28 Şubat ve Hoca'ya Veda Ederken

KÖŞE YAZISI

Tam 14 yıl geçmiş.

Türkiye demokrasi ve siyaset tarihine kara bir leke olarak sürülen post modern darbenin üzerinden tam tamına 14 yıl geçmiş.

Geriye dönüp baktığımızda “1000 yıl sürecek” denilen bu sürecin halkın vicdanında daha ilk günden, sandıklarda ise birkaç yıl içinde tarihin utanç sayfaları arasına gömüldüğünü görüyoruz.

Kâbus gibi bir dönem yaşamıştık.

Medya, yargı ve akademi dünyası destekli müthiş bir savaş açılmıştı iktidara ve temsil ettiği kitleye dönük olarak.

Her gün manşetlerde bir generalin ağzından hükümete ültimatomlar veriliyor, her gün gazeteler yeni bir “şeriatçı” ve “radikal” örgüt keşfediyorlardı.

Bugün “yargı bağımsızlığı elden gidiyor” diye feryat eden yüksek yargı mensupları koşa koşa karargahlara giderek esas duruşta komutanlardan brifing adı altında emir ve talimat almakta sakınca görmüyorlardı.

Tanklar sokaklarda yürüyor, bazı komutanlar bu ülkenin Başbakanına karşı en ağır hakaretleri bile dile getirmekten çekinmiyorlardı.

Temel eğitim adı altında imam hatiplerin orta bölümlerinin kapısına kilit vuruluyor, binlerce genç katsayı adaletsizliğine mahkûm ediliyordu.

“Batı Çalışma Grubu” adı altında bir “örgüt” eliyle özellikle inanan halk üzerinde müthiş bir terör estiriliyor, fişlemeler, cadı avı, görevden uzaklaştırmalar büyük bir keyfiyet içinde yapılıyordu.

Ve halkın önemli bir bölümünün desteğini alarak iktidara gelen bir partinin, aldığı talimatı yerine getiren ve durumdan vazife çıkaran birileri tarafından açılan kapatma davası neticesinde kapısına kilit vuruluyordu.

Olayın vahametinin farkında olmayan, veya olduğu halde elinden bir şey gelmeyen hükümet ise sadece gelişmeleri seyretmekle yetiniyordu.

Belki de yapacakları bir şey yoktu çünkü başta Cumhurbaşkanı ve Meclis olmak üzere sivil siyaset bile kendilerine destek olmuyor, aksine bu darbe sürecinin aktörü olmayı tercih ediyorlardı.

28 Şubat 1997 günü saatler süren MGK toplantısında 54. Hükümet kendi ölüm fermanını kendi eliyle imzalamış ve siyasi yaşamına son vermek zorunda kalmıştı.

Hükümetin yıkılmasıyla birlikte müthiş bir talan ekonomisi başlamış, boşaltılan bankalar ve soyulan kamu kurumları vasıtasıyla devletin ve dolayısıyla halkın cebinden milyarlarca dolar bir takım çevreler aktarılmıştı.

Ve aradan 14 yıl geçti.

O dönem resmen terör estiren isimler şimdi yok.

Hepsi tarihin çöplüğünde yerlerini aldılar.

Kimisi öldü, sağ kalanları da bu utancı ömür boyu taşımaya devam edecekler.

28 Şubat’ın mağdurlarına gelince, şimdi önemli bir bölümünün devletin yönetiminde olduklarını görünce bu darbenin halkın vicdanında nasıl karşılandığını hemen anlayabiliyoruz.

28 Şubat Türkiye’deki dindar kesim için bir milat olmuştur.

Olumsuzlukları ve yaşattığı acıları bir tarafa bırakacak olursak, siyasi İslam’ı temsil eden hareketin toparlanması, özeleştiri yapması ve yenilenmesi için bir fırsat vermiştir.

1960’lar ve 1970’lerin siyasi jargonuyla artık bir yere gidilemeyeceğini gören bu hareketin mensupları çağın gerçekliklerine uygun siyaset yapmaya başladıkları içindir ki bugün halkın neredeyse yarısının teveccühüne ulaşabilmişlerdir.

28 Şubat dindar kesimin üzerinden bir tank gibi geçmiştir.

Ama sonuçları o tankı kullanan, destekleyen ve yönlendirenlerin istediği gibi olmamıştır.

Hoca’ya veda ederken

Çocukluğumuzun son, gençliğimizin ilk yıllarının lideriydi.

MSP geleneğinden gelen bir ailenin fertleri olarak peşine düşmemizden daha doğal bir durum yoktu.

Söylemleri hepimizi heyecanlandırır, mitinglerde meşhur “Refah” selamıyla onun yine o meşhur “adil düzen yemini”ni haykırırdık.

Onun ifadeleriyle “adil düzeni, İslam birliğini, İslam ortak pazarını, İslam NATO’sunu, İslam ortak para birimini” gerçekleştirecek liderdi bizim gözümüzde.

Zaman zaman hoşumuza gitmeyen (1991’de MHP ile ittifak gibi) politikaları olsa bile yine arkasındaydık.

Dindar kesimleri şiddetten uzak tutarak siyasi alana çeken ilk lider oldu.

Tek başına bağımsız olarak başladı.

Ve sonra iktidara geldi, başbakanlık koltuğuna oturdu.

Başlangıçta her şey yolunda gidiyordu.

Ama birilerinin tekerine çomak sokmaya başlayınca hemen ahlaksız bir savaşın kurbanı olarak 28 Şubat’ta alaşağı edildi.

Kurduğu üçüncü parti de kapatıldı.

Onu saatler boyunca ayakta partisini savunurken izlemek içimizi kanattı.

Ama her zaman için partilileri sükûnete, itidale davet ederek şiddetten uzak tutmayı başardı.

Yetiştirdiği kadrolar 2002’den beridir bu ülkenin en önemli noktalarındalar ve Türkiye’ye Turgut Özal’dan sonra bir kez daha çağ atlattılar.

Sonraları yollarımız ayrılmış olsa, siyasi görüşlerimiz artık farklılıklar gösterse bile o hep bizim ilk gençlik dönemlerimizin lideri olarak kalmayı sürdürdü.

Kendisini hep o haliyle hatırlayacağız.

Allah rahmet etsin ve mekânı cennet olsun.