Taras Bulba - Nikolay Gogol Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Taras Bulba kimin eseri? Taras Bulba kitabının yazarı kimdir? Taras Bulba konusu ve anafikri nedir? Taras Bulba kitabı ne anlatıyor? Taras Bulba kitabının yazarı Nikolay Gogol kimdir? İşte Taras Bulba kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Nikolay Gogol
Çevirmen: Mehmet Özgül
Yayın Evi: Everest Yayınları
İSBN: 9789752898592
Sayfa Sayısı: 136
Taras Bulba Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Özünde bir başkaldırının destanı olan Taras Bulba, Rus edebiyatının öncülerinden Nikolay Vasilyeviç Gogol'ün sıradışı eserlerinden biri. Gözüpek savaşçı Taras Bulba ile oğullarının Kazak Ordusu'ndaki yiğitliklerini ele alan bu roman, Gogol'ün edebiyatını anlamak için önemli ipuçları içeriyor.
Yalnızca "can verip şan almak" için yaşayan Kazakların hem Türkler, Tatarlar, Lehler gibi diğer etnik gruplarla hem de birbirleriyle giriştikleri şiddetli çatışmaları anlatıyor Taras Bulba. Rus edebiyatının babası Gogol, diğer eserlerindeki şiirselliği koruyarak, ama bir savaş epiğine uygun bir anlatımla işliyor eserini.
Gogol'ün Kazak kültürüne duyduğu sevgi ve özlemin bir ürünü olarak görülebilecek olan Taraş Bulba, Rus edebiyatının olduğu kadar dünya edebiyatının da başyapıtlarından biri.
(Tanıtım Bülteninden)
Taras Bulba Alıntıları - Sözleri
- Ruhumuzu saran, bizi okşayan neresiyse orasıdır yurdumuz.
- İnsan ancak kafasına bir şey takmazsa çılgınca neşelenebilir.
- Görülüyor ki, dünya da doğru kalmadı!
- Elveda çocukluk günleri, elveda bütün oyunlar, her şeye, her şeye elveda!
- Aşkın ikinci bir yaşam olduğunu söyleyen yazar ne kadar da haklıymış!
- “Gerçekten de dünyada hiç adalet kalmadı!”
- “Ama ateşli bir delikanlının, yaşlı bir adamın düşüncesiyle bağdaşması kolay mı? Birisinin düşüncesi, duyguları başka, öbürününkü başkaydı.”
- Bataklıklardan kalkan bir güz sisine benzer, gelecek denen bilinmezlik.
- Vatan gönlümüzün istediği, gönlümüzün en çok değer verdiği şeydir.
- İçinde biriken duyguların hepsini söyleyip bitirmek istiyordu.
- Mutluluk denilen şey bu dünyada var mı ki?
- Kazaklar çocuk gibidir, az verirsin yerler, çok verirsin hiç bırakmazlar...
- Düşüncesizlikleri, dar görüşlülükleri, gelgeç hevesleri ve boş gururlarıyla devlet yönetimini çocuk oyuncağına çeviren meclis üyeleri sözleri kulak ardı ediyorlardı.
- Hoyrat, aman bilmez bir çağdı o çağ.
Taras Bulba İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Olay örgüsü kitapta, Taras Bulba'nın Andrey ve Ostap adındaki iki oğlunun Ortodoks papaz okulundan dönüşleriyle birlikte başlamaktadır. Asıl eğitimin bir Kazak için savaş meydanı olduğunu düşünen ana karakter oğullarını Zaporojye'ye götürür ve Lehlere karşı savaşa girme konusundaki ikna çabaları sonuç verir. Bu savaş sırasında yaşananlar konu edilmiştir. Akıcı olmakla birlikte, -kendi okuduğum kitap açısından- çevirisi daha iyi olabilirdi. (Ebru Eryılmaz)
1647 yılı tuhaf bir yıldı. Yerde ve gökte çeşitli işaretler, muazzam büyüklükte olayların ve felaketlerin habercisiydi. Taras Bulba; Polonya-Litvanya'nın yanlış politikalarının yol açtığı savaşları, isyanları ve huzursuzluğu kurgusal bir karakter olan Taras Bulba aracılığıyla anlatan bir roman. Aslen "Mirgorod Öyküleri" kategorisinde bir hikaye olsa da sonrasında romanlaştırılmış, şahsen bu durumdan hoşnut oldum, zira karmaşık bir olayı hikaye olarak görmek kimseyi tatmin etmeyecekti diye düşünüyorum. Kitap her ne kadar basit bir dille yazılmış olsa da okumadan önce "Ogniem i Mieczem" (Ateş ve Kılıçla) filmini izlemenizi tavsiye ederim. Kazak milletinin yaşantısını, giyim kuşamını, savaş stratejilerini detaylıca görebilir, hayal gücünüzü geliştirebilirsiniz. Ayrıca bu romanda da bahsedilen "Hmelnitski Ayaklanması" hakkında da bilgi sahibi olabilirsiniz. Gogol'ün roman olarak bu temayı kullanmasını hem Rusya'nın baskıcı ortamından kaçmak için geçmişin fikrine sığınmak, hem de alttan alttan Rus soylularını, bürokratlarını eleştirmek olarak buluyorum. Zira Hmelnitski Ayaklanması'nın lideri Bogdan Hmelnitski, bu olayı bir ülkeye değil, soylulara haddini bildirmek olarak nitelemiştir. Yani tesadüf olduğunu düşünmüyorum. Ayrıca kendisinin Kazak bir aileden geldiği tahmin edilmektedir. -- İncelemeye başlamadan önce iki şeyi belirtmek isterim: • Seç olarak adlandırılan şey Zaporojya Siçi'dir. Seç (aslında Siç) kitapta belirtildiği üzere Kazakların bağımsız bir ülkesi olması için çabalayan, askeri faaliyetleri bulunan bir örgüttür. Polonya'ya sadık bir örgüt olarak başlasalar da daha sonrasında Polonyalılar akdine sadık kalmayarak Ortodoksları aşağılamaya başlayınca faaliyetleri isyana dönmüştür. • Taras Bulba gerçek bir figür değil, Dubno şehri de kuşatılan bir şehir değil. Yine de kurgu iyi yapılmış. -- Kazak yaşam tarzının betimlenişiyle başlıyoruz kitaba. Ataerkil bir baba, yufka yürekli bir anne, içinde bir kahraman yatan şefkatli oğullar. Her tarafta görebileceğiniz türden insanlar, zira Ortaçağda fiziksel kuvvet hüküm sürdüğü için insaniyet aramaya ne hacet. Göçebe ve yarı göçebe hayatı süren milletlerde bilgi seviyesi düşük, savaş ve gaddarlık yüksektir, zekâ arttıkça da temkinlilik ve tedirginlik artar, bundan dolayı da Taras'ın ne kadar cengaver ve gaddar, oğullarınınsa vicdanlı olması şaşırtmamalı. Gökkuşağı gibi çocuklar, Zaporojya gibi Leh, Türk, Tatar, Kazak ordularının birbirine girdiği bir bölgede yetişmiş, renk körü bir babanın gözüne girmeye çalışıyor, orası ayrı. Ostap ve Andriy'in eve gelişinin ve aileyi tanıyışımızın ardından iki komutan daha gelir, erkekler ziyafet çekerken sarhoşluğun da etkisiyle gaza gelirler, savaş aşkıyla tutuşurlar. Tabii bu gaza gelme anları Puşkinvari bir şekilde anlatılır. Hatırlarsınız ki "Ruslan ve Lyudmila" eserinde "Rus ruhu" kavramı geçiyordu, ayrıca düzyazılarında gelenekçi karakterler mevcuttu. Gogol'ün de Puşkin etkisinde yazmış olduğuna inancım arttı. Gaza gelme fıs değildir, sahiden de savaşa gitmeyi kafaya koyarlar (gerçi ortada savaş yoktur). Ertesi günü erkenden vedalaşılır ve yola çıkılır. Annenin bu kadar duygusal, babanınsa bu kadar gaddar oluşunu şuna bağlarım: Kadın can verendir, kendinden olanı canı gibi sayar; erkek ise o canı kollayandır. Kendisinden olmadığı için şefkat göstermekte zorlanır. Yolculuk arasında Ostap ve Andriy'in okul hayatından bahsedilir, Ostap tam bir Kazaktır ve sonucunu düşünmeden olayların ortasına atlayıverir, cezasını da peyderpey çeker. Andriy ise planları kuran, ama temkinli yaklaşıp içeriye dalmayan çocuktur. Bundan ötürü de tehlikeye pek alışkın bir insan değildir. Zamanında bir voyvoda kızının evine girme planı yapmış, bunu başarmış, ancak devamını düşünmediği için ne yapacağını bilemeden uslu uslu oturur. Kızımız ise Andriy'e tatlı tatlı tacını, küpelerini, kıyafetlerini giydirir ve onunla şakalaşır. Ancak Andriy'in planları bittiğinden evden çıkması da meşakkatli olur. Andriy'in ürkekliği, planlarla hareket etmesi ancak işler değişince eli ayağına dolaşması, başkasına verilen cezadan etkilenmesi bana Raskolnikov'u hatırlattı. Eski anılardan kurtulunur ve Siç'in olduğu yere gelirler. Kazakların yaşam tarzını bir kez daha anlarız, tasvirler ve aşılanan fikirler çok güzel. Gogol'ün Rusların yaptığı ayrıştırıcılıktan ziyade Kazak birleştiriciliğini tercih ettiğini görüyoruz. Rusya'da yalnız soylular ve üst kademedekiler değer görürken burada zengini fakiri soylusu alimi cahili alimi hepsi aynı kefeye konuyor. Gogol de böylece resmen toplumcu olduğunu duyurmuş oluyor. Taras'ın yabancı olmadığı ortama oğlanlar da yavaş yavaş alışır, Siç'teki içkili danslı hayata, yüzme yarışlarına katılarak yerlerini meşrulaştırırlar. Ancak Taras bundan memnun değildir, onun için gerçekten erkek adam işi lazımdır, zaten Siç'e yan gelip yatmaya değil savaşmaya gelmişlerdi. Bu bana "Yüzbaşının Kızı"nda babanın oğlunun kaderini tayin etme çabasına benzer geldi. Neyse, Kırım'a yağma fikri ortaya atılır ama Barış Antlaşması yüzünden saldıramazlar. Bu tabii Taras'ı sinirlendirir, yöneticiyi istifaya zorlar ve yakın arkadaşının yöneticiliğe gelmesini sağlar. Daha ılıman bu adam bir şeyler planlarken tüm romanı fitilleyen haber gelir: Katolik Polonyalılar ve Yahudiler, Ortodoks oldukları gerekçesiyle Ukraynalıları at arabalarında at gibi koştururlar, kiliseye parayla sokarlar, dini ayinlere karışırlar ve daha nicesi. O dönemlerde vatandaşlık kavramı daha gelişmediği için bu mevcuttu. Günümüzde de hala ırkçılık ve din ayrımcılığı var, üzücü. Böylece halk da yeni koşevoy* Kirdyaga'ya ihtiyaç duymadan kafayı yer, direkt Polonya'ya isyan etmeye karar verirler. Artık Zaporojyalıların tekneye değil arabaya ihtiyacı vardır. Kazaklar tüm hiddetiyle dinsiz Polonyalılara çullanacaktır. Zaporojyalılar, Siç'i terk edip Leh topraklarına girmeye başlarlar, Güney Ukrayna'da birçok toprak kazanımı gerçekleşir. (Buraya küçük bir tarih arası. Zaporojya Siçi aslında askeri bir örgüt olsa da küçük denecek toprakları olan bir ülkedir de. Kazak Hetmanlığının atasıdır). Ancak Kazaklarda gram merhamet yoktur, kadınlara ve çocuklara varıncaya kadar katliam ve yağma yaparlar. Okurken içiniz rahat olmayabilir. Aslında bu faaliyetle dinlerine hakaret etmiş oluyorlar, İsa'nın yolunu çiğneyip geçiyorlar. Zaporojyalılar kaynak sıkıntısından dolayı Dubno şehrine kadar varırlar, şehir müstahkem olduğundan kuşatma planlanır, ancak Kazakların düzensiz birer sürü olduğunu göz önünde bulundurursak öyle kuşatma aracıydı, topçusuydu hiç mevcut değil, adamlar bodoslama taarruz edip katledilmeye yatkın. Geceleri kuşatmayı bırakıp yan gel yat Osman misali yatıyorlar, "Bu ne rehavet ya!" diyeceğiniz bir an olacak. Kuşatma gereğinden fazla uzadığı için Kazak gücü yavaş yavaş azalmaya başlar, buna rağmen sinirden civar köyleri yaktıkları için Lehlerin kaynak tedariği batar, şehirde açlık baş gösterir, içler acısı bir hal olur. Andriy'i kız gibi süsleyip püsleyen kızımız da babasının görevi gereği Dubno'dadır ve o da açlıktan nasibini alır. Kızın Tatar hizmetçisi Andriy'i bulur ve onlara yardım etmesi için yalvarır. Andriy insafa gelir ve gizlice Dubno'ya gider. Şehir tıpkı "Holodomor" katliamı gibidir, insanın bir başkasına olan acımasızlığının haddi hesabı yoktur. İnsanlar toprak yemeye başlamış, ekmeği hızlıca yiyen insanların sırf önceden yemek yemedikleri için ölmesi ve daha birçok kan donduran imaj. Andriy'in gaddar olmayan bir insan olması, onun ağzından "İyi olmuş Lehlere" çıkarmaz, Lehlerin yaşadıklarına üzülür ve şahsımca yapılanın yanlış olduğunu anlar, ancak başlanmış işin sonu getirilmeli. Sonunda Voyvoda'nın evine gelirler, ancak açlıktan ne bekçiler mukavemet gösterebilir, ne de ev ahalisi. Düşünün evinize düşman milletten insan giriyor ve hiçbir şey yapamıyorsunuz, niyetini bile bilmeden, ne üzücü ama, masum insanların politikacıların sorumsuzluğunun bedelini ödemesi. Yönetici bile olsanız üstünüzdekiler yüzünden ne göreviniz ne hayatınız kalıyor, üstelik yafta yiyorsunuz. Neyse, Andriy kızımızın odasını bulur, küçük hanım ölgün vaziyettedir, tabii Andriy'e göre bu güzelliğe güzellik katmıştır. Kız Andriy'in gelmesine çok çok sevinir, ona aşık olmuştur zira, Andriy'in getirdiği ekmekleri yavaşça yer, hayata geri döner. Bu sahne benim için çok etkileyiciydi, kendimi bir Lermontov eserinde buldum sanki, o tatlı betimlemelerden tutun da söylenen cümlelere dek! Lermontov'un "Bence vatan sevdiğin ve sevildiğin yerdir senin!" cümlesi burada tam anlamıyla vücut buluyor. Andriy bir kız için varını yoğunu arkada bırakıyor. Çok alçakça ve haince bir hamle olarak değerlendirilebilir, aşkın temize çıkaramayacağı bir şeref yoksunluğu çünkü. Aileni bir kenara fırlatıp onları öldürmeyi bile göze almak. Ancak Andriy'i de anlamak lazım, anne şefkatiyle büyüyen bir çocuğun savaşa gitmek isteyip istemediğini kimse sormadı, ama kıza aşık olmayı kendisi seçti. İnsan kendinden olanı sahiplenmeye daha yatkındır, Andriy de vicdanıyla hareket ediyor haliyle. Kuşatma yeniden başlar, Kazaklar Lehleri kaleden çıkarmak için kışkırtmalara ve tacizlere başvurur, saldırmaya giden Leh kuvvetlerini pusuya düşürüp mahvederler. Savaş sahnelerini okurken çok zevk aldım, izlediğim belgeseller sayesinde kafamda canlandırdığımda mutlu oldum. Ancak savaş anında Kazak moralini yerle bir eden bir haber gelir, sırf barış var diye yağmalamadıkları Tatarlar şimdi onları yağmalamıştır, Siç'te ne var ne yok gitmiştir. Ordunun yarısını Tatarlara, yarısını Polonyalılara sevk etme kararı alırlar, Taras da moral yükseltmek için konuşmalar yapmaya başlar. "Anne baba çocuğunu sever, hayvan yavrusunu sever" gibi olan konuşmasında ırkçı olmayan bir milliyetçilik yapılır, sanayileşmiş, voyvoda ve kodamanların egemen olduğu ve sevgiden uzak bir dünyaya sitem edilir, ne olursa olsun insanın içinde aydınlık olduğunu belirtilir. Siç ve Hristiyanlık için şaraplar içilir ve savaşın rövanşı başlar. Lehler, Kazakların yarıya indiğini daha yeni fark ederler ve fırsatı değerlendirmeye çalışırlar ancak Lehler de tükenmekte olduğundan taarruz neticelenmez. Kazaklar değerli atamanlarını ve iyi askerlerini yitirseler de Lehlere büyük bir darbe indirirler. Andriy yeni taarruzda Kazakları doğraya doğraya ilerler, ancak pusuya düşürülür ve Taras'ın önüne düşer. Taras oğluna bir Kazak değil Leh muamelesi yapar ve göğsünden vurarak onu öldürür. Gerçi sonrasında "Nesi Kazak değildi ki, neden ihanet etti?" diye kendini paralar. Kazakların aldıkları zafer uzun ömürlü olmayacaktır, Leh takviyeleri Taras ve ekibini esir almıştır, ancak yesaul Toskaç, Taras'ı kurtarıp kaçırmayı başarmıştır. Diğerleri hakkında hiçbir bilgimiz yoktur. Aslında destansı metinleri okuyunca "Vay anasını, savaş ne güzel, aksiyon dolu!" diye geçiriyoruz içimizden ancak hiçbir güzel yanı yok. Her yan açlık, işkence, silah sesleri ve ölüm dolu. Taras da bir oğlunun katili ve diğer oğlunu bulamayan bir adam olarak ortada kalakalıyor. Gerçi Andriy'i öldürdüğü için gram pişman değil, ancak Ostap için çok üzülüyor. Eski masumiyet artık kimsede yok. Ne Siç, eski Siç, ne Taras eski Taras. Gogol'ün "Dünyanın kötülüğü ve yaşam karşısında karamsarlık" fikrini tam olarak bu ortam yansıtıyor diyebiliriz bu roman için. Yahudilerin her türlü entrikayı becerdiğini bilen Taras, daha önce canını kurtardığı Yankel'den onu Varşova'ya, Ostap'a götürmesini rica eder, bir babanın bağrından kopan bir istekle. Yankel başına zor bir iş aldığını fark eder ancak emir emirdir, işin içine para şıkırtısı girdiğinde bir insanın yapamayacağı yoktur. Aslında yine bir bürokrasi göndermesi, o dönemde rüşvetçilik gerçekten bir geçim kapısı gibi bir şeydi. Varşova'da Leh görevlilere de para sıkıştırma olayı vardı çünkü. Taras'ın öfkesi onun oğlunu görmeye mani olur, ancak idam alanında görebilir, ilk idam edilen kişi oğlu olur. Kitapta en çok hüzünlendiğim an oldu, idamı hukuki ve etik olarak da inceleyen Gogol, bana bir iç çektirdi. Evet, gerçekten de umutsuzca insan haklarını, yaşama hakkını savunuyoruz, umutsuzca savaş karşıtlığı yapıyoruz, ama bir avuç insanın isteği için sözlerimizin anlamları bir anda silinip gidiyor. Ama Kazak şanı öyle mi? Kazak şanı yok olup gitmez! Artık bir avuç yağmacı yerine bütün bir ulus vardır, 120.000 Kazak'tan müteşekkil bir ordu, hem de en seçkin askerlerin komutanı vahşi Taras Bulba, Leh topraklarına yeniden yürüdü. Artık kana susamışlığın meali olan katliamlar, yağmalar, kundaklamalar, her türlü savaş suçu işlendi. Geri çekilmek zorunda kalan Kazak birlikleri nehir kıyısındaki bir uçuruma doğru gitmek durumunda kalır. Çarpışmalar devam ederken Taras Bulba yakalanır, canlı canlı yakılarak öldürülür. Kazaklarsa Atamanlarını dillerine pelesenk etmiş, geri çekilmeye devam ediyorlardı... Laperdutagente cerenerpek (Enis)
Henüz başlıyorum, Rus edebiyatından devam. Bu sefer de Gogol'u anlayacağım. Heyecanlıyım. Genel olarak Rus edebiyatını seviyorum fakat daha önce gogol okumadım, umarım beğenirim. (Ki büyük ihtimalle öyle okacak:)) (merve ören)
Kitabın Yazarı Nikolay Gogol Kimdir?
Nikolay Vasilyeviç Gogol (Rusça: Николай Васильевич Гоголь) (31 Mart 1809 - 4 Mart 1852) gerçekçi Rus roman ve oyun yazarı. En çok tanınan eseri Ölü Canlar'dır.rnrnGogol orta halli toprak sahibi bir ailenin çocuğu olarak Ukrayna’da Soroçinski Köyü’nde dünyaya gelir. Gogol’un çocukluğu köy hayatı ile ve yoğun Kazak kültürü etkisinde geçer. Bu hayatın etkisi ileride yazacağı eserlere de yansıyacaktır.rnrnGogol, gençlik yıllarında şiir ve edebiyata ilgi duyar. 1828'de Petersburg’a gider. Orada memur olmayı ve bir şekilde geçinmeyi umar ancak işler umduğu gibi gitmez. Gogol, Petersburg’dan Almanya’ya gider ancak orada da parası bitene kadar kalabilir. Tekrar Petersburg’a dönüp iş arayan Gogol bu sefer çok düşük bir maaşla da olsa devlet memuru olarak çalışmaya başlar. Bu görevden de bir sene sonra ayrılır.rnrnGogol, 1836'da Pişik Puşkin'in çıkardığı Sovremennik adlı dergide, yergili öykülerinin en neşelilerinden biri olan Araba’e eğlenceli ve iğneleyici bir üslûpla yazılmış gerçeküstücü öyküsü Burun’u yayınlar.rnrnYazar, yazı sanatında büyük ölçüde Puşkin'in etkisi altındadır. Öyle ki, onun eleştirileri ve telkinleri olmadan yazamayacağını düşünür. Yazarın Puşkin’le olan arkadaşlığı, onu aldığı acımasız eleştirilerden de koruyan en büyük güçtür.rnrnGogol’un ilk ciddi ve dikkat çeken eserleri Ukrayna hayatı ile, halk deyişleri ile süslü halk hikâyeleridir.rnrnGogol 1831 – 1832 yıllarında yazdığı bu hikâyeleri, Dilanka Yakınlarındaki Çiftlikte Akşam Toplantıları adlı kitapta toplar. Bu öyküler Rus edebiyat dünyasında Gogol’un bir anda parlamasına yol açar. 1835 yılında Mirgorod ve Arabeski adlı eserlerini de yayımladı. Bu kitaplarında da halk hikâyeleri, özellikle Kazak geçmişi işlenmiştir.rnrnHikâyelerinde günlük hayatı ve bayağı kişilikleri zaman zaman mizahi zaman zaman öfkeye varan bir şekilde yeriyordu.rnrnEski Zaman Beyleri, Arabeski bu yergi kitaplarının ilkleridir. Arabeski kitabındaki hikâyelerinden biri olan Bir Delinin Hatıra Defteri bir memurun rutin hayatını ve işi yüzünden nasıl sıkıldığını anlatır. Hikayenin sonunda memur akıl hastanesine yatırılır. Portre adlı eseri ise dünyanın kötülüklerden kurtulamayacağı vugusu ile sonlanır.rnrnBüyük komedisi Müfettiş adlı eseri ile bürokrasiyi alay derecesinde yeren Gogol, eserinin sahnelenmesi ile tüm şimşekleri üzerine çeker. Tepkiler yüzünden Rusya’dan ayrılmak zorunda kalır. Roma’da Puşkin’in tavsiyesi ile en büyük eseri olan Ölü Canlar’ı yazarken Puşkin’in öldüğü haberini alır. Bu haber onun için “Rusya’dan gelebilecek en kötü haber”dir. O zamana kadar Puşkin’i düşünmeden dikkate almadan hiçbir şey yazmayan Gogol için bu haber gerçekten bir yıkım olmuştur. Puşkin’in ölümünün yıkıcı etkisine karşın 1842 yılında iki önemli eseri olan Ölü Canlar’ın 1. cildi ve uzun hikâyesi Palto’yu bitirir ve yayınlar. Ölü Canlar dönemin Rusya’sının çürümüşlüğünü gerçekçi bir biçimde gözler önüne sererken Palto’da sıradan insanların yaşadıkları acılar, maaruz kaldıkları haksızlıklar, ve yaşadıkları yoksulluk tüm gerçeklikleriyle, okuyucuyu sarsacak bir ustalıkla gözler önüne serilmektedir. Bu eser de dönemin en büyük eserlerinden biri olarak nitelendirilecektir. Rus edebiyatına sıradan insanların gerçekçi bir girişi olarak da nitelendirilebilir Palto. Öyle ki Dostoyevski hikâyeye hitaben “Hepimiz Gogol’un Palto’sundan çıktık.” diyecektir. Ancak öykü yayınlaması ile soylu kesimin tepkisini tekrar Gogol üzerine çeker. Dönem aydınlar üzerinde büyük baskıların uygulandığı karanlık I.Nikola dönemidir. Gogol düzen savunucuları tarafından Rus insanını aşağılamakla onun kötü yönlerini göstermekle, halkına ihanetle suçlanır. Ancak onun yapmak istediği halkını aşağılamak değil onu bu hale sokan yozlaşmış düzeni tüm gerçekliği ile gözler önüne sermektir. Maruz kaldığı bu suçlamalar yazarın ruhsal sağlığına da ciddi zararlar vermiştir.rnrnPuşkin’in ölümünden sonra Gogol’un popülaritesi daha da da artar. Bu ilgi Gogol’da bir öncülük hissi yaratır ve kendine toplumu değiştirmek, insanlara yol göstermek gibi misyonlar edinir. Bu dönemde eski yaratıcılığını kaybettiği söylenebilir. Dine karşı ilgisi artar ve daha önce eleştirdiği kiliseyi dahi övmeye başlar. Bu davranış hayranlarının tepkisini çeker ancak o bu tepkilere dinsel yorumlar katar ve Tanrı’nın gönlünü almak için ona daha da yakınlaşır. 1848’de kutsal toprakları ziyaret etmek için Filistin'e gider. Moskova’ya geri dönen Gogol, orada Matvey Konstantinovski adlı gerici bir rahibin etkisi ile 1852 yılında Ölü Canlar romanının ikinci bölümünün el yazmalarını yakarak imha eder. Bu davranışından 10 gün sonra 43 yaşında Moskova’da ölür.rnrnGogol'ün tamamlayamadığı sadece taslaklarını kaleme aldığı Dördüncü Dereceden St. Vladimir Nişanı adlı oyunu ölümünden sonra Sasa Preis tamamlanmıştır.
Nikolay Gogol Kitapları - Eserleri
- Ölü Canlar
- Dikanka Yakınlarında Bir Çiftlikte Akşam Toplantıları
- Bir Delinin Anı Defteri - Palto - Burun - Petersburg Öyküleri ve Fayton
- Taras Bulba
- Palto
- Eski Zaman Beyleri
- Burun
- Müfettiş
- Petersburg Öyküleri
- Evlenme - Kumarbazlar
- Taras Bulba ve Mirgorod Öyküleri
- Masallar
- Bir Delinin Hatıra Defteri
- Ivan Ivanoviç ile Ivan Nikiforoviç'in Öyküsü
- Tiyatrodan Çıkış
- Mayıs Gecesi
- Fayton
- Öyküler
- Üç Hikaye (Burun, Fayton, Palto)
- Ölü Canlar - Don Kişot
- Portre
- Bütün Oyunları
- Bir Delinin Hatıra Defteri & Portre (Cep Boy)
- Şeytanın Kırmızı Paltosu
- Taras Bulba 2
- Neva Bulvarı
- Viy
- Ölü Canlar. Müfəttiş
- Teyze
- The Nose & A May Night
- Roma İmparatorluğu
- Münakaşa
- Seçilmiş əsərləri
- Palto
Nikolay Gogol Alıntıları - Sözleri
- Ahlaksızlık kendi başına da çirkindir, iticidir; ama olanca tertemizliğiyle düşlerimize süzülen güzelliğe bulaşınca büsbütün itici olur. (Neva Bulvarı)
- “Doğa da böyle değil midir? Doğa görüntüsü ne kadar güzel olursa olsun, gökte bunu aydınlatacak güneş yoksa, daima bir şeyler eksikmiş gibi görünür.” (Mayıs Gecesi)
- Uzağa, çok uzağa, hiçbir şeyi göremeyeceğim, duyamayacağım insansız bir dünyaya götürsün beni!.. (Bir Delinin Hatıra Defteri)
- "İşte ne kadar muhteşem bir görünüme sahip olursa olsun, gökyüzünde güneş yoksa bir şeyler hep eksik kalır içeride." (Bir Delinin Hatıra Defteri & Portre (Cep Boy))
- Ivan Fyodoroviç konunun değişip kitaplara geldiğini duyduğu zaman gayretle kendisini ortama kaptırdı. (Teyze)
- Güzellik harikalar yaratır. (Neva Bulvarı)
- Bana öyle geliyor ki başka biriyle duyguların, görüşlerin ve hislerin paylaşılması dünyadaki en kutsal şeylerden biridir. (Bir Delinin Hatıra Defteri & Portre (Cep Boy))
- İnsanların da kuşların ki gibi kanatları olsa ne güzel olurdu! (Dikanka Yakınlarında Bir Çiftlikte Akşam Toplantıları)
- Beyefendi, size bir ikramda bulunma cüretinde bulunabilir miyim? (Ivan Ivanoviç ile Ivan Nikiforoviç'in Öyküsü)
- Her şeyin en iyisini Tanrı bilir, o her şeyi bilir. (Viy)
- Bir insanın zihnine girmek ve düşüncelerini bilmek imkansızdır. (Öyküler)
- İnsan ancak kafasına bir şey takmazsa çılgınca neşelenebilir. (Taras Bulba)
- “Gerçekten de dünyada hiç adalet kalmadı!” (Taras Bulba)
- Bu zamanda kimsenin içyüzünü anlayamazsın. (Fayton)
- "Dünya nedir? Bir hissiz insanlar kalabalığı." (Ölü Canlar)
- Ben de, senin gibi edebiyatla uğraşmaya karar verdim. Çünkü, kardeşim, bu dünya artık can sıkıyor. (Bütün Oyunları)
- Şu son günlerde de hayat ne kadar pahalılaştı. (Üç Hikaye (Burun, Fayton, Palto))
- Elveda çocukluk günleri, elveda bütün oyunlar, her şeye, her şeye elveda! (Taras Bulba)
- Şimdi o, ölümle dirim arası bir durumdaydı... (Fayton)
- "Rahat bırakın, ne diye üzüyorsunuz beni?" (Palto)