Yeşil Peri Gecesi - Ayfer Tunç Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap

Yeşil Peri Gecesi kimin eseri? Yeşil Peri Gecesi kitabının yazarı kimdir? Yeşil Peri Gecesi konusu ve anafikri nedir? Yeşil Peri Gecesi kitabı ne anlatıyor? Yeşil Peri Gecesi PDF indirme linki var mı? Yeşil Peri Gecesi kitabının yazarı Ayfer Tunç kimdir? İşte Yeşil Peri Gecesi kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi

Yazar: Ayfer Tunç

Yayın Evi: Can Yayınları

İSBN: 9789750718052

Sayfa Sayısı: 472

Yeşil Peri Gecesi Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Ayfer Tunç'tan bugünün romanı.

Güzelliğini zehirli bir sermaye olarak kullanan genç bir kadının hayattan öç almak için soyunmasıyla başlayan bir düşüş hikâyesidir Yeşil Peri Gecesi. Modern toplumun ikiyüzlülüğüne, geleneklerin, alışkanlıkların zorbalığına direnen, "farkına varmış" ve bu nedenle acı çeken bir kadının, annesiyle hesaplaşamayan bir kız çocuğunun, okuyanı rahatsız eden ve belki de bu nedenle elinizden bırakamayacağınız öyküsü. Cumhuriyet elitlerinin düşkün kuşakları ile orta sınıfın can çekişen tutunamayanlarının karşılaştığı trajik bir karnavala dönüşen kapak kızının romanı, toplumun ve bireyin ruh haritasını en ince ayrıntısına kadar resmeden Ayfer Tunç'un güçlü anlatımıyla Türkiye'nin çürüyen yüzüne de ayna tutmaktadır.

(Tanıtım Bülteninden)

Yeşil Peri Gecesi Alıntıları - Sözleri

  • Birini bir zamanlar sevmiş olmak insanın içinde iz bırakıyordu. İnsan o kişiyi artık sevmese bile iz kalan yer acıyordu.
  • "Nuh'ta geleceği okuma yeteneği olsaydı, kesinlikle gemisini yakardı." Cioran
  • Delirmemek için ilaç alıyordum. Delirmekten kastım, aklımın başımda olmayışı değildi. Aksine, aklım fazlasıyla başımda olduğu için delirmekten korkuyordum.
  • Ruhla bedenin birbirinden ayrılması için ille ölmek gerekmez. İnsan yaşarken de ruhuyla bedeni birbirinden ayrılabilir. Ama asıl sorulması gereken soru, ruhla bedenin ölmeden birbirinden ayrılmasının mümkün olup olmadığı değil, bu ikisinin nasıl olup da tekrar birleşebildiğidir.
  • Viski yorgunluğu alır derler. Kasttettikleri günün yorgunluğudur. İstediğin kadar iç, hayatın yorgunluğu baki kalır.
  • Sevginin kesintisiz bir şey olduğuna inanmıyordum. Sevgi doğuyordu. Sonra bir gün ölüyordu. Ölünce hiç doğmamış gibi oluyordu.
  • Özetle, yaşamak bir denge meselesidir. Birine aşırı bağlanmak dengesizliktir.
  • “Zaman deyip geçme. Zaman bir çocuktur, sahilde çakıl taşlarıyla oynar.”
  • Özetle, yaşamak bir denge meselesidir. Birine aşırı bağlanmak dengesizliktir.
  • Bu kadar sahtekarca yaşamak ona neden hiç dokunmuyordu?
  • Sevginin kesintisiz bir şey olduğuna inanmıyordum. Sevgi doğuyordu. Sonra bir gün ölüyordu. Ölünce hiç doğmamış gibi oluyordu
  • Birini bir zamanlar sevmiş olmak insanın içinde iz bırakıyordu. İnsan o kişiyi artık sevmese bile iz kalan yer acıyordu.
  • İnsan kalmak niye bu kadar zorlaşıyor ki her geçen gün?
  • "Beni bırakıp gitmeseydin, belki unuturdum seni,” dedim.

Yeşil Peri Gecesi İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Osman’ın yaşamını altüst eden Şebnem’in hikayesini her anını yüreğimde hissederek okudum. Kimi kez birlikte direndik kimi kez birlikte sevindik. Ama en çok da üzüldük. Tüketim toplumunda kadın bedeninin nesneleşmesi/metalaşması bundan daha fazla nasıl güzel anlatılabilirdi? İnternet çağında bir ömürlük sevgiler/aşklar yok artık. Bizler çoğunlukla suretlerimizi seviyor, çılgın bir hedonizm anlayışıyla yaşıyor, haz ve hız çağında her şeyi tüketerek tükeniyoruz. Tüm bunlar, daha nasıl yüzümüze bir tokat gibi çarpabilirdi? Tunç, yazdıklarıyla adeta belleğinizi tuzla buz ediyor. Roman boyunca merak öğesini canlı tutuyor, bu da okuru çepeçevre kuşatıyor. Şekspir, “paranın evrensel orospu” olduğunu söylüyordu. Romanda para için satılan değerler, rahat yaşamak için tüm evrensel değerlerin ayaklar altına alınması, sevgisizliğin getirdiği değersizlik duygusuyla intikam hırsı, insanların beyinlerine göre değil de libidolarına göre yaşamalarının getirdiği yozlaşma, bireycilik ve yalnızlığın çıkmaz sokakları, akrabalar arasında çekememezlikle birlikte Habil’le Kabil’den beri olan kardeş çatışması, tüm duyguların satılık olması, insani değerlerin ayaklar altına alınması, medyada kadın bedeninin nesneleşmesiyle erkek egemen toplumun çıkarlarının kesişmesi, medya haberlerinde cinsiyetçi bakış gibi bir çok konu masaya yatırılıyor. Roman birinci tekil şahışla yazılmış. Dili akıcı ve iğneleyici. Ne yazık ki, insan kötüyü göre göre kötü oluyor. Bu bataklığı kurutmadan insan iyiyi seçebilecek mi? Tunç, “benim memurum işini bilir” diyen Özal’lı dönemlerden Ergenekon tutuklamalarına kadar olan süreçleri bir iki cümleyle geçiştiriveriyor. Keşke modernizmin getirdikleri/götürdükleriyle birlikte bizleri çevreleyen sistemi daha nesnel anlatsaydı! Sistemi bu kadar görünmez kılmasaydı! Yine de burjuva toplumundaki çürüme ve yozlaşmayı iyi aktarmış gözüküyor. Bu dünya, Gün gibiler olduğu için ayakta duruyor. Romanın sonundaki umudu ve kadın dayanışmasını çok sevdim. Bu dünyada insan kalarak yaşamayı seçenlere, insani değerlerin içini boşaltmayanlara selam olsun. (Satı İlen)

Hayattan intikamını, yaşamını ona zehir edenlerden almak yerine onların kendinden beklediğini, hatta daha fazlasını, vererek almayı seçen, melankolik ama bir o kadar da taş kadar hissiz, “güzelliğini en zehirli sermayesi olarak kullanmayı seçen” bir kadının öyküsü Yeşil Peri Gecesi. Mutlu bir ailenin çocuğuyken babasının başına gelen bir felaket ile zincirleme ilerleyen olayların Şebnem’in hayatında yarattığı trajediyi ne eksik ne fazla, tam da olduğu gibi hissetmemizi sağlayan gösterişsiz ama vurucu bir dille anlatmış Ayfer Tunç. Kitap kurgu yönünden de oldukça dikkat çekiyor. Yazar birbirinden bağımsız olayları ve durumları tüm kopukluğuyla gelişigüzel önümüze sererken, kendi içinde bir ahenk yakalayarak okuyucunun kafasında hiçbir soru işareti bırakmadan hikayesini anlatıyor. Bu yönden büyük bir takdiri de hak ettiğini söylemek mümkün. Keyifli Okumalar... (FIRAT SUBAŞI)

Hakikatin Hakikati Olabilmek..: Şebnem; kitap/kapak-kizi--5970'nın merak edileni, hayal kurulanı, sorgulananı, vicdan sorgulatanı. Şebnem; kitap/osman--235554' nın dillere destan güzel kadını, ulaşılmazı, doyulmazı, iftira atılanı, sevileni, sevilmeyeni, iyi arkadaşı, vefalı dostu , aşiftesi, hafif meşrebi, en çok da başına ne geldiğinin bilinmezi. Eğer seni yazarsam , yazabilirsem ki binlerce eser de okusam halen yazarın tekniğine, romanın özelliğine bir türlü dikkat edemeyerek etsem de anlama maharetine sahip olmayan ben sendeki beni, sendeki cesareti, bedeli olmayan satın alınamayan, hayatının her aşamasında bedel ödemek zorunda yaşamak zorunda kalmış, kimseye zararı olmamış, hıncını kendinden almayı sürdürerek mutluluğu hak etmiş seni anlatabilmiş olacağım. Yeşil Peri Gecesi’nin , kabul görmeyen gelini, eltisi güzeller güzeli Hülya’dan doğma terk edilen Kolsuz Cavit’ten olma ‘’anasına bak kızını al ‘’ atasözünün muhatabı , sevilmeyen torunu, aykırı kuzeni ,istenmeyen üvey evladı Şebnem , seni anlatabilirsem sendeki travmayı paylaşarak , öfkelerim içimden çıkacak gidecek kendimi kuş gibi hafifleteceğim. Travmanın nerde başladığını nerde bittiğini biliyorum ama okumak isteyenlere haksızlık olur yazamam ben. Mühendis bir baba ile hemşire anne ile süren o huzurlu hayatının babanın geçirdiği iş kazası sonucu paramparça olması . Ayrılıklar ardından girmen gereken yas beklenirken hayatın hesabını sorarcasına kaç zamandan beri sevgi dilendin hiç dikkat ettin mi ? Yaptığın , yapmadığın her şeye baktığımda, 50 ye gelmiş , onlarca yollardan ve yıllardan geçmiş biri olarak görüyorum ki sadece sevgi dileniyordun. Bir sevgi için yapabildiğin tek şey , kendinden esirgediğin , merhameti, şefkati başkalarında aramak... Seni önce baban mı terk etti annen mi ya da başkaları mı terk etti ya da ‘’talihin elinde oyuncak oldum benim kaderim terk edilmek mi ‘’dedin bilmiyorum. Belki de yanılıyorum aradığın sadece anlaşılmak, sadece bir parça huzur. Birilerinin hakikatten hakikati olabilmek . Çok zor be Şebnem. Birilerinin hakikati olabilmek anlaşılmak, anladıkça sevilmek çok zor. Çocuk, anası ile sevilir biliyor musun Şebnem? Annesinin sevildiği her ailede her ortamda çocuk kıymetlidir, değer verilendir. Güzelliğini istenmeyen gelin , annenden alman , annenin babanı terk etmesi ardından yaptığın doğru ya da yanlış varlığının bile annene bağlanması ekside dünyaya gelmektir. Hele ayrılıklarda tecrübe ile sabittir, çocukların bilerek bilmeyerek yaptıkları hatalar, ya da hata görünenler, sevilmeyen annenin suçudur. Evet tecrübe ile sabittir, matematik sevmeyen ufak oğlumun matematiği sevmeyişi, ara sıra aldığı kilolar, matematiği çok sevip meslek edinen büyük oğlumun seçtiği mesleği yerine makam ve mevki sahibi olmayı seçmemesi, saçının kesimi, aldığı aracının markası, modeli hepsi benim kabahatim. Yetişmeleri için hiçbir çabası, emeği olmayan ama kendi istediklerini zamanında gerçekleştiremeyip ,sadece unvan sahibi olarak ebeveyn olduklarını fark edemeyerek çocuklarından bekleme hakkına sahip olduğunu düşünen kimsenin değil de bakıp büyüten, kararlarına saygı duyarak mutlu olmaları için çırpınan sevilmeyen annelerin kabahati. Neyse bu detaylar pek konumuz ile ilgili değil :)) Olsun be Şebnem çok çektin ama değdi değil mi? Dünyanın anasını ağlatırken sen de dünya ile birlikte çok ağlamış olsan da, makam mevkilere sığınan , gücünü koltuklarının varlığından, paralarından alan adam denemeyecek insanların gerçekliklerini gösterdin, maskelerini düşürdün helal olsun sana. Senelerin eziyeti, uykusuz gecelerin , gözyaşların , tüm bilinmezliklerin bitti . Çıkmaz sokakların kalmadı, Ali ile yolun açık gönlünce bir hayat olsun. Ayfer Tunç'un her romanı ayrı bir merak konusu, ayrı onlarca hayatın detayı ve kendinde bulmak istediklerinden kaçamayışının gerçeği. Çok profesyonel inceleme yapma becerim maalesef gelişmedi. Okuyorum hissettiklerimi becerebildiğim kadarıyla yazıyorum. Ayrıntılı incelemeler için kopya vereceğim:) gonderi/45788536 gonderi/44383886 gonderi/49471371 Keyifli okumalar diliyorum. (Ferah)

Yeşil Peri Gecesi PDF indirme linki var mı?

Ayfer Tunç - Yeşil Peri Gecesi kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Yeşil Peri Gecesi PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Ayfer Tunç Kimdir?

Ayfer Tunç 1964'te Adapazarı'nda doğdu. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirdi. Üniversite yıllarında çeşitli edebiyat ve kültür dergilerine yazılar yazmaya başladı.

1989 yılında Cumhuriyet gazetesinin düzenlediği Yunus Nadi Öykü Armağanı'na katıldı, Saklı adlı yapıtıyla birincilik ödülü aldı. 1999-2004 arasında Yapı Kredi Yayınları'nda yayın yönetmeni olarak görev yaptı. 2001 yılında yayımlanan ve okurdan büyük bir ilgi gören Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek-70'li Yıllarda Hayatımız adlı yapıtı, 2003 yılında yedi Balkan ülkesinin katılımıyla düzenlenen Uluslararası Balkanika Ödülü'nü kazandı ve altı Balkan diline çevrilmesine karar verildi. Tunç'un 2003 yılında Sait Faik Abasıyanık'ın öykülerinden hareketle yazdığı Havada Bulut adlı senaryosu filme çekildi ve TRT'de gösterildi. Tunç'un Saklı, Mağara Arkadaşları, Aziz Bey Hadisesi ve Taş-Kağıt-Makas adlı dört öykü kitabı, Ömür Diyorlar Buna adlı bir e-kitabı, Kapak Kızı adlı bir romanı, İkiyüzlü Cinsellik adlı (Oya Ayman'la birlikte yazdığı) bir inceleme kitabı ve Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek adlı bir yaşantı kitabı var.

Ayfer Tunç Kitapları - Eserleri

  • Suzan Defter
  • Aziz Bey Hadisesi
  • Yeşil Peri Gecesi
  • Kapak Kızı
  • Dünya Ağrısı
  • Osman
  • Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi
  • Aşıklar Delidir ya da Yazı Tura
  • Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek
  • Evvelotel - Saklı
  • Ömür Diyorlar Buna
  • Kırmızı Azap
  • Mağara Arkadaşları
  • Taş - Kağıt - Makas
  • Memleket Hikayeleri
  • Saklı
  • Harflere Bölünmüş Zaman
  • İkiyüzlü Cinsellik

Ayfer Tunç Alıntıları - Sözleri

  • Çocukluğumun bütün anıları gülümseyen fotoğraflar oldular artık. Hiç yaşanmamış kadar uzak.. (Evvelotel - Saklı)
  • ...... Her rüzgârda incecik sallanan, ıslak gözleri hep uzaklarda bir yerlere takılı duran, suskun kadın. (Evvelotel - Saklı)
  • Bekledim onu, hep bekledim... Gelmedi. (Ömür Diyorlar Buna)
  • Kendini her zaman olduğu gibi koca şehirde, koca ülkede, koca dünyada yapayalnız hissetti. (Kırmızı Azap)
  • Türk halkı nelere inanmamıştı ki? Futbolda sekiz sıfır yenilir ve ezilmediğine inanırdı. İhtilallerin memleketin menfaati için yapıldığına inanırdı. Dünyanın sadece Türk olduğu için kendisine düşman olduğuna inanırdı. Hep bir şeylere sonuna kadar inanırdı. (Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek)
  • Öykü edebiyatın gayri meşru çocuğudur. Nüfusa kaydedilmiştir, edebiyat ailesinin asil üyesidir. Ama şiir ve romanla aynı evde oturmaz. O kendi küçük evinin odalarında oturup pencereden bakar. Kenar mahallelerin dar sokaklarında yürür. Kendine ait dünyasına başkalarını sokmayı pek sevmez. Oysa şiir ailenin haylaz, havai ve biraz da hayırsız çocuğudur. Duyguludur, zaman zaman hırçındır, kavga etmeyi sever. Ağır konuşur, ağır aşk yaşar. Meraklıdır, romanın da öykünün de işine burnunu sokar. Sevimlidir, girdiği yerden çıkmaz, kimse ona git diyemez. Roman ise ailenin ağırbaşlı, ciddi, ne yaptığını bilen çocuğudur. Öykünün hakkını korur, nüfusa kayıtlı olduğundan hareketle onu ailenin üyesi sayar. Roman öyküyü gizlice sever, çünkü kendi çocukluğunu görür öyküde. Ama şiire de, öyküye de akıl vermeye kalkar. Hırslıdır. Tartışmaları o açar, gündemi o değiştirir. Akıllıdır ne de olsa, şiir kadar duygularına yenilmez. Öyküyle şiir çok iyi geçinirler. Birbirlerine daha çok benzerler. Şiir öykünün gayri meşru oluşuna aldırmaz; bütün sevecenliği ve sevimliliğiyle öykünün hayatına sızar, orada derin izler bırakır. Oysa roman, şiirin bu girdiği yere sızma ve yayılma eğilimini kaldıramaz. Yatağından şiiri kovmaya çalışır, bazen başarır, bazen başaramaz. Roman bilgiçtir, arada bir küstahlaşır, kendini ailenin sözcüsü, temsilcisi olarak görür, gösterir, başarır. Şiir romanın bu tutkusuyla dalga geçer. Havaidir. Roman çalışır, kazanır. Şiir çalışmaz, kazanır. Öykü çalışmaz, kazanmaz. Deneme ise ailenin nüfusa bile kaydedilmemiş gayri meşru çocuğudur. Çokları onun aileden olmadığını sanır. Ciddidir, boş konuşmaz, hoşsohbettir ama biraz sesi kısıktır. Aileden olmak olmamak hiç umurunda değildir. Uzak durur, beni de aranıza alın, ben de sizdenim demez. Ailenin canı cehennemedir. Duygusal olduğu halde, öyle görünmeyi sevmez. Pek varlıklı da değildir. Nüfusa kayıtlı olmadığı için payına miras düşmez. Deneme çok çalışır, ama kazanamaz. Oyun ailenin zengin kuzenidir. Sahneyle, oyunculukla, rejiyle kardeştir. Aristokrat takılır, soy ağacında kökleri çok geriye gider. Aslında tiyatro ailesine mensuptur. Edebiyat ailesinin sıkıntıları onu pek ilgilendirmez, başka bir deltada yaşar. Oyunun ailesi zengindir, ailece çalışıp kazanırlar, sonra ailece bölüşürlerken kavga çıkar. Senaryo ailenin ahbabıdır. Çok cazibelidir. Romanı pek sever, ama roman uzak durmaya çalışır ondan. Ne zaman senaryoyla dostluk etmeye kalksa kazık yiyen roman olmuştur. Anı, ailenin bunak büyükbabasıdır, çok bilir, çok konuşur, yarısı palavradır. Biyografi ailenin yurtdışında yaşayan üyesidir. Bencildir, fazla uğramaz memleketine. Otobiyografi bu ülkede daha doğmamış çocuktur, adı hazırdır, kendi yoktur ortada. Hayat aslında tek bir uzun öyküdür. Her defasında değiştirilerek yazılsa da, finali yoktur. (Harflere Bölünmüş Zaman)
  • Kelimelerin iyi geldiği, yarım kalmış insanlarız biz. (Aşıklar Delidir ya da Yazı Tura)
  • Geçmiş, her anlattığımızda kılık değiştiren bir uydurmadır. (Memleket Hikayeleri)
  • "Müzikten konuşurken geçip giden güzel saatlerimiz..." (Saklı)
  • Birini bir zamanlar sevmiş olmak insanın içinde iz bırakıyordu. İnsan o kişiyi artık sevmese bile iz kalan yer acıyordu. (Yeşil Peri Gecesi)
  • Gülüşü kurgulanmış gibiydi. (Suzan Defter)
  • Anadolu halkı, yüz yıl sonra “Kendi okulunu kendin yap”, kampanyasına şaşılası bir coşkuyla destek verecek, bir Allah’ın kulu çıkıp “Okulumuzu da kendimiz yapacaksak devlet niye vergi alıyor?” diye sormayacaktı. (Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi)
  • Kaçamıyordu insan hayattan. Hiçbir biçimde kaçamıyordu. Mekanlar, eşyalar, şehirler, sokaklar değişiyor ve insan kendinden, hayattan kaçamıyordu. Ya da ben yapamıyordum. (Mağara Arkadaşları)
  • "Artık her şey, her yer değişiyordu. Çağa uygun düşen bir yoksulluk olacaktı bahar." (Saklı)
  • “En fazla bir yıl sürer yirminci asırlarda ölüm acısı.” (Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi)
  • Sevmenin insanı böylesine var edebileceğine inanmazdım, yaşadım;sevmenin yokluğu fikrinin bile insanı yok edebileceğine de. Onu da yaşadım... (Kırmızı Azap)
  • Yaş ilerleyince anlıyordu insan. Mutluluk öyle gökten zembille inmiyor, itina istiyordu (Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi)
  • “Eriyorum, çürüyorum, hayatım bataklık gibi dibe çekiyor beni desem sana, o manasız soruyu bile sormazsın: Neden? Hemen teşhisi koyarsın: Rahat batıyor sana!” (Suzan Defter)
  • Viski yorgunluğu alır derler. Kasttettikleri günün yorgunluğudur. İstediğin kadar iç, hayatın yorgunluğu baki kalır. (Yeşil Peri Gecesi)
  • “Neden yazıyorum?” Yazarların birçoğu neden yazdığını bilmez. Ya da neden yazdığını bilerek başlamaz yazmaya. Yazının evrenine girildiğinde sorular belirginleşir, önceleri pek de tatmin edici olmayan, oynak cevapların bir kısmı yerli yerine oturur. Birçok soru cevaplansa da, cevaplandığı sanılsa da, “neden yazıyorum?” sorusu lezzetli bir iç huzursuzluğu sorusu olarak kalmayı sürdürür. Çünkü yazmanın bütün sırrı aslında bu sorunun içindedir ve bence yazarlar bu soruya kesin bir cevap bulup defteri kapatmak istemezler. Yazı, yazarın da eremediği bir sırdır; sır aydınlanırsa yazar ışığa yakalanmış bir tavşana dönüşür, kıpırdayamaz. Ben böyle olduğunu düşünüyorum; oysa Sait Faik, “Haritada Bir Nokta” adlı öyküsünü neden yazdığını söyleyerek bitiriyor: “Yazmasam deli olacaktım.” Ama bence bu cümle, o sır dolu sorunun cevabı değil, yazı serüveninin son aşamasında kendiliğinden vardığı bir sonuçtur; hayat karşısında tutunmanın yolunu, Sait Faik’in kendi “çaresiz çare”sini işaret eder bize. “Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi?” Sait Faik’in ölümünden iki yıl önce yazdığı “Haritada Bir Nokta”, imgeler arası ilişkiler açısından çok zengin bir öykü olmanın yanı sıra, yazının evrenine ilişkin soruları, insanla, varolmakla, toplumsallıkla da ilişkilendirerek kurcalayan bir metindir. Öykünün kurgusu ile huzursuz soruları arasındaki ilişki muhteşemdir. Şu soru: “Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi?” sorusu, “neden yazıyorum?” sorusundan hiç aşağı kalmadığı gibi, neden yazıyorum sorusunun bir önceki cevabıdır. Sait Faik bu öyküde, önce neden yazdığı sorusuna bir cevap bulmuş, yazı yazmanın bir hırs olduğuna karar vermiş ve adaya çekilmiş bir adamı / kendini anlatır bize. Ama adada insan vardır, insanın olduğu yerde kötülük vardır, kötülük onu tütüncüye koşturur, kâğıt kalem aldırır, kalemi yontturur, öptürür ve yazdırır. Sorunun cevabı değişmiştir: “Yazmasam deli olacaktım”. Yazı artık bir ilaçtır. İyi de, yazı yazmanın bir hırs olduğuna neden karar vermiştir Sait Faik? Ne olmuştur? Ne gibi kötülükler görmüş ya da etmiştir ki, vazgeçmiştir yazmaktan? “Kaybettiğim her şeyi; insanlığı, cesareti, sıhhati, safveti, dostluğu, alın terini, sessizliği yeniden bulacak; belki yeniden bir adam olmasam bile bir temiz hayatın içinde hayran, meyus ve mahcup ölümü bekleyecektim. Aklıma ara sıra esen yazı yazmak arzusunu, arzusu değil kötü huyunu, bu tek kötü huyu muvaffakiyetler, şöhretler düşünmeden, “düşünürsem Allah canımı alsın!” düşüncesiyle yeniden bulabilirsem, kalemsiz kâğıtsız dağlara fırlayacak, balığa çıkacaktım. Yazmayacaktım.” Sait Faik, bedenine girip çıktığı anlatıcı aracılığıyla, bu öyküyü bir tür günah çıkarma metnine dönüştürür. Öyle bir altmetin akar ki öyküde, Sait Faik’in yazar olmanın bütün nimetini ve külfetini tattığını, ünlü yazarlara vadedilen mevkilere ulaştığını hissederiz. Ama bundan bir parça haz duymuş olduğu için kendinden utanmış gibidir. Yazmaktan değil, şöhretten alınan hazzın yazmanın has anlamını kirlettiğini; onun, mevkilere bir an için bile olsa kanmış olabileceğini, yazmanın varlığının özü olan yanından uzaklaşmış olmaktan korktuğunu düşünürüz. Biz de onunla birlikte yazmanın bir hırstan başka bir şey olmadığına inanırız. Yazdıklarında kendini gizlemeyen, tersine, kendini ancak yazdıklarında açan bir yazar olan Sait Faik, has yazar türündendir. Onun her türlü edebi mevkii reddettiğini, baş köşeye geçip ahkâm kesmekten hoşlanmadığını, gerek yazdıklarından, gerek onu anlatanların anılarından biliyoruz. O, mevkileri reddederek varolmuş bir yazardır. Bu reddedişte de bir altını çizme, bundan övünme payı çıkarma yoktur üstelik. İşi sadece yazıyladır. Edebiyatı en doğal haliyle yaşamış ve yazmış, kendi yarattığı büyüleyici alana bir üstünlük, bir ayrıcalık atfetmemiş, okura veya insana yukardan bakmamış, kendi imgesini yeniden imal etme ihtiyacı duymamıştır. (Harflere Bölünmüş Zaman)