Türkiye'de Çağdaşlaşma - Niyazi Berkes Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Türkiye'de Çağdaşlaşma kimin eseri? Türkiye'de Çağdaşlaşma kitabının yazarı kimdir? Türkiye'de Çağdaşlaşma konusu ve anafikri nedir? Türkiye'de Çağdaşlaşma kitabı ne anlatıyor? Türkiye'de Çağdaşlaşma PDF indirme linki var mı? Türkiye'de Çağdaşlaşma kitabının yazarı Niyazi Berkes kimdir? İşte Türkiye'de Çağdaşlaşma kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Niyazi Berkes
Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları
İSBN: 9789750804341
Sayfa Sayısı: 598
Türkiye'de Çağdaşlaşma Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Niyazi Berkes'in ilk kez 1964'te The Development of Secularism in Turkey başlığıyla İngilizce yayımlanan bu başyapıtı, daha sonra dilimize de kazandırılmış, Cumhuriyet'in 50. yılında ve daha sonra 1978'de iki baskısı yapılmıştır. Berkes'in kitaba sonradan eklediği notlar da göz önüne alınarak eksiksiz bir kaynakça ve dizinle tekrar Türk okuruna sunduğumuz bu önemli çalışmada, Türkiye'nin geleneksel devlet sisteminden laik bir yönetime geçişinin kapsamlı tarihi Berkes'in özgün yaklaşımları ve benzersiz yorumları eşliğinde okunabilir.
Cumhuriyet tarihine damgasını vurmuş 75 kitaptan biri sayılan bu vazgeçilmez kaynak, bu köklü değişim süreci içindeki ekonomik yapıya ve buna bağlı teknik gelişmelere de ışık tutmakta, bunlara koşut olarak gelişen siyasal ve dinsel dönüşümleri de toplumdaki yansımalarıyla birlikte ele almaktadır. Alanındaki en nitelikli tarih incelemesi diyebileceğimiz bu önemli çalışma, okurun Türkiye'nin bugününü belli işaret noktalarından hareketle okumasını sağlayacak, daha sağlıklı değerlendirmeler için bir çıkış noktası oluşturacaktır.
Türkiye'de Çağdaşlaşma Alıntıları - Sözleri
- Dengesi bozulan toplumlara kurtuluş yoktur.
- Osmanlı rejiminin en önemli yanı, dinsellikten çok gelenekselliktir.
- Yenileşme, geleneksel düzenin bozuk çerçevesi içinde yapılacaktı. Başarılar gerçekleştirilince düzenin eski haline döneceğine inanılıyordu. Sonuç bu düşüncenin yanlışlığını gösterdi. Bunu, Cevdet Paşa'nın şu sözleri iyi belirtir: "Yeni bir uygarlık yoluna gidilmek... fikirleri doğmuştu. Lakin... yapının temeline bakılmayarak tavanın süslenmesine özenildi. Avrupa'da başlayan fenlerin ve sanatların yayılmasına çalışmak gerekirken uygarlık nehirlerinin getirdiği çerçöpe, israf ve sefahata aldanıldı... Halk yüksek tabakanın bu gidişinden nefret ederek her türlü yenilikten ürkmeye, yeni yöntemlerle yapılan her şeyi kötü görmeye başladı..."
- Öğrencilerin öğretmenleri ile birlikte açık alanda hendese uygulamalarını görenler çekiştirmeye, alaya başlamışlardı. Yapılan uygulamaların anlamını kavrayamayan cahil kişilerin, "Bu kağıtları o çizgileri niye çiziyorlar? Bunlardan ne çıkacak? Pusula ve cetvellerle hiç savaş olur mu?" çeşidinden sorularıyla, alay ve tahkirleri ile karşılaşıyorlardı.
- "Batı uygarlığından neler alınacağını kestirebilmek için, önce, şeriata sokulan ve din olarak İslâmlıkla bir tutulan yanları temizlemek gerekir. Şeriata giren bu yanlar gerçekte dinden değil, çağdaş uygarlıkla uyuşamaz olan Yakın Doğu Ortaçağ uygarlığından gelmedir. Bir toplum, iki kocalı kadın gibi, aynı zamanda iki uygarlıklı olamaz. Olmaya kalkarsa içinde tutarsızlıklar ve çatışıklıklar başlar ve işte “patolojik” olan budur. Bunlar, içinde geliştirdikleri uygarlığın çöküşüyle fonksiyonlarını yitirmişlerdir. İslâmcılann bu fosilleri diriltme çabaları boşunadır. Din olarak İslâm, ancak ulus ülkülerinin toplamı olan ulusal kültürde yaşayan bir unsur olabildiği ölçüde yaşayabilir."
- Eski Osmanlı rejiminde şeriat ile siyasa hep ayrı tutulmuştur.
- Lâle Devrini hatırlatan eğlencelerde şeyhler ve sofular bile içkiye dalmışlardı. Cevdet Paşa'nın bildirdiğine göre türedi yeni zenginler, masrafları yüzünden iki ucu bir araya getiremediklerinden gayrimeşru kazanç yollarına sapıyorlar, mültezim ve sarrafların avucuna giriyorlar, onların istediklerini yapmaya mecbur oluyorlardı.
- Hemen hemen hiçbir kamu düşünün yuvası ve aracı yoktu. Böyle bir reâyâyı, çobana benzetilen bir padişah kendi adamlarıyla kolay güdebilirdi. Kahvehaneler, Osmanlı ülkelerinde özellikle İstanbul'da cami ve mescidin yerini alan ilk siyasal dedikodu, hatta fesat yuvaları oldular.
- Adil olmayan bir eylem, bir toplumun bütün kişileri tarafından desteklense ve yürütülse bile, yine de adalet değildir; o yine bir istibdat olur. Namık Kemal iradenin çoğunluk tarafından uygulanmasını bile istibdat saydığı halde, hakların uygulanmasının hükümdara devredilmesini istibdat saymıyordu.
- 2. Mahmut, uzun süreden beri görünmez mahluklar haline gelen padişahların kabuğundan ilk çıkan kişi olmuştur. Zamanın Batı monarklarının kılığına benzer bir kılıkla kavuğunu, kürkünü, sorgucunu çıkararak, sakalını kısaltarak halk karşısına çıkan ilk Osmanlı hükümdarı odur.
Türkiye'de Çağdaşlaşma İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Okuyana kadar Cumhuriyet tarihine damgasını vuran kitaplardan biri demenin ne manaya geldiğini anlamak zor. 200 yılı aşkın sürede yaşadığımız tüm basiretsizlikler , devlet içinde devletleşmeler, çıkar çatışmaları, vurdumduymazlıkları fotoğraflamış Sn. Berkes. Bu denli geniş bir inceleme-araştırma kitabı yazabilmek , kaynakçayı bu kadar kabiliyetli kullanabilmek önünde saygı ile eğinilmeyi hak ediyor. Geçirdiğimiz tüm sancılı dönemin sonunda tartışmasız rejim olarak kabul etmemiz Cumhuriyet' e dönüşmemiz ise gerçekten tüm alanlarda tam kararlılık ve yüksek karakter sahibi Mustafa Kemal ve yol arkadaşlarının olağanüstü başarısı. Tüm kuşakların bu imkana ne denli zor eriştiğimizi ve korumak için ne kadar fedakarlık göstermemiz gerektiğini bilmesi için bu eseri layıkı ile okuması ve yorumlaması gerekir. Kişisel gelişimim için bana son derece katkısı olan bu eseri tüm tarih ve yurtseverlere can-ı gönülden tavsiye ediyor, Yazarı Niyazi Berkes'i rahmetle anıyorum. (Serhan Calba)
İhtiyaç duyduğum her an başvurduğum, yeniden okuduğum ve kılavuz niyetiyle kullandığım yetkin bir eser. Bir kronoloji derdi olan muadillerinden ayrılan yanlarından belki de ilki, sıkmayan dili ve olayları basit bir sebep-sonuç ilişkisine sıkıştırmadan anlatabilmesidir. İlk okuduğum zamanlarda kitabın ismine itirazlar yükseltmiş, neden modernleşmeyi değil de çağdaşlaşma kavramını tercih ettiğini sorgulamıştım. Devrimden söz etmek yüzeysel kalır diyor Niyazi Berkes. Ciddi ve naif bir yargıdır bu. Yüzeysel kalır çünkü 18. yüzyıldan Cumhuriyet rejimine kadarki süreç ona göre ulus-devlete geçişin "zorunlu" kılındığı bir süreçti ve Cumhuriyet rejimine dayalı bir ulus-devlet kurulması iç dış olayların bir yerden sonra olmazsa olmaz kıldığı akışın sonucuydu. Böylece bugün tazeliğini koruyan devlet-toplum-uygarlık tartışmalarının özünde modernliğin ve çağdaşlaşmanın ilke ve nüvelerinin doğru bilinmemesinin olduğu da dolaylı olarak ifade edilmiş oluyor. Kitabın acayip bir albenisi var. Tekrar edeyim, rutin bir tarih kitabındaki ya başında ya ortasında, olmadı sonunda mutlaka sayfaları atlatarak okutan tekdüze gidişatı burada bulmak zor. Sanırım dört veya beşinci kere okuyacağım çünkü son zamanlardaki devinimin yeniden seküler ve muhafakâr cenahta başlayacak sığ tartışmaların nihai etkilenenleri yine geriye dönüş özlemi taşıyanların gürültülerine kulak tıkamak zorunda kalacaklar, yani belki de bizler, sizler olacak. Bu yüzden zırhları kuşanıp olayların kavramsal ve kronolojik geçmişine bakmakta fayda vardı. Tavsiyem, sizler de kitabı edinin veya varsa şu anda okuma programınıza iliştirin. Çünkü Niyazi Berkes'e göre geriye dönüş özlemi saman alevinden hallicedir ve Türkiye'de bütün mesele modernleşme değil, çağdaşlaşmadır. Kitap, 18. yüzyıldan Cumhuriyet rejiminin kuruluşuna değin yaşanan süreci "zorunlu olarak" bir ulus birimine dayalı Cumhuriyet rejimine geçiş şeklinde ifade eder. Bundan söz etmiştim. Bununla birlikte bugün yüzeysel olarak tartışılan devlet-toplum-uygarlık kavramlarına fazlasıyla yetkin şekilde eğilmiş ve kavramların tarihsel doğuş yer-zamanlarına sadık kalarak bu incelemeyi sürdürmeyi de başarmış. Böylece karşımıza sağını solunu kurcalamamız gereken bir çağdaşlaşma kavramı çıkıyor. Zaten kitap da bu kavramı pataklayarak başlıyor işe. Son iki yüz elli yıllık siyasi geçmişe baktığımızda görüyoruz ki din ve dünya işlerine dair tartışmalar laiklik kavramıyla son şeklini aldı. Ne var ki kelimenin bugün bile rüküş duruyor olması ve bir uzlaşı meselesi haline gelememesi kavramın içerik bakımından da Osmanlı Türk siyaset tarihine yabancı olmasındandır. Doku uyuşmazlığı, kavrama yabancı kalmamızı doğuruyor. Niyazi Berkes, din-devlet kavramlarının ayrımına dair bir izin devlet anlayışımızda olmadığını belirtir. İki kavram da doğal, olağan bir bileşimdi. Bugünkü başına buyrukluktan eser yoktu. Durumu anlamak, doku uyuşmazlığını nispeten kavramak için laiklik kavramının geldiği yeri, ilk nüvelerinin bilmek gerektiğine inanan Berkes'e göre laiklikle ilgili kavgalarımız gerçekte ne din ne devlet ne de bir dava üzerinedir. Gürültümüz olsa olsa "çağdaşlaşma" sorunundandır. Bu kavga yeni değil ve ister Batı kökenli sekülerlikten gelsin, ister "halklaşma" mantığına dayandırılıp meseleyi dinsel kurumların yanında halkların da yönetimde söz sahibi olabilmelerine dayansın farketmez, süreç biraz da çağa ayak uydurarak yönetimdeki payı arttırmak ve kutsalın boyundurluğundan sıyrılmaktır. Dünya siyasal tarihine baktığımızda bu ifadenin yersiz olmadığını da görmek mümkündür. Fakat eklemek gerekir ki değişimi talep edenler karşısında ayak diretenler, değişimi taraf değiştirmekle eşdeğer görenler ve din kisvesi altında tutunmaya çalışanlar süreci anlamakta işe yarayacak argümanlardır. Sonuç olarak meselenin çağdaşlaşma, yani zaman karşısında kaçınılmaz değişime tabi olma veya bunun karşısında direnmek olduğunu anlarız. Direnmek veya kendini güncellemek arasındaki hududu radikalleşerek aşanlar için çağdaşlaşma olgusu şeytani bir mesele olarak kalır, yalnızca devlette değil, ekonomi, hukuk, toplum gibi alanlarda da iktidarın ve varlığın daralması kaçınılmaz olur. Veya olmaz. Buna nihai kararı verecek olanlar bizler, sizleriz. Okur olarak kitabı soluksuz okuyacağınıza kefilim. Gerisi tarafgirlik yapmadan okuyacak olan size kalmış. (Hüseyin HAKAN)
Berkes Türk Çağdaşlaşmasını ele aldığı bu kitap bir inceleme eseridir. Aslında Osmanlı Devleti' nden Türkiye Cumhuriyeti' ne evrilen uzun bir yenileşme ve moderleşme hareketini tarihten gelerek okuyuculara aktarmaya çalışmıştır. Yenileşme hareketleri bir gün de ortaya çıkmamış bu süreç zaman içerisinde yayılarak ilerlemiştir. Türk toplumunda yenileşme hareketleri daha çok askeriye alanında olurken bir diğer modernleşme hareketi 1839 Tanzimat Fermanı ile halka yansıtılmaya çalışılmıştır. Türk Toplumunun modernleşmesi yüz yıllar almış ve halen bu kültür, değişim kendisini devam ettirmektedir.... (Akademiden Yazılar)
Türkiye'de Çağdaşlaşma PDF indirme linki var mı?
Niyazi Berkes - Türkiye'de Çağdaşlaşma kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Türkiye'de Çağdaşlaşma PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Niyazi Berkes Kimdir?
1908'de Kıbrıs'ta doğdu. 1927'de İstanbul Lisesi'ni bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nde felsefe ve sosyoloji öğrenimi gördü. Bu sırada aynı fakültenin Tarih bölümünden de sertifika alan Berkes, bir süre Ankara'da Türk Ocağı Kütüphanesi'nde ve Türk Eğitim Derneği'nin kurduğu deneme lisesinde öğretmenlik ve müdürlük yaptı. 1934'te üniversitenin yeniden yapılanması sırasında Edebiyat Fakültesi'nin Felsefe Bölümü'nde sosyoloji asistanı oldu. Bir yıl sonra ABD'ye giderek Chicago Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde çalıştı. 1939'da Türkiye'ye döndükten sonra Ankara'da Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi'ndeki sosyoloji doçenti olarak göreve başlayan Berkes, 1945'e kadar burada çalıştı. Aynı yıl tasfiye hareketi sonucunda kürsüsü kaldırıldı. Bunun üzerine gelişen olaylar sonucunda 1952'de yurtdışına gitti. Kanada'da McGill Üniversitesi İslâm Araştırmaları Enstitüsü'nde önce misafir profesör olarak görev yapan Berkes, 1956'da aslî profesör oldu. 1958-1959 arasında bu görevinin yanısıra Hindistan'da Aligarh Üniversitesi'nde de ders verdi, Pakistan, Endonezya ve Japonya'yı ziyaret etti. Emekli olduktan sonra İngiltere'ye yerleşen Niyazi Berkes, çalışmalarını burada sürdürdü. 18 Aralık 1988'de İngiltere'de Hythe'da öldü.
Niyazi Berkes Kitapları - Eserleri
- Türkiye'de Çağdaşlaşma
- Türk Düşününde Batı Sorunu
- Atatürk Ve Devrimler
- Unutulan Yıllar
- Teokrasi ve Laiklik
- Türkiye İktisat Tarihi
- Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler
- İki Yüz Yıldır Neden Bocalıyoruz
- Felsefe ve Toplumbilim Yazıları
- 200 Yıldır Neden Bocalıyoruz
- Asya Mektupları
- Türkiye'de Çağdaşlaşma
- Batıcılık Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler 1
- Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler 2
- İslamlık, Ulusçuluk, Sosyalizm
- Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler
- 100 Soruda Türkiye İktisat Tarihi 1. Cilt
- Patrikhane ve Ekümeniklik
Niyazi Berkes Alıntıları - Sözleri
- Okumuşların Avrupa'ya gitmesinden hükümet son derecede kuşkulanır, onlara pasaport vermezdi. Buna rağmen şu veya bu yollardan birçok aydın memleket dışına çıkabilmişti.Çeşitli yayın organlarında ve toplantılarda yavaş yavaş üç grup belirmeye başladı. Bunların birinin başında bulunan Ahmet Rıza, Fransa'da ziraat tahsil etmiş, dönüşünde Tarım Bakanlığı'nda görev alarak bu bakanlığın hiçbir iş yapmadığını görmüş köylünün bilgisizlik yüzünden verimsiz olduğuna hükmederek ve köylünün ancak okulla kalkınacağına inandığından Eğitim Bakanlığı'na geçmiş, orada da bir iş olmadığını görünce, Avrupa'ya gitmişti. Önce Abdülhamid'i devirmek, anayasayı yürürlüğe koymak, sonra da köylüyü okutmak lazımdı. (İki Yüz Yıldır Neden Bocalıyoruz)
- Katolik nüfusu ile Protestan nüfusu arasında şaşıran Rum kilisesi Osmanlı Devleti'nin eteklerinde yapışıyor zaman zaman bu dinlere karşı ortodoksluğun himayesini sağlayan kararlar koparıyordu. (Patrikhane ve Ekümeniklik)
- XVIII. yüzyıla doğru ve bu yüzyılda bunların dört tanesi özellikle çok önemliydi: silahtarlar, mirahorlar, bostancıbaşılar, kapıcıbaşılar. Çok mütevazı unvanlar değil mi? Birincileri padişahların silahlarına bakan, ikincileri padişahın ahırlarını temizleyen, üçüncüleri bahçe ve bostanlarına bakan, dördüncüleri de kapı bekçileri sanacağımız gelir. Halbuki gerçekte bunlar çok güçlü, çok azametli, çok zengin ve çok korkulacak adamlardır. Özellikle bu dört tanesi sarayı, yalnız halkı değil boy boy vezirleri bile titretecek güçte bir yer haline getiren adamlar olmuşlardır. (Türkiye İktisat Tarihi)
- Bu kadar elverişli şartlar içinde Türkiye'nin, ekonomik kalkınma, toplumsal değişme, çağdaş uygarlığa uyma işlerini başaramamış olmasını izah için, bu kuvvetlerin ötesinde sebep aramamıza lüzum yoktur. İlk yüz yıllık bocalama hikayesindeki gözlemlerimiz; yersiz bir bedbinliğin değil, Türk toplumunun taşıdığı büyük imkanların dar kafalı çıkarcıların elinde öldürülmüş olması karşısında Türk aydınının aciz kalışının verdiği acının eseridir. (200 Yıldır Neden Bocalıyoruz)
- Bugün yapılan incelemelerden öğreniyoruz ki gerçek neden insanı güldürecek nitelikte. Başkomutan eski Onbaşı Hitler yönetiyordu bu büyük savaşı! Her şey onun keyfine göre. Kendini dünyanın en büyük stratejisti sayan onbaşı Adolf'un askerlikte öğrendiği şey, Birinci Dünya Savaşı'nda onbaşı rütbesinde olan bir askerin öğrenebileceği şeydi. (Unutulan Yıllar)
- Çin imparatoru olan Kubilay Han 1281 yılında Japonya'yı zaptetmek için muazzam bir armada hazırlamış. Bunun hikâyesini Kyoto'yu ziyaretim esnasında öğrendim. Kubilay Han 1275-1279 arasında Japonlardan haraç istiyor. Reddedilince, efsaneye göre 4000 (tarihçilere göre ancak 350) gemi ve gene efsaneye göre 150000 (tarihçilere göre 100000) askerlere hazırladığı donanma yelken açıyor. Kıyılara kadar geliniyor, hatta bir iki yerde çıkarma da yapılıyor. Bütün Japonya korku içinde. Fakat Kami (Tanrı) onlara acıyor. Görülmedik bir tayfun gönderiyor. Kubilay Han'ın donanması paramparça oluyor. Japonların ünlü "Kamikaze" sözcüğü o zamandan kalma. "Tanrısal Fırtına" demek. Son Pasifik savaşında düşman üstüne dalma hücumu yaparak ölümü göze alan pilotlara verilen ad buradan gelme. (Asya Mektupları)
- Naziliğe yataklık eden diğer bir çevre, Turancı emekli generaller ile onların etkisi altında bulunan, eski Enver Paşa Turancılığı kafasından kurtulamamış olan kimi subaylardı. Zeki Velidi, Türkiye'ye Atatürk'ün ölümünden sonraki gelişinde Turancı paşaların kendi etrafında toplaştıklarını Hatıralar'ında iddia eder. Bunların en tanımınışı değilse bile fabrikatörlüğü dolayısiyle en zengini olduğunu tahmin edebileceğimiz Nuri Paşa, Küçük Yalı'da Çamlık gazinosunda onun şerefine ziyafet vermiş (s. 603). Toplantıya Enver Paşa'nın üvey kardeşi olan Nuri Paşa'dan başka amcası Halil Paşa, Hüseyin Hüsnü Erkilet, Cafer Tayyar, Mürsel Paşalarla Türkistan'da gördüğü başka subaylar da çağrılıymış. "Bu toplantı sırasında bahçeye adam sokulmadı" dediğine göre, ancak kendi aralarında konuşulabilecek şeylerin konuşulduğu anlaşılıyor. Bu adların çoğuna daha sonraları von Papen-Saracoğlu dolayısıyla rastlayacağımız için bir tahmin yapabiliriz: ya Nazi makamları ile görüşülecek "Turan Devleti" sorunu, ya da Nazi yanlısı bir iktidar değişikliği konusu konuşulmuş olabilir yoksa, Turan ülküsü serüvenlerine uzaktan yakından karışmış olan bu kişiler yalnız çapkınlık serüvenlerini mi konuşmuşlardı? Bu generallerin en önemlilerinin Milli Şef'ten çok Mustafa Kemal düşmanı olan kişiler oluşu ilginçtir. Özellikle iki tanesi: İkisi de Nazi Doğu cephesi açıldıktan sonra gazetelerde savaş durumunu anlatan yazılar yazan; sık sık Alman generallerine ders veren Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet ile Ali İhsan Sabis ikisi de Almanca Türhische Post gazetesinde maaşlı görevli. Birincisinin adı daha önemli. İleride Nazi belgelerinde dışardaki eylemler üzerine bilgi edineceğiz. İçerdeki çalışmaları ise en çok Çınaraltı adlı dergide çıkan açık faşizm propagandası niteliğindeki yazılarında görülür. Bu derginin kendisi basın çevresinin en tanınmış ırkçı-turancı dergisiydi. Derginin başında görünüşte böyle şeylerle ilgisi olmayan iki Babıali ozanı bulunuyordu. Bunların birincisi olan Orhan Seyfi Orhun'un, sonraları Milli Şef'in partisine alındığını, Meclis'te onun başta gelen şakşakçısı olduğunu da göreceğiz. Bu dönemde bunlar bu Çınaraltı dergisinin arkasını örten paravan rolündeydiler. (Not: bu kitapta çok kez CHP yerine "Milli Şef'in partisi" deyimini bilerek kullanıyorum; onu şeften önce ve şeften sonraki partiden ayırmak, onların üyelerini eleştirilerime karıştırmadığımı göstermek için). (Unutulan Yıllar)
- Protestanlar, Türklerin gittikleri yerlerde dinlere özgürlük verdiklerini görerek bir devletin tuttuğu tek bir resmi dinle bütün halkı zorla sokması siyasetini kötülüyorlar din ve devlet ayrımı rejimini istiyorlardı. (Patrikhane ve Ekümeniklik)
- Eskiden kalmış Türk aydınlarının Milli Kurtuluş Savaşı'ndan bir şey öğrenmemiş olması insanı hayretler içerisinde bırakacak ölçüde olmuştur. (Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler 2)
- Büyük adam önderliğinin asıl anlamı da budur. Atatürk devrimleri dediğimiz devrimlerin hemen hiçbirini Atatürk icat etmemiştir. Hepsi ondan önce düşünülmüştür. Ama bu düşünülmelerin hiç sonu gelmezdi. Düşünüleni bir vuruşta eyleme çevirmektir önderlik sırrı! Hele o, ortalığı kaplayan gericilerin en kutsal saydığı, en dokunulmaz, en tabu saydığı kadınlık sorunu üzerine "gordiyon" kılıcını indirirse. Bugün böyle bir önderin yokluğunun hasreti içindeyiz. (Teokrasi ve Laiklik)
- Merkantilist devletlerin siyaseti yalnız dış ticareti teşkilatlandırmakla kalmiyordu. Önemli olan şey, elde edilen servetlerin, İspanya ve Osmanlılarda yapıldığı gibi heba edilmemesi, ekonomik verimliliği olacak işlere yatırılmasıdır. Bu gelişmelerin belki en önemlisi yeni bir tüccar tipinin ortaya çıkmasıdır. Yeni ticaret o zamana kadar âdet olan ticaret loncalarıyla başarılamazdı. Sermayeleri bir araya getiren ortak hisseli şirketler bundan doğdu. Yeni ticari girişimlerin büyük sermayeye ihtiyacı vardı. (Türkiye İktisat Tarihi)
- Merkantilizm: üllkenin refahini, sahip olduğu altın ve gümüş gibi değerli madenlere bağlayan, ülkedeki değerli maden yataklarının işletilmesine önem veren ve ihracı artırıp ithalatı azaltmaya çalışan iktisat öğretisi. (Patrikhane ve Ekümeniklik)
- Bu "cahil ve dejenere ulusa yardım değil, savaş lâyıktır." (Türkiye'de Çağdaşlaşma)
- Abdülhamit rejiminin efsaneye ve yalana dayanan ideolojisi göz önündeki gerçeklerin rağmına, kahramanca bir inatçılıkla otuz üç yıl sürdü; Türk toplumu Batı uygarlığının şahmerdanı altında sıkıştırıla sıkıştırıla teneke gibi kupkuru, ipince bir hale getirildi. Türk toplumunu bu hale getirdikten başka düşün hayatını da kuruttu; üstelik Batıcılığı da, Osmanlıcılığı da, İslamcılığı da adamakıllı dejenere ederek üçünün de iflasını meydana çıkardı. Üçünün de Türk toplumunun kalkınmasına yetersizliğini, ona hiçbir faydası olmadığını ispat etti. (Batıcılık Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler 1)
- Hazine sıkıntısını gidermek için en son çare olarak başvurulan bu yoldan, sikkelerden çalınan değerlerle hazineye gelir sağlanıyorsa da bu, gerçekte halkın geçim sıkıntısını artıran, toplum ekonomisini daha da baltalayan bir tutumdu. (Türkiye'de Çağdaşlaşma)
- bugün çoğumuza göre Batılılaşmış olmak Batının tüketim ekonomisinin kapışıcısı olmak, hatta çöplenicisi olmaktır. Bundan farklı ve buna üstün bir görüşün Tanzimat'ta ortaya çıkmış olmasının nedeni, sanıma göre bir yandan Avrupa uygarlığının henüz bugünkü kadar, kişinin (özellikle kadın kişilerin) başını döndürecek, ağzının suyunu akıtacak çeşitte ve bollukta tüketim eşyası uygarlığı haline gelmemiş olması; öte yandan da, onu görenlerin çoğunda henüz bu eşyaya karşı iştahların kabarmamış olmasıdır. Gelen tüketim eşyası da (1830 yıllarında bile makarnadan ayakkabıya kadar çok şey gelmeye başladı) henüz daha bizde el ile de olsa yapılabilecek şeylerdi. Gerçi tüketim eşyasının hayatta, özellikle dış görünüşlerde etkileri belli olacak hale gelmişti. Ahmet Vefik Paşa gibi aklı az çok ekonomiye yatık birinin yerli malı kullanma gayretleri bir antikalık şeklinde kaldı. Daha o zamandan, Batı etkisi altında kalmış halklar arasında en çok Türkler dış görünüşte en çok değişmeye başladılar; özellikle kılık-kıyafet, sakal-bıyık "devrimleri" dönem dönem tekrarlanmıştır. Halbuki, Japon, Rus, Hint toplumlarına etki, bu derecede olmadı veya buna fırsat vermediler. Bugün çatal bile ne Hint toplumuna, ne de Japon toplumuna iyice girip yerleşememiştir. (Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler)
- Vaktiyle, Lausanne konferansında çetin didişmelerden sonra anlaşmaya varıldığında, avuca giren kuşu kaçırmış olmanın hıncıyla İngiliz delegasyonunun başı Lord Curzon şöyle demiş: " Davayı kazandınız, size istediklerinizi hemen hepsini bahşettik. Fakat unutmayınız ki bir gün gene bizim yardımımıza muhtaç olacaksınız. Bir gün mali güçlükler sizi çaresizlik içine koyunca, bütçenizi denkleştirmenin mümkün olmadığını görünce, hatta memurlarınızın maaşlarını veremez hale gelince gene bize gelecek ve Paris'ten Londra'dan yardım isteyeceksiniz. İşte o zaman, şimdi elde etmekle iftihar ettiğiniz hakların çoğunu birer birer tekrar elinizden alacağız. " (200 Yıldır Neden Bocalıyoruz)
- Aklını oynatmamış bir kişinin bu denli kesinlikle konuşmasına bakınca, "eee, elinde herhalde belgeler olmalı? değil mi?" dersiniz doğal olarak. (Unutulan Yıllar)
- Adil olmayan bir eylem, bir toplumun bütün kişileri tarafından desteklense ve yürütülse bile, yine de adalet değildir; o yine bir istibdat olur. Namık Kemal iradenin çoğunluk tarafından uygulanmasını bile istibdat saydığı halde, hakların uygulanmasının hükümdara devredilmesini istibdat saymıyordu. (Türkiye'de Çağdaşlaşma)
- Batılılaşma işini toplumda hiçbir değiştirme yapmadan çarşıya gidip eve öte beri alır gibi Avrupa'dan medeniyet malı almak, en komiğinden Hamdullah Suphi gibi Suriye hacıağaları tarzında nargile ve ibriklerle çevrili sedirlerde Türk harsı oyunu oynamak, en ağırından da, Türk toplumunu Alman veya Amerikan medeniyetinin petrol kumpanyalarına ve sermaye konsorsiyumlarına ihale etmek demektir. (Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler)