Yaban Çilekleri - Ingmar Bergman Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap

Yaban Çilekleri kimin eseri? Yaban Çilekleri kitabının yazarı kimdir? Yaban Çilekleri konusu ve anafikri nedir? Yaban Çilekleri kitabı ne anlatıyor? Yaban Çilekleri PDF indirme linki var mı? Yaban Çilekleri kitabının yazarı Ingmar Bergman kimdir? İşte Yaban Çilekleri kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi

Yazar: Ingmar Bergman

Çevirmen: Tezer Sümer

Yayın Evi: Bilgi Yayınevi

İSBN: ---

Sayfa Sayısı: 95

Yaban Çilekleri Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

-

Yaban Çilekleri Alıntıları - Sözleri

  • Yok olmaktan kurtulan tek değer, hayat ve neşe veren sevgidir.
  • MARIANNE: Senin hakkında kötü düşünmüyorum. ISAK: Öyle ha. MARIANNE: Yalnız acıyorum sana.
  • Bir başkasını yargılamaktan daha hoşa gitmeyen bir şey yoktur; kişiyi bir ağa düşürür bu; yanılmalar, yalanlar ağına.
  • Ben günümüz insanının mutlak bir hiçlikle karşı karşıya olduğu kanısındayım.
  • Yaşamdan sessizlik diliyorum artık, bir de beni ilgilendiren şeylere ayırabilecek zaman.
  • Bence çağdaş insan bir hiç olduğu gerçeğiyle yüzleşerek, varlığını ve biyolojik ölümünü kabul etmeli, gerisi hikaye doğrusu.
  • "Bireyciler birbirlerinin gözünün içine bakıp birbirlerinin varlığını inkar ediyorlar; ortaklaşa mutluluğun kurtarıcı gücünü tadamadan karanlığa haykırıyorlar. Kendi kısır dönümüzle o kadar zehirlenmiş, kendi dertlerimizle o kadar sınırlanmışız ki, artık doğru ile yanlışı, gangsterin idealiyle an ideali birbirinden ayırt edemiyoruz."
  • Sten, küçük sevgilim, dikkat et ki, beynin patlamasın.
  • “Düşler bir cins delilik, delilik de bir cins düştür ve yaşam da bir düş olmalı.”
  • Çünkü birçok şey bilmene rağmen aslında hiçbir şey bilmiyorsun.
  • Kimse yardım edemez bana. Fazla yaşlıyız Isak, her şey çok uzaklarda.

Yaban Çilekleri İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Bergman'ın Çilekleri: Bir kitaplı-filmli incelemeye daha hoş geldiniz. Evet, dayanamadım bunu da inceleyeceğim. Buna bir şey yazmadan geçersem Bergmancığımın kemikleri sızlar. Fazlasıyla simgelerle dolu bir inceleme olacak, varsın olsun, (okuyan) kalan sağlar bizimdir:) Şimdiden spoiler uyarısı da yapayım öyle devam edelim. Arka plandan Handel’in Sarabende’si bana eşlik ederken soğumuş çayım bana ters ters bakarken yazmaya başlıyorum:) Kitabımız filmdeki akışın birebir aynısını içeriyor. O yüzden şahsi fikrim önce izlemeniz. İlk kez bir kitabı filminden sonra tavsiye ediyorum çünkü izlediklerinizin okurken gözlerinizin önünde canlanması kitabı çok daha anlamlı yapıyor. Çünkü her şeyi kelimelerle ifade edemezsiniz. Bazı şeyleri anlamada başka duyular imdadımıza koşar. Görmek, koklamak, tatmak gibi. Gelelim ‘görme’ye.. Sinemanın temel taşı: görüntüler. Bazen bazı şeylere anlam veremesek de onu görünce içimizde uyanan hisler ve onun sembolize ettiği kavramlar bize yardımcı olur. Sinema her şeyi kelimelerle anlatmaz. Bergman gibi yönetmenler kelimelerden çok sembollere sığınır. Kitabımız/filmimiz yaşlı bir profesör olan Isak Borg’un kendini tanıtması ile başlıyor. Hayatını büyük başarılar ile ve çalışmakla geçirmiş bir profesör. Seksenine merdiven dayamış amcamız ölümün de yaklaşmasıyla artık hayatının hesabını önüne dökmeye başlamış. Bu film aslında çok Freudçu yaklaşımlar içeren bir filmdi. Rüyalardaki simgelerin kullanılması bunu dememde büyük etken ama yalnızca bu değil elbette. Tam da bunları yazarken biraz evvel Nuri Bilge filmlerindeki gibi bir rüzgar fırtınası geçti. Balkonun camlarını kapatmaya koşarken güldüm. NBC bunu görse baya hoşuna giderdi.. Yeri gelmişken Ceylan her ne kadar ortam seslerini çok seviyor ve filmlerinde yoğun olarak kullanıyor olsa da Bergman onun tam tersi. Yürüyen oyuncuların ayak seslerini dahi duymazsınız. Ne bir kapı sesi ne başka bir şey. Duysanız bile bu hiçbir zaman konuşma seslerini bastırmaz, ufacık işitilir (İlginç bir anlatım oldu..). Kendini tanıtma merasiminden sonra Borg’un bir rüyasına misafir oluyoruz. Kimsenin olmadığı, olağanüstü bir sessizliği barındıran bir sokakta yürümeye başlıyor. Yürüyüş yaparken hep geçtiği bu yolda her zaman baktığı bir dükkan önündeki asılı saate bakıyor. Ancak saatin akrebi ve yelkovanı yok. Yani zamansız bir mekanda bulunuyor amcamız belki de gideceği yerin zamandan bağımsız olacağı bir mekan oluşuna bir işarettir bu kim bilir. Zaten rüyalarında en çok ölüme ve yaşlılığına, eskisi gibi genç olmayışına, gönderme var. (Bu akrepsiz yelkovansız saati bir de Borg’un annesinin elinde görüyoruz. Belki de annesinin yaşının doksan altı olması ve onun da ölüme yaklaştığını göstermek içindir.) Daha sonra bir cenaze arabası görüyoruz. At arabası hızla geliyor, araba bir sokak lambasına takılıyor ve tabut devriliyor. Tabutun içinden ona doğru uzanan ve onu çekmeye çalışan kişi de kendinden başkası değil. Yine ölüme çağrı. Borg uyandıktan sonra onur ödülünü almak üzere Lund’a yola çıkacaktır ve gelini Marianne de ona eşlik etmek ister. Burada bir parantez açmak istiyorum. Marianne ve kocası Ewald arasında bazı problemler vardır. Marianne hamile kalmıştır ve bebeği doğurmak istemesi ile ayrılma kararı almışlardır. İkisi de birbirini çok sever ancak Ewald: “Bu dünyada yaşamak uygunsuzluk, fakat bu dünyaya yeni zavallılar getirmek daha büyük bir uygunsuzluk. En büyük uygunsuzluk ise, onların belki bir zaman daha iyi olabileceklerini düşünmektir.” diyerek hayata karşı ‘umutlu’ bakışını gözler önüne serer. Ewald’ın böyle olmasında ve bu kadar öfke ile dolmasında aslında kendinin de istenmeden dünyaya gelmiş bir çocuk oluşunun payı var. Göründüğü gibi de kendi çocuğu da bu istenmeden olmuş bir bebek olacaktır. Çünkü Marianne doğurmakta kararlıdır. Yolculukların insanların birbirini tanımak için iyi bir seçenek olduğunu söylerler. Marianne ve Isak da yol boyunca aralarındaki buzları eritirler. Filmde aralarında geçen muhabbetlerin ardından iki kez, Ewald’ın Isak’a çok benzediğini söyler Marianne. Baba-oğul benzerliği, yaşamlarının işe adanmış olması, soğuk ve sorumluluktan kaçınan yapıları Freudçu bakış açısını fazlasıyla hissettiren başka bölümlerdi. Oğulun babanın izinden gidişi... Ve yolculuk sırasında Isak arabanın direksiyonunu büyüdüğü evin oraya kırar ve Marianne’e burayı gösterir. Isak bahçede yalnızken gençlik günleri gözlerinin önünden geçer. Kuzeni Sara ile evlenmek isteyişi ancak Sara’nın Isak ile Isak’ın abisi arasında kalışını izleriz. Nihayetinde Sara Isak’ın abisi ile evlenir ve dokuz çocuk doğurur (helal olsun). Isak tüm bunları düşünüp bahçedeki yaban çileklerinden yerken yanına genç bir kız gelir, bu kız kuzeni Sara’ya çok benzer(Aynı oyuncu Bibi Anderson). Bibi aynı zamanda Persona’da oynayan anlatacakları bir ömür bitmeyen ablamız oluyor:) Gerçekten çok tatlı ve güzel bir kadın, oyunculuğu ise çok başarılı. Sara ve arkadaşları İtalya’ya gideceklerdir ve Isaklara yol boyunca eşlik etmeyi teklif ederler. Birlikte yola çıkarlar. Sara da yanındaki iki erkek arasında kalmıştır. Biraz acımasız bir şekilde onların çekişmesinden keyif alır. Isak de bir dönem Sara’ya çok benzeyen bir kadına aşık olduğunu söyler. Yine benzerlikler yine aynı hayatların başka kişiler üzerinden yürütülüşü… Tüm bunlar devam ederken yine Isak’ın rüyalarına gideriz. Gördüğü ikinci rüya çok daha sorgu dolu ve çok daha derindir. Isak çoğu şeye anlam veremez rüya süresince. Hayatında yaptığı hatalar, eşine karşı davranışları, pişmanlıkları hepsi yüzüne vurulur. Yerin dibine sokup çıkarılır Isak. Tüm bu hesaplaşmalar esnasında kurumuş yaprak gibi savrulur Isak amcamız.. Yolculuk esnasında arabaya aldıkları kavgacı çift de yine ilişkilerdeki sorunları, birbirine saygısını yitirmiş insanların neler yapabileceğini, birbirlerine karşı ne kadar kabalaşabileceklerini gözler önüne seriyor. Hepimizin neredeyse her gün gördüğü manzaralar nihayetinde. Belki de insanlar ne kadar uzun zaman geçirirlerse o kadar çok karşı tarafı yaralama cesareti buluyor kendinde, kim bilir. Bergman bir papazın oğlu olarak dünyaya gelmiş, haliyle din öğretileriyle ve kilisenin içinde büyümüş bir çocuk olmuş. Babası vaaz verirken o kilise duvarlarındaki çizimleri incelermiş. Belki de onu işinde bu kadar iyi yapan temeller o yaşlarında atılmıştır.. Kilise duvarlarında gerekli tüm fantezilerin olduğunu bu bambaşka dünya içinde kaybolduğunu söylüyor Bergman. Babasıyla hep çekişme halinde olmuş ve onun fikirlerinin oluşmasına bu çekişmeler yardımcı olmuş. Neredeyse her filminde bir papaz geçer veya bulunur. Mutlaka da dine, din anlayışlarına göndermelerle filmini zenginleştirir usta yönetmen. Kitap daha çok tiyatro metni gibi yazılmış. Açıkçası ikisini art arda götürünce çok daha güzel oturuyor insanın kafasında. Bergman’ın sineması apayrı bir dünya. Sizin de bu tarz filmlere ilginiz varsa mutlaka şans vermenizi tavsiye ederim. Söyleyecek şeyler her ne kadar bitmemiş olsa da bazı yarımları da bizler tamamlamalıyız. Belki filmi/kitabı izleyip/okuyup geldikten sonra bir şeyler paylaşmaya gelirsiniz bu incelemenin altına. Ben de bundan mutluluk duyarım. İncelemeyi Bergman’ın sürekli gördüğüm bir sözüyle kapatmak istiyorum. “Yaşlanmak bir dağa tırmanmak gibidir. Çıktıkça yorgunluğunuz artar, nefesiniz daralır ama görüş açınız genişler.” Görüş açınızın her zaman geniş olmasını ve sizin çektiğiniz filmin, yaşamınızın, renkli olmasını dilerim.. Sevgi ile. https://youtu.be/En5YRRNX91c (İnci Küpeli Kız)

Yaban Çilekleri PDF indirme linki var mı?

Ingmar Bergman - Yaban Çilekleri kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Yaban Çilekleri PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Ingmar Bergman Kimdir?

Ingmar Bergman, İsveçli oyun yazarı ve film yönetmenidir.

Bir Protestan papazının oğlu olarak 1918'de İsveç Uppsala'da doğmuştur. Çok sayıda evlilik yapmıştır. Bunlardan birini Max con Sydow ile, son evliliğini ise kült oyuncu Liv Ullmann ile yapmıştır. 30 Temmuz 2007'de sabahın erken saatlerinde İsveç'te Fårö adasındaki evinde 89 yaşında vefat etmiştir. Kızı Eva Bergman tarafından uykusunda öldüğü açıklanmıştır. Bergman 2005 yılında Time dergisi tarafından dünyanın yaşayan en büyük yönetmeni olarak nitelendirilmiştir. 9 defa en iyi yönetmen Oscar’ına aday gösterilen Bergman’ın eserleri, 1960, 1961 ve 1983 yıllarında En İyi Yabancı Film Akademi Ödülü’nün sahibi olmuştur.

Birçok filminde karakterleri, sanat çevreleri içine yerleştirmiştir. Filmlerinde tavrını daima kadınlardan yana koyar. Mizahi ve eğlenceli filmler de yapmıştır. Papazlar, bir 'sorunsal' olarak dahil edilir filme. Aşkımızın Üstüne Yağmur Yağıyordu, Yedinci Mühür ve Cehennemi Karanlıkta Müzik filmlerinde açıkça iticidirler. Bir Aşk Dersi ile Bir Yaz Gecesi Gülümsemeleri'nde mizahi bir dille hicvedilirler.

Genel olarak gerçek dünyadan ve toplumsal sorunlardan uzak, melankolik ve kapalı bir sinema yapmakla eleştirilir. 1956 Cannes Film Festivali’nde gösterilen Bir Yaz Gecesi Gülümsemeleri, tam bir olay yarattı. Jüri, çok iyi diğer filmlerin de varlığı nedeniyle, bu filme özgü bir ‘ödül yaratmak’ (Şiirsel Hiciv Ödülü) zorunda kaldı. Böylece Bergman, bu 18. filmiyle birlikte bir anda keşfedildi. Bergman’ın bütün filmleri, Avrupa sinemalarını sardı. 1957 Cannes Film Festivali’nde gösterilen baş yapıt (Yedinci Mühür) bu modanın katlanarak artmasında etkili olmuştu.

1970’li yıllar Bergman’ın Avrupa’da bir efsane haline geldiği yıllardır. Mali polisin gelip sahibi olduğu tiyatroyu basması ve gelir bildirimleri ile ilgili olarak Bergman’ı (biraz da hoş olmayan biçimde) sorgulaması üzerine ülkesine küsen sanatçı, 1976 yılında Almanya’nın Münih kentine taşınır ve böylece gönüllü sürgünlük dönemi başlar.

Ingmar Bergman Kitapları - Eserleri

  • Yedinci Mühür
  • Büyülü Fener
  • Aynadaki Gibi - Sessizlik...
  • Sinematografi İnsan Yüzüdür
  • Yaban Çilekleri
  • İmgeler
  • Bir Evlilikten Sahneler
  • Evlilik Manzaraları
  • Pazar Çocuğu
  • Fanny och Alexander

Ingmar Bergman Alıntıları - Sözleri

  • İçten inancımı söyleyeyim mi sana? Duygusal açıdan, kara cahilleriz. Yalnızla seninle ben değil, dünyadaki herkes, însan anatomisi, orta batı bölgelerinin tarım koşulları, pi sayısının kara kökü... daha neler neler öğretiyorlar bize, ama ruhumuz üzerine tek söz yok! Bir çocuğa ruhsal bilinç aşılamaya kalkışmak nerdeyse müstehcen sayılıyor. Ahlaksız bir moruk yerine konuyorsun... Kendini tanımıyorsan, başkalarını nasıl tanıyabilirsin?.. (Evlilik Manzaraları)
  • Bir başkasını yargılamaktan daha hoşa gitmeyen bir şey yoktur; kişiyi bir ağa düşürür bu; yanılmalar, yalanlar ağına. (Yaban Çilekleri)
  • Film, tepki yaratmak için yapılır. Seyirci hiç mi hiç tepkide bulunmazsa, o film ilgisiz ve değersiz bir yapıttır. (Yedinci Mühür)
  • “Gerçek olduğumu hissetmem için birinin bana ulaşmasını bekliyordum.” (Aynadaki Gibi - Sessizlik...)
  • Hiç kimse umursamıyor, kimse ürkütülmüyor, hiç kimse -ola ki başkası­nın mutsuzluğundan alınan o muzip zevkten başka- hiçbir şey hissetmiyor. Hiç kimse karşılaştığı aşağılanma, utanç, korku ve kendisinden nefret duygusuyla titreyen ve çocukluğundan beri ruhsal özürlü olan elli yedi yaşındaki soytarıdan başka hiç kimse hiçbir şey hissetmiyor. Saatler saatleri, günler günleri izliyor. (İmgeler)
  • Tiyatroda herkesin batıl itikadı olması anlaşılabilir bir şeydir. Bizim sanatımız mantıkdışıdır, bir yerden sonra tanımlanamaz ve sürekli olarak rastlantılara açıktır. (...) Benim buna benzer birkaç deneyimim var. Strindberg son yıllarda benden hoşnutsuzluğunu gösterip durdu. 'Ölüm Dansı’nı sahneye koymam gerekiyordu, polis gelip beni götürdü. 'Ölüm Dansı’nı bir kez daha sahneye koymam gerekti, bu kez de Anders Ek ciddi olarak hastalandı. Münih'te 'Bir Düş Oyunu'nun provasını yaparken Avukat'ı oynayan aktör delirdi. Birkaç yıl sonra 'Bayan Julie’yi hazırlıyorduk, Julie delirdi. Stockholm'de 'Bayan Julie'yi sahneye koyma planları yapıyordum, Julie'yi oynamasını istediğim aktrist gebe kaldı. 'Bir Düş Oyunu'na hazırlanırken sahne desinatörüm depresyon geçirdi. Indra’nın kızı gebe kaldı ve ben, üstesinden gelmenin çok güç olduğu ve projeyi tehlikeye atan gizemli bir enfeksiyona yakalandım. Bu talihsizliklerin hepsi bir rastlantı olamaz. Bazı nedenlerden dolayı Strindberg beni istemiyordu. Bu dü­şünce beni çok üzdü çünkü Strindberg’i severim. (Büyülü Fener)
  • “İnanç taşıması zor bir yüktür. Ne kadar yüksek sesle çağırırsan çağır, karanlıktan sıyrılıp hiç gelmeyen birini sevmek gibi.” (Yedinci Mühür)
  • Işıklı ve mutlu bir yaşam resimleme kararım, benim yaşamı katlanılması gerçekten çok güç bulduğum zamanlarda verilmiştir. (İmgeler)
  • Bir seçim yapmak zorunda kalmışlardır. Bir yara, görünüşte önemsiz bir yara açılır, iyileşir ama iz bırakır, izin altında irin oluşur. (Bir Evlilikten Sahneler)
  • Bugün birey, sanat yaratıcılığının en yüksek biçimi ve en büyük derdi olmuştur. (Yedinci Mühür)
  • Yok olmaktan kurtulan tek değer, hayat ve neşe veren sevgidir. (Yaban Çilekleri)
  • "Bireyciler birbirlerinin gözünün içine bakıp birbirlerinin varlığını inkar ediyorlar; ortaklaşa mutluluğun kurtarıcı gücünü tadamadan karanlığa haykırıyorlar. Kendi kısır dönümüzle o kadar zehirlenmiş, kendi dertlerimizle o kadar sınırlanmışız ki, artık doğru ile yanlışı, gangsterin idealiyle an ideali birbirinden ayırt edemiyoruz." (Yaban Çilekleri)
  • "İnsanların kitap okumaması ciddi problemlere yol açar. Kelimelerin bilinçli iletişimin en temel aracı olduğu yerde, kelimesi olmayan insan ne yapabilir?" (Sinematografi İnsan Yüzüdür)
  • ...ve ben Antonius Block, Ölümle satranç oynuyorum. (Yedinci Mühür)
  • "Bizim sınırlarımız yoktur. Bir ilişki kurduğumuzda birbirimizin içine kadar gireriz. Kuşkusuz, bunu yapmadığımız zaman tek başımıza kalırız ve birbirimizden çok uzak oluruz" (Sinematografi İnsan Yüzüdür)
  • Çünkü birçok şey bilmene rağmen aslında hiçbir şey bilmiyorsun. (Yaban Çilekleri)
  • " Ama benim için zamanın anlamı yoktu. ..........fanteziyle gerçek kabul edileni ayırdetmek çok güçtü." (Büyülü Fener)
  • Yaşamdan sessizlik diliyorum artık, bir de beni ilgilendiren şeylere ayırabilecek zaman.. (Fanny och Alexander)
  • " Birinin elinden bahanelerini alırsanız, aklını Kaçırır." (Fanny och Alexander)
  • Sten, küçük sevgilim, dikkat et ki, beynin patlamasın. (Yaban Çilekleri)