Siyasette Yalan - Hannah Arendt Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Siyasette Yalan kimin eseri? Siyasette Yalan kitabının yazarı kimdir? Siyasette Yalan konusu ve anafikri nedir? Siyasette Yalan kitabı ne anlatıyor? Siyasette Yalan PDF indirme linki var mı? Siyasette Yalan kitabının yazarı Hannah Arendt kimdir? İşte Siyasette Yalan kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Hannah Arendt
Çevirmen: Berfu Şeker
Çevirmen: İmge Oranlı
Yayın Evi: Sel Yayıncılık
İSBN: 9789755709208
Sayfa Sayısı: 99
Siyasette Yalan Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Arka Kapak Yazısı (Tanıtım Bülteninden)
Yirminci yüzyılın en etkili düşünürlerinden biri olan Hannah Arendt, Pentagon Belgeleri’nin 1971’de ifşa edilmesinden kısa süre sonra yazdığı Siyasette Yalan adlı çalışmasında, tarih boyunca siyasette bir araç olarak kullanımı meşru görülen yalanların yirminci yüzyılda yepyeni bir çehreye bürünüp hangi mekanizmalarla hem siyaset sahnesini hem de olgusal gerçekliği egemenliği altına aldığını çözümlüyor. Demokrasinin karşı karşıya kaldığı bu hayati tehdidin bertaraf edilmesinde ise özgür basının ve özgürlükleri için baskılara boyun eğmeden mücadele eden insanların önemine vurgu yapıyor. Tamamlayıcılığı bakımından önemsediğimiz Caty Ca-ruth’un “Yalan ve Tarih” makalesi ise Arendt’in yazdıkları üzerinden yalanın doğası ve siyasi eylemle ilişkisi, yalanın kendi tarihini yazan kapsayıcı bir gerçekliğe dönüşme süreci üzerinde duruyor. Caruth, hem gerçeklik zeminini yitiren hem de bu yitirişi gözlemlemekten aciz hale gelen bir dünyada tarihe tanıklığın nasıl mümkün olabileceğini sorgulayarak, Arendt’in argümanlarının temeline ışık tutuyor.
Siyasette Yalan Alıntıları - Sözleri
- "Yalanlar çoğu zaman gerçeklikten çok daha makul, akla çok daha yatkındır, çünkü yalancı, izleyenin duymak istediğini önceden bilmenin sağladığı büyük avantaja sahiptir."
- Yalanlar çoğu zaman gerçeklikten çok daha makul, akla çok daha yatkındır, çünkü yalancı, izleyenin ne duymak istediğini ya da nasıl bir beklenti içinde olduğunu bilmenin sağladığı büyük avantaja sahiptir. Yalancı toplumun tüketimine sunacağı hikayesini hazırlarken, hikayesinin inandırıcı olmasına dikkat etmiştir. Oysa gerçekliğin, bizi hiç ummadığınız şeylerle karşılaştırmak gibi rahatsız edici bir alışkanlığı vardır ve biz her seferinde buna hazırlıksız yakalanırız."
- Yalancının, siyaset sahnesinde belirmek için kendisine yer açmaya ihtiyacı yoktur; çünkü büyük bir avantajı vardır, o zaten her zaman sahnenin tam ortasındadır.
- . Siyasi sorunlar, politikacılara bırakılmayacak kadar ciddidir. ...
- Hegel, "felsefi düşüncenin, tesadüfi olanı bertaraf etmek dışında bir amacı yoktur" demişti.
- "Bir yalancı ne kadar başarılıysa ve ne kadar fazla insanı ikna ederse, sonunda kendi yalanına inanma ihtimali o kadar artar."
- Siyaset alanında gerçekler savunmasızdır, der Arendt, çünkü aslında gerçekleri söylemek yalan söylemekten çok daha az politiktir.
- "Sürekli olarak tekrarlanan "yeryüzündeki en büyük güç" klişesinin arkasında, her şeye kadirliğe dair tehlikeli bir mit yatıyordu."
- Yalan ve kandırmayla ilgili sıkıntı, yaratacakları etkinin, yalancının saklamak istediği hakikati net olarak bilmesine bağlı olmasıdır.
Siyasette Yalan İncelemesi - Şahsi Yorumlar
'Pentagon Belgeleri' adıyla anılan belgeler, 1971 yılında ABD'de bir gazetede yayımlanınca savaşla ilgili çoğu şeyin halktan gizlendiği anlaşıldı. Bu kitapta, Amerika'nın Vietnam savaşı özelinden kamuoyunun nasıl yönlendirilebileceğini anlatmaya çalışıyor. Kamuoyuna aktarılan bilgiler ne kadar doğru? Ya da aktarılan bilgilerin doğru ve yanlış oranları ne kadar? Hükümetler yalan söyler mi, söylerse niçin söyler? Ölen asker ve sivillerden hükümetler kazanç sağlar mı? gibi çeşitli sorular eşliğinde 'Siyasette Yalan' işleniyor. Ama yine belirtmekte fayda var ki, kitap 1970'lerin ortasında yazılmış ve Vietnam savaşı merkezli bir yapıya sahip. Bir makale olarak çıkıp, daha sonra kitap haline getirilmiş. Yalanlar çoğu zaman insanı doğrulardan daha fazla cezbeder. Her toplum kendi içinde yalanlar ve doğrular arasında kalabiliyor. Ve çoğu zaman egemen güç veya gücü elinde bulunduran kesimler 'yalanlar' ve 'doğrular' arasında kendi düşünceleri doğrultusunda toplumu yönlendirebiliyor ve istedikleri kararı çıkartma gücüne de sahip olabiliyorlar. ABD, Türkiye veya dünyanın herhangi bir yerinde, alfabeler farklı olsa da yalanlar üzerinden insanlar kandırılmıyor mu? Çünkü "yalancı toplumun tüketimine sunacağı hikayesini hazırlarken, hikayesinin inandırıcı olmasına özellikle dikkat etmiştir (s:15). diyor yazar. Siyasette yalan özellikle savaş sürecinde iki boyutta olabiliyor. Birinci boyutu düşmanları hedef alması, yanlış bilgi aktarımı; ikincisi ise iç siyasete yönelik, içerde kimsenin o savaş ve gerçekler hakkında bilgi sahibi olmasının engellenmesi, haberlerin yayılmasının yasaklanması ya da yine gücü elinde bulunduranlar tarafından verilen kadar haberlerle vatandaşların bilgilendirilmesi. Hannah Arendt'in Siyasette Yalan adlı bu kitabında olaylar, ABD'nin Vietnam savaşı öncesi ve sonrasında iç kamuoyuna anlatılmayan bilgilerin daha sonra açığa çıkması üzerinden kurgulanmıştır. Vietnam savaşı ekseninde ABD'de yaşanan siyaset ve medyada yaşanan görüş, tartışma, bakış açılarını kendi zaman dilimi içinde anlatmaya çalışıyor. Konu bize uzak gözükebilir ama yaşanan olaylar hiçte yabancı değil. Ülkeler, isimler farklı da olsa bu coğrafyada da buna benzer şeyler yaşanmıyor mu? Güney Vietnam ve Laos, Kuzey Vietnam olacak mı? Kuzeyin güdümüne yani komünizm etkisine girecek mi? Komünizm yayılır mı? ABD komünist olur mu? Buradan Amerika çıkarları ne kadar etkilenir. Amerika'nın çıkarlarının bu coğrafaya da etkilenmemesi için ne yapabiliriz? Askeri müdahele sonuna kadar sürdürüldüğünde kazanma durumu nedir? Ya da ne kadar ölü ABD askeri geri dönüş için kırmızı çizgidir? ABD içinde Vietnam savaşını nasıl anlatacağız veya neler anlatmamız gerekir gibi sorular kamuoyunu yönlendirmek ve yanıltmak için kullanıldığı ancak bu belgeler açıklandığında ortaya çıkıyor. Bir de propagandanın yeni adı olan 'halkla ilişkiler'i devreye sokup, iç kamuoyundan bazı şeylerin gizlenmesi hem kamuoyu baskısını dindirmek hem de dış ülke nezdinde oluşabilecek olumsuz imaj açısından önemli bir konu. Vietnam'ı coğrafi olarak, kültür olarak, halk olarak, 'fakir ve küçük bir ülke' olarak gören 'büyük güç', kendi oluşturduğu o büyük güç 'mit'i içinde kendi kazdığı kuyuya düşmesini okuyacağız. Küçük ve kapsamlı kitabın son bölümünde ise 'medyanın gücü', 'basın özgürlüğü' gibi kavramlarla, hükümetlerin bazı belgeleri 'gizli' ya da 'saklı' yapsa bile içerden bu olaylara tepki verebilecek kişilerin 'sızdırması' sonucu olayın ortaya çıkmasını okuyacağız. Kitap 65 sayfadır. Diğer kısım ise "Cathy Caruth" tarafından bu kitapla ilgili makaleyi içerir. Kitabın 1970'li yıllarda yazıldığını unutmadan okumak gerekiyor. O zamanlar dünya şartları bilerek okuyup, ona göre tahlil etmekte fayda var. Siyasette Yalan, şu an da bile ülkemiz açısından hiçte yabancısı olmayan bir cümledir. Belki Batılı hakların garibine gidebilir ama ülkemizde bir günlük zamanın büyük çoğunluğu zaten 'yalan' üzerine geçiyor. Siyaset başlı başına 'yalanın merkezi' ve hatta 'yalan rüzgarı' olmuş. O yüzden ABD'nin Vietnam özelinde ya da daha yakın tarihli dersek 11 Eylül 2001 veya çok daha yakın tarihli Irak ve Suriye'ye saldırması yine o 'yalan siyasetin' bir sonucudur. Peki, bu yalan siyasetin sebebi nedir dersek kendimize şöyle bir durumla karşı karşıya kalabiliyoruz: Sömürgecilik ve ben merkezli güç anlayışı diyebiliriz. Kitabın 2.Bölümünde Cathy Caruth, 'Yalan ve Tarih' adlı makalesi ile 'Hannah Arendt' cümlelerini aydınlatmaya, derinlik katmaya çalışıyor. Bu kısımda Hannah Arendt'in diğer kitaplarına da atıf yaparak tüm kitaplarının toplamından genel bir yargı ile makalesini oluşturmuş. Elde ettiği bilgiler ile genelden özele bir durum tespiti ile 'yalan' ve 'siyaset' cümlesini tartışıyor. İmaj yaratma ile hem kamuoyuna kendilerini anlatmak hem de kendi içlerinde kendilerinin buna inanmasını sağlamak için modern adı 'halkla ilişkiler' olan propaganda kullanılmaktadır diyor. Bir de 'sorun çözücüler' adı altında 'entellektüel ve oyun teorisi yoluyla' ülkenin imajı için yalan söylemekten, olayları çarpıtmaktan çekinmeyecek kişilerin varlığından bahsediyor. Burada 'sorun çözücüler' kavramını irdeleyip, yani devletin siyaset teorisyenlerinin olayın 'ana omurgasını' oluşturduğunu çünkü bunların "ülkeleri için değil, ülkelerin 'imajı için' yalan söylemektedirler" diyerek olayı farklı açıdan irdelemektedir. Örneğin, bize çok tanıdık hatta Vietnam ismini çıkartıp herhangi bir ülke adı koyduğumuzda, Amerikan sorun çözücülerin hiçbir zaman değişmediğini görmekteyiz. Savaşın esas amacının 'Güney Vietnam halkının kendi geleceğini tayin etme hakkına kavuşmasını sağlamalı" Bu cümle zaten herşeyi açıklamıyor mu? Irak'a ve en yakın zaman dilimi içinde Suriye'ye 'Arap baharı' adı altında esasında 'Büyük Ortadoğu Projesi'nin bir parçası olarak 'Suriye halkının kendi geleceğini tayin etme hakkına kavuşmasını sağlamak' amacıyla ülkede kan, zulüm, göç, insanlık dışı uygulamalar yapılmadı mı? 'Güney Vietnam'ı çıkarın yerine 'Suriye' yazdığınızda diğer cümle açısından değişen bir şey olmadığını göreceksiniz. Esasında olayın tepesinde 'imaj yapıcılar' ile 'sorun çözücüler'in kendi düşünce ve çıkarları doğrultusunda hükümetler üzerinde baskı kurarak bazı şeyleri gizleyip sonradan 'yalan' olduğu ortaya çıkan düşünceler üzerinden toplumu hizaya sokma amacı peşinde koşmaları anlatılıyor. Ya da benim anladıklarım bunlar. Ezcümle: Tavsiye ederim. Okuduğum kitap Sel Yayıncılık, Birinci Basım, Mart 2018 tarihli. (S. Ali)
Kitap Hannah Arendth'e başlangıç için uygun değil. İlgilisinin okuması gereken, akademik dili olan bir kitap. Kitabın 1/3'lük son bölümü, bir başka yazarın Arendth'in fikirleri üzerinden özet geçmesi. Ayrıca, bu bölümleri farklı çevirmenler çevirmiş. Konusuna gelirsek; Vietnam savaşı hakkındaki Pentagon belgeleri yayınlanıp, kamuoyuna ifşa edilince, Amerika'nın burada yürüttüğü siyasetin neye dayandığı sorgulanıyor. İstihbarat belgeleri ve raporlarının gösterdiği gerçeklikle, sahadaki gerçeklikle , siyasi erkin aldığı kararlar parallelik arzetmek şöyle dursun alakasız hatta zıt görünüyor. İşte bu noktada "yaratılan imajın" gerçeğin üstünü örttüğü, ve onun yerine konduğu anlaşılıyor. Yalan siyasette makbul; çünkü yalan, siyasilere gücünü ve imajını halkı manipüle etmekte kullanma imkanı veriyor. Siyasette yalan nasıl kullanılır? İşte bunu anlatıyor kitap. "Acı gerçekler yerine tatlı yalanları tercih eden sadece yönetenler mi? yönetilenler buna teşne değil mi? Sonuçta siyasetin "güçlü biz" yanılsamasını, o yanılsamayı yutanlar yaşatıyor ve koruyor değil mi?" diye sormadan edemiyorum ben de... kitap/kitap--106112 yazar/i3943 #siyaset (yazar okur okur yazar)
Kitabı ne yazık ki yeterli içerikte bulmadım. Bunda okuyucu olarak kitabı amacına uygun seçmeyişim etkili olmuş olabilir. Siyasette yalana neden ihtiyaç duyulduğu ve toplumun özellikle geçmişle ilgili niçin manipülasyonlara yatkın olduğunU öğrenmeye yönelik beklentilerim vardı. Ancak kitabın büyük bir bölümü, ABD'nin Vietnam savaşında yaşadıkları ve açıklanan bazı belgeler üzerine yorumları kapsıyor. Bununla birlikte ne bu belgelerin içeriği ne de yaşanan olaylar hakkında gelen bilgiler okuyucuya sunuluyor. Okuyucunun bu olayları tamamıyla bildiği varsayılmış. Pek tavsiye etmesem de iyi okumalar... (Koray Ugur Erbaş)
Siyasette Yalan PDF indirme linki var mı?
Hannah Arendt - Siyasette Yalan kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Siyasette Yalan PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Hannah Arendt Kimdir?
Hannah Arendt (14 Ekim 1906 - 4 Aralık 1975), Alman siyaset bilimcidir. Çoğu kişi tarafında felsefeci olarak da bilinmekle birlikte, kendisi felsefenin "bireyin kendisi"ne dair sorunlarla uğraştığını söyleyerek bu sıfatı reddetmiştir. Siyaset bilimci olarak tanımlanmayı istemesinin sebebi çalışmalarının "tekil olarak insana değil, dünyada yaşayan ve dünyayı kaplayan insanlığa" odaklanmış olmasıdır.
Biyografi
Arendt, o zamanlar bağımsız bir şehir olan Aşağı Saksonya'nın Linden şehrinde (şimdiki Hanover'in bir parçası), seküler bir Yahudi ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi ve Königsberg (hayranı olduğu Immanuel Kant'ın şehri, bugünkü adı ile Kaliningrad) ile Berlin'de büyüdü.
Martin Heidegger ile birlikte Marburg Üniversitesinde felsefe çalışan Arendt'in onunla uzun, fırtınalı romantik bir ilişkisi oldu. Bu ilişki, Heidegger'in Nazisempatisi yüzünden zaman zaman eleştirilmiştir.
Heidegger'den ayrıldığı dönemlerden birinde Heidelberg'e taşındı ve orada varoluşçu felsefeci Karl Jaspers'in danışmanlığında Aziz Augustine'in düşüncesinde aşk kavramı üstüne bir tez yazmaya başladı.
Arendt'in tez çalışması 1929 yılında yayınlandı ancak 1933 yılında Yahudi olduğu gerekçesi ile gerekli hocalık niteliklerine sahip olmadığı belirtilerek Alman üniversitelerinde ders vermesi engellendi. Bunun üzerine Paris'e kaçan Arendt orada edebi eleştirmen ve Marxist gizemci Walter Benjamin ile tanışıp onunla dost oldu. Fransa'da kaldığı süre boyunca Yahudi göçmenlere yardım ve destek sağlamaya çalıştı.
Ancak Fransa'nın II. Dünya Savaşı sırasında savaş ilan etmesi ve Alman askeri kuvvetlerinin Fransa'nın bazı bölgelerini işgal etmesi sonucunda Yahudilerin toplama kamplarına gönderilmesinden ötürü Fransa'dan da kaçmak zorunda kaldı. 1940 yılında Alman şair ve felsefeci Heinrich Blücher ile evlendi.
1941 yılında kocası ve annesi ile birlikte, ona ve yaklaşık 2500 Yahudi göçmene yasadışı vize veren Amerikalı diplomat Hiram Bingham IV yardımı ileABD'ye kaçan Arendt New York'taki Alman-Yahudi topluluğun aktif bir üyesi oldu ve haftalık Aufbau için yazılar yazdı.
II. Dünya Savaşı bittikten sonra Heidegger ile ilişkisini sürdürdü ve Almanya'nın Nazilerden arındırılması etkinliklerinde onun lehinde tanıklık etti. 1950 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nin doğal vatandaşı ve 1959'da da Princeton Üniversitesi'ndeki ilk tam kadrolu kadın profesör oldu.
1975 yılında, 69 yaşında hayata gözlerini yumduğunda Annandale-on-Hudson, New York'ta kocasının uzun süre ders vermiş olduğu Bard Koleji'nin mezarlığına gömüldü.
Eserleri
Arendt'in eserleri iktidar, politikanın özneleri, otorite ve totaliterlik ile ilgilidir. Çalışmalarının çoğunda eşitler arasındaki kolektif politik eylem ile eşanlamlı olan özgürlük kavramının doğrulanmasına odaklanmıştır
"Politikanın bittiği yerde özgürlük başlar" şeklindeki libertaryan var sayıma karşı çıkan Arendt, özgürlüğü kamusal ve birlikteliğe dair bir kavram olarak temellendirir, buna dair antik Yunan şehir devletleri, Amerikan kasabaları, Paris Komünü, 1960lı yıllardaki toplumsal özgürlük hareketleri ve başka alanlardan örnekler sunar.
En önemli eserlerinden biri İnsanlık Durumu (1958) olup, bu eserinde emek, iş ve eylem arasındaki farkları ve bu farkların yol açtığı önemli sonuçları kışkırtıcı şekilde ortaya koyar. Politik eylem teorisini bu eserinde iyice detaylandırır.
İlk büyük eseri olan Totaliterizmin Kökenleri isimli kitapta Komünizm ve Nazizmin kökenlerini ve bunlarla antisemitizm arasındaki bağlantıları incelemiştir. Bu kitabı epey tartışmaya yol açmıştır çünkü kimilerine göre bağdaştırılamayacak iki konuyu kıyaslamaya kalkışmıştır.
Daha sonra Eichmann in Jerusalem isimli kitaba dönüşecek Eichmann davasını The New Yorker dergisinde anlatırken kötülüğün temel ve kökten bir şey mi yoksa basitçe insanların banalitesinin -- sıradan insanların diğerlerinin emirlerine uyma ve eylemlerinin ya da eylemsizliklerinin sonuçlarını düşünmeksizin çoğunluk görüşüne itaat etmelerinin bir sonucu olup olmadığı sorusunu sormuştur.
Son kitabı The Life of the Mind öldüğünde yarım kalmıştır ancak günümüzde mevcut hali ile hala okunmaktadır.
Yaşamak ya da ölmek
2006 yılında Eugene McCarraher şunları yazmıştır:
"1962'nin güneşli Mart sabahlarından birinde Hannah Arendt'i taşıyan bir taksi Central Park'a doğru hızlanırken bir kamyonla çarpıştı. Gözlerini ambulansta açan Arendt kollarını ve bacaklarını hareket ettirdi, gözlerini yuvarladı, tarihleri, şiir mısralarını ve telefon numaralarını sayarak hafızasını test etti. Daha sonra yakın arkadaşı Mary McCarthy'ye olayı şöyle aktarmıştır: "kısa bir süreliğine yaşam ya da ölüm kararının bana bağlı olduğunu düşündüm." "Ölümün korkunç olmadığını düşünse de" aynı zamanda "hayatın epey güzel olduğunu ve sevdiğini" düşünmüştü.
Ödülleri
1975 Sonning Ödülü
Hannah Arendt Kitapları - Eserleri
- Kötülüğün Sıradanlığı
- Şiddet Üzerine
- İnsanlık Durumu
- Siyasette Yalan
- Totalitarizmin Kaynakları 1
- Totalitarizmin Kaynakları 3
- Sorumluluk ve Yargı
- Totalitarizmin Kaynakları 2
- Zihnin Yaşamı
- Geçmişle Gelecek Arasında
- Kant'ın Siyaset Felsefesi Üzerine Dersler
- Devrim Üzerine
- Formasyon, Sürgün, Totalitarizm
- Men in Dark Times
Hannah Arendt Alıntıları - Sözleri
- "Akıl, bütün erdemleri darağacına götüren bir sofisttir." Saint-Just (Devrim Üzerine)
- Kant’ı okudum. Niçin Kant’ı okudunuz? diye sorabilirsiniz. Benim açımdan sorun bir yönüyle şuydu: Ya felsefe okuyacaktım ya da, deyim yerindeyse, kendimi boğacaktım. (Formasyon, Sürgün, Totalitarizm)
- "Anayasa, anlaşıldığında, rıza verildiğinde ve yüreklere yerleştiğinde bir norm, bir temel ya da bir bağdır. Onu besleyen bu duygu ve düşünce olmadan, havaya bırakılmış bir uçurtma ya da bir balondan farkı yoktur." - John Adams (Devrim Üzerine)
- "Adaletin hem yerine getirilmesi hem de yerine getirildiğinin görülmesi gerektiği" doğruysa, hâkimler davalıya aşağıdaki gibi hitap etmeye cesaret etselerdi, Kudüs'te yapılan davanın ne kadar adil olduğunu herkes görürdü: "Savaş sırasında Yahudi halkına karşı işlenen suçun yazılı tarihteki en büyük suç olduğunu ve bunda rol oynadığınızı itiraf ettiniz. Ama asla adi gerekçelerle hareket etmediğinizi, asla bir insanı öldürme eğiliminde olmadığınızı, Yahudilerden hiç nefret etmediğinizi, yine de başka türlü hareket etmenize imkân olmadığını ve kendinizi suçlu hissetmediğinizi söylediniz. Söylediklerinize inanmanın, tümüyle imkânsız olmasa da, zor olduğunu düşünüyoruz; sayısı fazla olmasa da, saikler ve vicdan bakımından makul şüphelere mahal vermeyen, aleyhinize kanıtlar var. Ayrıca, Nihai Çözüm'de rol oynamanızın bir rastlantıdan ibaret olduğunu, sizin yerinizde başka herhangi birinin de olabileceğini, dolayısıyla potansiyel olarak neredeyse bütün Almanların eşit derecede suçlu olduğunu söylediniz. Herkesin veya hemen hemen herkesin suçlu olduğu yerde, aslında hiç kimsenin suçlu olmadığını kastettiniz. Bu aslında sık varılan bir sonuç, ama biz böyle bir sonucu kabul etmek istemiyoruz. Neden kabul etmediğimizi anlamıyorsanız, dikkatinizi Sodom ve Gomora hikâyesine çekmek isteriz. Kutsal Kitap'a göre, bütün insanlar eşit derecede suçlu hale geldiği için, Tanrı bu iki komşu şehri gökten ateş yağdırarak yok eder. Bu arada, sözünü ettiğimiz şeyin şu yeni 'ortak suç' kavramıyla ilgisi yok; zira bu kavrama göre, insanlar yapmadıkları ama onların adına yapılan -katılmadıkları ve yarar sağlamadıkları şeyler nedeniyle suçlu sayılır veya suçlu hissederler. Başka bir deyişle, kanun karşısında suçun ve masumiyetin nesnel bir doğası vardır; sizin yaptığınızı seksen milyon Alman da yapmış olsaydı, bu durum yine de yaptıklarınızı mazur göstermeye yetmezdi." "Neyse ki, o kadar ileri gitmemiz gerekmiyor. Siz kendiniz de, başlıca siyasi amacı eşi benzeri görülmemiş suçlar işlemek haline gelmiş bir devlette yaşayan herkesin gerçekten eşit derecede suçlu olduğunu değil, sadece böyle bir ihtimalin olduğunu iddia ettiniz. Sizi suç yoluna iten iç veya dış koşullara bağlı rastlantılar bile olsa, sizin gerçekten yaptıklarınız ile başkalarının bunları yapma ihtimali arasında koca bir uçurum var. Biz burada sadece yaptıklarınızla ilgileniyoruz; iç dünyanızın ve saiklerinizin muhtemelen suça uzak olmasıyla veya etrafınızdaki kişilerin suç işleme potansiyeliyle değil. Talihsizliklerle dolu bir hayat hikâyesi anlattınız; bu koşulları bildiğimizden, daha iyi koşullarda yaşasaydınız büyük ihtimalle bizim karşımıza veya başka bir ceza mahkemesinin karşısına hiç çıkmayacağınızı bir dereceye kadar kabul ediyoruz. Diyelim ki katliamın örgütlenmesine rıza gösteren bir araç haline gelmenizin nedeni talihsizlikten başka bir şey değildi; bu durum yine de bir katliam politikasını uygulamaya geçirdiğiniz ve dolayısıyla aktif olarak desteklediğiniz gerçeğini değiştirmez. Zira siyaset çocuk bakıcılığına benzemez, siyasette itaat ve destek aynı şeydir. Ve nasıl siz dünyayı Yahudi halkıyla ve daha nice ulustan insanla paylaşmak istemediğiniz için -sanki sizin ve üstlerinizin bu dünyada kimin yaşayacağına, kimin yaşamayacağına karar verme hakkınız varmış gibi bir politikayı destekleyip uyguladıysanız, biz de hiç kimsenin, yani insan ırkının hiçbir üyesinin bu dünyayı sizinle paylaşmak isteyebileceğini düşünmüyoruz. İşte bu nedenle, sadece bu nedenle, idam edilmeniz gerekir." (Kötülüğün Sıradanlığı)
- bu içi boş ruhlarda filizlenebilecek tek yetenek, onları "bir aşırı partinin heybetli önderi" yapacak, Tanrı vergisi bir [kitleleri] büyüleme yeteneğiydi. (Totalitarizmin Kaynakları 2)
- Hiçbir şey yaptıklarımızı düşünmekten daha önemli değildir. (İnsanlık Durumu)
- . Üzücü gerçek şu ki, çoğu kötülük, asla iyi ya da kötü olmaya karar vermeyen insanlar tarafından yapılır. ... (Zihnin Yaşamı)
- "Akıl tüm insanlar için, arzu ise yaşayan tüm organizmalar için ortak olanı açığa vururken sadece irade tamamen bana aittir." (Sorumluluk ve Yargı)
- Kant'ın tanrıya karşı benimsediği konum Eyüp'ün konumuydu.. (Kant'ın Siyaset Felsefesi Üzerine Dersler)
- Krallar tebaaya hükmeder, çıkarlar da krallara. (Devrim Üzerine)
- “Eğilmeye ne kadar elverişliyse insan, o ölçüde becerir boyun eğmesini…” (Şiddet Üzerine)
- Sokrates hiçbir şey öğretmedi; sorduğu soruların cevaplarını hiç bilmedi. Bilgi uğruna değil, sorgulama uğruna sorguladı. Cesaret, adalet, dindarlık vb. gibi şeylerin ne olduklarını bilseydi, artık onları sorgulama, yani onlar hakkında düşünme arzusunu duymayacaktı. Sokrates'in eşsizliği, sonuçlarından bağımsız olarak düşünmenin kendisine odaklanışında saklıdır. Bütün bu girişiminin ardında yatan gizli bir saik ya da maksat yoktur. Sorgulanmamış bir yaşam, yaşamaya değer değildir ve mesele bundan ibarettir. (Kant'ın Siyaset Felsefesi Üzerine Dersler)
- Bu tam yalnızlık hali içinde “hiçbir insan, benim kendimle geçirdiğim sert mücadeleye”, ruhun “iç mekanı”nda ve “yüreğin karanlık dehlizleri”nde ortaya çıkan ölümcül çatışmaya mani olamazdı. (Geçmişle Gelecek Arasında)
- . Hikaye anlatımı, onu tanımlama hatasını yapmadan anlamı açığa çıkarır. . (Men in Dark Times)
- "Hitler sağolsun, sonsuza kadar olmasa da en azından bu sıralar, antisemitizm iyice gözden düştü." (Kötülüğün Sıradanlığı)
- "Hata, hakikat için ödediğimiz bedeldir." (Zihnin Yaşamı)
- Her şey sana rağmen gelişiyor, çünkü zorunluluk senden daha güçlü... (İnsanlık Durumu)
- Alelacele yapılan bu açıklamalardan biri, antisemitizmi taşkın bir milliyetçilik ve buna bağlı olarak patlak veren ya bancı korkusundan (xenofobi) doğan galeyanlarla özdeşleştirmek olmuştur. Ne yazık ki gerçek şudur: Modern antisemitizm, geleneksel milliyetçiliğin gerilemesine koşut olarak yükselmiş ve tam olarak Avrupa ulus-devletler sistemi ile onun kararsız güçler dengesinin çatırdadığı bir dönemde doruk noktasına varmıştır. (Totalitarizmin Kaynakları 1)
- "İnsanı yaratan emektir" önermesiyle Marx, Tanrı hakkındaki geleneksel anlayışa, emek hakkındaki geleneksel değerlendirmeye ve aklın geleneksel yüceltilişine meydan okumakta, karşı çıkmaktadır. (Geçmişle Gelecek Arasında)
- Savaşın insanları büyük bir kıyım çarkının küçük bir dişlisi olarak aşağılamasına ek olarak onlara yalın bir yıkım deneyiminden başka bir şey yüklemediğini ilk kez kabul etmek zorunda kalanlar savaşa inananlardı. (Totalitarizmin Kaynakları 3)