Zoraki Diplomat - Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Zoraki Diplomat kimin eseri? Zoraki Diplomat kitabının yazarı kimdir? Zoraki Diplomat konusu ve anafikri nedir? Zoraki Diplomat kitabı ne anlatıyor? Zoraki Diplomat kitabının yazarı Yakup Kadri Karaosmanoğlu kimdir? İşte Zoraki Diplomat kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Yayın Evi: İletişim Yayınları
İSBN: 9754704341
Sayfa Sayısı: 425
Zoraki Diplomat Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Türk toplumunun son yüzyılda geçirdiği tarihi aşamaları yaşayan, siyasi dönüşümlerin yakın tanığı, yeni devletin oluşumuna katılmış bir yazarın gözlem ve izlenimleri. İstemeden diplomat yapılan ve diplomatlığı isteksizce sürdüren Yakup Kadri'nin 1934'de Tiran'da başlayıp 1954'te Bern'de noktalanan elçilik günleri.
Zoraki Diplomat Alıntıları - Sözleri
- “Atatürk’ün ölümüyle yalnız siz Türkler değil, hepimiz büyük bir adam kaybetmiş oluyoruz. O, tarihte eşine pek az rastgelinen millet kurtarıcılarından ve devlet kurucularındandı.”
- ''Arnavut vatanseverleri, silaha sarılıp Osmanlı ordusunun merkezi kuvvetlerini arkadan vurmasaydı, Balkan harbi Türklerin zaferiyle neticelenebilirdi.''
- “Çin elçiliğine davetli idim. Sofradaki yerim tam ev sahibi madamın yanı başı. Simsiyah bir çorba getirdiler. Elçinin karısı, bana doğru iğilip, ‘Milli bir çin çorbasıdır bu,’ dedi. ‘Neden yapılır?’ diye sordum. ‘Böcek kurularından,’ cevabını verdi. Ağzıma götürdüğüm kaşık, az kalsın, elimden düşecekti.”
- ''Atatürk, yaratılışta sıkılgan denilecek kadar nazik bir insandı.''
- ''Atatürk, doğrudan doğruya kendi şahsına yapılan tecavüzler karşısında dahi, hiçbir hiddet ve şiddet emaresi göstermeksizin kendini, daima bu sükunet zırhı içinden müdafaa etmiştir.''
- “Bu millet bir koyun sürüsü gibi kaç defa kurtlara teslim edildi. Avrupa’nın rahatı yoluna kaç defa kurban taşlarına yatırıldı ve hâlâ ne kurtlar doymak biliyor, ne de Avrupa kurtulmuştur.”
- Bu da İsviçreli’nim bir başka tarafını, eli sıkılığını gösterir. Fakat, hemen söylemek lazım gelir ki, bu el sıkılığı Fransız küçük burjuvasının hasisliği, pintiliği gibi bir şey değildir. İsviçreli kazandığı parayı, Fransız küçük burjuvası gibi “yün çorap” içinde saklamayı sevmez. Mala mülke koyar. Fabrikaya, mağazaya, ticarethaneye yerleştirir ve parası baş döndürücü bir sür’atle ürer. Çoraba değil torbaya, çuvala sığmayacak yığınlar teşkil eder. Otuz bin frank üç yüz bin, üç milyon, dört milyon oluverir. Lakin, neye yarar, neye yarar bu milyonlar? Sürdürdüğü hayat gene otuz bin frank sahibi olduğu zamankinin aynıdır. Ne şato, ne saray, ne R.R., ne cadillac. Beş odalı bir evde kendini dünyanın en mes’ut insanı hisseder ve en beğendiği araba en az benzin sarf edenidir.
- Ağa Han’ın en büyük ve hatta başlıca gelir kaynağı gerilik ve cehalettir. Asya milletleri ve bunun en karanlık bir cüz’ü olan İsmaililer, Kemalist Türkiyesi’nin yaymaya çalıştığı aydınlıkla bir kere uyanıp gözlerini açtılar mı ve yılda bir kerre yarı Tanrı olarak tanıdıkları Ağa Han’ın ağır cüssesini çeken kantar ortadan kalktı mı, vay bizim milletler arası milyonerin haline!.. Artık ne birini bırakıp öbürünü aldığı genç matmazellerin boyunlarına sıra sıra inci gerdanlık takabilir, ne Cannes’teki, Nice’deki konaklarda yan gelip oturabilir. Geçmiş ola artık bu villaların, bu şatoların, bu konakların kapısında bekleyen “Rolls Roys”lara da. İşte, Ağa Han, Tahran’ın Pakistan Büyükelçisi Raca Gazanfer Han’la beraber Türkiye’de irticaı böyle bir akıbeti önlemek için istiyordu. Zira, hissediyor ve biliyordu ki, Kemalist inkılâpçılığı maddi ve manevi sömürgeciliğin sonu demektir.
- yüreğim öylesine üzgündü ki, Meğer, ne boş kuruntulara düşmüşüm. Meğer, ne boşuna zahmetler çekmişim
- Vaktiyle Fizan vardı, şimdi de Tiran...
- "Hemen her hükümet merkezinde diplomatik çevrelerin" fahri" protokol hakemliğini yapan bu "snob" lar güruhuna anlatamazsınız ki, bir memleketin tuzu biberi asıl o sade, yapmacıksız, o kökleri yurdun aşağı tabakalarına saplı halk çocuklarıdır."
- "Sosyal hadiselerin laboratuvarı, boş laflarla vakit geçiren şatafatlı merasim salonları değil, alınteri döken insanların gösterişsiz muhitidir."
- "(Çek lider Dr. Haha, Yakup Kadri'ye) Elçi Bey, dedi. Atatürk'ün ölümüyle yalnız siz Türkler değil, hepimiz büyük bir adam kaybetmiş oluyoruz. O, tarihte eşine pek az rastgelinen bir millet kurtarıcılarından ve devlet kurucularındandır."
- "Kafam bir yığın felsefe ve edebiyat yükü altında ezilmiş, yüreğimin bütün coşkunluk kaynakları kurumuş ve gençliğim bir birtakım değersiz sevdalar yolunda heba olup gitmişti."
Zoraki Diplomat İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Aslında diplomatlık diye gözümüzde büyüttüğümüz şeyin sadece hayal dünyasında dolaşan aslında olmadığın şeyi öyleymişsin gibi gösterdiğin bir iş olduğunu YKK bu kitapta anlatmıştır.YKK ilk olarak Tiran a gönderilmesi ile başlayan bu serüven siyaset sahnesinin ne kadar acımasız olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir.Özgür ruhlu bir kişinin devlet memurluğu gibi bir kalıba sokulup o minvalde debelenmesi ile oluşan gariplikler zinciri... İyi okumalar (Serkan mumcu)
Yakup Kadri' nin okuduğum ilk kitabı fakat şunu söyleyebilirim ki son kitabı olmayacak. Diğer kitaplarını en kısa zamanda okuyacağım. Yakup Kadri bu kitabında cumhuriyetin ilk zamanlarında diplomasi hayatına nasıl başladığını, 2. Dünya savaşı zamanında Prag, Hollanda,İsviçre deki büyükelçilik sürecini, İran ın Petrollerini devletleştirme dönemine denk gelen Tahran da bulunduğu büyükelçilik sürecini öyle güzel anlatmış ki... Dönemin siyasi sosyal durumunu çok iyi özetlemiş. Diplomasi geleneğinin inceliklerinden, teamüllerinden ve dışarıdan şatafatlı görülen, imrenilerek bakılan büyükelçilik mesleğinin, büyükelçilik yapan zoraki bir diplomat tarafından gerçekten nasıl olduğu akıcı bir üslupla kaleme alınmış. Bir çırpıda sıkılmadan okunulabilecek bir kitap şiddetle tavsiye ederim. (Damla Nur Özdemir)
Zoraki Gönüllü Diplomat: Zoraki diplomat olduğundan mıdır bilmem ama diplomasi ve siyasetin en pespaye, en iç karartıcı ve en düşük yanlarını göstermekle başlıyor Karaosmanoğlu diplomatları anlatmaya. Ardından bir bir görev yaptığı yerlere dair anekdotlarını paylaşıyor. Eğer ikinci dünya savaşı tarihine ve avrupa kültürüne az çok hakim biriyseniz çok da yeni bir şey sunmuyor size, yine de Türk milletine ve Atatürk'e ilişkin anılarını paylaştığı bölümler güzel. Benim için dikkat çekici olan bölüm Tahran'daki elçiliği olsa da bu bölümü çok dağınık işlemiş. Diplomaside de esasında her meslekte olduğu gibi eğer orijinal biriyseniz ve işinizi geleneksel yöntemlere veya akademide öğretilene göre değil de doğru olacağına inandığınız şekilde yaparsanız, meslekte hızlı ve güvenli bir yükselmeniz garanti olmasa da iyi anılacağınız kesindir. Özellikle sosyete olma yolunda halktan kopmak ve olaylara yukarıdan bakmak, bürokrasinin usulleri ile gerçeği tahlile kalkmak herkes için olduğu gibi bir diplomat için de, mesleğini kaybetmesine neden olmasa da, tehlikelidir. Devletlerin harici politikalarında rehber olması gereken diplomatların tehlikelilere girmesi sadece onun değil, bütün milletinin aynı tehlikeye girmesi demektir. Yakup Kadri'nin bu eserinden anlaşılacağı üzere döneminde ondan izinsiz Almanca'ya da çevrilmiş kitabı Yaban'ı pek beğenmemiş olsam da bu eserini hem mesleki tercihimden önemli buldum hem de anlatım olarak daha iyi olduğunu düşünüyorum. yazar/yakup-kadri-karaosmanoglu #k:156749 (İsa Can)
Zoraki Diplomat PDF indirme linki var mı?
Yakup Kadri Karaosmanoğlu - Zoraki Diplomat kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Zoraki Diplomat PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kimdir?
27 Mart 1889´da Kahire´de doğdu. İlköğrenimine ailesiyle birlikte gittiği Manisa´da başladı. 1903´te İzmir İdadisi´ne girdi. Babasının ölümünden sonra annesiyle yine Mısır´a döndü, öğrenimini İskenderiye´deki bir Fransız okulunda tamamladı. 1908´de başladığı İstanbul Hukuk Mektebi´ni bitirmedi. 1909´da arkadaşı Şehabettin Süleyman aracılığıyla Fecr-i Âti topluluğuna katıldı. 1916´da tedavi olmak için gittiği İsviçre´de üç yıl kadar kaldı. Mütareke yıllarında İkdam gazetesindeki yazılarıyla Kurtuluş Savaşı´nı destekledi. 1921´de Ankara´ya çağrıldı ve bazı görevler verildi.
1923´te Mardin, 1931´de Manisa milletvekili oldu. Bir yandan da gazeteciliğini ve roman yazarlığını sürdürdü. Kadro Dergisi 1932´de Vedat Nedim Tör, Şevket Süreyya Aydemir, Burhan Asaf Belge ve İsmail Hüsrev Tökin ile birlikte Kadro dergisinin kurucuları arasında yer aldı. Savunduğu bazı görüşler aşırı bulunduğu için Kadro dergisinin 1934´te yayımına son vermek zorunda kalmasından sonra Tiran elçiliğine atandı. Daha sonra 1935´te Prag, 1939´da La Haye, 1942´de Bern, 1949´da Tahran ve 1951´de yine Bern elçiliklerine getirildi. 27 Mayıs 1960´tan sonra Kurucu Meclis üyeliğine seçildi. Siyasal hayatının son görevi 1961-1965 arasındaki Manisa milletvekilliği oldu. 13 Aralık 1974´te Ankara´da öldü.
Yazı Hayatı: Karaosmanoğlu yazarlığa Ümit, Servet-i Fünun, Resimli Kitap gibi dergilerde başladı. Fecr-i Âticiler´in `sanat şahsî ve muhteremdir` görüşünü paylaştığı ve `sanat için sanat` yaptığı bu ilk döneminde Nirvana adlı bir oyun, makaleler, denemeler, düzyazı şiirler ve öyküler yazdı. Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı sırasında ülkenin durumu, sanat anlayışını değiştirmesine yol açtı. Türk toplumunun çeşitli dönemlerdeki gerçekliğini sergilemek istediği için bir ikisi dışında eserlerinde belli tarihi dönemleri ele aldı. Kiralık Konak I. Dünya Savaşı öncesinin, Hüküm Gecesi II. Meşrutiyet´in, Sodom ve Gomore Mütareke döneminin, Yaban Kurtuluş Savaşı yıllarının, Ankara Cumhuriyet´in ilk on yılının, Bir Sürgün II. Abdülhamid döneminin işlendiği romanlardır. Panorama 1923-1952 yıllarını kapsar. Karaosmanoğlu 1920´lerden sonra iyimser bir devrimci görünümündeyken, sonra umutlarını yitirerek romancılığını devrimci yönde kullanmaktan vazgeçmiştir. 1955´ten sonra da anı kitaplarından başka bir şey yazmamıştır.Romanları arasında en ünlüleri Nur Baba, Kiralık Konak ve Yaban´dır. Nur Baba Nur Baba, Karaosmanoğlu´nun ilk romanıdır. 1922´de kitap olarak çıkmadan önce gazetede yayımlanmıştır. Ama yazılışı ondan sekiz dokuz yıl öncesine gider. O yıllar Karaosmanoğlu´nun Eski Yunan ve Latin edebiyatıyla ilgilendiği ve Çamlıca´daki bir Bektaşi tekkesine devam ettiği dönemdir. Nur Baba´yı Euripides´in Bakkhalar´ından esinlenerek ve tekkedeki gözlemlerine dayanarak yazmıştır.
Roman, öykü ve makaleleri ile Türk toplumunun Tanzimattan bu yana geçirdiği değişiklikleri anlatmış bir yazardır. Asıl ününü romanları ile sağlayan yazarın en ünlü romanları Nur Baba, Kiralık Konak ve Yaban'dır. Edebiyat yaşamının başında Fecr-i Ati edebiyat topluluğunun kurucu üyeleri arasında yer almış; daha sonra bireyci düşüncelerden uzaklaşarak toplumculuğu kabul etmiş bir yazar olarak değerlendirilir. Milli Mücadele yıllarında ve sonrasında etkin bir siyasal yaşam sürmüştür. Milli Mücadeleden itibaren Atatürkün yakın arkadaşları arasında yer almış; TBMM II., IV., XII. dönemlerde milletvekilliği yapmıştır. Kadro Dergisi'nin kurucularındandır. Dergi, devrin yöneticileri ile fikir ayrılığına düşüp Kemalizmi değiştirmekle suçlanarak kapanmasından sonra diplomat olarak yurtdışında çeşitli görevlerde bulunmuştur. Anadolu Ajansı'nın kurucularındandır, ömrünün son yıllarında ajansın yönetim kurulu başkanlığını yapmıştır.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kitapları - Eserleri
- Yaban
- Kiralık Konak
- Sodom ve Gomore
- Ankara
- Atatürk
- Hep O Şarkı
- Nur Baba
- Vatan Yolunda
- Ergenekon 1 - Milli Mücadele Yazıları
- Hüküm Gecesi
- Gençlik ve Edebiyat Hatıraları
- Politikada 45 Yıl
- Panorama
- Milli Savaş Hikayeleri
- Tiyatro Eserleri
- Bir Serencam
- Ahmet Haşim
- Bir Sürgün
- Zoraki Diplomat
- Anamın Kitabı
- Hikâyeler
- Erenlerin Bağından
- İzmir'den Bursa'ya
- Alp Dağları'ndan ve Miss Chalfrin’in Albümünden
- Atatürkçülük Nedir
- Pasifik Seçme Öyküler Dizisi 4
- Okun Ucundan
- On Dördünde Bir Adam
Yakup Kadri Karaosmanoğlu Alıntıları - Sözleri
- "...sevmek, daima sevmek!" diyordu."Sonuna kadar, her şeye rağmen, ezalar, cezalar, hummalar ve gözyaşları içinde ve hastalıklar ve ölümler önünde daima sevmek." (Kiralık Konak)
- Onun için insanlığın yegâne şiarı (işareti) yüksek bir edebî zevk sahibi olmaktı. (Ahmet Haşim)
- "Dakikalar birer altın külçesidir; ey fani! Her külçenin altınını sızdırmadan bırakma!" (Okun Ucundan)
- Bu kitabın neşrinden maksat, ne aleyhimizdekileri lehimize çevirmeye çalışmak, ne milletin kalbindeki gayz ve kini yeniden tutuşturmaktır; herkesten ziyade kendimizin habersiz olduğumuz Türk mazlumluğunun derecesi hakkında bizzat kendimizi aydınlatabilmektir. (İzmir'den Bursa'ya)
- Bütün hayatınız ne kadar değersiz, ne kadar yapma hummalar içinde yıpranıp gidiyor... (Bir Sürgün)
- Çünkü inanmak insanlar için ezeli bir ihtiyaçtır. (Bir Sürgün)
- Ben, ne zamanın insanıyım? (Hep O Şarkı)
- Ben, el ayak çekildikten sonra odamın kapısını sürmeleyip kitaplarımla baş başa kalmak saatini dört gözle beklerim. Çünkü, bu ömrümün bütün hazin sergüzeştini ve yaşadığım anın ağır sıkıntısını unuttuğum tek saattir. (Yaban)
- İşsiz ve yalnız saatleri o kadar çoktur ki bu küçük ayna için onun yegâne ve daimî bir meşgalesidir, diyebiliriz. (Hikâyeler)
- kırılıp dökülen benim gönlüm (Hep O Şarkı)
- Ağa Han’ın en büyük ve hatta başlıca gelir kaynağı gerilik ve cehalettir. Asya milletleri ve bunun en karanlık bir cüz’ü olan İsmaililer, Kemalist Türkiyesi’nin yaymaya çalıştığı aydınlıkla bir kere uyanıp gözlerini açtılar mı ve yılda bir kerre yarı Tanrı olarak tanıdıkları Ağa Han’ın ağır cüssesini çeken kantar ortadan kalktı mı, vay bizim milletler arası milyonerin haline!.. Artık ne birini bırakıp öbürünü aldığı genç matmazellerin boyunlarına sıra sıra inci gerdanlık takabilir, ne Cannes’teki, Nice’deki konaklarda yan gelip oturabilir. Geçmiş ola artık bu villaların, bu şatoların, bu konakların kapısında bekleyen “Rolls Roys”lara da. İşte, Ağa Han, Tahran’ın Pakistan Büyükelçisi Raca Gazanfer Han’la beraber Türkiye’de irticaı böyle bir akıbeti önlemek için istiyordu. Zira, hissediyor ve biliyordu ki, Kemalist inkılâpçılığı maddi ve manevi sömürgeciliğin sonu demektir. (Zoraki Diplomat)
- "Saatler, dakikalar bir türlü geçmesini bilmiyordu." (Panorama)
- Ona göre, sevgi öncesizdi, sevgi sonrasızdı (Ankara)
- Batan bir gemide bile,herkes kumanda mevkiini ele geçirmek istiyor. (Atatürk)
- “ Sevmek daima sevmek! Karşımızdakinden hiçbir şey beklemeksizin, daima kendimizden vermek, esef etmemek, pişman olmamak, sevmek, daima sevmek ! “ (Nur Baba)
- “Onlar gibi olmak, onlar gibi giyinmek, onlar gibi yiyip içmek, onlar gibi oturup kalkmak, onların diliyle konuşmak… Haydi bunların hepsini yapayım. Fakat, onlar gibi nasıl düşünebilirim? Nasıl onlar gibi hissedebilirim?” (Yaban)
- Gel, demek isterdim ona ; gel sevgilim , daha yakına . Kaç zamandır hasretinle yanıp tutuşmaktayım. (Hep O Şarkı)
- Her şey unutulup geçer diyenlere inanmayınız: Bizim şimdiki ruhumuz dünkü hâdisatın muhassalasıdır. (Bir Serencam)
- "İnsan, evet, insan;" diyordu, "ona ne oldu? Onu ne yaptılar? (Panorama)
- "Sevmeden sevilmek kadar büyük bir ruh işkencesi yoktur." (Hüküm Gecesi)