Yol Türküleri - Ahmet Turan Alkan Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Yol Türküleri kimin eseri? Yol Türküleri kitabının yazarı kimdir? Yol Türküleri konusu ve anafikri nedir? Yol Türküleri kitabı ne anlatıyor? Yol Türküleri PDF indirme linki var mı? Yol Türküleri kitabının yazarı Ahmet Turan Alkan kimdir? İşte Yol Türküleri kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Ahmet Turan Alkan
Yayın Evi: Ötüken Neşriyat
İSBN: 9789754373196
Sayfa Sayısı: 387
Yol Türküleri Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
“Ayının kırk türküsü vardır ve hepsi de armuda dairdir” sözünü ironiyle hatırlatıyor yazar. Yolda gördüklerimiz yeni resimler halinde birbiri ardı sıra değişse bile yolcunun gözleri aynıdır ve hepsini aynı menşurdan geçirerek anlamlandırır. Yol Türküleri az çok eklektik bir görüntü taşıyor. İçerisinde yazarına keyiften damak şaklattıran yazılar da var, artık millî sporlarımız arasında yer alması gereken memleket kurtarma yazıları da.
Yol Türküleri Alıntıları - Sözleri
- Mahalle, şehri tarif eden gözle görülür ve manidar bir bütünlüktü; mahallenin nevi şahsına münhasır bir şahsiyeti, yani hudutları, namusu, şöhreti, kontrol ve denetim cihazları vardı.Sokak,şehir trafiğinin devamı olarak tanıdık tanımadık herkese açık bir seyrüsefer sahası değil, mahalle mahremiyetine dair yarı kapalı bir alanda ve bu yarı kapalı alanda çocuklar, gençler, kadınlar, yaşlılar, maluller ve hatta evcil hayvanlar korunması gereken varlıklar zümresindeydi.Şehrin uzvi bütünlüğü, masa başında düşünmeye alışkın modern mimarların cetvelleriyle değil, uzviyetin ihtiyaçlarıyla belirlenmişti.Ortaçağ şehirleri tabiatla mücadele eden değil, onunla birlikte yaşayan bir zihniyetin eseriydi.Şehrin yeşil dokusundan hırsızlayarak arsa üretmek gibi akıllara ziyan bir icat henüz bulunmamıştı.Plastiğin, alüminyumun, petrol türevlerinin ve emsali kalleşliklerin gündelik hayatı henüz tahrib edemediği bir sahicilik hakimdi atmosfere ; hava egzos gazı ve mazot yanığı yerine - siz bilemediniz - hayvan gübresi, toprak ve meşe kömürü kokar, şehrin üstünden geçen rüzgar kafileleri çirkin apartman blokları arasında sıkışarak başdönmesine uğramak yerine, kırmızı kiremitli bacalardan selam alarak, yeşil kavşakların uç dallarına nermin bûseler bırakarak efilder dururdu.
- Bağrımıza bastığımız onlarca kitaptan kaçı hakiki manada birer can ve ruh yoldaşı olabilecektir?Kütüphanelerimiz "lazım olur" endişesiyle edindiğimiz ama bir vakit sonra " ne zaman ve nasıl" lazım olacağı hakkında üstüne bir fikir bile iliştiremediğimiz sessiz şehadetlerle dolu.Onların hepside aslında "başkalarının defteri", başkalarının kanaatleri ve başkalarının şehadetleri.Onlar karşısında biz, çoğu kere öfke, takdir, hayranlık, tenkit ve saygı dışında manevra sahası olmayan tüketicileriz. Ve içinde kendimizi bulabileceğimiz ne kadar az kitap var ; can ve ruh yoldaşı diye yüreğimize koyduğumuz kitaplar, onu bizzat kaleme almak iktidarında olmasak bile bizim fikri varlığımızı tarif eden ve uzviyetimize ait olan bir şahsiyet unsuru. Başkalarının defterini karıştırmak meraklı bir serüven ; üçüncü şahısların fikir hayatına misafir olmak leziz ; kitaplarda başka ruhların ilmeklerini çözmek heyecanlı.Peki siz bu alışverişin neresinde duruyorsunuz, alışveriş eksik tabir ; sadece alıyorsunuz ve zihin nemalarınız, aslında ne olduğunu ve nasıl kullanılacağını tam bilemediğimiz "genel kültür" denilen dipsiz ambarın dibinde belirsiz tortular bırakmaktan başka hangi işe yarıyor? Peki sizin defteriniz nerede?
- Tanrı, insanları ölümlü kılmakla aslında onların Tanrılaşma içgüdülerine kesin ve nihai bir set çekmiştir.Ölümsüzlüğü başaramayan insan, Tanrı gibi olabilmek uğruna elinden geleni ardına koymadıktan sonra bir yerde yelkenleri indiriverecektir.Diri kalmak için hayata bütün tırnaklarını geçirdikten sonra, bazen ölümlü olduğunu bile kabullenecek zaman bulamadan ölür ; böyle ölümler dramatiktir.İnsanın dramı, ölümsüzlük arzusunu besleyecek kadar verimli bir balçıktan yaratılmış olmasına rağmen, ölmemeyi başaramayacak kadar güçsüz oluşundan doğuyor ; bu hakikatin farkedilmemesi ise faciadır ; nam-ı diğer trajedi!
- Yaşayan herkesin ölümlü olması kadar tartışmaya değmeyecek başka hangi varsayım gösterilebilir? İnsanların doğuştan kazanılmış eşit haklara sahip olması bir temenniden ibaret kalırken, dünya nimetlerini eşit olmayan hisselerle paylaşan onca insanın ölümde eşitlenivermesi size de garip ve hattâ "hileli" görünmüyor mu? Ölümdeki eşitliğin aslında haksızlık olduğu kanaatini besleyenlerin sayısı hiç de az değildir
- Ezeli ve ebedi aşkın mektebinde okuyanlara göre ölüm, "uykudan uyanmak gibidir", uyanmak ne kadar fena ve ızdırap verici ise, ölmek de öyledir ; hakikatle yüz yüze gelmek, bir başka nokta-i nazardan aşıkın maşukuna kavuşmasıdır.Mevlana "Şeb-i Arus'tan" bahsediyor ; düğün gecesi. Siz pekâlâ, "bu metafizikçiler de işin latifesinde ;biz burada öleceğimizi bilmenin asap bozucu beklentisi içinde soğuk terler dökerken adamlar neredeyse damat traşı olmanın faziletinden bahsediyorlar" şeklinde düşünebilirsiniz.
- Tek şeritli rampalarda takviye vitesine ahlaya- puflaya yokuş sararken kervanbaşı eşeğini takip eden deve kervanları gibi arkada konvoy nizamına geçen atik ve kıvrak otomobillerin aceleci sürücüleri dille diş arasında homurdanırken, direksiyon koltuğunda bir Budha dervişi gibi sakin ve aheste oturan kamyon şoförünün ne hissettiği nereden bilinebilir? O hep sollanan adamdır çünkü un taşır, kömür, kereste, çimento, kum taşır.Anadolu'nun dört köşesinde gündelik hayat aynı ayrıntıları, aynı nimetleri ve aynı kahırları kamyon şöforlerinin yüzü suyu hürmetine sıradanlaşmıştır.
- Okurun, yazarın ve düşünürün nadirattan sayıldığı ülkemizde, bu üç vasfı hakkıyla nefsinde toplamış insan sayısı, bir elin parmaklarıyla sayılabilir.Düşünce hayatımızın manivelaları medyanın tahakkümü ve tekeli altında.Bundan hoşnut olmamız gerekmiyor ; medya düşünceye iltifat etmiyor ; düşünceyi gereksiz bir eylem haline getiriyor.Okuyucu ve seyirci dalkavukluğunun çiğ bir popülizm halini alması, aslında son derece önemli ve değerli "basitleştirme ve anlaşılır kılma" prensibinin pratikte "sıradanlaşma ve avamileşme"sine yol açtı.Düşüncenin en etkili etkileşme ve yayılma platformu olan kitap, gündelik hayattan düştü.Fikir mahsulü kitaplar, ülkemizde hala ortalama üçbin adet (şimdi ikibin) basılıyor ki, bu yirmibin kişiye bir kitap düştüğü sonucunu verir
- Arkadaşını köye gezmeye götüren Torunu aslen Laz olan ve o güne dek köy dışına pek çıkmamış olan ninesine küçük bir hatırlatmada bulunmuş - Nineciğim arkadaşım Laz değil Türktür haberin olsun Nine : olsun yavrum ne yapalım: o da bir insancuktur
- Yol arkadaşı mühim : türkülerin sağanak olup içinizde fırtınalarla geçtiği demlerde refakatçinizin bir "tuzluk" ciddiyetiyle kollarını göğsünde kavuşturup tam bir münasebetsiz Mehmet Efendi soğukluğuyla "yahu bırak şu şarkıyı türküyü ciddi şeylerden bahsedelim" gibisinden âhenksizlikler etmesi dayanılır şey midir? Yol arkadaşınız icabında tek başına lastik değiştirip, elinde bidonla on kilometre ilerdeki benzinliğe piyadelik etmeye yüksünmeyecek derecede tekellüfsüz, lokantada hesabı ödemek uğruna sizinle boğazlaşmaktan çekinmeyecek kadar ağa tabiatlı ve ömründe hiç türkü söylememiş olsa bile gerektiğinde yüreğinin sesine rahat komutu verebilecek kertede ehli dil olmalı ki yolculuk "hiç bitmese" dedirtecek bir serüven güzelliğine bürünebilsin
- Yusuf'un köle pazarında mezada çıkarıldığında alıcılar arasında sıraya giren bir acûzeye sordular.- Ey acuze, sepetinde bir kaç tutam paçavradan başka bir şey yok iken hangi cür'etle Yusuf gibi bir güzele müşteri olabiliyorsun? O da dedi ki, - Biliyorum ama bilinsin ki, ben de Yusuf güzelliğini farketmiş olanlardan biriyim!
Yol Türküleri İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Yol Türküleri PDF indirme linki var mı?
Ahmet Turan Alkan - Yol Türküleri kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Yol Türküleri PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Ahmet Turan Alkan Kimdir?
Ahmet Turan Alkan, 1954 yılında Sivasta doğdu; İlk, orta ve lise eğitimi bu şehirde tamamladıktan sonra 1972 yılında A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesine girdi; bu fakültenin Siyaset ve İdare bölümünden 1977 yılında mezun oldu.
İlk köşe yazısını 1974 yılında, Sivasta çıkan mahalli Anadolu gazetesinde yayınladı. Sivas Ülkü Ocakları Derneği tarafından dört sayı yayınlanan Pusat isimli bülten-dergiye emeği geçti; 1976-77 tarihleri arasında Fedai adlı haftalık dergiyi yönetti ve yayınladı.O yıllarda öğrenci olaylarının yoğunluğu sebebiyle fakülteye devamda zorluklarla karşılaşınca Sivasta yeniden yayınlanmaya başlayan Hadiselerle Hakikat gazetesinin yazı işleri müdürü olarak çalışmaya başladı; bu gazetede, sadece yazı işlerinde değil, bir gazetenin ve matbaanın gerektirdiği hemen her işte bilfiil tecrübe edindi. 1978 Yılında Ankarada yayınlanan Hasret ve Genç Arkadaş dergilerine kısa süre katkıda bulundu.
Mezun olduktan sonra Sivasa dönen yazar, Hakikat gazetesinde kadrolu fikir işçisi olarak iki yıl kadar çalıştıktan sonra 1980de askerlik hizmeti için Tatvana gitti. 1982 başında askerliğini tamamlayarak Sivasta bir muhasebe bürosunda üç yıl çalıştıktan sonra 1985 yılında Cumhuriyet Üniversitesine göreve başladı. Yüksek Lisans ve Doktorasının tamamlayarak İİBF Kamu Yönetimi bölümünee öğretim üyesi atandı.
1989 Yılında düzenli olarak başladığı yazarlık hayatı süresince muhtelif gazete ve dergilerde denemeleri yayınlandı; 19 basılı eseri bulunan yazar, halen Zaman Gazetesinde ve Aksiyon dergisinde yazı hayatına devam ediyor.
2008 yılında Cumhuriyet Üniversitesinden emekli olarak akademik kariyerini noktalayan Ahmet Turan Alkan, aynı yıl İstanbul Üsküdar semtine taşındı.
Ahmet Turan Alkan Kitapları - Eserleri
- Altıncı Şehir
- Üç Noktanın Söylediği
- Yatağına Kırgın Irmaklar
- Ateş Tecrübeleri
- Kurşunkalem Yazıları
- Biz Böyle Güzeliz
- Gemilerde Talim Var
- Yol Türküleri
- Kalem İşleri
- Neşeli Kitap
- Meşk Olsun
- Konuş Ki Görebileyim
- İstiklal Mahkemeleri Ve Sivas'ta Şapka İnkılabı Duruşmaları
- Tartışmacı Arkadaşlara Başarılar Dilerim
- Hac Günlüğü
- Ubeydullah Efendi`nin Amerika Hâtıraları
- Ziya Nur
- 2. Meşrutiyet Devrinde Ordu Ve Siyaset
- Sıra Dışı Bir Jöntürk
- Doğu ve Batı Karşısında Cemil Meriç
- Sivas'ın Resmi
Ahmet Turan Alkan Alıntıları - Sözleri
- Yol arkadaşı mühim : türkülerin sağanak olup içinizde fırtınalarla geçtiği demlerde refakatçinizin bir "tuzluk" ciddiyetiyle kollarını göğsünde kavuşturup tam bir münasebetsiz Mehmet Efendi soğukluğuyla "yahu bırak şu şarkıyı türküyü ciddi şeylerden bahsedelim" gibisinden âhenksizlikler etmesi dayanılır şey midir? Yol arkadaşınız icabında tek başına lastik değiştirip, elinde bidonla on kilometre ilerdeki benzinliğe piyadelik etmeye yüksünmeyecek derecede tekellüfsüz, lokantada hesabı ödemek uğruna sizinle boğazlaşmaktan çekinmeyecek kadar ağa tabiatlı ve ömründe hiç türkü söylememiş olsa bile gerektiğinde yüreğinin sesine rahat komutu verebilecek kertede ehli dil olmalı ki yolculuk "hiç bitmese" dedirtecek bir serüven güzelliğine bürünebilsin (Yol Türküleri)
- Mesela son elli yıl içinde kaç hac ilahisi bestelenmiş, bu hususta kaç şiir, kaç seyehatname kaleme alınmıştır? Okumadığımız doğru ;lakin okunmaya seza kaç eser var bu konuda ; bir elin parmaklarını geçmez! Dini kültür ve edebiyatın nasıl bir kısır döngü içinde kaldığını buralarda farketmek doğrusu çok şaşırtıcı.Dinin kültüre akseden kısmını yeniden üretmek ve zenginleştirmek meselesinde hala ecdadın öğüttüğü ile iktifa ediyoruz.Hac çapında muazzam bir hadisenin sanatkarlara niçin taze ilhamlar vermediği tahkike değer bir sual! (Hac Günlüğü)
- Herkesin bildiği gibi (radyonun) ipi(ni) televizyon denen gâvur icadı çekti. Cümleten büyülenmiştik. Eski radyoların üstündeki ince danteller, bir gün içinde televizyonun tepesine konduruldu ve radyolar kilere, çatı arasına, depoya ve hatta mahzene kaldırıldı. Neyse ki radyonun duyguları yoktu, bu ihanete dayanamazlardı zira. (Altıncı Şehir)
- ‘’Türk’’ kelimesinin telaffuzundan bizler kadar heyecan duymayan, aksine köşelere itildiğini hisseden insanlara, ‘’yok, aslında sen farkında değilsin, bal gibi Türk’sün’’ nutkunu çekmekten artık vazgeçmiş görünüyoruz. Ama bu insanlara yeryüzünde huzur içinde yaşayabilecekleri tek coğrafyanın yine Türkiye olduğu gerçeğini yeterince anlatabildiğimiz inancında değilim. Türkiye, bu topraklar üzerinde yaşamaktan hoşnut olan ve Türkiye’ye ‘’vatanım’’ nazarıyla bakan herkesin vatanıdır ve öyle kalmalıdır. Bu gerçeği kabul etmek, hem asgarî, hem de azamî müşterektir. Müstakil devlet, federatif yapı, etnik siyasal parti gibi ‘’ekstra’’ talepler, bu itidal noktasından sonra artık sû-i niyet (kötü niyet) işareti sayılmalıdır. (Ateş Tecrübeleri)
- Mescidler yayvan taş minâreli, oluklu kiremit çatılı, dışı tatlı kireç sıvalı kalın ahşap duvarlı tipik bir küçük mahalle mescidi; hâni o mahallenin nabzını tutan ve kalbgâhını teşkil eden mütevazı ama çok mühim "şehir" unsurlarından biri. Osmanlı Avrupasında İslâm'ın yayılmasını araştıran bir müellif de o kanaattedir; "Osmanlı Avrupası'nda İslâm'ın halk içinde nüfuz kazanmasının sebebi, âbidevî, yüksek, mutantan ve gösterişli büyük câmiler değil, mahalle aralarında her köşebaşına kolaylıkla inşâ ediliveren mütevazı, şirin ve herbiri İslâm'ın övdüğü ihlâs ve samimiyeti bünyesinde tecessüm ettiren küçük mescidler oldu." (Kalem İşleri)
- Eski, "ölçülmüş, tartışılmış ve hakkında hüküm verilmiş" bir alandır. (Üç Noktanın Söylediği)
- Belki işin bütün lezzeti de orada saklıdır; en güzel şeyler henüz yazılmamış, en sıcak çehrelerin resmi henüz çekilmemiş, en leziz hâtıralar henüz hâfızanın bulanık girdabından kurtulamamıştır. Neyse ki öyledir! (Altıncı Şehir)
- Müslümanlar niçin böyle? diye düşündüğünüzde aklınıza gelen her sualin cevabı Haram avlularında ete kemiğe bürünmüştür. : Kavmiyetçilik zihniyetinin kaba ve örseleyici görüntüleri, başkalarının hukukuna riayetsizlik, cennete tek başına gitmek aceleciliği, toplu halde hareket etmek gerektiği zaman şahsi hürriyetlerden fedakarlıkta bulunmama dürtüsü, buna mukabil küçük topluluk dayanışmasının kazandırdığı geçici ve değersiz güven hissi vb.. İşte hepsi bir arada göründüğünde, " evet, şimdi anlıyorum" dedirtiyor insana. (Hac Günlüğü)
- Arkadaşını köye gezmeye götüren Torunu aslen Laz olan ve o güne dek köy dışına pek çıkmamış olan ninesine küçük bir hatırlatmada bulunmuş - Nineciğim arkadaşım Laz değil Türktür haberin olsun Nine : olsun yavrum ne yapalım: o da bir insancuktur (Yol Türküleri)
- Neredeyse bir ay süren uzun gözlemler neticesinde, mangal başında mukavva parçasıyla duman yelleyen bir insanımızın varoluşunun en yüksek felsefi noktasına çıktığını hayrete farketmiş bulunuyorum.Nirvana cinsinden bir vecd ve kemal hali bu.Ruhunun bütün fakülyeleriyle önündeki mangalın ateşine yoğunlaşarak ızgarada tavuk kanadı çevirip duran bir erkeğin vaziyeti onun tarih ve toplum içindeki misyonunu timsalleştiriyor gibidir sanki.Havada meşe kömürü isiyle karışık ağır bir et kokusu vardır sanki.Mangal taburesinde Rodin'in 'Düşünen Adam"heykelini andıran bir vakarla oturan adam, sol eliyle ateşi yelpazeleyip sağ elindeki maşayla köfteyi vs. bir ustalıkla çevirip, uygun gördüğü zamanlarda "mangalcı hakkından" bilistifade en nefis parçaları atıştırırken bana hep, bir torba dolusu yetim çocukla bir başına kalmış fedakar ve genç bir dul annenin, evlatlarının üzerine kanat germiş esirgeyici halini hatırlatmaktadır (Biz Böyle Güzeliz)
- Olsa olsa yıldızlarını çoktan söndürmüş bir gecede, seher yelinin keskin dağ yamaçlarına haykırdığı bir bozlağı andırır bu hikaye.Sesi, geceyi, rüzgarı ve gökyüzünü yırtarak yayılan bir bozlak ; kelimelerini arayan bir çığlık, kadrajını bulamamış bir enerji fırtınası, henüz neyle ifade edileceği bilinmeyen bir halet. Onların hikayesi henüz bitmedi "Yağmur yağarken kimin ağladığı, kimin güldüğü belli olmaz" diyen Frenk haklı ; hükmü evvela tarihin vicdanı verecek, sonra da "Hesap günü" nün sahibi! (Yatağına Kırgın Irmaklar)
- Üniversite ve Adliye bir memlekette bizzat "hakikat" in tecelli merciidir diyebiliriz.Hakikat ve adalet hissi zayıflatılırsa onun üstünde bina durmaz.Dünya edebiyatının bütün "siyasetname" leri aynı nükteyi tekrarlıyor. (Tartışmacı Arkadaşlara Başarılar Dilerim)
- Ermeniler ve Rumlar eskiden bizim için "öteki," diye tabir edilen farklı unsurların yakın, munis ve komşu numuneleri idi.1. Cihan Harbi bu milli unsurlara hitaben 'evli evine köylü köyüne' çağrısında bulunan bir kabalığın eaeriydi.Batılılılar hastalanınca bizim gibiler de onların ilaçlarını içmek zorunda kaldılar.Harbi başlatırken bize sormak gereğini hissetmediler, hatta harbe iştirak etme konusunda bile fikrimizi almak luzümunu hissetmediler, böylece sürüklendiğimiz bir melhame-i kübra da kazanma ihtimalimiz yoktu.İlk kim başlattı sualinin çengeline takılmadan söylemek lazım gelirse neticede siz memleketinizden oldunuz, biz komşularımızdan.Kötü oldu Sebuh usta. (Meşk Olsun)
- Keşke tarih literatürümüzde, seviyeli polemiklere daha sıkça rastlayabilseydik. Keşke, daha anlayıcı ve yapıcı bir dikkatle tenkide eyle bilsek ve tenkide tahammül edebilseydik. Sade tarihte değil, hayatın her yönünde tenkidi ya hasımlık ya da takdirkârlık olarak algılamamız; Şerif Mardin'in tespiti ile felsefeye ihtiyaç duymadan geçirdiğimiz uzun yılların tortusuzluğu mudur? Keşke tarih eğitiminde tarih usulü ve tarih felsefesine bugün olduğundan daha ziyade ağırlık verebilseydik. Keşke öğrencilerimizi, büyük tarihçilerin eserleriyle daha sıkça ve daha elverişli şartlarda yüz yüze getirebilseydik. Keşke tarih bizim için bir hesaplaşma ve inanç alanı olmasaydı. (Ateş Tecrübeleri)
- Sakarya nehri kıyılarında cereyan eden 22 günlük cephe harbinden sonra (23 Ağustos-13 Eylül 1921), Yunan ordusunun artık taarruzî bir harekât yapamayacağı açıkça belli olmuş ve bu durum, cephe gerisinde asayiş ve düzenin yeniden kurulmasını oldukça kolaylaştırmıştı. (İstiklal Mahkemeleri Ve Sivas'ta Şapka İnkılabı Duruşmaları)
- İşte onun içindir ki, bu kabil pop gevezeliklerini, dinleyende hiçbir kültür birikimi talep etmeyen gelgeç yarışmaları ciddiye almıyoruz efendim. Zor beğeniyoruz, takdirimizi zabtedemeyecek derecede sanatını iyi icra eden bir genç musikişinas için bile alkışlarımızı kalbimize gömüp "eh fena değil işte ; istidat var bu çocukta" diyoruz.Birilerine değer atfederken mihenk taşı olarak kendi klasiklerimize müracaat ediyoruz.Göz göre göre patlamış mısırı fıstıklı baklavaya, ayçiçeği çekirdeğini badem ezmesine, hamburgeri kuzu kapamaya tercih etmiyoruz; ele geçmez ise de hatırası ile telezzüz ediyoruz (Biz Böyle Güzeliz)
- Kul olan cihan beylerine eğmedi baş Başka sultanı-ı cihănız gör'e kimin kuluyuz Hayretî (Yatağına Kırgın Irmaklar)
- Anlamıyor musunuz; insanla insan arsındaki mesafe göz menzili, insanla kelime arasındaki mesafe söz menziliydi. (Üç Noktanın Söylediği)
- Onlar ki henüz şiire, romana, hikayeye, musikiye, resime, sinemaya, hasılı muhayyile sancısının o şahane dikkatine takılmadan gençliklerini tüketip sinn-i kemalin gıcırdayan basamaklarına terfi ettiler.Belî, artık genç değiller, kırışmış alın çizgileri, ağaran şakakları, dökülen saçları.Aslında hiç genç olmamışlardı, "gençlik" hallerinden ancak bir pir-i faniye yaraşan feragat ve istiğna hissiyle vazgeçmiş, taşıyabileceklerini bir an bile düşünmeksizin ellerini değil yüreklerini "taş" ın altına koymuşlardı. ; çoğu o yükün altında ezildi, coğu mecruh, coğu mahpus kaldı ama hiç mahkum olmadılar.Öğretilmemiş, tevarüs edilmiş bir asaletin emriyle, găhi keder, găhi sabır, găhi ecel şerbeti içtiler de bir dem olsun kan tükürmediler. MÜTHİŞ ÇOCUKLARDI BE! 103 (Yatağına Kırgın Irmaklar)
- Benim maarif hususundaki fikrim hiç kimseye benzemez. Ben bir memlekette tamim-i maarif, maarif nezareti olmamakla olur fikrindeyim. Çünkü maarif ekmek peynir gibi havayic-i zaruriyedendir. Hiçbir yerde ekmek nezareti var mı? (Ubeydullah Efendi`nin Amerika Hâtıraları)