Sirte Kıyısı - Julien Gracq Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap

Sirte Kıyısı kimin eseri? Sirte Kıyısı kitabının yazarı kimdir? Sirte Kıyısı konusu ve anafikri nedir? Sirte Kıyısı kitabı ne anlatıyor? Sirte Kıyısı PDF indirme linki var mı? Sirte Kıyısı kitabının yazarı Julien Gracq kimdir? İşte Sirte Kıyısı kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi

Yazar: Julien Gracq

Çevirmen: Aykut Derman

Orijinal Adı: Le Rivage Des Syrtes

Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları

İSBN: 9789750823107

Sayfa Sayısı: 300

Sirte Kıyısı Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Orsenna'nın tanınmış ailelerinden birine mensup genç Aldo, kendi ülkesiyle düşman ülke Farghestan'ı ayıran denizi kontrol etmek üzere kurulmuş Sirte Kalesi'ne gözlemci olarak atanır. İki hayali ülke uzun yıllardır sakin ve huzurlu görünmekle birlikte tamamen rehavetten kaynaklanan bu barış her an bozulma tehlikesiyle karşı karşıyadır. "Bay Gözlemci"nin gördükleri, duydukları, tahmin ettikleri görünürde diğerlerini endişelendirmez. Ancak derinlerde kıpırdanan bir şeyler de her gün biraz daha hissedilir hale gelmektedir... Sirte, Libya'da bir şehir olmakla birlikte romandaki ülke ve şehirler (Orsenna, Maremmar, Farghestan) hayalidir. Julien Graq'ın en tanınmış romanı olan Sirte Kıyısı, bir beklenti öyküsü, olası bir felaket beklentisi içinde gelişen durgun bir macera. Yayımlandığı yıl (1951) Goncourt ödülüne değer bulunmuş, ödülü reddeden yazarının aynı zamanda en çok irdelenen kitabı da olmuştur. Sürrealist romanlarıyla tanınan yazarın YKY'den çıkan üçüncü kitabını fransızcadan Aykut Derman çevirdi. 

Sirte Kıyısı'nda yapmaya çalıştığım şeylerden biri, zamansız bir hikâye anlatmak yerine, hareketli bir unsur olan 'tarih ruhu'nu (kâhin ruhtan söz edildiği anlamıyla) ayrıştırma yoluyla serbest bırakmak, hayal gücüyle teması halinde derhal alev alabilmesine yetecek kadar rafine etmekti. Tarihte, her ne kadar çok miktardaki etkisiz ilaç dolgu maddesine karıştırılmış olsa da uyuşturma erdemine sahip olan bir element, pusuya yatmış bir sihir vardır. Onu desteğinden yalıtmak söz konusu değildir elbette, ama geçmişin tablo ve hikâyeleri son derece değişken bir içeriğe sahip olduğundan, kurgunun bunu -tıpkı bazı maden filizlerinin yoğunlaştırılması gibi-artırmayı başarması da yasak değildir.

(İç Kapak)

Sirte Kıyısı Alıntıları - Sözleri

  • Tedirgin ve sinirliydim, birden kendimi kenara itilmişlik duygusuna kaptırdım; cezalandırılıp kapatıldığı odasının bir köşesinde bayram yerinin sıcaklığına ve ışıklarına hasret kalan çocuk gibiydim.
  • "... Titreyerek ve umut içinde kendi yüreğimize dönelim; bizim için birçok şeyi yapmaktan daha kolaydır..."
  • "... Senin yaşındaki bir insan mazeret göstermekten hoşlanmaz, çünkü bir şey yaptığında kendini ne ölçüde tehlikeye attığından hiçbir zaman emin olamaz..."
  • "... İnsan kimi zaman gücünün bilincinde olarak şaka yapar, kimi zaman da karanlıkta kendine güven vermek için..."
  • "... İnsanlar uzun bir aradan sonra yeniden buluştuklarında, aşağı yukarı bile olsa ne yapacaklarını bilmedikleri olur."
  • "Doğan her yeni gün biraz romantiktir..."
  • O gözler beni tuzağa düşürüyor, derin sulardaki koyu yansımalara doğru dalan bir dalgıcı kendine çeker gibi çekiyor, açılan kolları karanlıkta el yordamıyla bende düğümleniyor, boynuma bağlı bir taşla, onunla birlikte hüzünlü bir gölün kurşuni sularına gömülüyordum.
  • "Hiçbir şey boş bir deniz kadar yanıltıcı olamaz"
  • "Olaylar bizim avucumuzun içine olup bitmiş, hazır olarak düşmez."
  • "İyi hükümetlerde zihin tembelliği olması doğaldır. 'Her şey oluruna bırakıldığında', dizginler çok çabuk çekilip işler gerçekten ters gitmeye başladığında, her zaman düşünmeye hazır kamuoyuna sığınma içgüdüsüyle kapkara bir günah keçisi yaratmak gerekir..."

Sirte Kıyısı İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Julien Gracq’ın, başyapıtı Sirte Kıyısı, hayali Orsenna senyörlüğünde soylu sınıfa mensup Aldo isimli gencin, senyörlüğün uzun yıllardır komşu devletle savaşta olduğuna inanılan bölgesindeki kaleye görevlendirilmeyi istemesiyle başlıyor. Tatar Çölü’ne benzeyen kitabın devamında pek fazla olay yok. Gracq, edebi açıdan son derece zengin bir metinle, eylem-eylemsizlik, şans, kader, tesadüfler bağlamlarında tarihi sorguluyor; tarih, bizim onu bugün değerlendirebildiğimiz faktörlere bağlı olarak mı gelişiyor gerçekten yoksa başka dinamikler mi söz konusu ya da tamamen su akıp yolunu mu buluyor, bunları irdeliyor. Bence salt tarihin irdelendiği bir metin değil fakat; siyasi ve felsefi açılardan da çok yönlü okumanın mümkün olduğu zengin bir alt metin var kitapta. 1951 Goncourt Ödülü almış eser ancak Julien Gracq ödülü kabul etmemiş. Okumanın pek kolay olmadığı, uzun cümlelerin biraz berrak zihin ve sabır istediği ama mutlaka okunması gereken kitaplardan Sirte Kıyısı. Beni de biraz yordu okurken ama hem edebi hem düşünsel açıdan çok zengin bir kitap hakikaten, bu nedenle okurken de bitirdiğimde de çok keyif aldım. (İpek Dadakçı)

#juliengracq ‘ın asıl adı Louis Poirier. Tarih ve coğrafya öğretmenliği de yapmış ve yazar ile öğretmen işlerini ayırmak için takma ad almaya karar vermiş. 1910 doğumlu, 2. Dünya Savaşında esir düşmüş. Savaş ortamını, savaş sonrası gelişen refah devlet anlayışını yakından görmüş bir yazar. Başyapıtı Sirte Kıyısı’nın zeminini, mesleki bilgileri ve yaşadığı dönemin atmosferi oluşturuyor; refah ortamında gelen dinginliğe rağmen bilinmeyene duyulan korku, ötekileştirme, bitmeyen nefret. Düşmanlığın tarihle birlikte aktarımı, yaşanılan coğrafyanın birey ve toplum üzerinde etkisi, eylem-eylemsizlik, değişim arzusu. Hayali iki ülke Orsenna ve Fargistan. İsimleri Batı ve Doğuyu çağrıştırıyor. Orsenna halkının bakış açısıyla uygarlığa karşı barbarlık. Üç yüzyıldır durgun bir savaş dönemindeler, barış yok. Orsenna’lı Aldo Fargistan sınırından denizle ayrılan Sirte kıyısındaki amiralliğe gözlemci olarak gönderiliyor. Aldo’nun geçmişe dönük bu zamanı anlattığı hikayesi. Bazı yönleri ile Tatar Çölü’nü andırıyor, benzer izlekler olsa da farklı kitaplar. Gracq bu kitap için Puşkin’in Yüzbaşının Kızı kitabından ilham aldığını söylemiş. Gracq’ın anlatımı yoğun ve şiirsel. Sürrealist bir metin. Betimlemeler fazla, puslu bir atmosfer yaratıyor. Bir konu ile kesin yargılar bildiren bir hikaye anlatmıyor. Düşündürüyor, sorgulatıyor. Biraz zorlayayıcı bir o kadar keyifliydi. Aldo’nun yaşadıklarını cennetten kovuluş mitine benzettim, Hava’nın sunduğu yasak elmayı ısıran Adem. #sirtekıyısı yayınlandığı yıl (1951) Goncourt Ödülünü kazanıyor ve ve Gracq bu ödülü reddediyor. Sirte Kıyısı gibi bir başyapıtla ilgili ne yazsam eksik kalacak hissediyorum, düşündükçe de konular genişliyor, önemsiz gibi görünen detaylar sivriliyor. Siz bu kitabı es geçmeyin:) (Vox Nihili)

Aslında uzun uzun inceleme yazmak gibi bir alışkanlığım yok. Ancak yazar ve kitabı hakkında yeterince bilgi bulunmadığını gördüğüm için benim pek değer verdiğim bu eserin - sıkıcılığa düşme riskini de göze alarak – incelenmesini uzun tutacağım. Asıl adı Louis Poirier olan yazarın kullandığı ad Stendal’ in meşhur Julien Sorel’ i ve mitolojiden devşirmedir. Fransız yazar tarih ve coğrafya öğretmenliği yapmıştır. Burası önemli çünkü yazarın en dikkat çekici özelliği olan coğrafi nesne ve kavramlara dil verebilme, onları kişileştirebilme yeteneği bana göre bu eğitimin eseri. Roman, gezi yazısı, deneme gibi pek çok türde eser veren yazarın tekniği mitoloji ve anti(hiper)tarihle harmanlanmış bir gerçeküstücülükten müstakildir. Argol Şatosunda, Ormana Bakan Balkon ( Ormanda Bir Balkon), Sirte Kıyısı eserleri çeşitli dönemlerde dilimize çevrilmiştir. Kendisinin de açıkladığı üzere yazarlığına tesir eden en önemli kişiler Stendhal ve A. Breton’ dur. Stendhal malumunuz üzere Fransız büyüğü olduğundan mütevellit , Breton ise gerçeküstücülüğün ilahı olarak yazarın yazımını şekillendirmiştir. Otoritelere göre yirminci yüzyılın en stilize yazarlarından biri olan Gracq, 1951 yılında kaleme aldığı ve sürreal-dadaist edebiyatın başyapıtlarından olan Sirte Kıyısı ile Goncourt Ödülünü kazanmış ama ödülü reddetmiştir. Bu reddediş yazarın popülist olmama kaygısı, özel hayatına müdahale edilmesini istememesinden kaynaklanmaktadır. Sirte Kıyısı dilimize YKY tarafından iki ayrı çeviriyle kazandırıldı. İlki İsmail Yergüz’ün çevirisiyle Kazım Taşkent Klasik Yapıtlar Serisi içindedir. Benim gibi eseri 2000lerin ortalarında okuyanlar için bu biraz zor bir deneyimi ifade eder. Çünkü zaten hareketin ve aksiyonun olmadığı metin ruhsuz bir biçimde çevrilmiş ve eserin okunması oldukça güçleşmiştir. Fakat daha sonra Aykut Derman’ ın çevirisiyle YKY normal serisinden tekrar basılan kitap daha okunaklı ve canlı bir çeviriyle kitapseverlere ulaşmıştır. Kitaplığa koymak için Kazım Taşkent Serisini, okumak içinse Aykut Derman’ ın çevirisini öneriyorum. Hikaye Farghestan ile kağıt üzerinde, 300 yıldır adı konmamış bir ateşkesle ara verilmiş olsa da, savaş halinde olan Senyörlük’ ün merkezi Orsenna’ nın soylu ailelerinden birine mensup Aldo’ nun Orsenna’ daki hayatından sıkılarak Gözlemci olarak askeri üssün bulunduğu Sirte Kıyısı’ na atanması ile başlar. Farghestan ve Senyörlük zıt iki dünyadır. Farghestan ‘arkaik’ i Senyörlük ‘uygarlık’ ı temsil eder, kitap boyunca uygarlıktan primitife meraklı bir özenme hissettirilip bu karşıtlık vurgulanır. Senyörlük uygarlığın tepesinde monoton bir hayat, insanların yaşadığının farkına varmak için korkular-endişeler yarattığı bir ruhsuz toplumken, Farghestan içgüdünün, yabanıllığın gizli çekiciliğine sahip bilinmeyendir. Aldo’ nun gelişi değişim sezgisini, bir şeylerin olacağı beklentisini körükler. Olaylar beklentinin - olmamış olanın- olanları etkilemeye başladığı bir seyir alır. (Hikayeden bazı bölümleri vererek konuyu genel hatlarıyla anlatmaya çalışıtım. Bu eserde spoiler sizin okuma keyfinizi etkilemeyecektir. Zaten bir eserle ilgili spoiler yemekten korkuyorsanız muhtemelen okuyacağınız eser okunmaya değecek bir şey değildir. Aksine iyi metinler ikinci ve üçüncü okumada kendini daha fazla sevdiren daha fazla anlamlandırılanlardır. Burada bahsi geçen popüler bir dram ya da polisiye değildir ve eser hakkında ne kadar çok ön bilgiye sahip olursanız okurken cebinizi o kadar çok doldurursunuz.) Buraya kadar dikkatli okuyucuların fark edeceği üzere eser sinopsis olarak Tatar Çölü’ ne benzemektedir. Yani filme çekecek olursanız bu iki eser tek yumurta ikizi gibi görünebilir. Ancak edebi metinler – biraz iddialı görünebilir ama düşüncem bu- sanatın başka bir formunda hakkıyla ifade edilmesi mümkün olmayan eserlerdir. Yani Kayıp Zamanın İzinde’ nin Ulises’ in Niteliksiz Adam’ ın filmini yapabilirsiniz ama bu eserlerin orijinallerinin anlattıklarının kötü bir karikatürü olmaktan öteye gidemez. Tatar Çölü ile benzerlik yalıtılmışlık, beklentisizlik, varoluşçu sancıların ifadesi anlamında doğru bir değerlendirmedir. İki eser arasındaki 10 yıl içinde bir paylaşım savaşı yaşanmış, 1900lerin başlarında düşünce hayatında peyda olan anlamsızlık, absürdlük, değerlerin yitimi, büyük lafların-ideolojilerin geçersizliği artık evrensel bir boyuta ulaşmış, küreselleşme denen zırva ile anlamsızlık-değer yitimi dünyanın en ücra köşelerine sirayet etmeye başlamıştır. İki roman arasında aynı dünya görüşünün sivrilmesi-sertleşmesi dışında düşünsel anlamda ciddi bir fark görünmemektedir. Ancak Sirte Kıyısı’ nı farklı bir yere taşıyan iki ayrı özellik mevcut. İlk olarak bu eser hem ciddi hem de absürd bir eserdir. Gerçeküstücü müdahaleler hikayeyi Tatar Çölü’nün verdiği mesajların ötesinde bir alana taşımaktadır. Şöyle ki bilinçdışının ve henüz gerçekleşmemiş olanın olanlara etkisi muazzam bir şekilde yansıtılmıştır. Tatar Çölü ve Godot’ yu Beklerken’ in kahramanları ıssızlıkta olmayacak bir şeyi beklerken bir şey yapmamakta ve varoluşçuluğun hiçliğe çalan sınırında anlamsız bir nöbet tutmaktadırlar. Sirte Kıyısı ise geleceğin şimdiye etkisiyle şimdiki zamandan korkulan geleceğe yönelen sürreal, zamanın döngüsel olduğu bir süreci ifade etmektedir. Bir diğer ve bana bu eseri benzerleri arasında daha üst düzeyde konumlandırmam gerektiğini ifade eden özellik ise eserdeki coğrafi kavramların ifadesi ve kahramanlara yaşattıkları. Rüzgar, Lagün, Çöl, Yanardağ hikayenin seyrini belirleyen aktif unsurlar dolayısıyla Aldo ya da Marino gibi hikayedeki karakterlerden birine dönüşüyor. Bu anlamda hikayeyi orijinal coğrafi betimlemelerle tamamlayan yazar yazına çok önemli bir eser bırakıyor. İyi okumalar! (Rorschach)

Sirte Kıyısı PDF indirme linki var mı?

Julien Gracq - Sirte Kıyısı kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Sirte Kıyısı PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Julien Gracq Kimdir?

1910'da Fransa'nın Loire bölgesinde doğan Julien Gracq, tarih ve coğrafya öğretmenidir. Romanlarında, coğrafi bölgenin insan üzerindeki etkilerini incelemiştir. Roman dışında, denemeler, düzyazı, şiirler ve tiyatro oyunları da kaleme almış olan Julien Gracq, Alman romantizminin ve gerçeküstücülüğün etkisinde kalmıştır. 1991'de Le Rivage des Syrtes başlıklı romanına verilen Goncourt Ödülü’nü reddeden, özenli üslubuyla içindeki bunaltıyı damıtan bu ilginç yazara göre dil, insanları buluşturan, birleştiren, onları mistik yoldan anlamayı sağlayan bir araçtır.

Julien Gracq Kitapları - Eserleri

  • Sirte Kıyısı
  • Argol Şatosu'nda
  • Ormanda Bir Balkon

Julien Gracq Alıntıları - Sözleri

  • "Ay ışığıyla yıkanan gecenin süt beyazı saydam buharına benzeyen güven duygusu içlerinde saf bir erdeme indirgenmiş ilkel zerafetiyle onları sarıyordu" (Argol Şatosu'nda)
  • "... İnsan kimi zaman gücünün bilincinde olarak şaka yapar, kimi zaman da karanlıkta kendine güven vermek için..." (Sirte Kıyısı)
  • "... Senin yaşındaki bir insan mazeret göstermekten hoşlanmaz, çünkü bir şey yaptığında kendini ne ölçüde tehlikeye attığından hiçbir zaman emin olamaz..." (Sirte Kıyısı)
  • "Öyle saatler vardır ki ağır ve gece dolu bir el, çekici indirmeden önce hayvanın alınlığını yoklayan kasabın yumuşak ne iğrenç eli gibi bir anda toprağın üzerine çöker, bu dokunmayla toprak bile olacakları anlayıp irkilir ve tiksinir." (Ormanda Bir Balkon)
  • "... Titreyerek ve umut içinde kendi yüreğimize dönelim; bizim için birçok şeyi yapmaktan daha kolaydır..." (Sirte Kıyısı)
  • Kendi zavallılığıyla geri dönen yaşam, hemen kaçınılmaz bir kişiliğin namuslu giysi ve kılıflarını kendilerine uzattığı için şaşırıp kaldılar. Ama yine de o anda bile hiçbir şey söylemeye cesaret edemediler; yüreklerinin sapkın gizi doymak bilmez dalgalar içinde kaybolmuş, boğulmuş muydu? (Argol Şatosu'nda)
  • "İyi hükümetlerde zihin tembelliği olması doğaldır. 'Her şey oluruna bırakıldığında', dizginler çok çabuk çekilip işler gerçekten ters gitmeye başladığında, her zaman düşünmeye hazır kamuoyuna sığınma içgüdüsüyle kapkara bir günah keçisi yaratmak gerekir..." (Sirte Kıyısı)
  • "...Yaraya neden olan el, yarayı iyileştirendir de." (Argol Şatosu'nda)
  • Birbirlerini aradılar ve buldular. İtiraf etmeye cesaret edemedikleri bir keyifle, sinsi bir göz kırpmanın, şaka amaçlı tumturaklı sözlerdeki asıl niyetin, bir ünlünün inişli çıkışlı bir biçimde söylenişinin kendileri için anlam kazandığını sonunda kabul ettiler. Oyunun en karmaşık incelikleri aşırı bir rahatlıkla denenmiş, daha ilk belirtide de hiç zorlanmadan tahmin edilmişti. Gizemli anlaşma yeniden eksiksiz, tüm yeminlerin ötesinde, tüm zararlarını küçümsediği dünyaya karşı çatlaksız bir cephe oluşturmuştu. Bu şeytani, çözümsüz noktada, karşı tarafın tüm içselliğiyle algıladığı en içten düşünceler, en saf gözlere bile tuzağın kuşku götürmez izini göstermişti. (Argol Şatosu'nda)
  • "Her bireyin içinde gizlice hep ben diyen ve asla biz, insanlar demeyen, insanları sayıları kadar küçük özel evrenlere kilitleyen bu ruhsuz ve şarkısız savaş kırları kentten çok daha az etkiliyor ve şaşırtıyordu." (Ormanda Bir Balkon)
  • Vadinin dönemecinde birdenbire, beyaz tozdan unlara bulanmış değirmenci yollarının ortasında, güneşle birlikte kalkmış, sık mavi pullarla örtülü damlarıyla sabah sisinin içinden bir lüfer sürüsünü aratmayacak sedef parıltılarıyla çıkan, dua kitabındaki minyatürleri andıran tertemiz şirin bir kasaba, küçük köprüsünün ucunda mütevazi tepeciğine yaslanmış duruyor; evlerinin üzerinde, çok yukarılarda, şatonun geniş ve yüksek duvarı iki elle tutulup boylu boyunca açılmış bir kırallık baş bağı gibi yayılıyordu. (Ormanda Bir Balkon)
  • "Hiçbir şey boş bir deniz kadar yanıltıcı olamaz" (Sirte Kıyısı)
  • O gözler beni tuzağa düşürüyor, derin sulardaki koyu yansımalara doğru dalan bir dalgıcı kendine çeker gibi çekiyor, açılan kolları karanlıkta el yordamıyla bende düğümleniyor, boynuma bağlı bir taşla, onunla birlikte hüzünlü bir gölün kurşuni sularına gömülüyordum. (Sirte Kıyısı)
  • Belki de biri ötekinin korkunç ve samimi düşmanlığının aynası olmasaydı, boş bir kristal küre gibi içine girdikleri, insana özgü hiçbir şeyi kendi gözleriyle görmedikleri ortak inlerine artık ganimet getiremedikleri noktaya çoktan gelirlerdi. Çünkü birbirlerine düşmandılar da, ama bunu söyleme yürekliliğini gösteremiyorlardı. Ne bunu kendilerine itiraf edebiliyorlar ne de -tuhaf da olsa- ikisinin arasındaki ilişkinin en hafif biçimde bile olsa anımsatılmasına katlanabiliyorlardı. Hegel, kendisinin ve karşıtının hayaleti gibi gizemli bir biçimde, melek gibi görkemle yanlarında yürüseydi, herhalde ikisine de gülerek sonunda öteki amaçlarının yanında aydınlatmaktan başka amacı olmayan başkaları gibi bu kitabı da gerekli bir anlaşma biçimi olup olmadığı konusunda kendini sorgulardı. (Argol Şatosu'nda)
  • Tedirgin ve sinirliydim, birden kendimi kenara itilmişlik duygusuna kaptırdım; cezalandırılıp kapatıldığı odasının bir köşesinde bayram yerinin sıcaklığına ve ışıklarına hasret kalan çocuk gibiydim. (Sirte Kıyısı)
  • "Doğan her yeni gün biraz romantiktir..." (Sirte Kıyısı)
  • “Savaşta gecenin içinde de insanlar yaşar, ‘yıldızların altında...’ diye düşündü; aklından belli belirsiz.” (Ormanda Bir Balkon)
  • İlerledikçe gece de değişiyordu; geceyarısının uyuşukluğu yavaş yavaş ağaçların doruklarına tırmanıyor, rüyaların daha hafif havası ağaç altlarına mavitırak tütsü buğusunu akıtıyor, ay yükseliyor, yağmurdan sonra gelen güzel havanın yolları kurutması gibi bütün dünyayı göz alabildiğine geçilebilir kılıyordu. (Ormanda Bir Balkon)
  • Hava acı ve hemen hemen ılık oluyor, öğleyin orman yolunda yürürken her yan patikadan, güneşin vurup karları ışıldattığı yerlerde çözülen buzun karın gurultusunu andıran boğuk gürültüsünün yükseldiği duyuluyordu; ama kısacık akşam üzeriyle birlikte Meuse'ün ufukları da pempeleşmeye başlar başlamaz soğuk yeniden Çatı'nın üstüne sihirli bir gerilim seriyor; mühürlenen orman bir sessizlik tuzağı, kapalı demir parmaklıklarının yalnızca hayaletlerin gidiş gelişine teslim ettiği bir kış bahçesi olup çıkıyordu. (Ormanda Bir Balkon)
  • ...her canlının kendini yok etme ve varlığı yiyip bitiren tükenme içgüdüsünün -kuşkusuz denk olmayan silahlarla- kendini koruma kaygısıyla savaştığını belki de o anda anladı. (Argol Şatosu'nda)