Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu - Sevgi Soysal Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu kimin eseri? Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu kitabının yazarı kimdir? Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu konusu ve anafikri nedir? Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu kitabı ne anlatıyor? Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu PDF indirme linki var mı? Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu kitabının yazarı Sevgi Soysal kimdir? İşte Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Sevgi Soysal
Yayın Evi: İletişim Yayınları
İSBN: 9789750501647
Sayfa Sayısı: 229
Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Oya Baydar, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu için yazdığı önsözde şunları söylüyor:
Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’nu, otuz iki yıl sonra Sevgi’nin gözüyle ve yüreğiyle hatırlarken, anı yazma işi üzerine yeniden düşündüm. Neden bazı anı kitapları soğuk, ruhsuz, öğretmen edalıdırlar da bazıları sıcacıktır, insanı yüreğinden kavrar, sürükler? Sevgi Soysal’ın Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu anılarında bu sorunun cevabı var sanırım: Açıkyüreklilik, maksatlı saptırmalardan arınmış saf bir öznellik, şunları yazarsam bana ne derler kaygısından olabildiğince uzaklık, insanlara ve gerçeklere saygı. Sevgi bunu başardığı için, anıları bazen gülerek bazen hüzünlenerek, ama hep keyifle ve düşünerek okunuyor. Siyasal hamaset yapmak, kendini övüp kendini anlatmak için değil, insanı anlatmak için, insan sevgisiyle yazıyor. Sevgi’nin Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’nu, Sevgi’nin mahpushanelerini izliyoruz; onun gözüyle, onun aklı ve duygularıyla, onun diliyle. Böylece yapıt özel oluyor, biricik oluyor, basmakalıplıktan kurtuluyor.
Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu Alıntıları - Sözleri
- Bu küçük kızın öyküsü tam sıkıyönetimlik. Ayda 13 yaşında, sessiz, tam anlamıyla içine kapanık bir kız. Ortaokul öğrencisi Kızıldere olaylarından derinden etkileniyor. Mahir'lerin, Cihan'ların, Ömer Ayna'ların bombalandığı hareket darmadağın ediyor iç dünyasını. İçinde taşan öfke ve isyanı kusmak için tek kişilik bir eyleme girişiyor. Ufak ufak pusulalarla, Mahir'leri öldürenleri katillikle suçlayan cümleler yazıp rasgele kapıların altından atıyor. O zamanın uyanık vatandaşlarından olan kapıcı, kendi apartmanında böyle bir olay olunca pusu yatıyor. Kolundan yakalıyor Ayda'yı. Ayda, ne ben yapmadım diyor, ne de kaçmağa kalkışıyor. Kahraman kapıcı emniyete teslim ediyor onu. Emniyet de kızın yaşının küçüklüğüne bakıp, buna öğreten vardır, mantığıyla anasını da getiriyorlar. Selçuk'un girişi böyle. Ama Ayda'nın işinin tek kişilik bir eylem olduğu apaçık. Anasını bırakmak zorunda kalıyorlar. Ve koskoca sıkıyönetim mahkemesi 13 yaşındaki Ayda'yı orduya hakaretten tutukluyor. Artık, burada hakaretin sözü mü olur? Ayda çok sessiz bir kız, evet, ama yaptığına iyice inanmış. Pişmanlık falan da duymuyor, korkmuyor da. İç dünyasına öylesine kazılmış ki bu katillik sıfatı, asıl bunu yazmamış, kapı altlarından atmamış olsa, daha tedirgin olacak belki. Gülay'ların, Türkânların arasına karışıyor hemen. Onlar, Ayda için tek kişilik eylemin simgesi olan kahramanların bir uzantısı. Onun ötesinde, sessiz ders kitaplarını okuyor koğuşta. Yalnız, geceleyin, tam iki kez, anne diye ağladığını duyduk, uykusu arasında. Ertesi gün kimse Ayda'ya söylemedi bunu. Ayda yirmi gün kadar kaldı içerde. Sonra ilk celsede tahliye oldu. Onun da avukatı Uğur Alacakaptan. Bizim Ayda, mahkemede de, pusulalardaki üslubunu değiştirmiyor hiç. Yani, katiller..., falan. Ayda'nın çıktığı mahkemenin başkanı Uğur'un deyimiyle, babacan bir adammış. Buncacık çocuğun isyanına dayanmıyor. Eğİlip, babacan babacan soruyor kıza: "Evlâdım, niye böyle söylüyorsun? Bak ben senin baban yerinde adamım. Ben şimdi, senin düşmanın mıyım? Evet, diyor, düşmanımsın! Araya avukat giriyor. Havayı yumuşatmak için. Ne de olsa, sanık on üç yaşında. Hakimler de ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Bu kez savcı, kızın tahliyesini istiyor. Gerekçe, bu kız içeridekilerin yanında daha uzun kalırsa daha da azar, bu nedenle tahliyesini...
- Oldum olası, kurallar içinde yaşamağa zorlandığım zaman, uymak zorunda bırakıldığım kurallardan daha katısını kendim koyarım. Bu bana, dıştan gelen baskıya kendi coğrafyam içinde tesirsiz bıraktığım duygusu verir.
- “Emir demiri, ticaret ve kâr emiri keser” diyen kimdi? Behice Hanım mıydı? Hatırlamıyorum.
- Bazı dostlarınız vardır, çok sık görüşmeseniz de, hatta hayatın gidişi içinde yollarınız ayrılsa da, bazı davranışlarıyla sizin için unutulmaz olurlar.
- Sıkıyönetim mahkemesi yardımseverliğine gerek kalmadıgi için memnunum. Bazı yardımlar, zorluklardan acıtıcıdır.
- "Kıskanıyorlar hepimizi, kıskanacaklar." Güç iştir çünkü bir tarihi insan gibi yaşamak. Bir hayatı insan gibi tamamlamak güç iştir.
- Gün batımlarını sevmem. Güneş bütün görkemiyle üstüme abanıyormuşçasına ezilir içim. Güneşin batışıyla birlikte içimin de kararması gerekirmiş gibi kasvetlenirim. Aydınlıkla karanlık arasındaki bu geçiş dönemi boyunca sürer bu kasvet. Açıklık yerde, güneş batarken toprağa kavuşuyormuş gibi görünür, oysa yoktur böyle bir kavuşma, güneş o bize kavuşma noktası gibi görünen yerde de, en az bizim olduğumuz yerdeki kadar uzaktadır, belki budur çoğu kişiye yalnızlık duygusu veren.
- Bakın bakın, savunmaya bakın! Nereden biliyor bu hanim, illegal ve legal gibi Marksist, Leninist hatta Maocu söz- cükleri? Ha nerden biliyor? Kızlardan öğrendiğini söylese, Baki Tuğ hemen onu da “TÖS” davasına bağlayıverecek. Na- ciye Hanım susup önüne bakmış. “Buyrun, 141’den tutuklandınız.”
- Ve koskoca sıkıyönetim mahkemesi 13 yaşındaki Ayda’yı orduya hakaretten” tutukluyor. Artık, burada hakaretin sözü mü olur?
- Ben her şeyin bir bir yok olmasına o kadar çok alıştım ki. Ve her şeyin yeniden bir bir var olmasına o kadar alışığım ki.
- Benim seçtiğim tutukluluk, yine de özgürlük demektir. Ötekini ortadan kaldırmayan, ama benim düşünceme göre ötekini içeren bir özgürlüktür
- “Güç iştir çünkü bir tarihi insan gibi yaşamak”
- Giyinip kahvaltıdan önce biraz okuyorum. Herkesin uyuduğu bu sabah saatlerini seviyorum. Sabahları kendi kendime uyguladığım özel “faşizm” özgürlük duygusu veriyor bana. Gün boyunca bir yığın ufak kural koyuyorum kendime. Her gün sekiz sayfa yazmak gibi. Yenişehir’de Bir Öğle Vakti romanını, işte böyle, her gün sekiz sayfa kuralıyla yazdım. Her gün sekiz sayfa, ne eksik ne fazla. Öyle ki sekiz sayfa yazıp yazmamak konusu, o günlerde romanın kendisinden çok daha önemliydi.
- Bir de romanlar. Tutukluların sevdiği, yeniden okuduğu bazı romanlar. Güç veren aydınlık romanlar. “Tütün” gibi, “Fırtına” gibi.
- "Ben her şeyin bir bir yok olmasına o kadar çok alıştım ki. Ve her şeyin yeniden bir bir var olmasına o kadar alışacağım ki."
Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu İncelemesi - Şahsi Yorumlar
"Cesur kadındı Sevgi.": Bir cumartesi sabahından daha merhabalar şekerpareler .. Tanıtım az uzun .. Bir anıyla başlıcaz ve bir başka anı ile bitireceğiz.. Bir şeyler yiyip içiyorsanız az es verin .. Soluk borunuza kaçmasın yiyip içtikleriniz .. Hazırsanız buyrun başlayalım .. Bir yaz akşamı .. Spor şort üstü fanilamsı ve kolları kesik antrenman forması giymiş bir eleman .. Ayakta terlikler .. Elinde siyah poşet , içinde biralar .. Tekelden çıkıyor ve gündüz gözüyle mavi kırmızı çakarlarını açmış polis otosundan çağrıldığını görüyor.. Gel diyorlar buna. Kimlik soruluyor .. Bizimki bira almaya çıkmış ,üstünde kimlik ne arasın.. Buyrunuz deniliyor kendisine.. Nereye diyor bizimki .. Sizi karakolda misafir edelim diyor ekip otosundaki memurlar gülerek.. Davete icabet etmek lazım gelir diyor haliyle .. Atlıyor arabaya .. Başlıyorlar yol almaya .. Aracın içine girdikten sonra anlıyor ki tüm bunlar , kendisinden önce "alınanların" başının altından çıkmakta .. Yolda gidilirken elinde ekmek , domates ,biber ve küçük yoğurt almış bir başka şahsa kitleniyor içerdekiler .. "Menemen" yoluna gönül vermiş bir inşaat işçisi sizin anlayacağınız.. Memur soruyor : Bu nasıl ? Hep bir ağızdan "Bu olsun!" nidalarıyla onu da dahil ediyorlar bu homojen ekip otosu çözeltisine .. İzmir yoluna çıkamadan, Menemen' e varamadan o da katılıyor bizim ekibe .. Suçu ne derseniz ; o domates , biber ve ekmekleri kullanarak kim bilir kaç kişiyi havaya uçuracaktı .. Böyle böyle , adeta bir trance parçası zihniyeti ile eklene eklene ve on bir kişilik bir as takım oluşturularak varılıyor karakola .. Bizim eleman gülsün mü , ağlasın mı şaşırmış.. Acı acı gülüyor Aziz Nesin' i anarak .. Yine de umutlu ama .. Öyle ya ! Gbt sorulacak ve hemen bırakılacak haliyle .. Pek tabii bizim elemanın unuttuğu önemli bir faktör var ! Nedir o ? Kader cicim , kader ! Kader ağlarını çoktan örmüş maalesef .. Neyse efenim .. Gbtler sorgulanıyor .. Komiserin odasında mutlu mesut bekleyen elemanın kaderi az sonra değişecek lakin kendisinin bundan haberi yok pek tabii .. Tüm bunlar ola dursun , içeri hacı bekir lokum sandığı kafalı , bazlama suratında kırmızı bir beş kardeş izi olan tıknaz bir adam giriyor .. Her bölüm sonunda biz çocuklara öğütler vererek doğru yola ileten He-man' nin kankisi Orko' nun sakallı ve Kastamonulu versiyonu adeta .. Şikayetçiyim diyor ağlayarak .. Herkes şaşırıyor haliyle .. Bizim eleman olacakları sezinliyor sezinlemesine ama elinden izlemekten başka gelen bir şey yok .. Bari diyor siper alayım da patlamayı hafif sıyrıklarla atlatayım .. Yanaşıyor bir başka elemanın arkasına .. Sinip , pısıyor kulak kabartarak .. Nedir şikayetiniz diye soruyor komiser kendisine .. "Karım beni DÖVDÜ! Darp edildim ! Şu suratımdaki iz geçmeden de hemen geldim karakola ..Şahitsiniz! Ayrıca altınlarla , mücevharatları da alarak evden kaçtı .. Karımdan şikayetçiyim .. " O orda ağlıyor , bizimki arkada , siper gerisinde ayrı ağlıyor .. Biri üzüntüden , diğeri "işsizlikten" .. Sicim gibi gözyaşları süzülüyor her iki elemanın yanaklarından da .. Gülmemeliyim diyor bizimki .. Gülmemeliyim!! Şu biraların yüzü suyu hürmetine .. Kendine acımıyorsun bari şu çocuklara acı .. Böyle diyor demesine ama elden ne gelir .. Basıyor mayına , uçuyor havaya .. Tek bacak kopmuş haliyle kahkahayı kesicem diye .. Ciğerlerdeki barometreler "kırmızı" halı sermiş .. İbre sona dayanmış .. Durum böyle olunca, bir küçük "KO(HAHAHAHA!)-PÜFFF" sesi salınıyor komiserin odasında kulaklarda çınlayarak.. Eyvah diyor! Eyvah !! Bu arada bu cüretli ve cesur gaz patlamasının ardından sırada bekleyen herkes meksika dalgası etkisiyle koyuyor kahkahayı .. Herkeşler gülüyor gülmesine ama KABAK bilin bakalım kimin başına patlıyor ? Kalplere vesvese veren Şeytan Tuco Herrera'nın !! Olayın arkası gayet uzun ve trajikomik ayrıntılar barındırıyor.. Burada kesiyorum .. Sonrasını , yapmayı planladığım bir başka tanıtımda anlatacağım .. Merak buyurmayasınız .. Şimdi diyeceksin ki , "kardeşim bu olanlarla , bu kitabın ne alakası var ?" Anlatayım şekerim ! Bu bir 12 Mart kitabı .. Dönemsel bir kitap sizin anlayacağınız .. 12 Mart Darbesinde neler olmuştur , kime karşı neden yapılmıştır diyerek tanıtıma hacim katmak istemiyorum açıkçası .. Zaten daha öncesinde yer verdim bu muhabbetlere .. İktidarda Sülüman ! Vaziyetler nazik .. Hukuksuzluğun artık ayuka çıktığı dönemler .. Sülüman' ın iktidarında kör topal da olsa işleyen hukuk ve adalet kavramları , askerlerin 12 Mart günü "aç koynunu ben geldim" demesiyle imamın kayığına bindirilip, ardından rahmetler okunarak, uzun süre geri dönmemek üzere yaşanacak bir başka yolculuğa çıkarılıyor .. Dönem askerlerin olunca , top koşturan savcı apçalarda asker kökenli .. Pek çok "kahraman" savcı var o dönemde .. Sizlere daha önce bahsettiğim, Deniz Gezmişleri asan ve artlarından " mahkemede az saygılı olsalardı onları asmayacaktım." diyebilen Baki Tuğ da onlardan biri .. Siz hiç soyduğunuz portakalın kabuğuna sebep darbeci ve anarşist ilan edilen insan gördünüz mü bilmem ama bu dönemde böyle sayısız örnek var .. Neymiş efendim soyduğu kabuk, orağa ya da çekice benziyormuş .. Gülmeyin !! Kendim de inanamıyorum ama "CİDDİYİM" !! Daha öncesinde Sakıncalı Piyademiz Uğur Mumcu' nun aynı isimli kitabını ve o kitaba yazdığım incelemeyi okuyanlar hatırlayacaktır Aziz Nesin' in başından geçenleri .. İçindeki hayat kadınlarıyla beraber açık arttırma usulü ile gazeteye ilan verilerek satılmak istenen bir genelevin haberini yaptığı için yüce Türk adaletini aşağıladı gerekçesiyle ceza alan Aziz Nesin.. Buna karşın hakkındaki usulsüzlükleri soruşturan askeri savcının çağrısına İSHAL OLDUM gelemicem diyerek kafa tutan ve sonunda beraat eden Sülüman' ın kardeşi !! Muhteşem değil mi ? FRP kitapları okumak isteyen insanlara oldum olası 12 Mart ve 12 Eylül dönemi kitaplarını önermişimdir hep .. İnanılmaz FANTASTİK ortamlar bunlar !! Yukarda anlattığım anımı da hatrınıza getirerek kitabımıza gelecek olursak .. Sevgi Soysal' ın suçu ne ? Kocasının isminin Mümtaz Soysal olması .. O da sakıncalı elemanlardan .. Lakin Sevgi Soysal' ın ismi o meşhur tutuklanacaklar listesine henüz girmiş değil o dönemde.. Bir kez tutuklasalar başına bin bir ayrı bela açılacak ama elden gelen bir şey yok .. Bir tiyatro dönüşünde eski eşi ve sevgili Reşat Nuri Güntekin ' in kızı Ela Güntekin arasında gelişen bir tartışmaya dahil oluyor .. Arabanın içindeler ve ışıklarda durduklarında Sevgi Soysal artık dayanamayarak daha öncesinde açtığı camın yanında yeter diye bağırınca olanlar oluyor.. Nasıl olur böyle bir şey diyenleriniz olacaktır .. Arabanın önünde durduğu yapı İsrail Konsolosluğu .. Böylelikle anarşist , vatan millet düşmanları listesine bir başka komunist gerilla eklemenin haklı gururu ile bayraklar göndere çekiliyor Ankara' da .. Sonrası bu kitapta yaşananlar .. Ben biliyorsunuz ki spoiler ile anlatımdan yana değilim .. Yine aynı yoldan gideceğiz .. Pek çok mihenk taşı ismi okuyacaksınız.. Behice Boranları , Sevim Onursalları, Oya Baydarları .. Tek suçu düşünmek olan insanların başından geçenleri.. E kardeşim düşünmeyelerdi dersen , düşünmeyip kendi taraflarına gelen bir mektupla komunist ilan edilen bir çete de söz konusu kitabın içinde .. Sevgi Soysal ' ın tabiri ile Sherlock Baki Tuğ' dan kaçar mı ?!! Ya kışlada eğitime çıkarılan askerlere TOMBUL MEMELİ KIZLAR marşı söyleten komutanlar !! =)) Neler var neler .. Az da yazarımızdan bahsedeyim .. Ama dönemi biraz daha iyi anlamanız açısından , aynı dönem cezalı yatan Uğur Mumcu' nun ağzından konuk olalım o cezaevine .. Bakın ne diyor Mumcu ... “Bahçeye çıktığınızda, cezaevini çeviren tankları ve tutuklulara çevrilmiş TOPLARI görürsünüz. Askeri araçlar üzerinde eli tetikli bekler nöbetçiler. Bir gün nöbetçi erin eli tetiği fazlaca sıkmış olacak ki, bahçede dolaşırken TOP ATEŞİ ile karşılaştık. Allahtan kimseye rastlamadı top mermileri. Kazayı ucuz atlattık hep birlikte." Uygulanan psikolojik baskıyı , dayak ve işkenceyi varın gelin siz hesap edin saygıdeğer çokomeller .. İnsanların askeri vesayet eliyle ve askeri savcılar nezaretinde nasıl sindirildiğini bir de bu açıdan düşünün .. Ben yine spoiler vermeden bir anısını aktaracağım sizlere Sevgi Soysal' ın..Bu kitapta yer almayan .. Kimdir Sevgi Soysal diyecekler de , lafını hiç esirgemeyen ve daima dik duran bu kadının ölçütünü şimdi okuyacağınız anısından alsınlar .. Mamak Cezaevi Komutanı Albay Mustafa Kemal Saldıraner ile -ki sonrasında general olmuştur - şu diyalogları yürü be KADIN dedirtiyor .. "Sevgi benden önce gelmişti tutukevine. Denizlere yataklıktan tutuklu Olca (Altınay), Sevgi ve ben sabahları erkenden kalkar, herkes uyurken yere serdiğimiz battaniyelerin üstünde spor yapar, bir helâ musluğuna takılan lastik boruyla duş almaya çalışırdık. Bizlerle konuşur, sıkıntılarımızı ve başımızdan geçenleri dinlerdi. Yatağında sürekli yazıp çizerdi… Bir bayram günü. Cezaevi müdürü Saldıraner hepimizi masanın etrafına toplamış, yemekten önce Kore’deki kahramanlık öyküsünü anlatıyor. Gazi olduğunu söylediğinde Sevgi “Komutanım nerenizden yaralandınız?” diye soruyor: “Saldıraner arkasını gösterince ikinci soru geliyor: “Yoksa kaçıyor muydunuz?”. Büyük bir sessizliğin ardından hışımla koğuşu terkediyor “Komutan”. Yemekten olmuştuk ama keyfimize diyecek yoktu! Cesur kadındı Sevgi." Tanıtımı burada bitirirken, bu anlatılan anıda yaşananların meclis kararıyla suçlu statüsünden çıkarılıp "ER" statüsüne geçirilen tutuklular ve üstleri arasında gerçekleştiğini de şuracığa not edeyim .. Bir başka deyişle bir er ile generalin diyaloğudur aslında yukarda okuduğunuz .. Öylesi bir kadın Sevgi Soysal .. Bira almak üzre huzurunuzdan çekilirken , kendisini bir kez daha saygı ile anıyorum .. Bak o kadar yazdık ! Daha okuyum mu diye sorma .. =)) Esen kalın , İŞSİZ kalın .. (Tuco Herrera)
Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu Sevgi Soysal'ın 12 Mart'tan sonra iki kez ağırlandığı askeri hapishanede yaşadıklarını yazdığı Anı -Günlük türünde çok güzel bir kitap. Koğuşta kimler yok ki TİP başkanı Behice Boran, Oya Baydar, Deniz Gezmiş'e yataklıktan tutuklanmış Sevim Onursal, 12 Mart'ın faşizan uygulamaları nedeniyle yaşları 17 ile 22 arasında değişen öğretmen okullarından toplanan kız öğrenciler, öğrencilerinin akıbetini öğrenmek için onların peşine düşen, henüz Dev -Genç davasından yargılanacağını bilmeyen okul müdiresi Naciye Hanım ve daha niceleri. Kitabı okurken çoğu zaman tutuklulara yapılanları okurken kızıp, üzülürken , zaman zaman Sevgi Soysal'ın o alaycı dili ile koğuşta meydana gelen olayları traji komik bir şekilde anlatması da yüzlerde bir tebessüm oluşturmuyor değil. Mesela koğuşa gizlice sokulan yün ve şişler ile bir örgü furyasıdır başlıyor. Sevgi Soysal'ın deyimiyle Yıldırım Olgunlaşma Enstitüsünün en başarılı öğrencisi Oya Baydar'ken, örgü ile bir türlü yıldızı barışmayan ise Behice Boran oluyor. Sevgi Soysal herkesin tanıdığı Mümtaz Soysal'ın eşi. Bu iki insanın hayatlarını birleştirdikleri yerde Mamak Cezaevi. 12 Mart sonrasında Sevgi Soysal Yıldırım Bölge'de yatarken aynı dönemde Mümtaz Soysal'da Mamak cezevinde yatıyor. 12 Mart'ın en bilindik uygulaması olan tahliyesi gelen tutuklunun yeni bir suçtan tutuklanması ise bana çok tanıdık gelen bir uygulama oldu. Kitap 12 Mart'la başlayan, Kızıldere'nin, Denizler'in idamınında içinde bulunduğu bir süreci anlatıyor. Yazar Selçuk Baran'ın 13 yaşındaki kızı Ayda bile bir süre Yıldırım Bölge'nin tutuklularından oluyor. Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu 1976 yılında Politika gazetesinde tefrika olarak yayınlandığında, gerçekçiliği ile Sevgi Soysal'ı 12 Mart'ın simge yazarlarından biri yaparken, o dönemi tüm çıplaklığıyla gözler önüne sererek okuyucu ile buluşturmuş. Faşizmin bütün nimetlerinden faydalanan otoriter rejimle, onlara sonuna kadar direnen devrimcilerin mücadelesini okurken bu ülkede hangi dönemde olursa olsun bedel ödeyenlere bir selam vermeden de geçmek olmaz. Benim ikinci okuyuşumdu Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu'nu. Daha ön Sevgi Soysal okumadıysanız bence tanışmak için iyi bir seçim olur. Keyifli okumalar. (Filiz)
İncelemeye başlamadan önce yazılan diğer incelemeleri okudum bir arkadaş şöyle tamamlamış incelemesini; "yakın tarihe meraklı olanların keyifle okuyacağı bir kitap" İnsanların 12 Mart faşizmi karşısında çektiklerini kim keyifle okuyabilir yutkunamadan ya da dolu gözlerle okunabilir evet ama keyifle asla. Sevgi Soysal sudan sebeblerle tutuklanır ve böylece tanışır 12 Mart ile.. dışarıda olanlar bilir ama sadece içeride olanlar tanır, biz biliyoruz onlar ise tanıyorlardı farkımız bu. Behice Boran, Oya Baydar, Sevim Onursal... ve nice kadınla paylaşır koğuş hayatını mizahını yansıtsa da acı bir gülümseme oluşturabilir sadece 12 Mart işkencelerini, hukuksuzluğunu Kadın yazarlar gözünden okudum daha önce lakin Sevgi Soysal siyasi bir tutukludan çok edebi bir tutuklu onun gözünden bu anılar daha derine işliyor içimize. Her şeye rağmen içeride devam eden kitap yazımı ve kitap çevirileri onun edebi tutkunluğa ne kadar bağlı olduğunu gösteriyor tutuklu olanların çoğu aydın kadınlar ülkemizde kadın olmanın zorluğundan daha zor bir şey varsa okumuş kadın olmaktır bana göre aydınlık saçacak kadınlar 12 Mart ile kadın bedeni üzerinden süren işkencelere maruz kaldı, askeri tutuklu oldu, mahkum eşi oldu, erkek egemenliğinde süregelen cahilliğin zulmü en çok kadınları etkiledi.. Kitabını şöyle tamamlıyor Sevgi Soysal: " Ben her şeyin bir bir yok olmasına o kadar çok alıştım ki. Ve her şeyin yeniden bir bir var olmasına o kadar alışacağım ki." (Adem Yüce)
Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu PDF indirme linki var mı?
Sevgi Soysal - Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Sevgi Soysal Kimdir?
Sevgi Soysal (d. 30 Eylül 1936, İstanbul - ö. 22 Kasım 1976, İstanbul) Türk yazar. Aslen Selanik'li mimar-bürokrat bir babayla Alman bir annenin altı çocuğundan üçüncüsü olarak büyüyen Sevgi Yenen, 1952'de Ankara Kız Lisesi'ni bitirdi. Bir süre Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nde Arkeoloji okudu.
1956 yılında şair ve çevirmen Özdemir Nutku ile evlendi, birlikte Almanya'ya gittiler. Göttingen Üniversitesi'nde arkeoloji ve tiyatro dersleri izledi. 1958'de Türkiye'ye döndü ve Korkut adını verdikleri bir oğlu oldu. 1960 ile 1961 tarihlerinde Ankara'da Alman Kültür Merkezi ve İrtibat Bürosu'nda ve Ankara Radyosu'nda çalıştı. Bu dönemde, toplum karşısında bireyin tedirginliğini öne çıkaran ''yeni gerçeklik'' akımından izler taşıyan öykü ve yazıları Dost, Yelken,Ataç, Yeditepe ve Değişim dergilerinde yayımlandı.
1961'de Ankara Meydan Sahnesi'nde Haldun Dormen'in yönettiği Zafer Madalyası adlı oyunda tek kadın rolünü oynadı. İlk öykü kitabı Tutkulu Perçem, 1962 yılında yayımlandı. Zafer Madalyası oyununda tanıştığı Başar Sabuncu ile 1965'te evlendi. Aynı yıl TRT'de program uzmanı olarak çalışmaya başladı. 1965-1969 yılları arasında Papirüs ve Yeni Dergi'de öyküleri yayımlandı. Bu arada tezini vererek arkeoloji diplomasını aldı. Teyzesi Rosel'in kişiliğinden yola çıkarak, birbirine bağlı öykülerden oluşan Tante Rosa'yı yazdı. Kadın-erkek ilişkisi ve evlilik temasını işlediği ilk romanı Yürümek'le TRT Sanat Ödülleri Yarışması Başarı Ödülü'nü kazandı.
12 Mart dönemi, Sevgi Soysal'ın hayatı ve yazarlığı üzerinde derin izler bırakan bir dönem oldu. Yürümek, müstehcenlik gerekçesiyle toplatıldı ve Sevgi Soysal, kısa bir tutukluluk ardından TRT'den ayrılmak zorunda kaldı. Anayasa profesörü Mümtaz Soysal'la, Soysal'ın komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle tutuklu kaldığı Mamak Cezaevi'nde evlendi. Siyasal nedenlerle tekrar tutuklandı ve sekiz ay Yıldırım Bölge'de, iki buçuk ay da sürgüne gönderildiği Adana'da kaldı. Cezaevinde yazdığı Yenişehir'de Bir Öğle Vakti adlı romanıyla 1974 yılında Orhan Kemal Roman Armağanı'nı kazandı. Kızları Defne Aralık 1973'te, Funda ise Mart 1975'te doğdu. Adana'da sürgünde bulunan bir kadının başından geçen olaylar etrafında 12 Mart'ı eleştirdiği romanı Şafak, 1975'te yayımlandı. Bu dönemde Anka Haber Ajansı ve Sosyalist Kültür Derneği'nin kuruluşunda rol aldı. Politika gazetesinde tefrika edilen cezaevi anıları Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu başlığıyla kitaplaştırıldı (1976).
Yakalandığı kanser hastalığı nedeniyle 1975 sonbaharında bir göğsü alındı. Hastalık izlenimlerini ve 12 Mart sonrası değişimi anlatan öykülerini topladığı Barış Adlı Çocuk, 1976'da yayımlandı. Eylül 1976'da bir ameliyat daha geçirdi ve tedavi için eşiyle birlikte Londra'ya gitti. Üzerinde çalıştığı son romanı Hoşgeldin Ölüm'ü tamamlayamadan 22 Kasım 1976'da İstanbul'da 40 yaşında öldü. Yeni Ortam ve Politika gazetelerine yazdığı yazılar, Bakmak (1977) adlı kitapta toplandı.
Sevgi Soysal Kitapları - Eserleri
- Tante Rosa
- Yenişehir'de Bir Öğle Vakti
- Yürümek
- Şafak
- Tutkulu Perçem
- Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu
- Barış Adlı Çocuk
- Hoş Geldin Ölüm - Tutkulu Perçem
- Bakmak
- Radyo Konuşmaları - Hoş Geldin Ölüm
- Venüslü Kadınların Serüvenleri
- Türkiye'nin Kalbi, Kabul Günleri
- Tekliğin Türküsü
Sevgi Soysal Alıntıları - Sözleri
- Kim aynadaki görüntüsünü usanmadan seyredebilir? Kim kendi sesini dinleyebilir saatlerce çıldırmadan? (Yürümek)
- Boş verin be analar! Erkeklik sizde kalsın. Varsın, devleti ve milleti ve esir Türkler'i ve de dünya Türklüğu'nü korumakla meşgul büyük erkeklerimiz sizleri ellerinin tersiyle geri çevirsinler. Varsın büyükelçilere, resepsiyonlara, dünyanın önemli erkeklerine açıladuran salonlar, sizin dertlerinizi dinlemeye gelince kapanadursun. Varsın basınından parlamentosuna, işçi sendikalarından hükümetine, çok erkek bir toplum çocuklarınızın can güvenligine yan çizerken, sizler tek başınıza, her şeyi göze alarak, çocuklarınız için, yalnız kendi çocuklarınız değil, bu yurdun kıyıma terk edilmiş bütün gençleri için kendinizi siper ededurun. Cesaret sizin, yigitlik sizin. Siz doğumu bilirsiniz, kimi erkekler bir burun kanamasına yataklara düşerken, doğumu bilen siz analar, hayatı da bilirsiniz. Onun için varın; erkekliği ocak ve hayat söndürmeye, zürriyetsizliğe, iyi, güzel ve umut olan ne varsa yok etmeye dönüştürenlerin, canlarınızın canını almaya kalkanların, doğanın en haklı savaşıyla üstlerine üstlerine varın! (Bakmak)
- Biz terbiye gördük. Nasılsın, denince, iyiyim dememiz bundan. (Barış Adlı Çocuk)
- Yeni yılı kutluyorlar... Niçin kutlamasınlar yeni yılı, en az eskisi kadar rahat geçirmeyi garantiye aldılarsa? (Türkiye'nin Kalbi, Kabul Günleri)
- Ama vergi yolsuzluğunu mu kurcaladın, hemen soy sop ve kan, kafa ve de tas denetçilerinin hışmına uğrarsın. "Sizi Türk olmayanlar sizi kanı bozuklar sizi." (Bakmak)
- Ama olamaz. Eğer ölüm varsa, daha güzel bir hayatın, daha uygar insanların, daha insanca kuracakları bir hayatın gereği için var. Yoksa ölüm, insanlar arasındaki kavgayı, bir insan ömrü içinde aşamadıkları sevgisizliği, çirkinliği daha kötü bir dünyaya aktarmak isteyenler için değildir. (Radyo Konuşmaları - Hoş Geldin Ölüm)
- “Emir demiri, ticaret ve kâr emiri keser” diyen kimdi? Behice Hanım mıydı? Hatırlamıyorum. (Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu)
- Ben her şeyin bir bir yok olmasına o kadar çok alıştım ki. Ve her şeyin yeniden bir bir var olmasına o kadar alışığım ki. (Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu)
- Benim seçtiğim tutukluluk, yine de özgürlük demektir. Ötekini ortadan kaldırmayan, ama benim düşünceme göre ötekini içeren bir özgürlüktür (Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu)
- Bir soluk almaya gelmiştim buraya. İçimde, bir köşemde gizli bir soluğu almaya. (Tutkulu Perçem)
- Güzel şeyler dar yerlere sığmaz. İnsanların mutluluğu gibi. (Şafak)
- Sokağa çıkılmaz oldu artık. Her yerde haksızlık. Her yerde edepsizlik. (Yenişehir'de Bir Öğle Vakti)
- Bilip unuttuğu en kurtarıcı, en iyi edici sese döndü. Sese sarıldı, sesle örttü çıplaklığını. (Yürümek)
- "Yıkanık suyum benim. Evreni senden görmek istiyorum. O zaman gördüğüm evren değil sensin çünkü, yalnızca sen, sen sen!" (Yürümek)
- Tarafsız radyo; yayın yaptığı ülkenin sorunlarına, gerçeklerine, faydasına yönelen, sorunların çözümü ve toplumun faydası tarafında olan; bu görevi bilimsel ve bilinçli bir tarafsızlıkla gerçekleştiren radyodur. (Venüslü Kadınların Serüvenleri)
- 1. Erkek: O günlerden bu yana avlarımızı sapan yerine okla vurmayı, mağaralarda değil kulübelerde oturmayı, avlanmadığımız eti ısıtıp yemeyi, karanlık gecelerde ateş yakmayı öğrendik. 1. Kadın: Bizleri saymayı öğrenemediniz ama. (Venüslü Kadınların Serüvenleri)
- Gün batımlarını sevmem. Güneş bütün görkemiyle üstüme abanıyormuşçasına ezilir içim. Güneşin batışıyla birlikte içimin de kararması gerekirmiş gibi kasvetlenirim. Aydınlıkla karanlık arasındaki bu geçiş dönemi boyunca sürer bu kasvet. Açıklık yerde, güneş batarken toprağa kavuşuyormuş gibi görünür, oysa yoktur böyle bir kavuşma, güneş o bize kavuşma noktası gibi görünen yerde de, en az bizim olduğumuz yerdeki kadar uzaktadır, belki budur çoğu kişiye yalnızlık duygusu veren. (Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu)
- İkinci Dünya Savaşı'ndan sakat olarak dönüp genç yaşta ölen büyük Alman yazarı Wolfgang Borchert boşuna mı sesleniyordu analara: "Hayır deyin analar, bir gün çocuklarınızı savaşa sürmek isteyenlere hayır deyin!" (Radyo Konuşmaları - Hoş Geldin Ölüm)
- "Ne güzel suçluyuz biz hepimiz." (Tutkulu Perçem)
- Bir güneş batımı gelirdi sonra. Bir güneş batımı vardı bu kentin, yalnızlığımı kalabalıklardan alır, geri verirdi. (Tutkulu Perçem)