Suyun Öte Yanı - Feride Çiçekoğlu Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Suyun Öte Yanı kimin eseri? Suyun Öte Yanı kitabının yazarı kimdir? Suyun Öte Yanı konusu ve anafikri nedir? Suyun Öte Yanı kitabı ne anlatıyor? Suyun Öte Yanı PDF indirme linki var mı? Suyun Öte Yanı kitabının yazarı Feride Çiçekoğlu kimdir? İşte Suyun Öte Yanı kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Feride Çiçekoğlu
Yayın Evi: Can Yayınları
İSBN: 9789755103952
Sayfa Sayısı: 112
Suyun Öte Yanı Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Ne anlatıyor "Suyun Öte Yanı"nda Feride Çiçekoğlu? Özgürlüğü için Cunda'ya kaçan bir Yunanlı avukatı, özgürlüğü için 'suyun öte yanı'na kaçmak isteyen bir Türk devrimciyi... Mutsuz, ama iyi yürekli Sıdıka Hanımı, mutsuz, ama iyi yürekli Arap Mustafa'yı... Nihal'i... Cunda'yı: Taş sokaklarıyla, kilisesiyle, insanlarıyla... Adının 'Alibey' yapılmasına kızarak. [...] Ve en önemlisi, çok az romanda rastladığımız, bir 'mutlu evlilik'... Cesare Pavese, "Yaşama Uğraşı"ndaki günlüklerinden birinde şöyle diyor: "Pek az mutlu evlilik varmış gibi görünmesi, romancıların mutlu evlilikler üstüne söyleyecek bir şey bulamamalarından ileri gelir." Belki de bundan: Kadınla erkek evlenince roman biter, genellikle. "Feride Çiçekoğlu", güçlüklerle sınanmış, güçlükler içinde sürüp giden bir mutlu birlikteliği anlatıyor. Hem de nasıl! O güzelim telefonla konuşma sayfalarının bir yerinde Ertan'ın karısına telefonla ulaşma savaşımı sırasında, "... içinden 'Bismillah... ' diye başlayan hiç tanımadığı bir sesi" duymasının verdiği bir şaşkınlık vardır ki unutulmaz.
Fethi Naci
Suyun Öte Yanı Alıntıları - Sözleri
- Bir an önce Büyümek isterdim, büyüyü vereyim Dizimin ağrısı bitsin. Keşke büyümeseydim hiç. Ağrıyan dizim olsaydı yalnızca.
- Mustafa Kemal olmasa, bizi de hepten keserlerdi orada. Her bahar boyatirim büstünü hala, teşekkür ederim.
- Bazen ne çok şey paylaşılabilir gözlerin kısacık gülüşünde.
- Toprakla insan ne kadar sarmaş dolaş! Ne kadar uzaklaşırsa topraktan o kadar yitiriyor insan damak tadını.
- “... Dizim ağrıyor olsaydı da, nenem başından tülbentini çıkarıp dizime bağlasaydı. Sağ dizim mi ağrırdı daha çok, sol dizim mi? Büyümekten derdi nenem. Bir an önce büyümek isterdim, büyüyüvereyim, dizimin ağrısı bitsin. Keşke büyümeseydim hiç. Ağrıyan dizim olsaydı yalnızca.”
- “Bir dakika diyor,” futamı çıkarayım bari. “Futa değil önlük!” diye gürlüyor çavuş. “Türkçe konuşacaksınız, anladın mı?” Caddeye boydan boya açılmış, “Vatandaş, Türkçe konuş!” yazılı pankartı gösteriyor.
- “Nedir avunya?” “Sarı bir çiçekmiş, Midilli’de akarsu boylarında yetişirmiş. Hep onu hayal ederlerdi. Babam rahmetli, ölmeden bir daha kokusunu duysam içim rahat giderim, derdi. Öyle bir hasret, ben böyle bir şey görmedim. Uzakça bir yere, nereye gidecek olsam tembih ederler bana, sarı çiçek görürsen topla getir diye. Ben taşırım artık demet demet. Koklarlar… Iıh.. bu değil, bu da değil… İnanır mısınız, yıllarca böyle uğraştım. Benim umudum yok ya, gönülleri olsun diye getirip durdum bir yerlerden.”
- " Futa değil önlük!" diye gürlüyor çavuş. "Türkçe konuşacaksiniz, anladın mı?" Caddeye boydan boya açılmış, " vatandaş, Türkçe konuş!" yazılı pankartı gösteriyor.
- Ne güzel... İstifno... Nereden bilirsiniz istifnoyu? Nasıl bilmem... Giritli bir komşumuz vardı. Salatasını yapardı. Radikayi da bilirsiniz o zaman... Bilmez miyim.. Şevket-i bostanı bile bilirim, kaynatılıp suyu içilirse taş dusurmeye, böbrek yıkamaya iyi gelir.
- Evlerinden koparılan insanlar kadar, insanları koparılan evler de biraz küserler yaşama.
- Hem ne diye onca ilgisini çekti elin Yunanlısı ? Büyüsü, yalnızca suyun öte yanından gelmiş olması mı ?
- İşte bu yeni, diye düşünüyor Nihal. Hiç alınganlığı yoktu eskiden. Demek her şey açıklanmalı, tüm duygular ve bakışlar, belki dokunuşlar bile. Konuşmadan anlaşabilmek eskiden olduğu gibi, zamanla gelecek geriye, o da gelebilirse. Niçin gelmesin, gelecek elbet. Ama bu uzunca suskunluk bile gerginleştiriyor Ertan"ı.
- Mustafa Kemal olmasa, bizi de hepten keserlerdi orada. Her bahar boyatırım büstünü hala, teşekkür ederim. Hem çok şükür şimdi zulüm yoktur bizde, bak oradan gelip bize sığınırlar...
- İlkçağlardan bu yana buralardan kaç bin,kaç yüz bin kişi uğurlamıştır güneşi,kaç milyon kişi seyre dalmıştır geride kalan şarap rengi denizi?? Ege'nin ufku zengin,Ege doğurgan.Zeytini,şarabı,ekmeği ve ilk uygarlıkları üreten.Adalardan sekerek birbirine koşan iki kıyısı,birbirinden kopamayan ,adalarla kavuşan iki kıyısı...
- Keşke her gece oturup konuşsaymışız ;niye o kadar çok işimiz vardı??Ne diye onca koşturup durduk,iki laf edecek zaman bulamadan...
Suyun Öte Yanı İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Ortak duygu özlem: Rumlar ve Türkler. Yüzyıllar boyu yanyana yaşayan, bundan belki memnun belki değil, ama idare etmesini bilen iki halk. Birçok şeyimiz ortak. Denizimiz, müziğimiz, yiyip içtiklerimiz, danslarimiz, kültürümüz... Tarihin uzun bir süresi boyunca süren birlikteliğimiz, bir yerde ayrıldı. Balkanlarda başlayan milliyetçilik önce Balkan Savaşı'nı, sonra 1. Dünya Savaşı'nı patlattı. Ayrılık da kaçınılmaz oldu. 1924 mübadelesi ile Anadolu'daki Rumlar terketmek zorunda kaldı. Giderken çoğu gözü yaşlıydı. Doğdukları, büyüdükleri topraklari terkettiler. Geride büyük bir içsikinti kaldı. Oradan gelen Türklerde de durum farklı değildi elbette. Karşılıklı büyük dramlar yaşandı bu sürecte. İşte, Sıdıka Hanım Girit göçmeni. Mübadele ile Cunda Adası mekan olmuş ona. Mutsuz, ama bir şekilde ayakta kalmış. Büyük bir yara kalmış içinde. Büyük bir özlem. Nihal, o da Selanik'ten göçen bir ailenin kızı. O da ninelerinden dinlemiş o günleri. Ninesinin ozlemleriyle büyümüş. Cunda Adası ise Sıdıka Hanım ile Nihal'in buluşma noktası. Bir yanda polis gözetiminden sikilan, özgürlüğü için adeta kaçan bir Türk devrimcisi ile, Girit özlemiyle yanıp tutuşan bir hanım. Cunda Adası. Taş sokaklariyla, harap durumda kiliseleriyle, sıcacık havasıyla roman kahramanı. Tıpkı nihal gibi, tıpkı Sıdıka Hanım gibi. yazar/Feride-Cicekoglu , bu romanda özgürlüğü için Cunda Adasına kaçan Nihal ve Ertan ile yine özgürlüğü için suyun öte yanına, Cunda'ya kaçan Yunanli avukatı ön plana çıkarıyor. Yunanlı avukat da ülkesinde cuntadan kaçıyor. Aradaki on beş yıl gibi bir zaman farkı, her iki insanın ortak kaderi oluyor. Hep düşünürüm, bu insanlar gitmeseydi, nasıl bir zenginliğimiz olurdu diye. Ama kalan bir avuç insanın da 6-7 Eylül olaylarıyla canına okuduk. Birbirlerine bu kadar benzeyen iki halkin düşman olmasi sanırım bazılarının işine geldi o zamanlar. Kısacık bir romandi, etkisi büyük oldu benim için. kitap/ucurtmayi-vurmasinlar--2334 'dan sonra bu romanını da çok beğendim yazar/Feride-Cicekoglu 'nun. (Barış)
Deniz bile acı çeker…: Nihal ve tutuksuz yargılanması devam eden eşi Ertan’ın kısa süreli tatil için geldikleri Cunda’daki 80’li yıllara ait zaman dilimi, onların ve yollarının kesiştiği diğer insanların ruhlarının kapısını aralıyor. Adanın taş sokaklarında bulunan eski Rum evleri Nihal’e Selanik göçmeni ninesini ve onun Selanik’teki evini anımsatmasıyla 24 mübadelesinin bıraktığı izleri, köklerinden koparılarak başka topraklarda kök salması beklenen mübadillerden olan Nihal’in ninesi ve pansiyon sahibi Sıdıka Hanım’ın yaşamları üzerinden sürmeye başlıyorsunuz. Tabi bir de Nihal ve Ertan’ın yaşadıklarını, duygularını, özlemlerini, korkularını. İzler bizi doğdukları topraklarını, yurtlarını, evlerini, komşularını, yakınlarını terk etmek zorunda bırakılan mübadillerin ayrılık acılarına, özlemlerine götürüyor. Evlerini terk ederken kimi kapı tokmağını söküp göğsüne bastırmış, kimileri içinde ölüleri bulunan sandukaları almış, kimi de bir keseye koyduğu memleket toprağını. Gemiye biniyorlar. Kendilerini neyin beklediğini bilmedikleri bir bilinmezliğe doğru yol almaya başlıyorlar. Bazıları yolculuklarını bitiremeyip gözyaşları içinde Ege'nin sularına bırakılıyorlar. Bitirebilenler ise hep yarım, eksik kalıyorlar içlerindeki memleket özlemi hep canlı kalıyor, bir de yerli halk tarafından dışlanmaları, dillerini kullanamamaları, ekonomik kayıpları, kültürel miraslarının korunmaması gibi sorunlar da acılarını çoğaltıyor. Pansiyonculuk yapan Sıdıka Hanım’ın ailesi adaya gelip Rumların boşalttığı evlerden birine yerleşenlerden. Sıdıka Hanım’la Nihal’in Girit otları ve mutfağı üzerine başlayan sohbetlerinden 24 mübadelesi ve 6-7 Eylül olaylarının başta ana karakterler olmak üzere diğer kişilerin de yaşamlarını nasıl etkilediğini öğreniyorsunuz. Nihal'le Ertan'ın pansiyonda unutulan bir kitabın sahibi olan 70'li yıllarda Albaylar Cuntasından kaçan Yunan avukatın gizemini çözme isteği Arap Mustafa’yı karşımıza çıkarıyor. O da yazarın kaleminden dökülen ayrılıktan, özlemden payını almış. Nihal’le Ertan’ın bilincinden geçenlerin aktarımıyla romanın zaman boyutuna 80 darbesi dönemi de ekleniyor. 80 darbesinden sonra tutuklanan Ertan’ın psikolojik ve fiziksel olarak yaşadıklarının tahliye sonrasında Nihal’le olan ilişkilerinde yarattığı bocalama, çiftin devam eden davaya ilişkin korkuları ve sonrasında karara bağlanmasıyla özgürlüğe kaçışın bedelinin ayrılıkla ödeneceği gerçeğiyle yüzleşmeleri çiftin çektikleri sıkıntıları duyumsatıyor. Feride Çiçekoğlu romanda akan zamandan kişilerin anılarına geçişlerini imgelerle çarpıcı bir şekilde sağlamış olması ilgiyi canlı tutuyor. Örn: Gemide kucağında çuvalına sarılmış mübadili anlatırken birden Nihal’in hapishaneden Ertan’ın kirlilerinin olduğu çuvalı alışına geçerek 80’li yıllarda darbe sonrası hapishanelerde yaşanan acılara evrilmesi. Zihinden geçen düşüncelerde olaylar kopuk kopuk anlatılıyor, son kısımda yer alan telefon konuşması tek yönlü olarak verilmiş eksik kalan parçaları tamamlamak zor değil, hüzün başka bir hüzünle tamamlanıyor. Buna rağmen sevginin varlığı kendini belli ediyor belki bu yüzden bu kadar hüzün. Feride Çiçekoğlu’nun Uçurtmayı Vurmasınlar kitabında olduğu gibi bu kitabında da ayrılıklar, özlem, faşizan yönetimlerin baskıları, hapishane, işkence ve her şeye rağmen umut, yaşama tutunma, direnme var. Yazarın 80’li yıllarda tutuklanarak işkence görmesi, hapishanede dört yıl tutuklu kalmasının ve haksızlıklara başkaldırmayı ilke edinmesinin yazdıklarına yansımasının sonucu bu. Yazarak mücadelesine devam ediyor iyi de yazıyor. Kitapta yaşamınızdan izlere rastlayabilirsiniz ya da yeni izler oluşturabilirsiniz ya da her ikisi, Samyotissa’yı dinlemeyi unutmayın… İyi okumalar… Hasret kokan Livaneli şarkısıyla suyun öte yanına gidelim şimdi. "Kara gözlerine hayran olduğum Memleket kokulu yarim" https://www.youtube.com/watch?v=WQrUaQk6vq4 (mısra)
Ne zamandır okumak istediğim bir kitaptı.Konusunu okuyunca biraz cayar gibi oldum. Yitirilen güzellikler ve insanın zalimliği beni çok yaralıyor. Diğer taraftan da ne kadar gözlerimi kapasam, ne kadar kulaklarımı tıkasam sonuç değişmiyor. İnsan her zaman insanın kurdu ve güzellikler elimizden kayıp gidiyor. Toprak betona, sadelik cafcafa yeniliyor. Ama Feride Çiçekoğlu bu gidişatı iki güzel aşkla beraber öyle sade, öyle içten anlatmış ki , iyi ki kitaplar var diyor insan. Güzellikler gitse de iyi yazarlar, iyi kitaplar onları bir yerden yakalıyor ve bize sunuyor. Anlatılar, yer kişi betimlemeleri yazarın mesleği gereği , hem gözünüzde canlandıracağınız kadar ayrıntılı hem de sizi sıkmayacak kadar az. Bu dengeyi de ancak hem mimar hem de sinemacı olan biri kurabilirdi. Kalemine sağlık.. (ÜMİT YILMAZ)
Suyun Öte Yanı PDF indirme linki var mı?
Feride Çiçekoğlu - Suyun Öte Yanı kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Suyun Öte Yanı PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Feride Çiçekoğlu Kimdir?
Feride Çiçekoğlu, 1951 yılında Ankara'da doğdu. Maarif Koleji ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde okudu. Mimar olarak Fullbright bursu ile, Pennsylvania Üniversitesi'nde doktora tezini yazdı. İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak görev yapan Çiçekoğlu, 12 Eylül askeri darbesinin ardından dört yıl cezaevinde kaldı. Cezaevinde tanıdığı bir çocuğun yaşamını anlattığı ilk kitabı (Uçurtmayı Vurmasınlar), filme alındı. Filmin çok beğenilmesi yeni kitapları yazmasına ve yeni filmlerin yolunu açtı. 1990 yılında senaryosunu yazdığı "Reise der Hoffnung (Umuda Yolculuk) filmi en iyi yabancı film dalında Oscar ödülüne layık görüldü.
Feride Çiçekoğlu Kitapları - Eserleri
- Uçurtmayı Vurmasınlar
- Suyun Öte Yanı
- Sizin Hiç Babanız Öldü mü
- Vesikalı Şehir
- 100'lük Ülkeden Mektuplar
- Şehrin İtirazı
- İsyankar Şehir
Feride Çiçekoğlu Alıntıları - Sözleri
- Demokrasiyi kendisine oy vermekle sınırlayan, topluma nasıl yaşayacağından, kaç çocuk yapacağına kadar dayatan Erdoğan’a bir başkaldırıydı bu. (Şehrin İtirazı)
- "Büyüğe el kaldırılmazmış. Küçüğe el kaldırılır mı?" (Uçurtmayı Vurmasınlar)
- "Halil Sabiha'ya aldığı yüzüğün ışıl ışıl olmasını, yumuşak bir kutuya konulmasını ister. ' Parlak olsun' der; parlaklık içerde saklı kalmalı, yumuşaklık onun bütününü kapsayan bir kılıf olmalıdır." (Vesikalı Şehir)
- İtiraz, isyanın bir adım öncesi. (Şehrin İtirazı)
- Yine aramayacağız birbirimizi, biliyorum. Ama gözlerin avuçlarımda, gülüşünü dudağıma iliştiriyorum. (Sizin Hiç Babanız Öldü mü)
- Hiçbir zaman genç kız olamadım ben. Bildim bileli böyleyim. Hasretini çektiği bir şey olmalı insanın. Belki de bir ev. Senin beklediğin ne var? (Vesikalı Şehir)
- 1980 yılının Aralık ayıydı. Soğuktu. Ayaklarım ayakkabılarıma sığmıyordu. 12 Eylül cuntasının yönetime el koymasının üzerinden ancak üç ay geçmişti, ama gözaltına alınanların sayısı binleri bulmuştu. Sorguda ölenlerin sayısı bilinmiyordu. Herkese falaka, herkese elektrik, herkes soğuk suyla sırılsıklam ıslak ... Bütün hücrelerde, işkence odalarında, koridorlarda her yerde o aynı hoparlör sesi: Elimizdesiniz, hiç kimse sizi kurtaramaz. Buradan sağ çıkmak için işbirliği yapın. Ardından marşlar. Sonra birilerinin komutanım dediği birisi herkese zorla and içirtiyor: Türküm, doğruyum, çalışkanım. And içmeyen yeniden falakaya gidiyor. Ayaklarım ayakkabılarıma sığmıyor. Biri kolumdan çekerek beni bir yere götürüyor. Çıplak ayak. Önce ıslak taşlara, sonra galiba mozaik, belli belirsiz çimentosu karışmış suya, ardından kaygan bir zemin, belki mermer, derken yumuşak halıya basıyorum. Oturun, diyor makul bir ses. El yordamıyla bir koltuk buluyorum. Hayretle oturuyorum. Bu tuhaf, yumuşak tecrübenin tekinsizliğiyle fevkalade tedirginim. "Son isteğini söyle"den, "haklıymışsınız, hata etmişiz"e varan bir dizi diyalog hayal ediyor, hiçbirini gerçekçi bulmuyorum. "Sizi Ankara'ya yolluyoruz, Ankara polisi bizden izin istedi, sorgulamak için," diyor. Cevap vermiyorum. "Sizi şunun için çağırttım: Burada konuşmadınız, gidip orda Ankara polisine konuşursanız, açık söyleyeyim, sizi vururuz. 6 haftadır bizi uğraştırdınız, İstanbul polisiyle dalga geçirtmem ben." 42 gündür burada olduğumu böyle öğreniyorum. 42 gündür ilk kez biri bana siz diye hitap ediyor. Sonra beni hücreye indiriyorlar. İstanbul'daki işkence günlerimin sona erdiğini anlıyorum. Bu iyi. Ankara'dakiler İstanbul polisinin yapamadığını yapmaya çalışacaklar. Bu kötü. Gözbağımı açıyorum. Günlerdir ilk defa gözlerimi açmaya çalışıyorum. Kirpiklerim birbirine kaynamış gibi. Yerdeki karton parçalarının üzerine kıvrılıyorum. Uyumalıyım. Bu düşünceyle uyumaya çalıştıkça uyuyamıyorum. Bilincim hep açık, İstanbul'u, Ankara'yı, Ankara'da başıma gelecekleri düşünüp duruyorum. Ankara Emniyeti, Emniyetin 6. katı. Hep birilerinin atlayarak intihar ettiği söylenen altıncı kat. Soğukkanlılıkla hayal etmeye çalışıyorum: Aşağı attıklarında insan ne hisseder, o ilk anda? (...) Beni neyle götürecekler Ankara'ya? Polis arabasıyla mı? Hiç tahmin etmediğim biçimde, otobüsle götürülüyorum Ankara'ya. Topkapı'dan kalkan, bildiğimiz şehirlerarası otobüs. Yanımda iki polis. Birinin sesini işkenceden hatırlıyorum. Galiba. Korkunç biri olacağını sanırdım. Sıradan bir adam. Otobüs beklerken bana mandalina veriyor. Gözlerim açık. Sanki herhangi bir yolcuymuşum gibi. Etraftaki kalabalığa hayretle bakıyorum. İçlerinde durumu benimkine benzeyen var mıdır? Ya da içlerinden biri, herhangi biri, benim durumumu tahmin ediyor mudur? Otobüse biner binmez uyumalıyım. Ankara'ya varır varmaz beni işkenceye alırlar. Dinlenmiş olmalıyım. (...) (Vesikalı Şehir)
- "Yalan bunlar, yalan, masal hepsi! Aşklarınız, meşkleriniz, eviniz, meviniz, hepsi yalan! Uyuyorsunuz, uyutuyorlar sizi." (Vesikalı Şehir)
- "Hani işin vardı?" dedim. Kızdı bana. "Düşünüyorum ya, bu da iş" dedi. (Uçurtmayı Vurmasınlar)
- Ne güzel... İstifno... Nereden bilirsiniz istifnoyu? Nasıl bilmem... Giritli bir komşumuz vardı. Salatasını yapardı. Radikayi da bilirsiniz o zaman... Bilmez miyim.. Şevket-i bostanı bile bilirim, kaynatılıp suyu içilirse taş dusurmeye, böbrek yıkamaya iyi gelir. (Suyun Öte Yanı)
- Yok, inan ki kırgın değilim... Gerçi yemyeşil değil artık hiçbir şey. Ama yaprakların bakır rengi de güzel. (Sizin Hiç Babanız Öldü mü)
- “Bir gün en güzel kılığıyla ülkemde dolaşacak hürriyet” (Sizin Hiç Babanız Öldü mü)
- Mustafa Kemal olmasa, bizi de hepten keserlerdi orada. Her bahar boyatırım büstünü hala, teşekkür ederim. Hem çok şükür şimdi zulüm yoktur bizde, bak oradan gelip bize sığınırlar... (Suyun Öte Yanı)
- AKM önünden başlayan o dolmuş yolculuğunda arka koltuğa sıralanmış oturan dört kadındık: İkisinin dizleri köşeli, biri hep pencereden bakan, öbürü ben. Ön koltuklardaki erkek yolcuların ve şoförün verdiği geriye itilmişlik duygusu, sokakta gece gezen kadını fahişe diye damgalamaya hazır bir şehrin filmlerine bakmaya yöneltmişti beni. İstanbul filmlerindeki fahişe imgesinin izini sürebilmek için 1920'lere ve dünya sinemasına, geriye doğru bir yolculuk yapmam gerekmişti.Yine şehri ve filmleri düşünüyorum, ama hem ben o eski ben değilim, hem de şehir sakinlerinin kendilerine ve şehre dair algıları değişti. Şehirdeki yaşama alanım gasp edildiği için ben yedi yıl öncesine göre daha öfkeliyim; İstanbul ise artık bu öfkeyi kolektif olarak ifade edebilen, "Ağacıma dokunma!" diyebilen bir şehir. Direniş sürecinde kadınların öne çıktığı, LGBTi' nin artık daha fazla görünür ve saygı görür olduğu, toplumsal hafızamıza "Yasak ne ayol!" gibi, "Faşizme karşı bacak omuza gibi!" gibi unutulmaz sloganların katıldığı bir şehir. Hayır diyebilen, isyan edebilen bir şehir. (Şehrin İtirazı)
- Büyüğe el kaldırılmazmış. Küçüğe el kaldırılır mı? (Uçurtmayı Vurmasınlar)
- "Hem zaten ben artık hiçbir çokgenin hiçbir köşesi olmak istemiyorum ki?" (100'lük Ülkeden Mektuplar)
- Elini yaklaştırsan, ısınıverecek sanırdın. İşte öyle sıcak sıcak gülmüştü. (Sizin Hiç Babanız Öldü mü)
- Korkma, dünyada her zaman inanılacak sağlam şeyler bulunur! (Vesikalı Şehir)
- Şimdiki sevdalar naylondandır. Sevdanın hası bizim zamanımızdaydı, (Uçurtmayı Vurmasınlar)
- İtiraz, isyanın bir adım öncesi. (Şehrin İtirazı)