Bilimin Gölgesinde Kalan Bir Fetih Anlatısı

KÖŞE YAZISI

SADECE BİR FETİH GİBİ GÖRÜNEN, ASLINDA BİR ZİHİN DEVRİMİ OLAN İSTANBUL'UN FETHİ

Tarihin Cendere Noktası

1453... Yalnızca bir yıl değil, insanlık tarihinin rotasının değiştiği andır. Osmanlı ordusunun, şehirlerin kraliçesi olarak anılan Konstantinopolis’i fethetmesi, yüzeyde sadece bir askeri zafer gibi görünür. Oysa bu olay, geçmişi geleceğe bağlayan bir zihinsel sıçramadır. Tarihin sayfalarına sadece kılıçla değil, kalemle; yalnızca kuvvetle değil, mühendislikle kazınmıştır.

Bugün hâlâ birçok ders kitabı bu fethi büyük toplar ve gemilerin karadan yürütülmesi gibi olağanüstü detaylarla anlatır. Doğrudur... Ama eksiktir. Çünkü asıl zafer, bu detayların arkasındaki insan aklının derinliğindedir.

Bilimin Gölgesinde Kalan Bir Fethi Anlatısı

Fatih Sultan Mehmed, klasik bir padişahtan çok daha fazlasıydı. Onun aklı, zamanının çok ötesine uzanıyordu. Latince ve Yunanca bilen bir Müslüman hükümdar düşünün... Aristo’yu, Platon’u okumuş, Batı felsefesine ve İslam bilim geleneğine aynı anda hâkim bir lider. Devlet yönetmekle yetinmeyip gökbilim, coğrafya ve stratejiyle ilgilenen bir entelektüel.

Medreselerinde sadece ilahiyat değil, matematik ve astronomi de okutuluyordu. Ali Kuşçu gibi dönemin önde gelen bilim insanlarını İstanbul’a davet etmesi, onun fethin sadece savaşla değil, bilgiyle mümkün olduğuna olan inancını açıkça gösterir.

Gemilerin Karadan Yürütülmesi: Mühendisliğin Sessiz Şaheseri

Şimdi gözlerinizi kapatın ve 15. yüzyıla gidin. Pera sırtlarında gece karanlığında hummalı bir hazırlık var. Tophane’den başlayan yolda onlarca gemi, 3.5 kilometrelik engebeli araziyi aşacak. Bu öyle bir operasyon ki, bugün bile aynı bütünlükle yapmak kolay değil.

Yol önce düzeltiliyor. Ardından ağaç kızaklar yerleştiriliyor. Sürtünmeyi azaltmak için zeytinyağı ve hayvansal yağlarla kayganlaştırılıyor. Bu, sadece fizik değil; planlama, organizasyon, zaman yönetimi gerektiren bir süreç. Gemiler sırayla yukarı çıkarılıyor.

Ama işin sırrı burada bitmiyor. Tepeye ilk ulaştırılan kadırga, dev bir makara sistemine bağlanıyor. Rüzgâr yelkeni şişiriyor, yer çekimi destek veriyor ve aşağıya doğru süzülen bu gemi, ardındaki gemiyi yukarı çekiyor. Böylece bir gemi 6 saatte yukarı taşınırken, sonrasında her 20 dakikada bir gemi Haliç’in sularıyla buluşuyor.

İnsan gücü mü? Elbette. Ama asıl güç, bu işi düşünen akılda. Çünkü orada hesap var. Fizik var. Rüzgâr yönü, ağırlık merkezi, eğim açısı hesaplanmış. Bunu yapan, yalnızca kol gücü değil; akıl teri döken bir uygarlık.

Neden Bu Kısım Göz Ardı Edildi?

Tarih anlatımız, yüzyıllar boyunca kahramanlık ve maneviyatla şekillendi. Elbette bu önemli. Ama bu anlatı biçimi, aklın ve bilimin rolünü gölgede bıraktı. Zihinlerin düşünmeye değil, duygulanmaya yönlendirilmesi amaçlandı.

  • Çünkü bilim, soğuk bulunurdu.

  • Çünkü mühendislik, zafer kadar dramatik anlatılamazdı.

  • Çünkü düşünmeye teşvik, sorgulamaya da kapı aralayabilirdi.

Oysa gerçek zaferler, sadece surları aşmakla değil; düşünce kalelerini yıkmakla başlar.

Zihinlerimizi Yeniden Fethetmek

İstanbul’un fethi bir şehir hikâyesi değil, bir akıl devrimidir. Eğer biz bu olayı sadece toplarla, kılıçlarla, kahramanlıkla anlatırsak; ardındaki planlamayı, bilimi, zekâyı unuturuz. Oysa bu zaferi mümkün kılan, cesaretten önce bilgiydi.

Bugün bu mirası yaşatmanın yolu, o aklı yeniden üretmektir. Çünkü artık yeni fetihler bilgiyle, bilimle, düşünceyle yapılır. Tarih yeniden yazılmıyor, sadece yeniden anlaşılıyor. Ve şimdi sıra, o anlayışı geleceğe taşımakta.

Çünkü zihinler fethedilmeden, şehirler fethedilemez.