Suzan Defter - Ayfer Tunç Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Suzan Defter kimin eseri? Suzan Defter kitabının yazarı kimdir? Suzan Defter konusu ve anafikri nedir? Suzan Defter kitabı ne anlatıyor? Suzan Defter PDF indirme linki var mı? Suzan Defter kitabının yazarı Ayfer Tunç kimdir? İşte Suzan Defter kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Ayfer Tunç
Yayın Evi: Can Yayınları
İSBN: 9789750724220
Sayfa Sayısı: 128
Suzan Defter Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
"İnsan gençliğini aşka vermezse, gençlik ne işe yarar?"
"Ama kaybeden sonunda siz olmuşsunuz."
"Kayıp mı? Kaç kişi böylesine sevebilmiştir dünyada?"
"Ama bir kucak korla kalan siz olmuşsunuz."
"İyi ya boş değildi kucağım."
"Ama yandınız, kül oldunuz."
"Ama vardım, kül bunun kanıtı."
12 Eylül'ün gölgesinde boğulan bir aşk hikâyesi... Yaşamın kıyısında seyirci olmaktan öteye gidememiş bir erkek... Birbirinin ışığıyla kamaşan iki ayna arasında parçalanan bir kadın... Başkasının gözünde nasıl göründüğünü, iki günlük üzerinden anlatan deneysel bir çalışma. Modern zamanların karmaşık insanlık halleri Ayfer Tunç'un usta kaleminden unutulmaz bir edebiyat şölenine dönüşüyor.
Suzan Defter, daha önce öykülerinden biri olduğu Taş-Kâğıt-Makas'tan azat olmuş, tek başınalığı hak etmiş bir eser.
Suzan Defter Alıntıları - Sözleri
- Ayna ayna söyle bana, kestikçe saçlarımı bir şey değişir mi hayatımda?
- "Ama sonunda kaybeden siz olmuşsunuz." "Kayıp mı? Kaç kişi böylesine sevebilmiştir dünyada?" "Ama kucağında bir kucak korla kalan siz olmuşsunuz." "İyi ya, boş değildi kucağım." "Ama yandınız, kül oldunuz." "Ama vardım, kül bunun kanıtı."
- Benden sonra ikide bir birilerini sevip durdu. Ben, kimseyi sevemedim...
- O anlayabilecek, ben anlatabilecek olsaydım, benim gibi adamların cenneti olurdu dünya.
- Ben mi gayret etmedim acaba, kurulan düzene katılmaya?
- Gülüşü kurgulanmış gibiydi.
- Hep aynı şeyleri tekrarlıyoruz: Ne güzel günlerdi! -Nesi güzeldi? Güzel olsa hatırlamaz mıydık? Hatırlayıp avunmaz mıydık?
- Bir kadın birdenbire günlük tutmaya başlamışsa, ya âşık olmuştur ya terk edilmiştir.
- Karşı karşı dururken yüzüne hasret kaldım.
- “Eriyorum, çürüyorum, hayatım bataklık gibi dibe çekiyor beni desem sana, o manasız soruyu bile sormazsın: Neden? Hemen teşhisi koyarsın: Rahat batıyor sana!”
- Pencere bana dar geliyor, dışarının gürültüsüne ise bir türlü anlam veremiyorum.
- Güzel olacağından emin olduğumuz günler gelip bizi bulmadı..
- Her bilgi yalnızlığımı arttırıyor.
- Doğruyu söylemek gerekirse hayatım acı bile vermeyen upuzun bir sıkıntıdan ibaret..
Suzan Defter İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Suzan Defter. Ayfer Tunç'tan; Dünya Ağrısı, Kapak Kızı, Yeşil Peri Gecesi, Osman, Mağara Arkadaşları, Aziz Bey Hadisesi, Evvelotel-Saklı, Ömür Diyorlar Buna, Bir Mâniniz Yoksa Annemler Size Gelecek ve Kırmızı Azap’tan sonra okuduğum 11. kitap... Suzan Defter, 127 sayfalık ince bir roman… Ayfer Tunç’un çok özgün bir çizgisi var. Bunun sadece yetenekle olacağını söylemek yazara haksızlık olur. Gözlem yeteneği, insan ve toplum bilgisi, entelektüel birikimi ile metinleri birleştirmeyi başaran Tunç, edebiyata güç veren yazarlardan biridir. Ayfer Tunç’un insan ilişkileri konusunda iyi bir eğitim aldığını Suzan Defter’den hareketle söyleyebilirim. Çünkü bu alanda eğitim almayan birinin bu kadar detaya vâkıf olacağını sanmıyorum. Suzan Defter, bugüne kadar okuduğum en ilginç ve en iyi kitaplardan biridir. Kitap; insan ilişkileri (kadın-erkek ilişkisi ve aile içi ilişkiler) üzerine inşa edilmiş bir roman. Abartıya kaçmadan, gereksiz romantizme boğulmadan ilişkiler karşısında insanın tutumu ele alınıyor. Kitapta biri erkek bir avukata diğeri ise eşinden ayrılmış bir kadına ait olan günlükler var. Bu iki günlük neredeyse kusursuz bir biçimde senkronize olarak kurgulanmış. Aynı tarihlerde yazılmış olan günlüklerde çift sayfalar erkeğe, tek sayfalar ise kadına ait. Başka bir ifade ile kitabın solundaki sayfalar erkeğin günlüğü, sağındaki sayfalar ise kadının günlüğü… İlk başta baskı hatası zannedebilirsiniz ama bu bir hata değil tercih. Kitabı okurken birkaç sayfa ileri sonra birkaç sayfa geri geliyorsunuz. Birininkini okuyup sonra diğerininkini okurum derseniz zannımca yanlış yaparsınız. Çünkü aynı olaya iki kişinin bakış açılarını görmek için kişi değil tarih bazlı okumakta fayda var. Adamın verdiği bir satılık ev ilanı için kadının aramasıyla yolları kesişiyor. Olaylar kimi zaman geri kırılmalarla okura sunuluyor. Kitaba adını veren Suzan kitapta bir karakter olarak yer almıyor, bir aşkta çok seven taraf olarak anlatılıyor. Mutlaka okumalısınız. Bu sefer alıntıyı biraz abarttım sanırım: Bir kadın birdenbire günlük tutmaya başlamışsa ya âşık olmuştur ya terkedilmiştir (s. 9). Hayatı uzun sürmüş bir sıkıntıdan ibaretti. Boş, içeriksiz bir sıkıntı (s. 10). Her bilgi yalnızlığımı artırıyor (s. 15). Ayrılmak bir solucanın ikiye bölünmesi gibidir, her iki parça ayrı ayrı yaşamaya devam eder, bir zamanlar tek parça değilmiş gibi, tanımaz birbirini parçalar. (s. 26). Yaşamak her şeye rağmen bir iz bırakmaktır yeryüzünde. Ben de yaşadım, sizin kadar (s. 26). İnsan eşya almayı sevmese de boşluklar zamanla doluyor, sonra bir bakıyor, teslim etmiş kendini, eşyalara (s. 28). Mutlu ailenin tarifi üç aşağı beş yukarı aynıdır ama bir de mutsuz ailelere bak, hiçbiri diğerine benzemez (s. 28). Aşk acı sevmeye benziyor, yakıyor, biliyorsun, ama yine de gidip âşık oluyorsun (s. 29). Gülüşü kurgulanmış gibiydi (s. 29). İki kelimeli korkunç bir cümle bu: Vakit geçer (s. 35). Ne istiyorum bir kadından ben? Bunu çok düşündüm. Aşk aramıyorum artık, çok aradım vaktiyle. Dinlemeye değer bir kadının anlatacakları, hayatın melankolik bir toplam olduğunu göstersin bana, yeter (s. 36). Ama derinimdeki doğruyu söylemek gerekirse, hayatım acı bile vermeyen upuzun bir sıkıntıdan ibaret (s. 36). Otuzlu yaşlarının son evresinde, güzel denemeyecek bir kadındı. Ama zengin bir yüzü vardı, hayatın iz bıraktığı yüzleri severim (s. 36). Aşkı aşkın çektiğini bilmiyordum. Hamurunda aşk yoksa bir insanın, nafile (s. 58). Eşyaya da sirayet ederdi bütün duygular. ... Aşk olmayan evde, giderek azalıp yok olan bir parfüm, buharlaşarak uçup giden su gibi eşyanın ruhu da yok oluyor. … Tek başına ve aşksız yaşayan bir adamın evinde ise eşya evin efendisi kesiliyor. … Aşksız beden insanı sadece üzer (s. 60). Bizde avukatlık takipçilikten ibarettir, televizyon dizilerinde avukatların maceradan maceraya koştuklarına bakmayın, aslında çok sıkıcı bir meslektir (s. 65). Bir kadının gittiği, evden belli olur. Kadın giderken düzeni götürür bir kere. Yaşayan ev sarsılır. Ev dediğiniz şey küçük büyük elementlerden oluşur. Kadın olan evde, erkeğin anlayamayacağı bir denge vardır elementler arasında (s. 65). Kadın gidince evin dokusu bozulur, susuz kalmış çiçeğe benzer, solar. Küçük şeylerin izin silinir. Eşyanın dili tutulur, ev sağırlaşır (s. 65). Ayrılmak bir solucanın ikiye bölünmesi gibidir, bölündükten sonra tanımaz birbirini parçalar (s. 71). Ayrılmak, gidenin, kalanın kucağında bir kucak kor bırakmasıdır, yanar durursunuz kül olana kadar (s. 72). Sevdiğim: dün ve daima. Sevgilim: sadece bugün. Sevdiğim: eşsiz ve tek. Sevgilim: sığ, çok. Sevdiğim: sevdim sahiden. Sevgilim: Emin değilim (s. 72). Her ayrılışın insanın içinde yer eden bir ânı vardır (s. 78). Beraberlik canlı ise ayrılmanın bir gerilimi, gerilimin de bir tarihi vardır. ... Ama beraberlik ölü ise, ayrılmak, çürüyen iki parçanın birbirinden zahmetsizce kopması demektir. Çürümek acı vermez, ölü olan çürür. Çürüdüğünü anlatmak kolay değil, ölü olduğunu ikrar etmek ise çok zor (s. 78). İhaneti çekici kılan şeyin şehvet olduğunu sanırlar; şehvet seldir, sürükleyendir, doğru; ama asıl çekici olan cesaretmiş meğer. Cesaret insana iyi geliyor: sana ihanet edebiliyorsam dünyaya hükmedebilirim, bir. İhanet ederken cesaret, şehvet, korku, pişmanlık duyuyorsam; sen varsın demektir ki; işte bu çok önemli, iki (s. 82). Saçmalama baba kül samandan iyi mi? İyi, çünkü külün bir geçmişi var, bir zamanlar ateşmiş hiç olmazsa (s. 104). İnsan kendini bile bir başkasını severek sevebilir ancak (s. 106). İnsan hayatı bir rahim arayışından ibarettir (s. 109). Biz üç kişiydik; oysa aşk iki kişiliktir (s. 116). Belki de bir türlü yaşayamadığımız için bu kadar büyüdü aşk, aslında kısa bir şeydi, zamana yayıldı (s. 116). Yeşil yandığında birden ileri atılan otomobiller gibi yaşadı babam, sarıda geçenler, kırmızıda fren izi bırakanlar gibi (s. 118). İnsan iki kere yanıyormuş. İlk yanışta kutsanıyor, ikincisinde çok acı çekiyormuş (s. 124). Tek bir halin farklı sıfatlarla, farklı tamlama ve tanımlamalarla tekrarlanmasından ibaretmiş hayatım, gördüm (s. 124). Güzel olacağından emin olduğumuz günlerin gelip bizi bulacağına inandığımız hayatımızı yarıladık çoktan (s. 125). (Mahir)
Çok ama çok ilginç bir kitap. Kitabı bitirdiğimde o kadar karmaşık bir ruh hali içerisindeydim ki nasıl bir değerlendirme yapacağımı bile bilemiyordum. Ne okudum, nasıl okudum, neleri okudum ben diye düşünmekten kendimi alamadım. Öncelikle şunu söylemeliyim ki yazar, gerçekten müthiş bir insan ilişkileri uzmanı. Kesinlikle bu konuda eğitim almış birisi. Ben, sosyolojik ve psiko-sosyolojik eğitimi olmayan birisinin sadece gözlemlemelerle bu satırları bu derece ustaca yazabileceğini sanmıyorum. Yukarıdaki parağrafta yazdığımdan da anlaşıldığı üzere kitabın konusu insan ilişkileri. Özellikle de kadın-erkek ilişkileri ve aile içi ilişkiler. Bu ilişkilerdeki insanların çok çeşitli şekillerde karşımıza çıkabilecek durumlardaki ruh halleri anlatılıyor. Ve bu da muhteşem bir şekilde yapılıyor. Kitapta iki adet günlük okuyoruz. Bunların birisi bir erkek avukata , diğeri ise eşinden ayrılmış bir kadına ait. İlginç olan bu günlüklerin aynı tarihlerde yazılmış sayfalarının karşılıklı olarak beraber okuyucuya sunulması. Yani çift rakamlı sayfalar da erkeğin günlükleri, tek rakamlı sayfalarda ise kadının yazdığı günlükler var. Bu durum okumayı gerçekten zorlaştırıyor. Geri dönüşler yapmak zorunda kalıyorsunuz ve kitabın okunması güçleşiyor. Bu yüzden ben önce erkeğin günlüklerini okudum sondan bir önceki sayfaya kadar, daha sonra başa dönüp kadının günlüklerini okudum. Her iki günlüğün son sayfalarını ise aynı anda okudum. Böylece okumayı kendimce daha kolay ve anlaşılabilir hale getirmiş oldum. Bu iki yalnız kişinin hayatı, verilen bir ilanla bir süreliğine kesişir. Aralarında gelişen sohbet ise o güne kadar yaşadıklarının günlüklere yansıtılarak bize aktarılmasıdır. Fakat burada aynı sohbeti yapan erkek ve kadının günlüklerine bunu farklı farklı yansıtmaları ise, insanların nasıl farklı yapıda kişilik ve ruh haline sahip olduklarını bize göstermektedir. Buradaki gerçeği bulmayı ise yazar tamamen okuyucuya bırakmaktadır. Kitapta ana tema , yanlış yapılan evliliklerin getirdiği sorunlardır. Kitapta Suzan nerede derseniz. Suzan, gerçek bir aşkın sembolü olarak sadece anlatılmaktadır. Yazım ve baskı şekli okumayı biraz güçleştirse de ben , insan ilişkilerini tüm gerçekliğiyle anlatan bu kitabı büyük beğeniyle okudum ve okunmasını da tavsiye ederim. (mehmet temiz)
Karmakarışık oldum... Üstüne biraz düşünülmesi gereken kitaplardan.. Kısacık bir kitap olmasına karşın, her satırında yük taşıyan kitaplardan.. Kitapta iki ana karakter var. İki kişinin günlükleri.. Kitabın sol tarafı bir beye ait, sağ tarafı ise bir hanımefendiye.. Bu doğrultuda sıra dışı bir kitap. Sanırım okuma konusunda sorun yaşayanlar olmuş, nasıl okunacağını bilemeyenler.. Kimileri önce sol kısmı bitirmiş sonra sağ.. Ben böyle yapmadım. Bir sol bir sağ okudum çünkü başlarda fark etmeseniz de 20-30 sayfa sonra sol ve sağ birbirini bütünleyerek ilerliyor. Tavsiyem her ikisinde de gün gün okumanız olacak. İçeriği ise çok anlatılacak gibi değil. Geçmiş hesaplaşmaları, hatalar, umutsuzluklar, şimdiye ait hisler, pişmanlıklar ve gelecek düşlerini barındıran bir eser var karşımızda. Ayfer Tunç'un o çok sert cümleleri balyoz gibi iniyor tepemize. Okumayı düşünenler hemen okusun, aklında bu kitabı okumak olmayanlar ise bu kitabı bir an önce edinsin. Yazarla tanışma kitabı olarak güzel bir başlangıç olacaktır. (Son Ay)
Suzan Defter PDF indirme linki var mı?
Ayfer Tunç - Suzan Defter kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Suzan Defter PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Ayfer Tunç Kimdir?
Ayfer Tunç 1964'te Adapazarı'nda doğdu. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirdi. Üniversite yıllarında çeşitli edebiyat ve kültür dergilerine yazılar yazmaya başladı.
1989 yılında Cumhuriyet gazetesinin düzenlediği Yunus Nadi Öykü Armağanı'na katıldı, Saklı adlı yapıtıyla birincilik ödülü aldı. 1999-2004 arasında Yapı Kredi Yayınları'nda yayın yönetmeni olarak görev yaptı. 2001 yılında yayımlanan ve okurdan büyük bir ilgi gören Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek-70'li Yıllarda Hayatımız adlı yapıtı, 2003 yılında yedi Balkan ülkesinin katılımıyla düzenlenen Uluslararası Balkanika Ödülü'nü kazandı ve altı Balkan diline çevrilmesine karar verildi. Tunç'un 2003 yılında Sait Faik Abasıyanık'ın öykülerinden hareketle yazdığı Havada Bulut adlı senaryosu filme çekildi ve TRT'de gösterildi. Tunç'un Saklı, Mağara Arkadaşları, Aziz Bey Hadisesi ve Taş-Kağıt-Makas adlı dört öykü kitabı, Ömür Diyorlar Buna adlı bir e-kitabı, Kapak Kızı adlı bir romanı, İkiyüzlü Cinsellik adlı (Oya Ayman'la birlikte yazdığı) bir inceleme kitabı ve Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek adlı bir yaşantı kitabı var.
Ayfer Tunç Kitapları - Eserleri
- Suzan Defter
- Aziz Bey Hadisesi
- Yeşil Peri Gecesi
- Kapak Kızı
- Dünya Ağrısı
- Osman
- Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi
- Aşıklar Delidir ya da Yazı Tura
- Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek
- Evvelotel - Saklı
- Ömür Diyorlar Buna
- Kırmızı Azap
- Mağara Arkadaşları
- Taş - Kağıt - Makas
- Memleket Hikayeleri
- Saklı
- Harflere Bölünmüş Zaman
- İkiyüzlü Cinsellik
Ayfer Tunç Alıntıları - Sözleri
- Çocukluğumun bütün anıları gülümseyen fotoğraflar oldular artık. Hiç yaşanmamış kadar uzak.. (Evvelotel - Saklı)
- ...... Her rüzgârda incecik sallanan, ıslak gözleri hep uzaklarda bir yerlere takılı duran, suskun kadın. (Evvelotel - Saklı)
- Bekledim onu, hep bekledim... Gelmedi. (Ömür Diyorlar Buna)
- Kendini her zaman olduğu gibi koca şehirde, koca ülkede, koca dünyada yapayalnız hissetti. (Kırmızı Azap)
- Türk halkı nelere inanmamıştı ki? Futbolda sekiz sıfır yenilir ve ezilmediğine inanırdı. İhtilallerin memleketin menfaati için yapıldığına inanırdı. Dünyanın sadece Türk olduğu için kendisine düşman olduğuna inanırdı. Hep bir şeylere sonuna kadar inanırdı. (Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek)
- Öykü edebiyatın gayri meşru çocuğudur. Nüfusa kaydedilmiştir, edebiyat ailesinin asil üyesidir. Ama şiir ve romanla aynı evde oturmaz. O kendi küçük evinin odalarında oturup pencereden bakar. Kenar mahallelerin dar sokaklarında yürür. Kendine ait dünyasına başkalarını sokmayı pek sevmez. Oysa şiir ailenin haylaz, havai ve biraz da hayırsız çocuğudur. Duyguludur, zaman zaman hırçındır, kavga etmeyi sever. Ağır konuşur, ağır aşk yaşar. Meraklıdır, romanın da öykünün de işine burnunu sokar. Sevimlidir, girdiği yerden çıkmaz, kimse ona git diyemez. Roman ise ailenin ağırbaşlı, ciddi, ne yaptığını bilen çocuğudur. Öykünün hakkını korur, nüfusa kayıtlı olduğundan hareketle onu ailenin üyesi sayar. Roman öyküyü gizlice sever, çünkü kendi çocukluğunu görür öyküde. Ama şiire de, öyküye de akıl vermeye kalkar. Hırslıdır. Tartışmaları o açar, gündemi o değiştirir. Akıllıdır ne de olsa, şiir kadar duygularına yenilmez. Öyküyle şiir çok iyi geçinirler. Birbirlerine daha çok benzerler. Şiir öykünün gayri meşru oluşuna aldırmaz; bütün sevecenliği ve sevimliliğiyle öykünün hayatına sızar, orada derin izler bırakır. Oysa roman, şiirin bu girdiği yere sızma ve yayılma eğilimini kaldıramaz. Yatağından şiiri kovmaya çalışır, bazen başarır, bazen başaramaz. Roman bilgiçtir, arada bir küstahlaşır, kendini ailenin sözcüsü, temsilcisi olarak görür, gösterir, başarır. Şiir romanın bu tutkusuyla dalga geçer. Havaidir. Roman çalışır, kazanır. Şiir çalışmaz, kazanır. Öykü çalışmaz, kazanmaz. Deneme ise ailenin nüfusa bile kaydedilmemiş gayri meşru çocuğudur. Çokları onun aileden olmadığını sanır. Ciddidir, boş konuşmaz, hoşsohbettir ama biraz sesi kısıktır. Aileden olmak olmamak hiç umurunda değildir. Uzak durur, beni de aranıza alın, ben de sizdenim demez. Ailenin canı cehennemedir. Duygusal olduğu halde, öyle görünmeyi sevmez. Pek varlıklı da değildir. Nüfusa kayıtlı olmadığı için payına miras düşmez. Deneme çok çalışır, ama kazanamaz. Oyun ailenin zengin kuzenidir. Sahneyle, oyunculukla, rejiyle kardeştir. Aristokrat takılır, soy ağacında kökleri çok geriye gider. Aslında tiyatro ailesine mensuptur. Edebiyat ailesinin sıkıntıları onu pek ilgilendirmez, başka bir deltada yaşar. Oyunun ailesi zengindir, ailece çalışıp kazanırlar, sonra ailece bölüşürlerken kavga çıkar. Senaryo ailenin ahbabıdır. Çok cazibelidir. Romanı pek sever, ama roman uzak durmaya çalışır ondan. Ne zaman senaryoyla dostluk etmeye kalksa kazık yiyen roman olmuştur. Anı, ailenin bunak büyükbabasıdır, çok bilir, çok konuşur, yarısı palavradır. Biyografi ailenin yurtdışında yaşayan üyesidir. Bencildir, fazla uğramaz memleketine. Otobiyografi bu ülkede daha doğmamış çocuktur, adı hazırdır, kendi yoktur ortada. Hayat aslında tek bir uzun öyküdür. Her defasında değiştirilerek yazılsa da, finali yoktur. (Harflere Bölünmüş Zaman)
- Kelimelerin iyi geldiği, yarım kalmış insanlarız biz. (Aşıklar Delidir ya da Yazı Tura)
- Geçmiş, her anlattığımızda kılık değiştiren bir uydurmadır. (Memleket Hikayeleri)
- "Müzikten konuşurken geçip giden güzel saatlerimiz..." (Saklı)
- Birini bir zamanlar sevmiş olmak insanın içinde iz bırakıyordu. İnsan o kişiyi artık sevmese bile iz kalan yer acıyordu. (Yeşil Peri Gecesi)
- Gülüşü kurgulanmış gibiydi. (Suzan Defter)
- Anadolu halkı, yüz yıl sonra “Kendi okulunu kendin yap”, kampanyasına şaşılası bir coşkuyla destek verecek, bir Allah’ın kulu çıkıp “Okulumuzu da kendimiz yapacaksak devlet niye vergi alıyor?” diye sormayacaktı. (Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi)
- Kaçamıyordu insan hayattan. Hiçbir biçimde kaçamıyordu. Mekanlar, eşyalar, şehirler, sokaklar değişiyor ve insan kendinden, hayattan kaçamıyordu. Ya da ben yapamıyordum. (Mağara Arkadaşları)
- "Artık her şey, her yer değişiyordu. Çağa uygun düşen bir yoksulluk olacaktı bahar." (Saklı)
- “En fazla bir yıl sürer yirminci asırlarda ölüm acısı.” (Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi)
- Sevmenin insanı böylesine var edebileceğine inanmazdım, yaşadım;sevmenin yokluğu fikrinin bile insanı yok edebileceğine de. Onu da yaşadım... (Kırmızı Azap)
- Yaş ilerleyince anlıyordu insan. Mutluluk öyle gökten zembille inmiyor, itina istiyordu (Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi)
- “Eriyorum, çürüyorum, hayatım bataklık gibi dibe çekiyor beni desem sana, o manasız soruyu bile sormazsın: Neden? Hemen teşhisi koyarsın: Rahat batıyor sana!” (Suzan Defter)
- Viski yorgunluğu alır derler. Kasttettikleri günün yorgunluğudur. İstediğin kadar iç, hayatın yorgunluğu baki kalır. (Yeşil Peri Gecesi)
- “Neden yazıyorum?” Yazarların birçoğu neden yazdığını bilmez. Ya da neden yazdığını bilerek başlamaz yazmaya. Yazının evrenine girildiğinde sorular belirginleşir, önceleri pek de tatmin edici olmayan, oynak cevapların bir kısmı yerli yerine oturur. Birçok soru cevaplansa da, cevaplandığı sanılsa da, “neden yazıyorum?” sorusu lezzetli bir iç huzursuzluğu sorusu olarak kalmayı sürdürür. Çünkü yazmanın bütün sırrı aslında bu sorunun içindedir ve bence yazarlar bu soruya kesin bir cevap bulup defteri kapatmak istemezler. Yazı, yazarın da eremediği bir sırdır; sır aydınlanırsa yazar ışığa yakalanmış bir tavşana dönüşür, kıpırdayamaz. Ben böyle olduğunu düşünüyorum; oysa Sait Faik, “Haritada Bir Nokta” adlı öyküsünü neden yazdığını söyleyerek bitiriyor: “Yazmasam deli olacaktım.” Ama bence bu cümle, o sır dolu sorunun cevabı değil, yazı serüveninin son aşamasında kendiliğinden vardığı bir sonuçtur; hayat karşısında tutunmanın yolunu, Sait Faik’in kendi “çaresiz çare”sini işaret eder bize. “Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi?” Sait Faik’in ölümünden iki yıl önce yazdığı “Haritada Bir Nokta”, imgeler arası ilişkiler açısından çok zengin bir öykü olmanın yanı sıra, yazının evrenine ilişkin soruları, insanla, varolmakla, toplumsallıkla da ilişkilendirerek kurcalayan bir metindir. Öykünün kurgusu ile huzursuz soruları arasındaki ilişki muhteşemdir. Şu soru: “Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi?” sorusu, “neden yazıyorum?” sorusundan hiç aşağı kalmadığı gibi, neden yazıyorum sorusunun bir önceki cevabıdır. Sait Faik bu öyküde, önce neden yazdığı sorusuna bir cevap bulmuş, yazı yazmanın bir hırs olduğuna karar vermiş ve adaya çekilmiş bir adamı / kendini anlatır bize. Ama adada insan vardır, insanın olduğu yerde kötülük vardır, kötülük onu tütüncüye koşturur, kâğıt kalem aldırır, kalemi yontturur, öptürür ve yazdırır. Sorunun cevabı değişmiştir: “Yazmasam deli olacaktım”. Yazı artık bir ilaçtır. İyi de, yazı yazmanın bir hırs olduğuna neden karar vermiştir Sait Faik? Ne olmuştur? Ne gibi kötülükler görmüş ya da etmiştir ki, vazgeçmiştir yazmaktan? “Kaybettiğim her şeyi; insanlığı, cesareti, sıhhati, safveti, dostluğu, alın terini, sessizliği yeniden bulacak; belki yeniden bir adam olmasam bile bir temiz hayatın içinde hayran, meyus ve mahcup ölümü bekleyecektim. Aklıma ara sıra esen yazı yazmak arzusunu, arzusu değil kötü huyunu, bu tek kötü huyu muvaffakiyetler, şöhretler düşünmeden, “düşünürsem Allah canımı alsın!” düşüncesiyle yeniden bulabilirsem, kalemsiz kâğıtsız dağlara fırlayacak, balığa çıkacaktım. Yazmayacaktım.” Sait Faik, bedenine girip çıktığı anlatıcı aracılığıyla, bu öyküyü bir tür günah çıkarma metnine dönüştürür. Öyle bir altmetin akar ki öyküde, Sait Faik’in yazar olmanın bütün nimetini ve külfetini tattığını, ünlü yazarlara vadedilen mevkilere ulaştığını hissederiz. Ama bundan bir parça haz duymuş olduğu için kendinden utanmış gibidir. Yazmaktan değil, şöhretten alınan hazzın yazmanın has anlamını kirlettiğini; onun, mevkilere bir an için bile olsa kanmış olabileceğini, yazmanın varlığının özü olan yanından uzaklaşmış olmaktan korktuğunu düşünürüz. Biz de onunla birlikte yazmanın bir hırstan başka bir şey olmadığına inanırız. Yazdıklarında kendini gizlemeyen, tersine, kendini ancak yazdıklarında açan bir yazar olan Sait Faik, has yazar türündendir. Onun her türlü edebi mevkii reddettiğini, baş köşeye geçip ahkâm kesmekten hoşlanmadığını, gerek yazdıklarından, gerek onu anlatanların anılarından biliyoruz. O, mevkileri reddederek varolmuş bir yazardır. Bu reddedişte de bir altını çizme, bundan övünme payı çıkarma yoktur üstelik. İşi sadece yazıyladır. Edebiyatı en doğal haliyle yaşamış ve yazmış, kendi yarattığı büyüleyici alana bir üstünlük, bir ayrıcalık atfetmemiş, okura veya insana yukardan bakmamış, kendi imgesini yeniden imal etme ihtiyacı duymamıştır. (Harflere Bölünmüş Zaman)