Sarı Zeybek - Can Dündar Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Sarı Zeybek kimin eseri? Sarı Zeybek kitabının yazarı kimdir? Sarı Zeybek konusu ve anafikri nedir? Sarı Zeybek kitabı ne anlatıyor? Sarı Zeybek kitabının yazarı Can Dündar kimdir? İşte Sarı Zeybek kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Can Dündar
Yayın Evi: Can Yayınları
İSBN: 9789750715297
Sayfa Sayısı: 224
Sarı Zeybek Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Sarı Zeybek ilk yayımlandığında ilkokul çağında olanların, şimdi ilkokul çağında çocukları var. Arada yanıma gelip, Belgeselinizi okulda gözyaşlarıyla izlemiştim, şimdi çocuğuma izletiyorum, diyorlar.
Sarı Zeybek yayımlandıktan 20 yıl sonra, şimdi ikinci kuşakla buluşuyor.
Bir belgeselci için daha büyük mutluluk olabilir mi?
Belgeselden bir yaş küçük olan kitap, ondan biraz daha geniştir. Ek bilgilerle takviye edilmiş, belgesele sığmayan tanıklıklara yer vermiştir.
Benim hayatımda çok önemli yeri olan ilk kitabımın yeni baskısını şimdi Can Yayınları, yeni fotoğraflar eşliğinde sunuyor sizlere...
Kitap, geçen 20 yıl içinde Çinceden Makedoncaya kadar değişik dünya dillerine çevrildi.
Türkiyede de onu, yazıldığından hayli farklı bir konjonktürde yeni(den) okuyacak olanlarda, bambaşka duygular uyandıracağını ve Atatürkü yüreklere daha da yaklaştıracağını umuyorum.
Atatürkü ölüme götürecek hastalığının geçmişi, tedavi süreci, Gazinin ayakta kalmak için umutsuz ama yiğitçe verdiği mücadele ve o henüz gözlerini kapatmadan başlayan iktidar kavgası
Sarı Zeybek, Atatürkün son 300 gününü, tanıklıklar ve en yakınındakilerin anıları ışığında anlatarak, Büyük Önderin ardındaki insanın belki de en gerçekçi, en insani, en dokunaklı portresini çiziyor.
Kitabın arkasında Sarı Zeybek belgeselinin DVDsini de bulacaksınız.
Sarı Zeybek Alıntıları - Sözleri
- Bütün maddi, manevi varlığında bir göçüş hali seziyorduk. Atatürk, sonsuz ölüm ülkesinin eşiğinde idi. Onun bir dönülmez yolda bizden uzaklaştığını yana yakıla izliyorduk.
- Onu özlüyorum... Aslında onu hiç görmedim. Yüz yüze gelmedim. Ama onu tanıyorum. Sesini cızırtılı bantlardan dinledim. Hep siyah beyaz filmlerde gördüm yüzünü. Çelik bakışlarını şiirlerde okudum. Onu yaşıyorum. Özlü sözlerini okudum köşe başlarında Adını her sabah okul sıralarında andım. Şimdi yıllar sonra Onunla son yolculuğa çıkıyorum. Bir kez daha... Onun geçtiği yollardan geçiyorum. Yollarda bıraktığı anıların izini sürüyorum. Çektiği acıları ruhumda taşıyorum. Onu arıyorum.
- "..benim için O'nun yüzünü öper misin?"
- “Biliyorsun,bizde,bilhassa politikacılar arasında kökleşmiş, çok kötü bir itiyad mevcuttur.Bir adam,makamdan çekildi mi derhal etrafı boşalır,en yakını gibi görünen kimseler tarafından dahi terkedilir.”
- “Onu özlüyorum.. Aslında onu hiç görmedim. Yüz yüze gelmedim. Ama onu tanıyorum. Sesini cızırtılı bantlardan dinledim. Hep siyah beyaz filmlerde gördüm yüzünü. Çelik bakışlarını şiirlerde okudum. Onu yaşıyorum. Özlü sözlerini okudum köşe başlarında. Adını her sabah okul sıralarında andım. Onun geçtiği yollardan geçiyorum. Yollarda bıraktığı anıların izini sürüyorum. Çektiği acıları ruhumda taşıyorum. Onu arıyorum.”
- "Bu yatı, bir çocuğun oyuncağını beklemesi gibi beklemiştim. Meğer bana bir hastahane olacakmış. "
- Hastalık, 'karaciğer atrofik sirozu' başlangıcıydı ve Atatürk, şifa bulmaz bu hastalığın tam manasıyla pençesinde idi..
- "Çocuk.. Ben hastayım." Şubat, 1938
- ..sevdiği eski bir sesin yankılarını duyunca hüzünlendi. Dalıp, gitti. Plak bitince derin bir iç çekti ve yanındakilere: 'Çocuklar' dedi, 'gördünüz ya, bu kubbede kalan meğer yalnız hoş bir sada imiş..' Yanındakiler, yüreklerinin ezildiğini hissettiler.
Sarı Zeybek İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Birçoğumuz bu eşsiz kitabın, belgeselini televizyonda izlerdik her 10 Kasımda. Benim de maaile gözyaşları içinde seyrettiğim, küçük kalbimde önemli izler bırakmış bir eserdir. Şimdilerde göremiyoruz televizyonlarda maalesef. Ama görememek hatırlamaya engel değil; aksine daha çok hatırlamalı, verdiği mücadeleyi anlamalı, fikirlerini hayatımızın her alanına katmalıyız. Kitabı anlatmama gerek yok, okuduğum her bölümde içim ezildi, boğazım düğümlendi. Bu gökkubbede hoş bir sada bırakıp, ölümsüz oldun, ruhun şad olsun Atam. Bizlere gelince yaşımızın kaç olduğu mühim değil, sen sonsuza kadar bizim babamız, atamız.. Biz sonsuza kadar senin yolundaki beyaz çiçekler; fikri hür, vicdanı hür çocuklarız. Sevgi, saygı ve çokça özlemle. (Armağan)
Böyle bir eseri ne inceleyebilir ne de hakkında yorum yapabilirim. Bu nitelikte bir insan değilim. Haddime değil, ama yine de hakkında düşündüklerimi yazmak istedim. Sarı Zeybek'in belgeselini yıllar önce izlemiş (ve de neredeyse unutmuş) olan bendenizin bu eseri okuması gerçekten çok iyi oldu. Öyle ki, kimi şeyleri unutmuş, Atatürk'ün son günlerini dahi nasıl bir asalet içinde geçirdiğini de anımsayamamıştım. Bir insanın son günleri nasıl geçer? Ölecek olsak ve bunun bilincinde olsak, kendimizden başka kimseyi ve şeyi düşünebilir miyiz? Ben düşünemezdim. Ama öyle bir insan düşünün ki hayatının son anlarında dahi vatan, millet sevgisi ile dolarak yine ülkesini düşünsün. Yine hayatının son anlarında ülkesi ile ilgili sorunların üstüne kafa yorsun. Ata'nın son 300 gününü anlatan bu eserde birçok kişinin anlatımı mevcut. Örneğin yeri geliyor Atatürk'ün yaveri Salih Bozok alıyor sözü, yeri geliyor silah arkadaşı Kılıç Ali. Anlatımın, çeşitli kişilerin aktardıklarının üstüne eklenmesi kitabın 'yaşanabilirliğini' büyük ölçüde artırıyor. Bu açıdan o 'son' günleri sadece okumuyor, içinizde yaşıyorsunuz. Atatürk ile beraber Salih Bozok'un anlattığı rüyaya gülüyor, Kuleli Askeri Lisesi öğrencilerinin Dolmabahçe'nin önünden geçtiği sırada söyledikleri İstiklal Marşı ve 10. Yıl Marşı ile duygulanıyor, göz yaşlarınıza hakim olamıyorsunuz. Atatürk'ün çektiği sıkıntılara ortak oluyor, o 'istediği, hedeflediği şeyleri gerçekleştirememe' duygusunu içinizde yaşıyorsunuz. Atatürk'ün son günlerdeki yalnızlığı, içinize işliyor. O büyük insanın hazin yalnızlığı... Doktorlara karşı tabiri caizse çocukça direnişi... Peki ne için? Bir insan neden kendi sağlığını ona hatırlatan doktorları dinlemek istemez? Cevabı şudur bana göre: Canından çok sevdiği bir şey vardır çünkü onun için. Vatanı, canından çok sevdiği vatanı. O'nun için vatan sevgisinin yanında hastalık gibi şeyler ufak bir ayrıntı olarak kalır. Hasta halde vasiyetini yazdırırken dahi ince bir şekilde dikkat ettiği imla ve dil kuralları onun ne denli mükemmel bir insan olduğunu kanıtlar nitelikte. Dil kavramına verdiği önemi de buradan anlayabiliriz aslında. Düşünsenize; ölüm döşeğinde iken dahi mükemmel bir üslup kullanan biri. Derine inilen meseleler de var elbette. Doktorlar neden onu bu hastalığın ilk başladığı andan itibaren tedavi edemedi? Ya da bu hastalık neden geç anlaşıldı? Bu gibi konulara da ışık tutulmaya çalışılmış. Atatürk, Ankara'yı son bir kez görememesi, "ne olacaksam Ankara'da olayım" diyebilecek kadar Ankara'yı çok sevmesi, Hatay meselesini hasta haliyle yoluna koymaya çalışması bizlere birçok yönden örnek oluyor. Düşünüyorum; bir ülkenin cumhurbaşkanı, yani kurucusu dahi bu denli çalışkan iken milleti nasıl olmalıdır? Atatürk, önümüzde yaşayan bir örnek halen. Ve de bilinçli nesiller yetiştiği sürece de yaşayacak olan bir 'lider'. Can Dündar'ın usta kalemi ile çeşitli belgelerin birleşmesi bu güzel eseri açığa çıkartmış. Bence bu eser bir köşede durmalı, zaman zaman okunmalıdır. Atatürk'ü unutmama adına günümüzde böyle faaliyetler şart artık. Her zaman şunu savunurum: Herkes Ata'yı unutmadığını, onu örnek aldığını söyler ama önemli olan kalplerdeki, yüreklerdeki O'na ait değişmez yerin var olabilmesidir. Günümüzde çok görüyoruz; Ata'nın resmini her bir yere yapıştırabiliyorlar, bastırabiliyorlar artık, malum teknoloji gelişti. Ama önemli olan bu mudur? Onun görmek istediği gençlik kavramının hakkını veremeyen gençlerin arabalarına, kollarına, ve daha nerelere Atatürk'ün resmini yerleştirdiklerine şahit oldum, olmaktayım. Önemli olan yüreğimizdekidir. Yüreğimizde Atatürk sevgisi olduktan sonra bu gibi 'somut' şeylerle sergilememiz gerekmez; 'soyut' olan daimidir çünkü. Gelin biz Atatürk sevgisini yüreklerimizde (ve beyinlerimizde) devam ettirelim, daimi olanı daima yapalım. (Nympheutria)
Kitabın Yazarı Can Dündar Kimdir?
Can Dündar (d. 16 Haziran 1961, Ankara), Türk araştırmacı, gazeteci, televizyoncu ve belgesel yapımcısı.
Türkiye'nin yakın tarihi, politikası ve popüler kültür konularında hazırladığı belgeselleri ile tanınmış bir belgesel yapımcısıdır. Özellikle Sarı Zeybek (1993) belgeseli ilgi görmüştür.
Şubat 2015'te Cumhuriyet Gazetesi’nin genel yayın yönetmeni olan Dündar'ın, bu gazetede 29 Mayıs 2015 tarihinde kendi imzasıyla yayınlanan MİT TIRlarındaki silah haberi büyük yankı uyandırmış ve gazeteci bu haber nedeniyle tutuklanıp yargılanmıştır.
Yargılama sonucunda casusluk ve hükûmeti ortadan kaldırma suçlamalarından beraat eden Dündar, devletin gizli belgelerini elde edip yayınlamaktan ceza aldı. Davanın temyiz sürecinde tutuksuzluğu devam eden gazeteci, can güvenliği endişesiyle Almanya'ya gitti. Dündar, Cumhuriyet gazetesi genel yayın yönetmenliğinden ayrılmış; aynı gazetede köşe yazarlığına devam edeceğini açıklamıştır. 31 Ekim 2016 tarihinde hakkında yakalama kararı çıkarılmıştır. Oslo Barış Araştırmaları Enstitüsü tarafından açıklanan 2017 Nobel Barış Ödülü adayları arasında üçüncü sırada yer aldı.
Ali Rıza ve Öznur Dündar çiftinin tek çocuğu olarak doğdu.
İlk ve orta öğrenimini Ankara'da tamamladı. Ankara Atatürk Lisesi'nden mezun olduktan sonra 1982'de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksek Okulu'ndan mezun oldu.
Üniversite yıllarında gazeteciliğe başladı. 1979'dan itibaren sırasıyla Yankı, Hürriyet, Nokta, Haftaya Bakış, Söz ve Tempo’da çalıştı.
1986'da Birleşik Krallık'ta London School of Journalism'i bitirdi. Orta Doğu Teknik Üniversitesi İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü'nde siyaset bilimi dalında yüksek lisansını aynı senede tamamladı. “Media and democracy, a comparative case study on the press portrayal of the Belgrane and Kocatepe affairs” (Medya ve Demokrasi, Belgrano ve Kocatepe Olayları’nın medya tasviri üzerine karşılaştırmalı bir inceleme) başlıklı yüksek lisans tezinde iki ülkede birer savaş gemisinin yanlışlıkla batırılıp devlet sırrı olarak saklanması konusunu inceledi.
Televizyona 1988'de TRT'de Seynan Levent ile başladı. 1989-1995 arasında 32. Gün program ekibinde çalıştı. 1993-1994 yıllarında Show TV'de Mehmet Ali Birand’la birlikte 'Çapraz Ateş’i hazırladı. Özellikle 1993’te Sivas Valisi Ahmet Karabilgin, Sivas Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu ve yazar Aziz Nesin’in konuk olduğu bölüm gündem yarattı ve üzerinden tartışmalara sebep oldu.
Gazetecilik ve belgeselciliğe ağırlık verdiği dönemden sonra 2006'da televizyonculuğa yönelen Dündar, 19 Eylül 2006'da başladığı "Neden?" isimli tartışma programını 9 Haziran 2009 tarihine kadar hazırlayıp sundu. 2009-2010’da NTV kanalında yayımlanan Canlı Gaste’yi hazırlayıp sundu ve aynı kanalda 2010-2011’de canlı ana haber bültenini sundu.
Mehmet Ali Birand ve Bülent Çaplı ile birlikte ‘Demirkırat’ (1991) ve ‘12 Mart’ (1994) adlı belgesel dizilerini hazırladı. Ayrıca Türkiye’nin güzellik kraliçelerini anlatan ‘Cumhuriyet’in Kraliçeleri’ belgesel dizisini ve Atatürk’ün son 300 günün anlatan Sarı Zeybek belgesellerini hazırladı. 1994-1995 yıllarında Türkiye tarihinin gölgede kalmış kahramanlarının öykülerini anlatan ‘Gölgedekiler’ adlı belgesel serisini hazırladı.
Köşe yazarlığı 1994'te Aktüel’de başladı; aynı yıl Yeni Yüzyıl gazetesinde günlük köşe yazıları yazmaya başladı ve bu gazetede beş yıl çalıştı.
Köşe yazarlığı ve belgesel yapımcılığı sürerken ODTÜ’de doktora çalışmalarına da devam eden Dündar, 1996'da “Terör ve medya: Liberal Teori ışığında, terör olaylarının televizyonda işlenişine eleştirel bir yaklaşım” başlıklı tezi ile doktorasını tamamladı. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ ve ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümü Kültürlerarası Çalışmalar programında yüksek lisans dersi verdi.
1996 ve 1997 yılında Show Tv için hazırladığı 10 bölümlük ‘Aynalar’ belgesel ile politik ve tarihî konuların dışına çıktı; popüler kültür alanında çalışmalara yöneldi.
1996-1998 yıllarında 40 Dakika isimli belgesel-haber programını hazırlayıp sundu. Özellikle 7 Ocak 1997’de yayınlanan programda Susurluk Kazası’ndan yola çıkarak yapılan araştırmalarla ilgili iddialar uzun süre gündemde kaldı.
Atatürk'ün öğrencilik hayatındaki ülke durumunu ve Atatürk'ün beraberliğinde gerçekleşen değişimleri anlatan Yükselen Bir Deniz belgeseli ile 1998'de belgeselciliğe döndü. Türkiye siyasi tarihi ve popüler kültüründeki önemli kişiler ve Köy Enstitüleri, Devlet Tiyatroları, İş Bankası, Mülkiye gibi kurumlara ilişkin çok sayıda belgesel yaptı.
1999 Ocak'ından 2001 Ocak sonuna kadar Sabah gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. 2001 Ocak ayından itibaren Milliyet gazetesinde, Ada başlıklı köşe yazısı yazdı. 2003-2004 yıllarında Milliyet gazetesi için ‘Popüler Kültür’ ekini çıkardı. Milliyet gazetesiyle yolları 1 Ağustos 2013 tarihinden itibaren ayrılmıştır. Milliyet'ten ayrıldıktan sonra BirGün'de Doğan Tılıç'ın köşesinde bir ay boyunca haftada üç gün yazdı.
Mustafa Kemal Atatürk'ün hayatını anlatan Mustafa adlı filmi yazıp yönetti. 2008 yılında vizyona giren film, Atatürk’ü yargıladığı ya da kötülediği yönünde eleştirilere maruz kaldı.
25 Ekim 2013 tarihinden beri Cumhuriyet gazetesinde yazan Dündar, 8 Şubat 2015'te gazetenin genel yayın yönetmenliği görevine getirildi.
2014 yılında Gezi Parkı protestoları ile ilgili ‘Gözdağı’ adlı belgeseli hazırladı.
MİT TIR'ları davası
Tutuklanması
Suriye'ye gönderilen MİT TIR'ları ile ilgili haberin 29 Mayıs 2015 tarihinde Cumhuriyet'te,‘İşte Erdoğan'ın yok dediği silahlar’ başlığıyla ve Can Dündar imzasıyla duyurulmasının ardından bu haberlere yayın yasağı getirildi. Aynı gün Can Dündar'a ‘devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme, siyasî ve askerî casusluk, gizli kalması gereken bilgileri açıklama, terör örgütünün propagandasını yapma’ suçlarından, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatıldı.
Birkaç gün sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan “Bu haberi yapan kişi, bunun bedelini ağır ödeyecek, öyle bırakmam onu.” demiştir.
Erdoğan'ın savcılığa yaptığı bireysel başvuru ile Can Dündar'a ‘gerçeği yansıtmayan haber, yorum ve görüntüleri yayınlamak suretiyle adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs suçunu’ öne sürerek iki kez ağırlaştırılmış müebbet ve 42 yıl hapis cezası talep edildi. Bu davada 26 Kasım 2015 tarihinde gazetenin Ankara temsilcisi Erdem Gül ile birlikte tutuklanmıştır.[19] Erdoğan, 24 Kasım'da ise “O TIR'lar Bayırbucak Türkmenlerine yardım götürüyordu. Şimdi diyecekler ki ‘Başbakan TIR'ların içinde silah yoktu’ diyordu... Varsa ne olacak, yoksa ne olacak.” demiştir.
‘Devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasi veya askeri casusluk amacıyla temin etme’, ‘devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla açıklama’, ‘cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen ya da tamamen engellemeye teşebbüs etmek’ ve ‘silahlı terör örgütüne üye olmaksızın bilerek isteyerek yardım etme’ suçlamalarını içeren iddianame, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi. 26 Kasım 2015'te tutuklu yargılanmak üzere cezaevine götürüldü.
Tahliyesi
Dündar ve Gül, 6 Aralık 2015'te AYM'ye bireysel başvuruda bulunarak tutuklu yargılanırken haklarının ihlâl edildiğini söylediler. Bu başvurunun ardından 25 Şubat 2016'da İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nin “Siyasî casusluk yaptıklarına ilişkin somut bilgi yoktur” şeklindeki gerekçeli karar ile tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edildiler.
AK Parti Grup Başkanvekili Bülent Turan, kararı sevinçle karşıladıklarını ancak mahkeme kararları üzerinden AK Partinin itham edilmesini doğru bulmadığını söyledi. CHP Grup Başkanvekili Levent Gök, bu kararı alan Anayasa Mahkemesi üyelerini kutladığını söyledi. MHP Grup Başkanvekili Erkan Akçay, HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken ve Pervin Buldan kararı sevinçle karşıladıklarını ifade etti.
Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjorn Jagland ve AGİT, kararı memnuniyetle karşıladıklarını ve basın özgürlüğü açısından önemli bulduklarını ifade ettiler.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 28 Şubat günü Can Dündar için Anayasa Mahkemesi'nin verdiği tahliye kararını “Mahkeme bu şekilde bir karar vermiş olabilir. Ben Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu karara sadece sessiz kalırım o kadar. Ama onu kabul etmek durumunda değilim (...) Ve verdiği karara da uymuyorum, saygı da duymuyorum. (...) Aslında onlarla ilgili kararı veren mahkeme kararında direnebilirdi. Eğer kararında direnmiş olsaydı, bu bireysel başvuru veyahut da AYM'nin vermiş olduğu karar boşa çıkacaktı.” şeklinde yorumladı.
Erdoğan 4 Mart'ta ise "Evet ortada bir Anayasa ihlali vardır. Ama Anayasa’yı ihlal eden değilim. Bu Anayasa Mahkemesi’nin karar merciinde olanlardır. Birinci mahkeme Anayasa Mahkemesi'nin kararına uydu. Ama bu işin bittiği anlamına gelmez. Savcı karara itiraz edebilir. İtiraz durumunda, bir üst mahkeme yeni bir süreci başlatabilir." dedi.
Yargılanması
6 Mayıs 2016'da gerçekleşen dördüncü duruşma sonucunda Dündar ve Gül, hükûmeti ortadan kaldırma suçlamasından beraat etti. İkili hakkındaki casusluk suçlaması da düştü. Devletin gizli belgelerini elde edip yayınlamaktan yedi yıl hapis cezası alan Dündar'ın cezası beş yıl 10 aya indirildi. Davanın temyiz sürecinde tutuksuzluğu devam eden Dündar, can güvenliği endişe ile Almanya’ya gitti. Dündar, Ağustos 2016’da Cumhuriyet gazetesi genel yayın yönetmenliğinden ayrılmış; aynı gazetede köşe yazarlığına devam edeceğini açıklamıştır.
24 Ocak 2017'den beri Almanya merkezli Özgürüz adlı haber portalının genel yönetmenliğini sürdürmektedir.
Can Dündar Kitapları - Eserleri
- Abim Deniz
- Kırmızı Bisiklet
- Sarı Zeybek
- Aşka Veda
- Yüzyılın Aşkları
- Lüsyen
- Yârim Haziran
- Savaşta Ne Yaptın Baba?
- Tutuklandık
- Uzaklar
- Yağmurdan Sonra
- Nazım
- Yükselen Bir Deniz
- Nereye?
- Yaveri Atatürk'ü Anlatıyor
- Köy Enstitüleri
- Ergenekon
- Gölgedekiler
- Mustafa
- Birand/ Bir Ömür Ardına Bakmadan
- Karaoğlan
- Benim Gençliğim
- Büyülü Fener
- Yakamdaki Yüzler
- İsmet Paşa
- Yıldızlar
- Hayata ve Siyasete Dair
- "O" Gün
- Anka Kuşu
- Ben Böyle Veda Etmeliyim İsmail Cem Anlatıyor
- Uzaklar
- Canım Erdalım, Sevgili Babacığım
- Vatan Haini
- Mustafa
- Vehbi Koç & Özel Arşivinden Belgeler ve Anılarıyla
- Ecevit ve Gizli Arşivi
- Benim Gençliğim
- Gölgedekiler
- Sarı Zeybek
- Bir Yaşam İksiri
- Erdoğan
Can Dündar Alıntıları - Sözleri
- '20. Yüzyıl insan denilen vahşi kavmin, yaşadığı gezegene ve birbirine zulmettiği yüzyıl olarak geçecek tarihe' (Nereye?)
- "Neden hep iyiler Tanrım?" isyanı kabardı içimde..."Neden kötülere bir şey olmuyor?" Sonra "dünyevi adalet ile zaten bu kadar başın dertte iken bir de ilahi adalete bulaşma" dedim kendi kendime... (Yakamdaki Yüzler)
- Artık gidiyorum. Beni ugurlayin kardeşlerim... Hepinize eğilerek ayrılıyorum. Yalnız sizin son ve nazik sözlerinizi bekliyorum. Uzun zaman komşuluk ettik ama verebildigimden çok aldım. Şimdi gün ağardı, karanlık köşemi aydınlatan lamba söndü. Bir davet geldi ve ben yol için hazırım. Bu ayrılış gününde bana bol şans dileyin arkadaşlarım! Beraberimde ne götüreceğimi sormayın. Seyahatime boş eller ve ümideden bir kalple çıkıyorum. Gitanjali (Çeviren: Bülent Ecevit) (Karaoğlan)
- Bir kez öfkeye hak verdiniz mi, bir kez linci meşrulaştırdınız mı, yarın o öfkeden payınızı alınca şikayet hakkınız kalmaz. (Yağmurdan Sonra)
- Önce kirazlar tatsızlaştı, sonra günlerimiz... Yaz bitti. Ve hâlâ yorgunuz biz... (Nereye?)
- “O topallama, çocuk ruhunda eziklik hissi yaratıyordu. Bu hisle baş edebilmek, bacağının kusurunu gizleyebilmek, aksamayı dengeleyebilmek için topuğunun altına gazete koymuştu. Mezuniyetinde gazete, baş tacı olarak hayatına girecekti.” (Birand/ Bir Ömür Ardına Bakmadan)
- Uzadıkça uzadı mektubum.. Kendine iyi bak.. Bana hemen cevap ver .. Beni unutma . Bana hemen cevap ver Akıllıdır "Münevver " Nasıl olsa yapar ,ne yapıp eder .. Falan filan kendini avutma. . ...sensiz perişanım Beni unutma .. Kendine iyi bak . Gözlerinden öperim canım. Güzel geceler .. Kendine iyi bak .. Bana hemen cevap ver . "Dertlerimi. ..aklında tutma Unut. ... Beni unutma. " (Nazım)
- TAGORE'dan Fikrin korkusuz olduğu ve başın dik tutulduğu yerde; ...bilginin serbest olduğu ve dünyanın özel duvarlarla dar bölmelere ayrılmadığı yerde; ...sözcüklerin, doğruluğun derinliğinden meydana çıktığı yerde; berrak akıl nehrinin, ölmüş âdetlerin hazin çölünde yolunu kaybetmediği yerde; zekânın sürekli olarak genişleyen fikir ve fiile senin tarafından sevk edildiği yerde... Tanrım sen benim memleketimi işte bu özgürlük cennetinde uyandır. (Çeviren: Bülent Ecevit) (Karaoğlan)
- Öksüzüm. Kimsem yok. (Yaveri Atatürk'ü Anlatıyor)
- Direksiyon kursunda öğretirler. Gözünüzü önünüzden ayırmamanız gerekir. Ama arada dikiz aynasından arkaya da göz atmak şarttır. Hiç arkaya bakmazsanız, yaklaşan tehlikeyi fark etmezsiniz. Hep arkaya bakarsanız, önünüze çarparsınız. Arada arkaya bakıp ileriye yol almak en doğrusudur. Araçlar için doğru olan, insanlar ve toplumlar için de doğrudur. Hep maziye bakıp iç çekerek yaşayanlar, günle ve gelecekle buluşamazlar. Ama maziyi unutanlar da aynı yanlış yollara sapar, hep aynı kazaları yaparlar. Hatırlamak ders almaktır; ders almak, bir daha aynı tuzaklara düşmemeyi sağlar. ("O" Gün)
- Zamanında ülkenin düşünen gençlerini gömenler, bugün gençlerin düşüncesizliğinden sorumsuzluğundan şikayet ediyor.. (Benim Gençliğim)
- Korku, insani bir duyguydu. Ama mühim olan korkmamak değil, korkuya teslim olmamak, cesaretle üzerine gidebilmekti. Yorulmamak değildi mesele, yıkılmamaktı. Yıkılsan da yeniden ayağa kalkabilmekti. Su yutmak dert değildi, önemli olan suya yutulmamaktı. Kaybetmemek değildi takdir edilmesi gereken; vazgeçmemekti. (Vatan Haini)
- Anladım ki, severken vazgeçmek cinayettir. Ve biz her suçlu gibi sonunda, cinayeti işlediğimiz yere, severken terk etmek zorunda kaldığımız şehre döneriz bir gün... Tıpkı severken vazgeçtiğimiz eski bir sevdalının telefonunu çevirir gibi gece yarısı... (Uzaklar)
- Aşk "sabır"dır belki, ama asla "tahammül" değil... (Nereye?)
- "Bilgi iktidardır." derler ya, işte en büyük gücün bilgi olduğunu anlayan siyasi iktidarlar, istihbaratı resmi kurumlardan alamazlarsa, bunu kendilerine bağlı "özel bürolar" aracılığı ile yapıyorlar ve bu bürolar , hem patronlarına bilgi aktarıyor; hem de muhalefetin telefonlarını dinlemekten, başbakanın damadının kaçırılması gibi "ufak tefek özel işlere" kadar her türlü gizli operasyona bulaşıyorlar. Bunları yapan kadro ise her dönemde aşağı yukarı aynı isimlerden oluşuyor. Büroyu kullanan başbakanlar değişiyor, ama büronun elemanları değişmiyor. (Ergenekon)
- Bu dünyadan bir Nazım geçti... (Nazım)
- Yalnızlık, onun yalnız başına baş edebileceği bir felaket değildi. (Lüsyen)
- Geçenlerde Erol Ağagil anlattı bana; 27 Mayıs'ta teğmenmiş. lhtilal olunca Harp Okulu'nun alay kumandanıyla beraber Mebusevleri'ne, babamın oturduğu eve gelmişler. Babamın yanına çıkmışlar. Alay kumandanı babama selam vermiş, kim olduğunu söylemiş. Onun üzerine babam ona fırsat bırakmadan "Çok kötü bir iş yaptınız," demiş. Albay izah etmeye çalışınca da "Çık dışarı" demiş. Ağagil, "Biz konuşamadan çıktık," diye anlattı. Bunu birçok yerde anlatmış, ama pek inanmamışlar. Dedi ki: "O zaman herkes çok mutluydu, herkes bizi kutluyordu. Bir tek İsmet Paşa 'Çok kötü bir iş yaptınız' dedi bize ... " (Anka Kuşu)
- İlk taksiye bindiğinde taksici ona 'Nereye patron' diye sormuş. Nazım çok bozulmuş, kızmış.Ne patron'u? Bu ülke emekçilerin, çiftçilerin ülkesiyken 'patron' da nereden çıktı"demiş. (Nazım)
- Babalar, çocuklarının doğumuyla büyür; çocuklarsa babalarının ölümüyle... (Kırmızı Bisiklet)