Uçurtmayı Vurmasınlar - Feride Çiçekoğlu Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap

Uçurtmayı Vurmasınlar kimin eseri? Uçurtmayı Vurmasınlar kitabının yazarı kimdir? Uçurtmayı Vurmasınlar konusu ve anafikri nedir? Uçurtmayı Vurmasınlar kitabı ne anlatıyor? Uçurtmayı Vurmasınlar PDF indirme linki var mı? Uçurtmayı Vurmasınlar kitabının yazarı Feride Çiçekoğlu kimdir? İşte Uçurtmayı Vurmasınlar kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi

Yazar: Feride Çiçekoğlu

Yayın Evi: Can Yayınları

İSBN: 9789755101415

Sayfa Sayısı: 104

Uçurtmayı Vurmasınlar Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

1984 yılının bir Haziran öğlesonrası, demir kapı beni dışarı kapayıp Barış'ın çığlıkları içerde kaldığında, gün olup onun sesinin bunca çok insana ulaşacağı hiç aklıma gelmemişti. Barış'la ilgili anıları kağıda dökmeyi düşünmediğimden değil, kağıda dökülü sözün okuma alışkanlığı olan sınırlı kişiye bile çoğu kez iletilemediğini sezmemden. Beyazperde Barış'ın mırıl mırıl sesini yükseltiverince Uçurtmayı Vurmasınlar için yeni bir basım şansı doğdu. Ak kağıt üzerindeki kara yazılar herkese kendi düşlerini üretmenin ipucunu verdiklerinden midir nedir, resimlenmiş düşlerden daha renkli olabiliyorlar. Bir çocuğun gözlerinden duvarları kendi düşlerinde sorgulama olanağını daha fazla okura sunabilmek, filmin armağanı. Kitabın bu nedenle beyazperdeye gönül borcu var.

-Feride Çiçekoğlu-

Uçurtmayı Vurmasınlar Alıntıları - Sözleri

  • Bizim göğümüzün yalnızca gündüzü var. Senin göğünde akşam oluyor mu İnci?
  • Büyüğe el kaldırılmazmış. Küçüğe el kaldırılır mı?
  • °• "İki kelimeyle anla derdimi Feryat etsem duyuramam sesimi" •°
  • Şimdiki sevdalar naylondandır. Sevdanın hası bizim zamanımızdaydı
  • Şimdiki sevdalar naylondandır. Sevdanın hası bizim zamanımızdaydı,
  • Senin de yüreğin çarpıyor mu? Herkesinki çarparmış. Ama kimininki aydınlık olurmuş, kimininki karanlık. Dışarıdan hangisinin karanlık, hangisinin aydınlık olduğu nasıl anlaşılır İnci?
  • "Büyüğe el kaldırılmazmış. Küçüğe el kaldırılır mı?"
  • °• "Çocuklar kusura bakarlar. Kuşlar gibi. Hani taş atmıştım bir kez de küsüp kaçmıştı... Ben şimdi kaçamıyorum İnci. Ama büyüyünce kaçarım belki. Hani o mavi uçurtma gibi..." •°
  • "Kuşlar tutsak yaşayamazlarmış. Ya çocuklar, İnci ? Onlar tutsak yaşayabilirler mi ?"
  • Bizim göğümüzün yalnızca gündüzü var.Senin göğünde akşam oluyor mu İnci ?
  • Zaten ne yapsan yaranamazsın, en iyisi köşene çekilip her şeyi boş vermek galiba..
  • •°~ "Sen bana demez miydin hep, çok istediğin bir şey varsa söyle, kuşlar pazara gidince belki getirirler diye?" °•~
  • •~ "Bugün çayın hiç keyfi yoktu. " ~°
  • "Hani işin vardı?" dedim. Kızdı bana. "Düşünüyorum ya, bu da iş" dedi.
  • "Şimdiki sevdalar naylondandır. Sevdanın hası bizim zamanımızdaydı," diyor. Annemin naylon gömleği var. Çamaşır ipimiz de naylondan. Naylondan sevda nasıl olur İnci?

Uçurtmayı Vurmasınlar İncelemesi - Şahsi Yorumlar

"Ama çocuklar kusura bakarlar. Kuşlar gibi.." Kitap bir çocuğun bakış açısından anlatılıyor. Daha önce de kitap/seker-portakali--239 - kitap/gunesi-uyandiralim--3198 - kitap/delifisek--3576 serisinde, kitap/cavdar-tarlasinda-cocuklar--1855 ya da kitap/kucuk-prens--624 gibi kitaplarda da olaya bir çocuğun anlatımıyla tanıklık ediyoruz, ve ikinciyi ( kitap/cavdar-tarlasinda-cocuklar--1855 ) pek sevmememe rağmen bu tür kitaplardan aldığım zevk bir başka oluyor. kitap/ucurtmayi-vurmasinlar--2334 bir çırpıda bitebilecek bir kitap, zaten ben de bir kaç saatte bitirdim, kitabın sürükleyiciliğinden olsa gerek. Barış isimli küçük bir çocuk, annesiyle birlikte avlu hayatı yaşıyor. Bir hapishane çocuk tarafından daha saf anlatılamazdı herhalde. Kitap genel olarak Barış'ın burayı yeni terketmiş İnci'ye yazdığı mektuplardan oluşuyor. Fakat bunların düzenli olması, eserin ana hizâsını dikkatlice ve ayrıntılarıyla incelememize yardım ediyor. Kitap ismini nereden almış? Tam da şöyle bir sahneden: Gardiyanlar, daima mahpusları kaçtıkları takdirde vuracakları ile tehdit ediyorlar. Bir gün zindanın sakinleri hapishaneden gözetçi eşliğinde dışarı çıkarken Barış, gökyüzünde bir uçurtma görüyor ve onun hep yönünü değiştirdiğini, bir yerden başka yere "koşuşturduğunu" farkediyor. Bu kısmı olduğu gibi bırakıyorum ("ağabey" dediği, gözetçi) : "Ağabeylerden biri hastanenin bahçesinde dolaştırdı beni. Sonra ne gördüm bil bakalım! Bir uçurtma! İlk kez senle birlikte görmüştüm geçen yıl. Ben ne olduğunu bilememiştim de sen demiştin uçurtma diye. Kocamandı senle gördüğümüz. Bizim göğümüzdeydi hem. Bu seferki o kadar büyük değildi. Ama maviydi onun gibi. Ağabeye dedim ki: “Bak, uçurtma kaçmış!” “Hani bakayım! Nereden kaçmış?” “Bizim göğümüzden kaçmış. Ama sakın onu vurma!” Ağabeyin gözleri doldu ben böyle deyince. Bana simit aldı. Babam gibi. Ağabey uçurtmayı vurmadı. Belki annemi de vurmazdı. O uçurtma nasıl kaçmış İnci?.." Evet, kitap hakkında son sözde not edildiği gibi; uçurtmayı vurmasınlar, çocuklar uçurtma da uçurabilsinler diye.. Duygusallığı dışında düşündürücü kısımları da vardı. Örneğin bu hapishanede ne tatlılık olsun diye, ne de daha da duygusallık katmak için değil de, gerçekten (bir çoğu) suçsuz insanlar toplanmış. Dönemin şartları neydi daha pek araştıramadım ama sadece milletin gelişiminin istenmediği besbelli ortada kitabın kaleme alındığı zaman için.. Bu bakımdan kitap/cin-iskencesi--445'ni hatırlatmadı değil. Hatta hapishane çalışanları öylesine zalim ki, Barış onların doğru yaptığını zannediyor çocuk aklıyla ve o da büyüdüğünde böyle olacağını düşünüyor. Burada aslında bir gönderme var; bir insan ne kadar saf ve temiz olursa ollsun, hatta bu çocuk bile olsa, ortamın insan hayatındaki rolü kadar önemli ikinci bir şey yoktur. Onun kendi kendine düşündüğü bazı cümleleri (misal; "Sizin koğuşa yeni geldi. Kitap okuduğu için getirmişler. Hani kitap okumak güzeldi?") okudukça tüm insanlık adına utanç hissi duyuyordum. Barış, sadece bir kitap kahramanı belki de, birçoğu bunu böyle kabullenebilir, ama unutmamalıyız ki bu, hayattan bir alıntı. Bu şekilde yaşamak ve düşünmek zorunda kalmış tüm çocukların sesi oldu Barış.. Kitabın filmi de varmış, izlemeyi düşünüyorum. Kısmet olursa izledikten sonra bu incelemenin yorumunda fikrimi ekleyeceğim. *** "Ekipbaşmız kim?” diye sordu. Zeynep ileri çıkıp, “Benim,” diye yanıtladı. Müdür, Zeynep’i süzdü: “Suçun ne?” “Fikir suçu.” *** Düşünmenin suç sayılmayacağı bir gelecek temennisiyle.. (Rûhe)

Hüzün dolu bir hayat hikayesi..: Anlatıcının çocuk olduğu kitaplar beni hep derinden etkilemiştir. Çizgili Pijamalı Çocuk ve Şeker Portakalında olduğu gibi.Olaylara onların saf, temiz, masum, hesapsız ve çıkarsız, sevgi dolu duygularla yaklaşması öyle etkiliyor ki insanı..Kitabı okumaya başlar başlamaz soğuk taş duvarlar arasında kalan Barış’ın içinizi burkan dünyasıyla tanışıyorsunuz. Ağaçların, çiçeklerin, yıldızların olmadığı, güneşin doğup batmadığı, üzerinde bir avuç gökyüzü ve bazen kuşların konduğu taş avluda volta atan kadınların arasında çocukluğunu yaşamaya çalışıyor Barış.Babasının ziyarete gelmesini, tahliye olup giden arkadaşı İnci’ye yazdığı mektupların onun eline geçmesini istiyor. Hiç yılmadan yazmaya devam ediyor her seferinde.. Yer yer büyüklerin dünyasında tanık olduğu olayları anlamakta zorlanıyor Barış. Kitap okumak, düşünmek, paylaşmak, sevmek… Ne çok kafa karıştıran şeylerdir. Kitap okursan, düşünürsen, paylaşırsan, halkını seversen kafestesin. Hem büyük hem küçüksün. Uçurtmaların ne zararı vardır? Müdür neden onu vurmak istiyor? Hep sorguluyor anlamaya çalışıyor o küçücük dünyasında.. Çarpıcı sorularıyla düşündürüyor okuyucuyu. Kendisi küçük yüreği kocaman olan Barış seni hiç unutmayacağım.. Mutlaka okumalısınız. Hayatınızın bir yerinde yer edinmesi gereken bir hayat hikayesi. Filmi de varmış. Okuduktan sonra izleyebilirsiniz. (R.)

HAPİSHANE BENİM İKİNCİ DOKTORAM https://www.youtube.com/watch?v=mMSwgG4UOWo&t=2s Gorki 'Benim Üniversitelerim' kitabında hapishaneleri üniversite olarak görmektedir. Bu sözün sahibi Feride Çiçekoğlu! 12 Eylül sonrasında 'Komünizm propagandası' yaptığı iddiasıyla tutuklanıp Ulucanlar Cezaevi'nin Kadınlar Koğuşu'nda yatmış. Orada kaldığı 2 yılda şahit olduğu olayları derlemiş, düzenlemiş önce filminin senaryosunu yazmış sonra da işbu kitabı yazmıştır. Film ile kitap arasında bir kaç farklılıklar bulunuyor. Ulucanlar Cezaevi'nin müzesine gittiğimde duvarda yer alan resimde Feride Çiçekoğlu'nun kucağında bir çocuk oturuyor. Çocuğun kitapta anlatılan Barış olduğunu düşünmekteyim. Yaşanan olayların gerçekçiliği ise esere ayrı bir anlam katıyor. Bir mimar olarak Amerika'da yüksek tahsil gören Çiçekoğlu, yurtdışında yakaladığı özgür ortamı ülkemizde bulmaya çalışırken kendini kodeste buluyor. Fikirlerin aydınlığa coşkuyla salındığı bir noktada bir çok karanlık tepişir kaderimizde. Eller pankartta, diller sloganlarda, fikirler davandadır ancak TCK'nun 141 ve 142'inci maddeleri vardır bilhassa 141/5'ten tutuklanırdınız yani komünizm propagandası yapsanız da yapmasanız da tutuklanırdınız. -ULUCANLAR CEZAEVİ- 1925 yılında kodes hayatına başlayan Ulucanlar Cezaevi, işkencelerle, idamlarla, zulümlerle nam salmış bir hapishanedir. Pek değerli varlığını 2006 yılına kadar sürdürmüştür. Yakın zamanda ziyaret ettiğimde içimde oluşan hisleri size nasıl aktarayım bilmiyorum. Kimlerin buradan yolu geçmemiş ki? Bir kaç ismi saymak gerekirse: Nazım Hikmet Ran, Necip Fazıl Kısakürek, Bülent Ecevit, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Yaşar Kemal, Fakir Baykurt, Kemal Tahir, Ahmed Arif, Muhsin Yazıcıoğlu, işbu kitabın yazarı Feride Çiçekoğlu, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Arslan, Yılmaz Güney herhalde saymakla bitmez. 2006 yılında kapatıldıktan sonra 3 milyon TL harcanarak müze haline getirilen Ulucanlar'da ölümü, çaresizliği, zamanın şartlarının çetinliğini hissediyorsunuz. Müzenin girişinde dış dünyadan getirdiğiniz gülücükleri içeride buhrana kaptırıyorsunuz. Bizim makus talihimiz midir bilmem? Sağ el ile sol elin bir türlü kavuşamaması. Ayrışmanın anavatanı mıdır ülkemiz? Sanırım öyle! Kesinlikle öyle! https://hizliresim.com/3zQkZO Müzede yukarıda bahsi geçen ünlü isimlerin ve diğer hükümlülerin eşyaları da bulunmakta. Şimdiye kadar varlığından bihaber olduğum bu müzeyi derinlemesine araştırdığımda insanlığımdan bir kez daha utandım. Henüz doğmamıştım bütün bu hadiseler yaşanmadan önce. Ancak ne önemi var. Olanlar oldu, yaşananlar yaşandı. Erdal Eren'in yaşı tutmasa da büyütülerek asıldı. Çünkü ülkemizin refaha kavuşması için gül gibi genci ipe götürmeliydik. Cellat ruhlara yakışanı yapmakta ustalık gösterdi kararları verenler, uygulayanlar. Geçmişine yabancı kalmak istemeyen her birey lütfen Ankara'ya yolu düşer ise Altındağ ilçesindeki bu müzeye uğrayın. Müzeye girer girmez Nazım Hikmet'in ve Necip Fazıl'ın hapishane günlerine ait şiirlerine rastlarsınız. NAZIM HİKMET RAN: Bugün pazar. Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar. Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak bu kadar mavi bu kadar geniş olduğuna şaşarak kımıldamadan durdum. Sonra saygıyla toprağa oturdum, dayadım sırtımı duvara. Bu anda ne düşmek dalgalara, bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım. Toprak, güneş ve ben… Bahtiyarım… ------------------------- NECİP FAZIL KISAKÜREK: Bir gün cezaevine yolunuz düşerse tozlu duvarlara elinizi sürüp rutubet kokusunu kokladıktan sonra fareler ekmeğinize ortak olduğunda özgürlüğü özlemek için; saatiniz işlese, zaman dursa durup düşünmek için çok az bir vaktiniz olsa sizce özgürlük hayatınızın ne kadarı?” ------------------------------ Gelelim kitaba! Çocuklar, masumiyetin timsalidir... Çocuklar, özgür ruhludur... Çocukların aklı da ruhu da salıncakta sallanır... Öyle olmuyor ancak. Çok seviyor İnci'yi Barış. Bir gün yatağından kalktığında yabancı bir güne uyanıyor. Bir çok ablası var sevdiği, bilhassa annesi ancak İnci'yi ayrı bir seviyor. O yabancı güne uyandığında İnci'yi bulamıyor koğuşta. Soğuk olan nesneler daha bir soğuk, görünmeyen gökyüzü daha bir karanlık. Mektuplar yazıyor Barış yılmadan. Ancak yaşı itibariyle yazamadığı için hep birilerinin yardımına ihtiyaç duyuyor. Geçmiyor tellerden mektuplar. Takılıyor kanunu temsil eden gözlere. İnci'ye 70-80 mektuptan sadece birkaçı ulaşıyor. Adaletsizlik almış başını yürümüş. Koğuşta da yine süregeliyor eli belinde adalet. Her gün yeni bir kurguyla dikiliyor karşılarına. Sevdiklerini acımasızca söküp alıyor küçücük yüreğinden. Adının güzelliğine istinaden haykırıyor gözleriyle dünyaya barış, barış, barış. Barışı unutmuşuz biz. Dünya denilen değirmenin çarkı çıkar ile dönüyor. En ufak mecralarda bile bu çıkarın çemberindeyiz. Feride Çiçekoğlu'nun Ulucanlar Hapishanesi'nde yaşadıkları, Uçurtmayı Vurmasınlar filmi ve bu kitabın toplamı hüznü temsil ediyor. Çaresizliği, düş kırıklıklarını, minicik bir kalbi. Bir çırpıda bitireceğiniz bir eser. Okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Ulucanlar Cezaevi belgeseli https://www.youtube.com/watch?v=ONXQ08Uxfio https://www.youtube.com/watch?v=pVAIZ-bxaSE Uçurtmayı Vurmasınlar filmi https://www.youtube.com/watch?v=L2FD9vOH-xo (Homeless)

Uçurtmayı Vurmasınlar PDF indirme linki var mı?

Feride Çiçekoğlu - Uçurtmayı Vurmasınlar kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Uçurtmayı Vurmasınlar PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Feride Çiçekoğlu Kimdir?

Feride Çiçekoğlu, 1951 yılında Ankara'da doğdu. Maarif Koleji ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde okudu. Mimar olarak Fullbright bursu ile, Pennsylvania Üniversitesi'nde doktora tezini yazdı. İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak görev yapan Çiçekoğlu, 12 Eylül askeri darbesinin ardından dört yıl cezaevinde kaldı. Cezaevinde tanıdığı bir çocuğun yaşamını anlattığı ilk kitabı (Uçurtmayı Vurmasınlar), filme alındı. Filmin çok beğenilmesi yeni kitapları yazmasına ve yeni filmlerin yolunu açtı. 1990 yılında senaryosunu yazdığı "Reise der Hoffnung (Umuda Yolculuk) filmi en iyi yabancı film dalında Oscar ödülüne layık görüldü.

Feride Çiçekoğlu Kitapları - Eserleri

  • Uçurtmayı Vurmasınlar
  • Suyun Öte Yanı
  • Sizin Hiç Babanız Öldü mü
  • Vesikalı Şehir
  • 100'lük Ülkeden Mektuplar
  • Şehrin İtirazı
  • İsyankar Şehir

Feride Çiçekoğlu Alıntıları - Sözleri

  • Demokrasiyi kendisine oy vermekle sınırlayan, topluma nasıl yaşayacağından, kaç çocuk yapacağına kadar dayatan Erdoğan’a bir başkaldırıydı bu. (Şehrin İtirazı)
  • "Büyüğe el kaldırılmazmış. Küçüğe el kaldırılır mı?" (Uçurtmayı Vurmasınlar)
  • "Halil Sabiha'ya aldığı yüzüğün ışıl ışıl olmasını, yumuşak bir kutuya konulmasını ister. ' Parlak olsun' der; parlaklık içerde saklı kalmalı, yumuşaklık onun bütününü kapsayan bir kılıf olmalıdır." (Vesikalı Şehir)
  • İtiraz, isyanın bir adım öncesi. (Şehrin İtirazı)
  • Yine aramayacağız birbirimizi, biliyorum. Ama gözlerin avuçlarımda, gülüşünü dudağıma iliştiriyorum. (Sizin Hiç Babanız Öldü mü)
  • Hiçbir zaman genç kız olamadım ben. Bildim bileli böyleyim. Hasretini çektiği bir şey olmalı insanın. Belki de bir ev. Senin beklediğin ne var? (Vesikalı Şehir)
  • 1980 yılının Aralık ayıydı. Soğuktu. Ayaklarım ayakkabılarıma sığmıyordu. 12 Eylül cuntasının yönetime el koymasının üzerinden ancak üç ay geçmişti, ama gözaltına alınanların sayısı binleri bulmuştu. Sorguda ölenlerin sayısı bilinmiyordu. Herkese falaka, herkese elektrik, herkes soğuk suyla sırılsıklam ıslak ... Bütün hücrelerde, işkence odalarında, koridorlarda her yerde o aynı hoparlör sesi: Elimizdesiniz, hiç kimse sizi kurtaramaz. Buradan sağ çıkmak için işbirliği yapın. Ardından marşlar. Sonra birilerinin komutanım dediği birisi herkese zorla and içirtiyor: Türküm, doğruyum, çalışkanım. And içmeyen yeniden falakaya gidiyor. Ayaklarım ayakkabılarıma sığmıyor. Biri kolumdan çekerek beni bir yere götürüyor. Çıplak ayak. Önce ıslak taşlara, sonra galiba mozaik, belli belirsiz çimentosu karışmış suya, ardından kaygan bir zemin, belki mermer, derken yumuşak halıya basıyorum. Oturun, diyor makul bir ses. El yordamıyla bir koltuk buluyorum. Hayretle oturuyorum. Bu tuhaf, yumuşak tecrübenin tekinsizliğiyle fevkalade tedirginim. "Son isteğini söyle"den, "haklıymışsınız, hata etmişiz"e varan bir dizi diyalog hayal ediyor, hiçbirini gerçekçi bulmuyorum. "Sizi Ankara'ya yolluyoruz, Ankara polisi bizden izin istedi, sorgulamak için," diyor. Cevap vermiyorum. "Sizi şunun için çağırttım: Burada konuşmadınız, gidip orda Ankara polisine konuşursanız, açık söyleyeyim, sizi vururuz. 6 haftadır bizi uğraştırdınız, İstanbul polisiyle dalga geçirtmem ben." 42 gündür burada olduğumu böyle öğreniyorum. 42 gündür ilk kez biri bana siz diye hitap ediyor. Sonra beni hücreye indiriyorlar. İstanbul'daki işkence günlerimin sona erdiğini anlıyorum. Bu iyi. Ankara'dakiler İstanbul polisinin yapamadığını yapmaya çalışacaklar. Bu kötü. Gözbağımı açıyorum. Günlerdir ilk defa gözlerimi açmaya çalışıyorum. Kirpiklerim birbirine kaynamış gibi. Yerdeki karton parçalarının üzerine kıvrılıyorum. Uyumalıyım. Bu düşünceyle uyumaya çalıştıkça uyuyamıyorum. Bilincim hep açık, İstanbul'u, Ankara'yı, Ankara'da başıma gelecekleri düşünüp duruyorum. Ankara Emniyeti, Emniyetin 6. katı. Hep birilerinin atlayarak intihar ettiği söylenen altıncı kat. Soğukkanlılıkla hayal etmeye çalışıyorum: Aşağı attıklarında insan ne hisseder, o ilk anda? (...) Beni neyle götürecekler Ankara'ya? Polis arabasıyla mı? Hiç tahmin etmediğim biçimde, otobüsle götürülüyorum Ankara'ya. Topkapı'dan kalkan, bildiğimiz şehirlerarası otobüs. Yanımda iki polis. Birinin sesini işkenceden hatırlıyorum. Galiba. Korkunç biri olacağını sanırdım. Sıradan bir adam. Otobüs beklerken bana mandalina veriyor. Gözlerim açık. Sanki herhangi bir yolcuymuşum gibi. Etraftaki kalabalığa hayretle bakıyorum. İçlerinde durumu benimkine benzeyen var mıdır? Ya da içlerinden biri, herhangi biri, benim durumumu tahmin ediyor mudur? Otobüse biner binmez uyumalıyım. Ankara'ya varır varmaz beni işkenceye alırlar. Dinlenmiş olmalıyım. (...) (Vesikalı Şehir)
  • "Yalan bunlar, yalan, masal hepsi! Aşklarınız, meşkleriniz, eviniz, meviniz, hepsi yalan! Uyuyorsunuz, uyutuyorlar sizi." (Vesikalı Şehir)
  • "Hani işin vardı?" dedim. Kızdı bana. "Düşünüyorum ya, bu da iş" dedi. (Uçurtmayı Vurmasınlar)
  • Ne güzel... İstifno... Nereden bilirsiniz istifnoyu? Nasıl bilmem... Giritli bir komşumuz vardı. Salatasını yapardı. Radikayi da bilirsiniz o zaman... Bilmez miyim.. Şevket-i bostanı bile bilirim, kaynatılıp suyu içilirse taş dusurmeye, böbrek yıkamaya iyi gelir. (Suyun Öte Yanı)
  • Yok, inan ki kırgın değilim... Gerçi yemyeşil değil artık hiçbir şey. Ama yaprakların bakır rengi de güzel. (Sizin Hiç Babanız Öldü mü)
  • “Bir gün en güzel kılığıyla ülkemde dolaşacak hürriyet” (Sizin Hiç Babanız Öldü mü)
  • Mustafa Kemal olmasa, bizi de hepten keserlerdi orada. Her bahar boyatırım büstünü hala, teşekkür ederim. Hem çok şükür şimdi zulüm yoktur bizde, bak oradan gelip bize sığınırlar... (Suyun Öte Yanı)
  • AKM önünden başlayan o dolmuş yolculuğunda arka koltuğa sıralanmış oturan dört kadındık: İkisinin dizleri köşeli, biri hep pencereden bakan, öbürü ben. Ön koltuklardaki erkek yolcuların ve şoförün verdi­ği geriye itilmişlik duygusu, sokakta gece gezen kadını fahişe diye damgalamaya hazır bir şehrin filmlerine bakmaya yöneltmişti beni. İstanbul filmlerindeki fahişe imgesinin izini sürebilmek için 1920'lere ve dünya sinemasına, geriye doğru bir yolculuk yapmam gerek­mişti.Yine şehri ve filmleri düşünüyorum, ama hem ben o eski ben değilim, hem de şehir sakinlerinin kendile­rine ve şehre dair algıları değişti. Şehirdeki yaşama alanım gasp edildiği için ben yedi yıl öncesine göre daha öfkeliyim; İstanbul ise artık bu öfkeyi kolektif olarak ifade edebilen, "Ağacıma dokunma!" diyebilen bir şehir. Direniş sürecinde kadınların öne çıktığı, LGBTi' nin artık daha fazla görünür ve saygı görür olduğu, toplumsal hafı­zamıza "Yasak ne ayol!" gibi, "Faşizme karşı bacak omuza gibi!" gibi unutulmaz sloganların katıldığı bir şehir. Hayır diyebilen, isyan edebilen bir şehir. (Şehrin İtirazı)
  • Büyüğe el kaldırılmazmış. Küçüğe el kaldırılır mı? (Uçurtmayı Vurmasınlar)
  • "Hem zaten ben artık hiçbir çokgenin hiçbir köşesi olmak istemiyorum ki?" (100'lük Ülkeden Mektuplar)
  • Elini yaklaştırsan, ısınıverecek sanırdın. İşte öyle sıcak sıcak gülmüştü. (Sizin Hiç Babanız Öldü mü)
  • Korkma, dünyada her zaman inanılacak sağlam şeyler bulunur! (Vesikalı Şehir)
  • Şimdiki sevdalar naylondandır. Sevdanın hası bizim zamanımızdaydı, (Uçurtmayı Vurmasınlar)
  • İtiraz, isyanın bir adım öncesi. (Şehrin İtirazı)