alışık olduğumuz evin kavga edip duran kız kardeşleri gibidir. Ayşe, sarışın, ince ve mavi gözüyle oldukça güzeldir; Hatice ise burnundan dolayı sık sık alay konusu olan bir çirkinliğe sahiptir. Evlenmelerinden sonra romanda, bu ikiliye fazla rastlamayız. Evin ortaokula giden çocuğu Kemal ise bizim bu dünyaya bakan saf, masum ve muzip penceremizdir. Öyle ki, herkes İngilizlere lanet okurken, onunla kendimizi İngiliz askerlerle oyun oynarken buluruz. Roman oldukça sürükleyici, birkaç sayfa sonra hemen okuru içine çekiyor. Yazarın karakter yaratımı harika, bundan dolayı romanda gerçekçilik ve samimiyet üst düzeydedir. Ayrıca bize benzer bir kültür ve coğrafya olması, romanı bizim için cazip kılan diğer bir faktördür. İyi okumalar. (Kaan)
Ortadoğu'nun Balzac'ı olarak tanınan ve 1988 Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanan ilk Müslüman yazar olan Necip Mahfuz'un 1956 - 1957 yıllarında yazdığı Kahire Üçlemesi adlı eserinin ilk kitabıdır Saray Gezisi. 20. yüzyılın ilk yarısına tanıklık eden üçlemenin ilk kitabında, 1910 yılında İngiliz işgali altındaki Kahire'de yaşayan ve tüccar bir aile olan Ahmet Abdülcevat ailesinin anlatıldığı eserde, evde ailesine karşı son derece katı ve disiplinli iken, evin dışında ise şakacılığı, kibarlığıyla tanınan ve eğlence alemlerinin aranan ismi olan Ahmet Abdülcevat Bey'i, evde hapis hayatı yaşayan ve eşi ya da oğulları olmadan bir kadının dışarıya çıkmasının hoş karşılanmadığı bir toplumda kendini kocasına, çocuklarına ve ibadetine adayan Emine Ahmet Abdülcevat'ı ve sırayla çocukları Yasin, Fehmi, Hatice, Ayşe ve Kemal'i tanıyoruz. Tabii arka planda dönemin Mısır ve Kahire'sine ışık tutan olaylara da tanıklık ediyoruz. Kitaplardan Alıntılar : Mutluluğun sarhoşluğuna ve büyüsüne teslim olacak olsa, korkunun çekici kalbini döverek, onu ikaz ve tehdit ediyordu. (Saray Gezisi) O kendini terk edilmiş bir yalnızlık içinde buluyordu; yalnızlık durgun sularda sivrisinek üremesi gibi üzüntü veren verimli bir toprağa benziyordu. (Saray Gezisi) Güzellik bir serap gibi sadece uzaktan görünür zaten. (Saray Gezisi) (Nihal Yurtseven)
Saray Gezisi PDF indirme linki var mı?
Necib Mahfuz - Saray Gezisi kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Saray Gezisi PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Necib Mahfuz Kimdir?
Necib Mahfuz, (Arapça: نجيب محفوظ) 1988 Nobel Edebiyat Öülü sahibi Mısırlı yazardır (11 Aralık 1911 - 30 Ağustos 2006). Nobel ödülü kazanan ilk müslüman ve tek Arap yazardır. "Ortadoğu'nun Balzac'ı" olarak tanınır. Hayatı Mahfuz, Kahire'nin Cemaliye bölgesinde 6 çocuklu bir ailenin en küçük çocuğu olarak dünyaya geldi. Bir tüccarın oğlu olan Mahfuz, adını kendisini doğurtan Profesör Necib Paşa Mahfuz'dan aldı. 70 yıllık kariyeri boyunca 34 roman, 350 küsur kısa hikaye yayımladı. Kitaplarının çoğunda, hayatının tamamını geçirdiği ve Nobel ödülünü almak için bile ayrılmadığı Kahire'nin tarihi mahallelerindeki yaşamı; modern ve geleneksel yaşam arasında denge kurmaya çalışan sıradan insanları anlattı; pek çok kitabı Arap filmlerine konu oldu.
Edebiyata olan ilgisi, 1920'lerde Mustafa Lutfi el-Manfuluti'nin makale ve şiirlerini okumasıyla başlanıştı. Abbas Mahmud el-Akkad, Taha Hüseyin, İbrahim el-Mazini, M. Hüseyin Heykel, ilk dönemde kendilerinden en çok etkilendiği yazarlar arasındadır.
Yazı hayatına, 1928'de Selame Musa'nın çıkardığı el-Mecelle el-Cedide dergisinde yayımladığı değini yazıları ve öykülerle başladı. Kahire Üniversitesi'nde felsefe öğrenimi gören Mahfuz'un ilk romanı Abes el-Akdar 1939'da yayımlandı. 1957'de yazdığı Kahire Üçlemesi ile Arap edebiyatının tanınmış bir ismi oldu. Bu üçlemede Kahire'de yaşayan bir ailenin üç kuşağının 1. Dünya Savaşı ve 1952'deki Nasır darbesine kadar olan dönemde yaşadıklarını ve Mısır toplumunun değişimini anlattı.
Değişik kurumlarda çalışan Mahfuz, en son Kültür Bakanlığında müsteşar olarak görev yaptı. 1971'de söz konusu görevinden emekli olmasından sonra, el-Ahram gazetesinde yazar olarak çalışmıştır.
Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat'a İsrail ile yaptığı barış antlaşmasında verdiği açık destekten ötürü birçok Arap ülkesinde kitapları yasaklandı. 1988 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü aldıktan sonra bu yasaklar kalktı.
1989 yılında Mısırlı köktendinci Ömer Abdülrahman tarafından hakkında ölüm fetvası çıkartılan Mahfuz, 1994 yılında Kahire'deki evinin önünde bıçaklı saldırıya uğradı. Saldırıdan yaralı kurtulan Mahfuz, sağ kolundaki sinirler zedelendiği için yazmakta büyük güçlük çekmeye başladıysa da ilerleyen yaşına rağmen edebiyattan kopmadı ve kısa hikayeler yazmaya devam etti.
2006 Temmuz'unda düşerek kafasından yaralandı. 30 Ağustos 2006 günü Kahire'de 95 yaşında vefat etti. Mahfuz, ülser, böbrek ve kalp rahatsızlıklarından mustaripti. 31 Ağustos 2006 günü Kahire'de devlet töreniyle uğurlandı.
Necib Mahfuz Kitapları - Eserleri
- Midak Sokağı
- Cebelavi Sokağı'nın Çocukları
- Miramar
- Hırsız ve Köpekler
- Aşk Zamanı
- Kahire Modern
- Dilenci
- Başkanın Öldürüldüğü Gün
- Karnak Kafe
- Düğün Evi
- Kuştimur Kahvehanesi
- Zamanın Hükmü
- Saray Gezisi
- Ezilenler
- Yağmurda Aşk
- Şeker Sokağı
- Şevk Sarayı
- Zaman ve Mekan
- Muhterem Efendim
- İbn Fattume'nin Seyahati
- Aynalar
- Nil Üstünde Gevezelik
- Güz Yılgınlığı
- Arayış
- Başlangıç ve Son
- Han El Halili
- Nil'in Üç Çocuğu
- Serap
- Binbirinci Geceden Sonra
- Esir Üniforması
- Bıldırcın ve Sonbahar
- Ara Sokak
- The Dreams
- Akhenaten: Dweller in Truth
Necib Mahfuz Alıntıları - Sözleri
- Neydi yaşam? İnsanın kendini ölümle karşı karşıya buluncaya kadar istemeyerek oynadığı gelip geçici bir oyun! (Muhterem Efendim)
- - Sence hayat nedir? - Ruhun maddiyata karşı verdiği savaş. - Peki ölümün bu savaştaki rolü nedir? - Ruhun son zaferidir. (Düğün Evi)
- Mutluluklar felaketlerin çatlaklarında elmas gibi saklıdır (Midak Sokağı)
- Hayat çorak bir çöl, o bir vahaydı. (Serap)
- "Ölümün çok güzel ama habis bir şey olduğunu ; onsuz, hayatın hiçbir değeri olmadığını söyledi." (Aynalar)
- Düşünmek, hareket etmek, hatta duymak istemiyorum. (Dilenci)
- "Erkekseniz çıkarsınız!" (Cebelavi Sokağı'nın Çocukları)
- Ah, ne zehirlidir şüphenin iğnesi! (Ezilenler)
- "İslamiyet sizin dediğiniz gibiyse, neden yollar yoksullarla ve cahillerle dolup taşıyor?" Üzüntüyle cevapladı: "İslamiyet, bugün camilerde inzivaya çekilmiş, oralardan dışarı çıkamaz olmuştur. " (İbn Fattume'nin Seyahati)
- Hepimiz ölüme sözde boyun eğiyorduk ama kalbimizde onu belirsiz bir zamana öteliyorduk. (Kuştimur Kahvehanesi)
- Bizler gizemli yaratıklardık, sırlarını Yaradan'dan başka kimsenin bilmediği ve bilemeyeceği. (Muhterem Efendim)
- "... kaderimde yaşamam yazılı olan cennetin bütün hazları ve cehennemin ıstırapları onda gizliydi..." (Hırsız ve Köpekler)
- Düşünmek, anlamak onu ilgilendirmiyordu. Asıl amacı dünkü okuduklarıyla yarın konuşabilmekti.. (Han El Halili)
- "Sadece acı, aşktan güçlüdür." (Başkanın Öldürüldüğü Gün)
- Kontrolden çıkmış olan bu çılgınlık hali bir başkaldırıydı, Kahire'nin kendine başkaldırışı! Bu bir intihardı; Kahire'nin düşmanlarına yapmak istediği şeyi kendine yapmasıydı. (Güz Yılgınlığı)
- "Kadın hayattır; onun varlığında Hakikat, tüm vakarıyla Ölüm ile taçlandırılır." (Muhterem Efendim)
- "Allah'ım beni haksızlıktan ve ahmaklıktan uzak tut!" (İbn Fattume'nin Seyahati)
- “Ne kadar çaresiz ve sefil yaratıklarız. Ülkemiz de acınası bir durumda, insanlarımız da.” (Midak Sokağı)
- Bu hayattaki asıl mücadele gerçeklerle masallar arasında . (Yağmurda Aşk)
- Beni daha da üzen, hayatımı değiştirmek için bir çıkış yolu bulamamaktı; kurtuluş ihtimali bile yoktu ufukta. (Serap)