Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit - Nihat Behram Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap

Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit kimin eseri? Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit kitabının yazarı kimdir? Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit konusu ve anafikri nedir? Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit kitabı ne anlatıyor? Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit PDF indirme linki var mı? Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit kitabının yazarı Nihat Behram kimdir? İşte Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi

Yazar: Nihat Behram

Yayın Evi: Everest Yayınları

İSBN: 9789752891944

Sayfa Sayısı: 173

Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Nihat Behram'ın, efsaneleşen unutulmaz kitabı "Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit" uzun yasaklı yıllardan sonra yine okuruyla buluşuyor. Behram, bu belgesel anlatısında, halka bağlılık ve inancın karşısında işkencenin gücünü yitirişini seslendiriyor. İlk yazıldığı 1976'dan bu yana geçen ve beraatle sonuçlanan yasaklı sürecinin, yasaklara karşı mücadelesinin öyküsü ve albümle genişletilen bu yapıtında Behram 12 Mart Dönemi'ndeki ölümüne direnişiyle efsaneleşen İbrahim Kaypakkaya'yı anlatırken, bir döneme de ışık tutuyor.

Altmışlı yıllardan başlayan kültür, demokrasi ve özgürlük mücadelesine, resmi tarih dışında bir perspektif arayanlara, bu süreci devrimci bir aydın ruhuyla solumuş olan Behram'ın ürünleri önemli bir kaynaktır.

(Tanıtım Bülteninden)

Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit Alıntıları - Sözleri

  • "Erdemleri rehberimiz Anıları yolumuza ışık olsun..."
  • ... Gittiğin her yerde Bu işkencelerden söz et Bu cehennem de yaşayan Kardeşinden, Öteki kardeşine ilet Öylece!...
  • "1973’lerden, yıllardır kan damlayan Anadolu’nun bağrına, yeni yara darbeleri vurulmuş; 1973’lerde, binlerce yıldır talan edilen Anadolu toprağına, yeni hırsızlar doluşmuştu. 1973’lerin Türkiye’sinde bütün ışıklar söndürülmüş, katillerin kahkahalarıyla sarsılıyordu geceler."
  • "...insanlığın acısını yüreğinde duyup sessiz kalmayanlara selam olsun."
  • “İşkenceye dayanmanın devrimcilikte ilk koşullardan biri”
  • Haklı insanlar, halktan yana olan kişiler tarihin yargısından asla Korkmazlar.
  • "Genç birçok insan, kimi tek tek, kimi gruplar halinde katledildiler. 6 Mayıs 1972 sabahı Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan adlı, bu dönem in eylem önderlerinden üç genç askeri mahkeme kararıyla idam edildi"
  • "Siz ki canınızı verdiniz halkımız için Siz ki her şeyinizi verdiniz bu kavga uğruna Göğsümüzde onurla dalgalanan Kavganın bayrağına siz ki al rengi verdiniz Ey, ölümsüz halkımız için toprağa düşenlerimiz Ey, yüce oğulları halkımızın Gururla ve sabırla dinlenin şimdi Kavganızı sürdürüyor yoldaşlarınız..." İbrahim Kaypakkaya
  • ÖLEN YOLDAŞLAR İÇİN Siz ki canınızı verdiniz halkımız için Siz ki her şeyinizi verdiniz bu kavga uğruna Göğsümüzde onurla dalgalanan Kavganın bayrağına siz ki al rengini verdiniz Ey, ölümsüz halkımız için toprağa düşenlerimiz Ey, yüce oğulları halkımızın Gururla ve sabırla dinlenin şimdi Kavganızı sürdürüyor yoldaşlarınız...
  • "Acılar sıradanlaştırılıyor. İnsanlardan acıyı kanıksamaları, acının aziz’leri olmaları isteniyor. İnsanlık ise, özgürlük tarihini derinleştireceği yerde, acının daha da dramatik boyutlarla kendi tarihini tekrarlam asına seyirci kalıyor."
  • "... Elbet vardır bir diyeceği bir haberi. Bir kaçağa çay sunan Kürt kadınlarının Dağlar dilsizdir, yalçındır. Ama gün gelir bir diyeceği olur onların da Ve dağlar, ıssız tarlalar başladı mi konuşmaya Susmazlar bir daha söz artık onlarindır" Ataol Behramoğlu
  • "12 Mart 1971 sabahına Türkiye askeri faşist darbeyle uyandı."
  • Öyleyse, şan olsun N eruda’nın ölüm süz anısına. Şili’sinden Türkiye’sine dek insanlığın acısını yüreğinde duyup sessiz kalmayanlara selam olsun.
  • 1973’ün Türkiye’si karanlık birtakım dehlizlerden oluşuyor- du. Duvarlarında kan ve insan çığlığı olan dehlizler. Duvarla- rında pranga halkaları. Zincirler... Demir çubuklar... Duvarla- rında işkence görmüş insanların yüzleri tanınmayacak hale so- kulmuş resimleri. Kan yıkamak için kiralanmış paspas işçileri; doktor gömlekli ölüm bekçileri. Boyna, enseye, ağıza, kulakla- ra, beyne, cinsiyet organlarına saplanan elektriğin kablo bağ- layıcıları; ayakları patlayanların sırtına binen hayvani ağırlık- lar; sahtekâr moral hocaları...
  • Mayıs 1989’da Türkiye gazetelerinin birinde küçücük bir haber vardı: “Kendisinin Kürt olduğunu öğrencilerine söylemesi nedeniyle tutuklanan ve yatağında zincire vurulan sekiz aylık hamile bir öğretmen, zincire vurulu yatakta ertesi sabah ölü bulundu.”

Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Önder İbo'nun herkese örnek olan hayati... O ömrünü halkına adayan efsane bir lider. Bu kitabı okurken ona borçlu olduğunuzu fark edeceksiniz... Kitabın tek eleştirdiğim yönü böyle bir devrimciyi anlatırken Dersim yerine Tunceli' yı kullanması ama bunun sebebi sansüre takılmamak için olabileceğini düşünüyorum. Önder İbo ve yoldaşları yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor ışıklar yoldaşınız olsun... (nurettin kaya)

Yürek dayanmaz bir hayat hikayesi: İbrahim Kaypakkaya... Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan'in kahpece idam edilmelerinin üzerinden sadece bir yıl geçmişti. Köylü ve işçilerin aydınlanmasını istemeyen, onların hak arama gayretlerine hep engel olan, o güne kadar yüze yakın devrimciyi öldüren, yüzlercesinin ise hayatında derin izler bırakan, sadece kin ve çıkar için yaşayan caniler yine bir Mayıs ayında İbo'yu işkence ile öldürdüler. Babasının onu kısacık da olsa görme, sesini duyabilme umuduyla tutulduğu hücreye geldiği gün, ona naaşını verdiler, oğlun intihar etti dediler utanmazca. Beş ay boyunca her türlü işkenceden geçirdiler. Aklınıza gelen gelmeyen her türlü işkenceden. Konuşturamadılar, ağzından bilgi alamadılar. Ser verdi, sır vermedi. Konusturamayinca da kurşun yağdırdılar. Bu kitabı anlatmaya kelimeler yetmeyecek, yarı kuru yarı yaşlı gözlerle okudum. Zaten sulugozumdur, ama buna dayanmak zordu gerçekten. Özellikle anasının ağıdı... Nihat Behram'in kalemi de müthişti. Aynı yollardan geçen biri olarak, duyguları çok iyi aktarmış. 12 Mart, 12 Eylül ve her daim direnen devrimcilere selam olsun... (Barış)

Kitabı okuduktan hemen sonra ağırlıklı olarak duygularla yazılmış bu incelemeye, 1 sene sonra rasyonalite katarak küçük düzeltmeler yapıyorum. İbrahim’in sorguda olduğu sıralarda, babasından birkaç isteği olmuştu. Fakat öncesinde, babası Ali Kaypakkaya, küçük oğluna söz verdiği için küçük oğlunun 19 mayıs gösterisini seyrediyordu. Bu sırada bir eli de İbrahim’e götüreceği yazıların üstündeydi, gizli gizli ağlamaya başladı. Karısı yanında onu dürttü, “Neden sen her yerde böyle yapıyorsun, şimdi burada çocuğu mahzun etme” dedi. Fakat Ali Kaypakkaya şöyle dedi: “Gözümün önüne İbrahim geliyor, bir zamanlar o da aynı elbiselerle gösterilere çıkardı. Şimdi ayakları kesilmiş, ko­lu kanadı kırılmış, yürüyebilir mi, yürüyemez mi belli değil zincirli mi boş mu belli değil; karanlık hücrelere kapatılmış... Onu düşünüyorum...” İbrahim Kaypakkaya. Nam-ı diğer İbo. TKP/ML kurucusu. TKP/ML Maoist bir örgüt, benim görüşlerimle uyuşan bir örgüt değil. Mustafa Kemal’e, Kürt hareketine ve diğer birkaç konuya bakış açımız birbirinden ayrılıyor. Ancak ülkemizde 68 kuşağı anmaları bilinçsizce yapılmaktadır. Bugün en çok Denizlerin anılmasının sebebi insanların fikrî olarak Deniz’e İbo’dan yakın olması değildir. Bilindiği gibi Deniz sıkı bir Marksist-Leninist’tir. Toplumun değil Maoizm, Marksizm-Leninizm hakkında bile pek bilgi sahip olmadığı şu şartlarda Deniz’i fikir yakınlığı sebebiyle anması beklenemez. Çünkü Deniz ne kadar anti-emperyalist ise İbrahim de o kadar anti-emperyalisttir. Burada Denizlerin idamının ülkenin gündemine oturmasından dolayı yıllardan beri anmalarda başı çektiğini söyleyebiliriz; zira İbrahim gizlice öldürülmüş, cesedi çuvalda verilmiş, üstü örtülmeye çalışılmıştır. Ne kadar uyuşmadığımız noktalar olsa da İbrahim’in ölümü çok acıdır… İncelemenin bu kısmından sonra ismini, arkadaşları arasında anıldığı gibi, İbo diye anacağım. İbo’nun yaşadıklarını anlatmak çok zor olacak. Yer yer boğazınız düğümlenecek, gözleriniz dolacak. Nasıl bu kadar olabilirler diyeceksiniz, demeyin. İbo, İstanbul Üniversitesi Matematik/Fizik bölümü öğrencisidir. Köyünden ilkel devrimci olarak gelen İbo, asıl olarak burada öğrenir devrimciliği. Yazılar yazar, bildiriler hazırlar. Bu yola başını koymuştur, her ne olursa olsun vazgeçmeyecektir. “.. Oldu oldu yiğidim oldu Zel Dağı önünden yamaca çıkarsın Karyağmış kuşağa erişiyor Oldu oldu Ali Haydar’ım oldu Oldu oldu İbrahim ’im oldu Oldu oldu yiğidim oldu...” (Doğu’da söylenen Kürtçe bir ağıttan) İbo’nun işkence gören bir arkadaşı şunları söylüyordu: “İki ay boyunca sor­guda kaldım. İlk on beş gün içinde Tunceli Jandarma Karakolu’na bomba atmak, iki jandarma erini öldür­mek, albayın evini soymak gibi gerçekle ilgisi olma­yan olayların faillerini söylemem için ağır bir işkence uyguladılar. Çırılçıplak soyarak, ayaklarıma zincir bağlayıp havadan astılar. Ve buzlu su dökerek demir çubuklarla devamlı dövdüler. Bacaklarım mora­rıp şişince, kollarımdan asarak aynı şekilde demir çubuklarla sürekli dövüldüm. Vücudumun her yanında kırmızı şeritler halinde kan sağıldı. (...) Harbiye’de dikkatimi çeken bir husus da, kollarım ve bacaklarımdan zincire vurulduğum sırada, işkence­yi uygulayanlardan birisinin, başucumda duran uzun boylu sarışın bir Amerikalı’ya izahat vermesiydi” İşkence; ne kadar berbat, izahı olmayan bir şey... Bu işin küçüğü büyüğü olmaz demek için İbo’nun yaşadıklarını göz ardı etmek gerekir. Vardır bu işin küçüğü büyüğü. Kıyaslamak doğru olmasa da, az önceki alıntıdaki arkadaşından daha büyük acılar çekmiş, yine de konuşmamıştır İbo. Konuşmayı devrimciliğine, komünistliğine yakıştıramaz. Ser verir, sır vermez. “İbo’nun yüreğindeki sırrın işkenceyle sökülmeyeceği gibi bir korku sorgucuları telaşlandırıyor, kara kara düşündürü­yordu. Bu kez işkence odalarında aynı yöntemlerle ‘ifadelerini aldıkları’ tutukluları sıra sıra İbo ile yüzleştirmeye getirdiler. İbo’ya ‘susmanın faydasız (!) olduğunu’ göstermek istiyor­lardı. Yüzleştirmek için yanında daha önce ifadelerini aldığı tutuklularla gelen savcı Yaşar Değerli, İbo’ya, ‘İşte onlar her şeyi kabul ettiler, direnmen faydasız,’ diyordu. Savcı Yaşar Değerli sıra sıra on altı kişi getirdi, İbo’yla yüz­leştirmek için. İbo onları tanıdığına dair tek sözcük söylemedi. Ve yüzleşmeye gelen tutukluların on altısı da İbo’nun nasıl öfkelenerek haykırdığını; yaralar, bereler içinde olduğu halde yerinden nasıl doğrulup, gerildiğini, soru yağmurlarına, sorguculara nasıl karşı koyduğunu büyük bir hayranlık içinde izlediler. Bir kısmı İbo ile yüzleştirildikleri an, onun bu tutumundan etkilenerek, daha önce, onunla ilgili olarak ‘kendilerinden alı­nan ifadeleri’ orada, İbo’nun karşısında reddettiler. Bu kez sorgucular daha da telaşlandılar. İbo kendisi sus­makla kalmıyor, susuşu, susuşundaki ödünsüz tutumu, baş eğmeyişi, umudunu yitirmeyişi ve coşkusuyla çevresini de et­kiliyordu.” İbo öyle bir susuyor ki, bu direniş arkadaşlarını da etkiliyor. Susuşuyla bir tarafı korkutuyor, öbür tarafı cesaretlendiriyordu. İbo’nun bu yürekli direnişine karşın yapabilecekleri hiçbir şey kalmayınca tüm sınırları zorlarlar, öldürürler. Oysa ki ölmeden kısa bir süre önce babasına mektup yazmıştır görüşmek için. Babası, bu davet üzerine İbo’yu görmeye gider. Girişte zorluk yaşatsalar da en sonunda onu alırlar, İbo’nun bulunduğu yere getirirler. Getirirler fakat, İbo ölüdür. İçlerinden birisi bunu babasına direkt, lafı dolandırmadan söyler. Fakat söyledikleri şey İbo’nun intihar ettiğidir. Öldürdüklerini kabul etmezler. Babası cesedi ister. Oğlunu vermeyecek olurlar, biz gömeriz derler. Sonra Ali Kaypakkaya bunu kabul etmeyince kefen, tabut aldırmak gibi birkaç işlemden sonra vermeyi kabul ederler. “Bir süre sonra İbo’yu morgdan çıkardılar. Ali Kaypakka­ya’ya, ‘İşte oğlun hazır!’ dediler. Kafadan kesikti. Karnı, kolla­rı, bacakları, kaba etleri yarılmıştı. Parça parça edilmişti İbo. Gövdesi delik deşikti. ‘Otopsi’ diye mırıldandı onu buzdola­bından çıkaran adam. ‘Peki ya bu delikler ne?’ diye söylendi Ali Kaypakkaya. Ses etmediler. Oğlunun karşısında, sanki kanı kurumuştu Ali Kaypakkaya’nın. Karşısında o yiğit, o dal gibi oğlu yerine kesilmiş, delik deşik edilmiş insan parçaları duruyordu. Boğazı ve gırtlağı tamamen çürümüş ve simsiyahtı. Sanki çembere alınmışta sıkıl­mış gibiydi. Daha sonra da kesilip parçalanmıştı boğazı. Omuz­larında, göğsünde sürüyle delik vardı.” Şu babanın bulunduğu durumu hayal edebiliyor musunuz? Karşınızda oğlunuz, delik deşik. Kafası kesik. Ve intihar ettiğini söylüyorlar utanmadan... Bu kadarla kalsa iyi, bu olaydan sonra oğlunun cesedini uçakla götürmek ister, kontrol noktasındayken cebinde oğlunun savunması olduğu için suçlu diye alıkoymaya çalışırlar. Ne denebilir ki buna? Bir baba daha kötü ne yaşayabilir? “... Benim yavrum muradını almamış Bayrak dikilip de düğün olmamış, olmamış kuzum oyy Okumuş da muradını almamış, Yaralı gövdene kurban olurum, Ben de senin yollarına ölürüm...” (Anasının İbo için yaktığı ağıttan) “Demiri de, kömürü de sökeriz amman Buğdayı da, pirinci de ekeriz amman Faşizme içimizden kan damlayan kılıcız Bir gün gelir kinimizi dökeriz amman” İbrahim Kaypakkaya gonderi/99843063 gonderi/99839358 https://youtu.be/foveyvQlxzY (Emir)

Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit PDF indirme linki var mı?

Nihat Behram - Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Nihat Behram Kimdir?

Nihat Behram (d. 18 Kasım 1946 Kars), Türk gazeteci, şair ve yazar. Asıl adı Mustafa Nihat Behramoğlu'dur.

Gazetecilik Yüksek Okulu'nu bitirdi. İlk şiiri 1967'de yayımlandı. 1975'te ağabeyi Ataol Behramoğlu ile birlikte Militan dergisini ve 1979'da Yılmaz Güney ile birlikte Halkın Dostları dergisini çıkardı. 1972'de çıkardığı ilk şiir kitabı olan Hayatımız Üstüne Şiirler kitabı yasaklandı ve yazdıklarından ötürü 12 Mart Dönemi'nde iki yıl askeri cezaevinde tutuklu olarak yattı.

Cezaevinden çıktından sonra bir süre gazetecilikle uğraştı. Vatan gazetesinde ele aldığı Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın yaşamlarını ve mücadelelerini anlatan yazı dizisi, çok ilgi görünce Darağacında Üç Fidan adıyla kitaplaştırıldı. Bu yazı dizisi ve şiirleri öne sürülerek sivil mahkemelerde ve sıkıyönetim mahkemelerinde hakkında birçok dava açıldı. 12 Eylül Dönemi'nde Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığından çıkarıldı. 1996 yılında Türkiye'ye döndü. Bugüne değin 12 şiir kitabı yayımlandı. Şiirlerinde doğanın yeri ve sözcük dağarcığının zenginliği dikkat çekicidir.

Toplumcu Gerçekçi Şiir ilkelerine yöneldi, şiirini yeni biçim ve tema arayışlarıyla besledi. Çevirileriyle de dikkat çekti. Edebiyat ve kültür üzerine yazdıkları, antoloji ve diğer çalışmalarıyla kuşağın önde gelen yazarları arasına girdi.

Entelektüel dergisinde 2000 yılında çıkan "Özlemin Kadar" adlı şiiri özellikle beğeni toplamıştır. sol.org.tr haber sitesinde her iki haftada bir çarşamba günleri yazıları yayınlanmaktadır. Türkiye Komünist Partisinin 9. kongresinde kürsüden okuduğu "ayaklanma çağrısı" adlı şiiri büyük beğeni toplamıştır. Son olarak 15 Mart 2009 günü, yine TKP'nin düzenlediği "Ya Osmanlıya dönüş, Ya Sosyalist Cumhuriyet" mitinginde şiirlerini kürsüden seslendirmiştir.

Nihat Behram Kitapları - Eserleri

  • Darağacında Üç Fidan
  • Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit
  • Yılmaz Güney'le Yasaklı Yılları
  • Kız Ali
  • Gurbet
  • Miras
  • Özlemin Dili Olsa
  • Çıkmak İçin Bu Karanlıktan
  • İbrahim Kaypakkaya
  • Hayatın Şarkısı
  • İntikam Alır Gibi
  • Dörtlükler
  • Hayatımız Üstüne Şiirler
  • Tanımlar
  • Yalın Yürek
  • Ayrılık da Yakışıklıdır
  • Ateşi Solumak
  • Cenk Çeşitlemesi
  • Gözyaşının Çağrısı
  • Kundak
  • Hey, Çocuk
  • Bahar Karşılaması
  • Dövüşe Dövüşe Yürünecek
  • Yine de Gülümseyerek
  • Acının ve Umudun Rengi
  • Göğsü Kınalı Serçe / Şiirlerle Halk Masalları
  • Mucizeye Tanım
  • Fırtınayla, Borayla Denenmiş Arkadaşlıklar
  • Sol Kendini Anlatıyor
  • Bir Komünistin Biyografisi
  • Savrulmuş Bir Ömrün Günlerinden
  • Tutanak
  • Maviyengeç Ağıdı
  • Hayatı Tutuşturan Acılar
  • Hayatın Tanıklığında İşkencede Ölümün Güncesi
  • Tekzip
  • Kında Duran Onur Paslanır

Nihat Behram Alıntıları - Sözleri

  • ''Kimi zaman denizlerin dalgaları saydın kendini çınladı dağa taşa vura vura bağrının nakışları, kimi zaman kayalardan seni kum kum koparan aynı denizin dalgalarıydı; yanıldın, ah, yanıldın, yazık ki gecikmiş bir şiir bile ancak kendinin sessizliğidir, öyleyse nedir anlamı hayatımızın?'' (Savrulmuş Bir Ömrün Günlerinden)
  • Hem işçi sınıfı devrimcisiyiz diyeceğiz hem de onun için hiçbir eyleminde bulunmayacağız. (Sol Kendini Anlatıyor)
  • Bir yanım Şahin hızı, Bir yanım yara izi... (Ateşi Solumak)
  • Gezen gezsin hayatın düşmanlarıyla kol kola utanmadan, başımı halkımın omuzbaşında taşımayı onurum sayarım ben; zulmün, zorbalığın, sömürünün olduğu her yerde, her an anarım Attila Jozsef'i, Jose Marti'yi, Mayakovski'yi, yeniden yeniden bilenir öfkem; mutluluk duyarım, eğer yüreğimle, sesimle Nazım'a, Neruda'ya, Fikret'e kardeş olabilirsem... (Tanımlar)
  • Yaşamdaki bir bebeğin bakıma nasıl ihtiyacı varsa, içimdeki ölüm yavrusu da öylesine bana muhtaçtı. (Kız Ali)
  • İşçi sınıfı,mücadelesini ancak bilinçli ve örgütlü olarak verebilir. (Sol Kendini Anlatıyor)
  • Oysa yakınmadan yaşama gücü, el bebek gül bebek bir geçmişten değil, dağlardan yüksek, denizlerden derin acıların mirasıydı (Miras)
  • Üç gündür yağmur yağıyor üç gündür aynı şarkıyı dinliyorum bugün bilmem ki bu şehrin hayatımdan yolduğu kaçıncı gün? Buna da alışılır alışamadığım tek şey kendi yüreğim (Ayrılık da Yakışıklıdır)
  • ürkütülmüş, sarılmış, acıyla sınanmışız... ateş almış taş altında kalmışız, gün olur hesabını sorarız elbet. (Tanımlar)
  • ...yoksul da olsalar, onurlu insanlar doldursun sokakları, aşkın da ayrılığın da içten yankılanan sahici şarkıları duyulsun... ... (1999) (Kundak)
  • Her şey ve herkes kendi tarihinin sayfalarında tozlanıyordu... (Gurbet)
  • “Dalın dudağı diye öptüğüm gül yaralamış ağzımı - geçer, muhabbet yarasıdır. “ (Cenk Çeşitlemesi)
  • -Mahkemeye itimadınız var mı? Cemil oğlu, 1947 doğumlu, Erzurum Ilica Mahallesi, Öznü köyü nüfusunda kayıtlı, Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisi Deniz Gezmiş: -Mahkemeye asla güvenim yoktur. Mahkeme diye böyle bir yerde bulunmaktan utanç duyuyorum. (Darağacında Üç Fidan)
  • Ah, gidiyor işte gidiyor göz göre göre birer rüzgâr uğultusu bırakarak yanan ateşe (Dövüşe Dövüşe Yürünecek)
  • Eğer ülke sorunları üzerinde düşünmek yerine hazır reçeteleri devralmak ile devrim olsaydı herhalde dünyanın siyasi coğrafyası çok farklı olurdu. (Sol Kendini Anlatıyor)
  • ...bu gerçek; ve hiç karamsar olmadım hayatın karşısında ama günlerdir izine de varamadım o şiirin yorgunluk dayandı kaburgalarıma... ... (Fırtınayla, Borayla Denenmiş Arkadaşlıklar)
  • "Ah ki, şu yoksu halk nasıl böyle habersiz Yalanla talanla sarıldığından, Kapandaki ceylanın bile haberi var Zorlanan zincirin kırıldığından" (Dörtlükler)
  • Yüzün pırıl pırıl doğuyorken ayışığında Öyle meydan okuyan hali var ki gözlerinin Sanki yeryüzünün Uçsuz bucaksız düzlükleri Kasıp kavruluyor verimli bir poyrazla... (Ateşi Solumak)
  • İnsan ancak İnsana yaraşır yaşadıkça insan (Miras)
  • Anılar içinde yaşamak sadece bize özgü bir şey herhalde! (Gurbet)