Şeytana Satılan Ruh ya da Kötülüğün Egemenliği - Jean Baudrillard Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap

Şeytana Satılan Ruh ya da Kötülüğün Egemenliği kimin eseri? Şeytana Satılan Ruh ya da Kötülüğün Egemenliği kitabının yazarı kimdir? Şeytana Satılan Ruh ya da Kötülüğün Egemenliği konusu ve anafikri nedir? Şeytana Satılan Ruh ya da Kötülüğün Egemenliği kitabı ne anlatıyor? Şeytana Satılan Ruh ya da Kötülüğün Egemenliği PDF indirme linki var mı? Şeytana Satılan Ruh ya da Kötülüğün Egemenliği kitabının yazarı Jean Baudrillard kimdir? İşte Şeytana Satılan Ruh ya da Kötülüğün Egemenliği kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi

Yazar: Jean Baudrillard

Çevirmen: Oğuz Adanır

Yayın Evi: Doğu Batı Yayınları

İSBN: 9789758717132

Sayfa Sayısı: 215

Şeytana Satılan Ruh ya da Kötülüğün Egemenliği Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

XX. yüzyılın en önemli kuramlarından biri Jean Baudrillard'ın "Simülasyon" kuramıdır. Simülasyonlar ve Simülasyon kitabında iletişim, sinema, medya, reklam, bilimkurgu alanlarında 'gerçek' ve 'hakikat' düzeneklerinin birbirleriyle nasıl yer değiştirdiği çarpıcı bir dille anlatılmaktadır. Baudrillard, radikal ve ayrıksı düşünceleriyle Batı toplumunun bugünkü düşünsel krizini derinlemesine çözümlemektedir. Bunu yaparken postmodern bir söyleme başvurmaktadır. Adanır'ın tanımlamasıyla söylersek söyleme başvurmamaktadır. Adanır'ın tanımlamasıyla söylersek "Baudrillard postmodern bir düşünür değildir!" Çünkü bu kitaptaki düşünceler belirli bir sistem etrafında yürümekte, simülasyon evreninin "dünya görünüşü" dile getirmektedir.

Soru: Ne pahasına olursa olsun Batı'nın moralini bozmayı sürdürecek misiniz?

Baudrillard: "Batı tarihinin temel yapı taşı moral bozukluğudur". Bunu ben uydurmadım. "Yeni duygusal düzen" yani kurbanlardan oluşan duyarsızlık, pişmanlık üzerine oturmuş olan toplum, sanayi devrimi ve kolonizsasyon gibi sonuçlara yol açmış XIX. yüzyıla ait anlam bunalımının bir uzantısıdır ve bizim uzun XX. yüzyılımız boyunca da sürüp gitmiştir.

Soru: Batı'yı terk mi edelim?

Baudrillard: Batı dünyasının dışında kalan dünyalara da bakmak zorundasınız...

Şeytana Satılan Ruh ya da Kötülüğün Egemenliği Alıntıları - Sözleri

  • Dünyanın bir parçası olan insan bilinci, dünyayı yansıtma hakkının kendine ait olduğunu düşünmektedir.
  • Gerçek bir genellemedir oysa dünya özgün bir yerdir.
  • Özgürlük bir düş müdür? Sanki herkes özgürleşmek ya da özgür kalmaya çalıyormuş gibi görünmek istemektedir.
  • Bireysel vicdanın ürettiği -özgürlük, irade, kimlik ve sorumlulukla ilgili- tüm büyük masallar, halihazırda gerçekleştirdiğimiz eylemlere anlamsız, hattâ çelişkili bir açıklık/belirginlik katmaktadır. Sanki bütün eylemlerimizin sorumlusu bizmişiz, onlar, bizim irademizin bir sonucuymuş ve verdiğimiz kararları da sanki bilinçli şekilde veriyormuşuz gibi, vs. Oysa bütün bunlara gerek yoktur, yani karar verip, harekete geçmek için irade ve irade kavramına gerek yoktur. Bir şey yapmaya karar vermek için bilince gerek yoktur. Var olmak içinse kesinlikle özne ve kimlik gibi kavramlara gerek yoktur, işe ötekilik kavramından başlamak daha doğru gibi görünmektedir.
  • Etki karşılıklıdır. Her etki amaçladığı nesnede değişikliğe yol açar.
  • Hepimizin beyninde "en iyi" ve "en kötü" aynı anda yer alır.
  • Susan Sontag, araç ve imgelerin sahip olduğu bu üstün/ayrıcalıklı durum hakkında bize çok güzel bir öykü anlatmaktadır. İnsanoğlunun Ay'a ayak basmasını izlediği sırada, kendisiyle birlikte olayı izleyen insanlar böyle bir şeyin mümkün olamayacağını söylüyorlar... Sontag onlara: Peki ama inanmıyorsanız neden izliyorsunuz? diye soruyor. İnsanlar: Biz televizyona bakmaya/televizyonu izlemeye gelmiştik! yanıtını veriyorlar. Bu inanılmaz bir şeydir. Onlar ekrandan yansıyan Ay'a değil yalnızca Ay'ı gösteren ekrana bakıyorlar. Mesaja değil imgeye bakıyorlar.
  • Birbirine karışan terimler, birbirlerine toslayan kutuplar değer yargılarını dümdüz ettiler. Artık ne sanat, ne ahlâk ne de politika alanında değer yargılarından söz edilemez.
  • "Her şey göstergedir, gerçek olan bir şey yoktur, hakikate benzeyen bir şey yoktur, herşey simülakrdır."
  • İktidarın kendisi bir yandan sorumluluklarına sahip çıkarmış gibi yaparken, diğer yandan bundan kurtulmak için elinden geleni ardına koymamaktadır. Çünkü suçlu olmak, sorumlu olmaktan daha kolaydır. Zira suçu karanlık güçlerin üzerine atabilirsiniz, oysa sorumluluktan kaçış yoktur.
  • Yolsuzluk kolektif bir psikodramadır. Hak ettiğimiz yöneticilere sahipsek, onlara karşı hissettiğimiz aşağılama duygusu, politik bir hayvan olarak, kendi kendimize duyduğumuz aşağılamanın yansımasından başka bir şey olamaz.
  • Eskiden Homeros döneminde, Olimpos tanrıları için bir tefekkür aracı olan insanlık, şimdi kendi kendisi için bir tefekkür konusuna dönüşmüştür. Kendini kendisinden uzaklaştrıp, yabancılaştıran bu insanlar için kendi sonlarını/yok oluşlarını izlemek bir tür birinci sınıf estetik duygu kaynağına dönüşmüştür (Walter Benjamin). Bu süreçten kurtulma olasılıklarından biri kendi kendini yok etmektir. Kendi kendini yok etme her türlü meydan okumadan daha büyük bir meydan okumadır..
  • Eskiden her yerde olduğu söylenip hiçbir yerde karşımıza çıkmayan Tanrı, günümüzde bilgisayarlara özgü atardamar ağlarının içinde dolanıp durmaktadır.
  • Spinoza: "Kinden sonra insanı en çok yıpratan duygu, tövbe etmedir" demektedir. Oysa kin ve tövbe etme aynı şeydir, zira simgesel sözleşmeden kopma ve kişiselleşmenin yol açtığı pişmanlık, kendinden nefret etme ve acı çekmeye neden olmaktadır..

Şeytana Satılan Ruh ya da Kötülüğün Egemenliği İncelemesi - Şahsi Yorumlar

öncelikle bunun bir inceleme olmadığını belirtmek istiyorum. çünkü inceleme yapamayacağım kadar beni aştığını hissettiğim ama hiçbir şey demeyecek kadar da okuyup geçemeyeceğim bir kitaptı. o yüzden buraya birkaç şey yazıp gideceğim her şeyden önce, okumama vesile olup bu kitabı bana öneren _aristo_ ‘a çok teşekkür ederim. puan olarak 10/10 verebileceğim neredeyse her kitabı ya sen önerip oku dedin yahut da senden görüp okudum. sayende çok şey öğrendim ve öğrenmeye devam ediyorum. benim için bir öğretmen, bir yol gösterensin, her şey için ne kadar teşekkür edersem az kalır, iyi ki varsın ve şimdi kitaba dönecek olursam, dediğim gibi kendimi inceleme yapabilecek kapasitede göremiyor ve bu yüzden kısa keseceğim. çok güzel bir metin, çevirmeni Oğuz Adanır’ın deyişi ile, oldukça ağır bir metin olmakla birlikte, çok büyük bir keyif alarak okunabilecek bir eser. özellikle “gösterge nasıl öldürüldü?” , “hepimiz birer agnostiğiz” , “kötülük ve mutsuzluk” , “kötülüğün egemenliği” , “politika çanları kimin için çalıyor” bölümlerini (üstüne basarak söylemem gerekirse, en çok “politika çanları” bölümünü) çok büyük bir zevkle okudum. baudrillard günümüz yaşamının sahte gerçekliğini ve modernizmin ardındaki esas tehlikeleri tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor. doğrusunu söylemek gerekirse, “gerçek nedir?" sorusuna verecek bir cevabım olmadığı gibi, bu sorunun bir anlamı olduğundan da şüpheliyim ama baudrillard'a göre gerçeğe ulaşabilmemize artık imkan yok. kitapta beni en çok etkileyen, ağlamaklı hale getiren, kuşatılmış ve çaresiz hissettiren ve yüzüme tokat gibi çarpan şey de buydu zaten: ARTIK GERÇEĞE ASLA AMA ASLA ULAŞAMAYACAĞIZ (belki de tek gerçek budur). her şey koca bir yalana, şova, gösteriye, hipergerçekliğe, yani simulakra dönüşmüş durumda. şeytan modern uygarlıkta kendisine kusursuz bir kıyafet seçip, bu sefer gerçekle kurduğumuz hayali ilişkileri kullanıp bizi tuzağa çekmekte. baudrillard insan benliğinin dünya adlı dev ekrana yansıyan zavallı görüntüsünü izlemekten mutsuz olduğunu, bu oyunda herkesin hem efendi hem köle olduğunu ve modern uygarlıkta kendisine yine kusursuz kıyafet seçen şeytanın gerçeklik üzerinden bizimle dalga geçişini, bu oyunu ne kadar sevdiğini, her şeyi verirmiş gibi yaptığında aslında her şeyi alıp götürdüğünü anlatıyor. üniversitelerde ders olarak okutulacak derinlikte bir kitap, ağır sayılan bir metin. tüm bu bilginin yaklaşık 200 sayfaya nasıl sığdırıldığını, 200 sayfada nasıl bu denli güzel aktardığını düşünmeden edemiyorum bu arada son olarak eline, koluna ve kalemine sağlık dilediğim ve hiç saygısızlık yapmak istemediğim çevirmen Oğuz Adanır’dan özür dileyerek “çeviri” adına “katliam” yaptığını söylemek istiyorum. emeğine saygım sonsuz ama çok daha güzel çevirilebilirdi. neyse, iki sene sonra daha donanımlı bir halde gelip, tekrar okumak istiyorum. 2 sene sonra görüşmek dileği ile,, (yasır)

Yüzünü her zaman ustalıkla maskeleyebilmiş Şeytan, modern uygarlıkta yine kendine yakışan kusursuz kıyafeti seçiyor. Şeytanın bu sefer bizlere hazırladığı tuzak, çektiği son numara, gerçekle kurduğumuz hayalî ilişkiler ağında aranmalıdır. Sadece bir süreliğine coşkuyla kendimizden geçiyoruz, fakat ardından benliğimizi kötülüğün mutsuzluk sarmalına doladıkça dolayan “gerçekler” yığını, tepetaklak edilmiş bir dünyayı gözler önüne seriyor. İnsan benliği dünya adlı dev ekrana yansıyan zavallı görüntüsünü izlemekten mutsuz! Bu görüntüler arasında kendi ölümünün peşinde koşan modern sanat, sinema, fotoğraf, bilgi, iletişim, internet, her türlü politik cambazlık ve sayısız ideolojik tatmin nesnesi şeytanın kazdığı çukuru daha da derinleştiriyor. Şeytan, her şeyi verirmiş gibi yaptığı sırada aslında her şeyi alıp götürüyor. Bu oyunda kimse özgür değildir, herkes akıldışı bir performansla aynı anda hem köle hem de efendidir. İnsanı gönüllü bir köle olarak seyretmek şeytanı mutlu kılıyor. Efendilik mücadelesinde bir an olsun taviz vermeyen Şeytan, en çok bu oyunu seviyor… Baudrillard şeytanın avukatlığını üstleniyor. Bu tehlikeli mesleğe soyunacak kadar da cesur. Muhalif zekasıyla şaşırtıyor ve sarsıyor. Son olarak kaleyi içten fethediyor. Tekrar ve tekrar büyük bir keyifle okuyabilirim. (§edef)

Baudrillard'nün aşırı fenomenler hakkında kaleme aldığı Kötülüğün Şeffaflığı kitabının devamı niteliğinde muazzam bir kitap. Baudrillard kötü imgesini mistik yorumdan çok insan merkezli olarak ele almakta ve iyi veya kötü olanı hiç saptırmadan sorumlusuyla ilişkilendirmekte. Dolayısıyla Kötülüğün Şeffaflığı kitabında ele aldığı batı medeniyeti ve kapitalizm'in trans-modern ekonomisi, estetiği, politikası ve seksüalizmi üzerinden geliştirdiği muhalif tutumunu bu eserinde ''şeytan'' ve ''şeytanlaştırma'' kavramlarıyla devam ettiriyor. Bu noktada sistemin insanları kendi rızalarıyla ne denli köleleştirebildiğini, bunu yaparken de kendi kazdığımız çukurun ne denli esiri olduğumuzu anlatıyor. Ve bizler kazdığımız çukurun efendisi olarak addediyoruz kendimizi. Baudrillard'nün bu eserinde şeytan olarak imgelediği fenomen nefs diye adlandırdığımız şey değil, bizzat nefsimizi harekete geçiren ve istemsizce buna bağlı olarak efendi-köle dünyamızda yaşadığımız çaresizliğimiz ve mutsuzluğumuzdan beslenen kapitalizm ve batı kültürünün fenomenleridir. Kendi iradesiyle bu kararı aldığı için özgür olduğunu sanan ancak köleden başka bir şey olmadığını kabullenemeyen insanın yaşadığı trajediyi ve bu trajedinin geri döndürülemez oluşunu göstermektedir bizlere. Günümüzde internet, basın, sanat, sinema, inanç, din vb bir çok insanlık fenomenleri aracılığıyla kedini tatmin eden benliklerin bu sonu gelmeyen arzuları karşısında her şeyin aslında yok olduğunu ve şeytanın ele geçirdiği ruhlar olarak tanımlamaktadır. Kitap her yönüyle günümüz insanının açmazlarını ele alarak gelecekte nasıl bir dünyada yaşayacağımızın da mesajlarını net bir şekilde veren değerli bir eser. Mutlaka okuyun derim. (Uğur De Molinari)

Şeytana Satılan Ruh ya da Kötülüğün Egemenliği PDF indirme linki var mı?

Jean Baudrillard - Şeytana Satılan Ruh ya da Kötülüğün Egemenliği kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Şeytana Satılan Ruh ya da Kötülüğün Egemenliği PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Jean Baudrillard Kimdir?

Jean Baudrillard (Jan Bodriyar) (d. 27 Temmuz 1929, Reims - ö. 6 Mart 2007), Paris), ünlü Fransız düşünür/sosyolog. Medya teorisi, Postyapısalcı felsefe ve postmodernizm üzerine olan çalışmalarıyla ünlenmiştir.

Hayatı

Fransa'da bir devlet memurunun çocuğu olarak doğdu. Sorbonne Üniversitesi'nde Almanca okudu, ailesinde üniversiteye gitmiş olan ilk kişiydi.

Mezun olduktan sonra bir süre eğitim kurumlarında Almanca öğretmiştir. 1950-1960lardaki bu dönemde, Cezayir sorunu yaşamını ve düşüncesini fazlasıyla etkilemiştir. Almanca öğrettiği bu dönemde doktora tezine de (sosyoloji üzerine) devam etti. 1966'da doktora tezini bitirdi, tezinin başlığı "Thèse de troisième cycle: Le Système des objets" idi.

1966 yılının Eylül ayında Université de Paris-X Nanterre'de (Nanterre Üniversitesi - Paris-X) asistan oldu. 1968'deki öğrenci eylemlerinin etkisinde kaldı,Yapısal Marksizm ve medya teorileri ile ilgilendi. 1972'de aynı üniversitede, profesör olarak, sosyoloji öğretmeye başladı. 1987'dan 1990'a kadar Université de Paris-IX Dauphine'de (Dauphine Üniversitesi - Paris-X) görev aldı.

"Eski Yugoslavya'daki Müslümanların maruz kaldığı soykırım, Yeni Avrupa Düzeni'nin evrim sürecinde bir aşamadır. 'Etnik temizliğin' infazcısı olan Sırplar, yeni biçimlenen bir Avrupa'nın öncülüğünü yapıyorlar." (Lettre dergisi, Kış 2005)

Çalışmaları

Bugünün siyasi ve ideolojik akımlarını reddetmesi ününün artmasına neden olmuştur. Bugüne kadar birçok önemli çalışmaya imza atmıştır.Simülasyon kuramını oluşturmuş, kitle zihni üzerine çarpıcı satırlar yazmıştır. Tüketim üzerine düşünceleri ve yapıtları ise onun ününe ün katmıştır. Medya ve kitle iletişim araçlarına dair eleştirileri de diğer düşünceleri kadar çarpıcıdır. Birinci Körfez Savaşı üzerine yaptığı açıklamalarla, Körfez Savaşı'nın oluşumunu ve etkilerini entelektüel bir açıdan farklı bir şekilde yorumlamıştır.

Simülasyon evreninin ortaya çıkışı II. Dünya Savaşının sonuçlarıyla bağlantılıdır. Baudrillard'a gore II. Dünya Savaşı sonrası sağ, solun işlevlerini yerine getirmeye başlamış; yâni, sosyal devlet ilkesi ortaya çıkmıştır. Ayrıca sanayi ve tarım sektörlerinin belirleyiciliği iletişim ve hizmetler sektörlerinin belirleyiciliğinin ardına düşmüştür. Bu veriler batıda bir çeşit durağanlığa sebep olmuş ve batı kendi ekseni etrafinda dönmeye başlamıştır. Bu kendi etrafında dönüş süreci kavramların içlerinin boşaltılması sonucunu doğurmuştur. Artık her kavram televizyonlardan akmakta, insanlar teknolojinin onlara sağladığı bu rahatlık sayesinde herhangi bir şeyi derinlemesine düşünememektedir ve iletişimi sağlamak adına yaratılan cansız kitle iletişim araçları kendilerine yüklenen işlevden, yani aracı olma konumundan çıkıp bağımsız bir kendilik haline gelmiştir. Birey ise bu durumu çaresizlik içinde izlemektedir; herseyin farkındadır, fakat rahatlığından da taviz vermek istememektedir. Baudrillard'ın örneğine bakacak olursak: Birey televizyonda Sudan iç savaşını, herhangi bir tuvalet kağıdı reklamıyla aynı duyarsızlıkla izlemektedir. Televizyonu kapattıktan sonra Sudan'daki iç savaş devam etse bile onun için bitmiştir. İşte bireyin yaşadığı bu evren simülasyon evrenidir. Her şey görüntülerden ibarettir ve cansızdır.

Jean Baudrillard Kitapları - Eserleri

  • Simülakrlar ve Simülasyon
  • Tüketim Toplumu
  • Sessiz Yığınların Gölgesinde: Toplumsalın Sonu
  • Kötülüğün Şeffaflığı
  • Neden Her Şey Hala Yok Olup Gitmedi?
  • Karnaval ve Yamyam
  • Baştan Çıkarma Üzerine
  • Şeytana Satılan Ruh ya da Kötülüğün Egemenliği
  • İmkansız Takas
  • Kusursuz Cinayet
  • Sanat Komplosu
  • Foucault'yu Unutmak
  • Can Çekişen Küresel Güç
  • Cool Anılar 1-2 (1980-1990)
  • Nesneler Sistemi
  • Amerika
  • Cool Anılar
  • Tam Ekran
  • Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm
  • Anahtar Sözcükler
  • Tekil Nesneler (Mimarlık ve Felsefe)
  • Cool Anılar 3-4 / 1990-2000
  • Bir Parçadan Diğerine
  • Cool Anılar V
  • İlahi Sol
  • Siyah Anlar
  • Çaresiz Stratejiler
  • Üretimin Aynası Ya da Tarihi Materyalist Eleştiri Yanılsaması
  • Gösterge Ekonomi Politiği Hakkında Bir Eleştiri
  • Baudrillard'ın Simülasyon Kuramı Üzerine Notlar ve Söyleşiler
  • Çaresiz Stratejiler
  • L'autre par lui-même

Jean Baudrillard Alıntıları - Sözleri

  • "Gerçek bir daha asla geri dönmeyecektir." (Simülakrlar ve Simülasyon)
  • Katıksızdan da daha katıksız olan şey, herhangi bir yolla sonun ötesinde yaşamaktır. (Cool Anılar 1-2 (1980-1990))
  • Bizler bu tekelleşmiş küresel ağların içinde yüzen rehineleriz. Aynı zamanda hem kurban hem de suç ortağı konumundayız. (Karnaval ve Yamyam)
  • "Anlamla saldıranı, anlamla öldürürler." (Simülakrlar ve Simülasyon)
  • Her şey uydulaşıyor, beynimizin bile artık bizde olmadığı sayısız Hertz'lik dalga birimleri ve devreler halinde dalga halinde etrafımızda dalgalandığı söylenebilir. (Kötülüğün Şeffaflığı)
  • Varım, buradayım değil; görülüyorum, bir imajım; bak bana, bak! Narsisizm bile değil bu; sığ bir dışadönüklük, herkesin kendi görünüşünün menajeri haline geldi­ği bir tür reklamcı saflığı. (Kötülüğün Şeffaflığı)
  • Tüm abartılmış özellikler, kendi kendilerini aşmaya -hakiki olandan daha hakiki, güzelden daha güzel, gerçekten daha gerçek- mahkûm edilmiş olup, her türlü içerik ve nitelikten bağımsız bir şekilde kendilerinden geçmeye zorlanmakta ve günümüzde kendisine tutkuyla bağlandığımız tek alana benzemektedirler. (Çaresiz Stratejiler)
  • Burada sokaklarda tek başına düşünen,tek başına şarkı söyleyen,tek başına yiyip kendi kendine konuşan insanların sayısı ürkütücü.Ama yine de bir araya gelmiyor;tersine birbirlerinden kaçıyorlar. Ancak belli bir yalnızlık var ki başka hiçbir yalnızlığa benzemiyor.Herkesin önünde, bir duvarın,bir arabanın motor kapağı üstünde,bir parmaklık boyunca yemeğini tek başına hazırlayan adamın yalnızlığı... (Amerika)
  • Tarihe yabancılaşan bir evrende tarihin ne söyleyecek bir sözü olabilir ne de kendi varlığını kanıtlayabilir. İşte bu yüzden bizden önceki tüm dönemleri, tüm yaşam biçimlerini, tüm zihniyetleri kendi tarihlerini yazmaya ve varlıklarını belgelere dayanarak kanıtlamaya zorluyoruz. (Çaresiz Stratejiler)
  • Oysa halk aptal değil. Kendisini yalnızca kendisinden daha zeki olanların kandırmasına izin veriyor. (İlahi Sol)
  • Tüketim ideolojisini tüketimin kendisi gibi algılayan bir toplumbilim çoğu kez bir süreci diğeriyle karıştırıp onun suç ortağı olmaktadır. (Gösterge Ekonomi Politiği Hakkında Bir Eleştiri)
  • "Dehşete düşme pahasına dünyanın gizini çözmek ve dolayısıyla ona ilişkin ilk yanılsamayı yıkmak zorundayız. Ne boşluğa, ne gize ne de arı görünüşe katlanabiliriz." (Kusursuz Cinayet)
  • Sahte ve hakikatin sınırları da dahil olmak üzere, çiğnemediğimiz yasak kalmadı. Gerçekten de her şeyin ötesine geçmiş durumdayız. Bundan böyle iktidar düş gücü, ışık ve zekanın eline geçmiştir. Kusursuz bir toplumsal yapıya sahibiz ya da kısa bir süre sonra sahip olacağız. Bütün ütopyalar gerçekleşti. Bir zamanlar parlak bir geleceğe benzeyen şey bugün yavaş çekim bir felaketi andırıyor. Paranın tadını aldık, yabancılaşma döneminin temel düsturu sayılan şeffaflık, günümüzde türdeş ve terörist bir görünüme sahip. Artık bir hiperhaber, hipergörünürlük evrenin de yaşıyoruz. Yasal duygusallık dönemi sona ermiştir. Kıyamet gününü beklemenin bir anlamı yoktur; çünkü biz farkına bile varmadan, kıyamet sonrası bir yaşam sürdürmekle meşgulüz. Olanlar oldu, hepimiz cenneti boyladık. İllüzyonlar dönemi sona erdi. Dünyanın başlangıcından bu yana gerçeğin yakasına yapışıp onu frenlemeye çalışan illüzyon bile sonunda dayanamayıp ortadan kayboldu. İllüzyondan yoksun bir dünyada her şeye bir gerçeklik kazandırılmaya çalışılıyor. (Çaresiz Stratejiler)
  • Derinlik, o eski derinlik değil artık. (Cool Anılar)
  • Sokakta hakiki bir deliye rastladım nihayet - kendi kendine konuşmak için cep telefonuna ihtiyaç duymayan birine. (Cool Anılar V)
  • Eskiden yolculuk yapmak başka bir yerde olmanın ya da hiçbir yerde olmamanın yoluydu. Bugün, bir yerde olma duygusunu hissetmenin tek yoludur. Kendi evimde, her türlü enformasyonla ve bir yığın ekranla çevrelenmiş olarak, hiçbir yerde değilim artık; ama yine de dünyanın her yerindeyim, evrensel sıradanlığın içindeyim. (Kötülüğün Şeffaflığı)
  • Zamandan söz ettiğim sırada onun varlığını hissedemiyorum... Zamandan söz ettigim sırada akıp geçmiş oluyor. (Neden Her Şey Hala Yok Olup Gitmedi?)
  • "Zenginliği bir başka şekilde dağıtma yolu bulunmadığı sürece toplumsala düşen görev: Düzeni çökerterek, tahammül edilmesi olanaksız bir ütopik duruma neden olabilecek bu zenginliğin fazlasını emip, temizlemektir." (Sessiz Yığınların Gölgesinde: Toplumsalın Sonu)
  • Gerçek bir genellemedir oysa dünya özgün bir yerdir. (Şeytana Satılan Ruh ya da Kötülüğün Egemenliği)
  • 1544 yılı, Paris'te ilk düşkünler evinin açıldığı tarihtir. Serseriler, deliler, hastalar, toplumun dışladığı ve bir kalıntıya dönüşmüş olan herkes, o sırada henüz yeni doğmuş bulunan toplumsal tarafından bakıma alınmışlardır. Bu bakım 19. yüzyılda Sosyal Yardım, 20. yüzyılda da Sosyal Sigorta'ya dönüşecektir. Toplumsalın gelişmesiyle birlikte doğru orantılı olarak neredeyse toplumsalın bütünü de kalıntılaşmış ve kendisine bir halka daha katılarak boyutları genişletilmiştir. Artıklar tüm bir toplumu kapsadığındaysa kusursuz bir toplumsallaşmayla karşı karşıya kalınmaktadır. Herkes bunun hem dışında hem de içindedir. Herkes hem tümüyle dışlanmış hem de toplumsallaştırılmıştır. (Sessiz Yığınların Gölgesinde: Toplumsalın Sonu)