Canlı tanıklar: Taze anılar uzak tarih olmasın

KÖŞE YAZISI

Anılar vardır kanatır içini insanın.

Zaman vardır donar donar ve kaskatı kesilir içinde insanın.

Bir kurtçuk gibi kemirir de kemirir; zihni, belleği ve kalbi…

Dün gece Kadim Akademi Derneği tarafından davet edilen iki insanın, zulüm cenderesinde alnın akıyla çıkmış iki yiğit şahsın, inancını ve onurunu korumak adına ma-siva dan fedakarlık edebilen iki güzide mazlumun hatıratını dinledik.

Dinledik ve dinlenmeye aslında zamanımızın da, hakkımızın da olmadığını bu vesileyle yeniden idrak ettik.

Hanife Gökdemir; İstanbul Üniversitesi Tarih bölümü öğrencisi olup 28 Şubat mezalimi başladığında henüz 19 yaşındaydı. Kayıt olurken ve birinci sınıfı bitirirken başı örtülüydü. Bir sabah Üniversitenin kapısına geldiğinde durdurularak ‘girmek yasak’ komutuyla geri çevrilir. İlkin kötü bir şaka gibi gelir kendisine. Sonra kapıda ‘erkek için top sakal, uzun saç, küpeli olmak; kızlar için mini etek, baş örtüsü.. olanlar kampüse giremez’ levhası asılır.

İncecik fidan bedenlere, narin zayıf omuzlara asrın ağırlığı yüklenir. Direniş, inanç ve kararlılık kuşanılır sonra.

Beyazıt meydanı başta olmak üzere kampus önlerinde yıllar süren direnişler, gösteriler, protestolar başlar. Tüm okullarda ve Kamu Kuruluşlarında başörtülü avı başlamıştır artık.

Bir mektep olur meydanlar; bir ekol olur direnişler. Ağır bedeller, fedakarlıklar, dışlanmalar ve horlanmalar eşlik eder buna. Aileden, çevreden, arkadaştan..

Ama daha ağırı, daha yıkıcı ve içten acıtıcı olanı gelir sonra; ‘başörtüsü füruattır’ kabilinden.

Cepheden baş edilemeyeceği fark edilince de sağdan yanaşır şaytan; İlahiyat hocaları ve psikyatristler kılığında.

Nur Serter karanlığında, Y. Nuri Öztürk veya Zekeriya Beyaz ‘ın gavur pancarı tadında…

İkna odalarında ruhun, onurun ve iradenin işkence seansları izler sonra.. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğinin aydınlanmacı kadrosu devreye girer Türkan Saylan öncülüğünde.

71 yaşındadır ve İstanbul Tıp Fakültesi yoğun bakım ünitesinde tedavi için yatışı yapılacakken evraktaki fotoğrafın baş örtülü olduğu fark edilir Medine Bircan ninenin. İşlemler durdurularak başı açık fotoğrafı istenir.. Ve tedavisi yapılmadan vefat eder.

Zerafetin, letafetin ve merhametin kalbine; masume kızlara kıyım her satıha yayılır. Binbir başlı kartalı taşımaya mahkum kılınan kanarya pes etmeyince yeni projeler sokulur devreye..

Uzun bir hikaye. Kalblerin mengenede sıkıştırıldığı, göz yaşlarının kirpiklerde donduğu, tükürük bezlerinin kuruduğu, adeta zehrin solunduğu demler.. Hikayenin kahramanlarını dinlerken bile vicdanın sıkıştığı, tahammülün tükendiğini hissettik. Ama hikaye henüz bitmedi!

*                     *             *

Aslında 1994 yılı fırtınalı geleceğin habercisi oldu diyor Abdullah Kaplan.

Yüksek Askeri Şura kararıyla subay olarak görev yaptığı ordudan ihraç edilmesinin hikâyesine böyle başladı.

Her haliyle dışarıdan stratejik ve kolektif bir aklın mahsulü olduğu açık seçik ortada. Ordu içinde Batı Çalışma Gurubu (BÇG) adıyla azgın bir azınlık tarafından şehvetle yürütülen tasfiyelerin ödediği bedeller sayılamayacak kadardır.

Hanımı başörtüsü takan subay ve astsubaylar her türlü hak mahrumiyeti içinde görevden atılıyor.

Bunalan, boşanan, psikiyatri kliniğinde kaçan aklı kovalayan, yüreği kanayan, kişiliği parçalanan ve anlamada, anlamlandırmada zorluk çektiği için intihar ederek canına kıyan askeri personel..

Yüzlerce güzel adam. Disiplinsizlik, ahlaksızlık, usulsüzlük, itaatsizlik ya da ihmal, tembellik ve yeteneksizlikten dolayı değildi ordudan ihraçları; Yetenekliydiler, başarılıydılar, disiplinliydiler..

Maaşları kesilen, görevleri sonlandırılan ve kapı önüne konan bu güzel masum ve mahzun insanların dosyalarındaki suç delilleri içki içmiyor, evinde biblo, heykel, şarap kasesi bulunmuyor. Eşi örtülü, baloda dansa kalkmıyor, namaz kılıyor, cumaya gittiği görülmüş..

TSK ile ilişkisi kesilenlere özelde de çalışmasına izin verilmedi.

Binbaşı Abdurrahman Yıldırım Urfa Belediyesinde sözleşmeli işçi olarak çalışmaya başlayınca çalışması engellendi. Ve apartman katından boşluğa atıvererek.. Allah rahmetiyle esirgesin.

Yüzbaşının orduyla ilişkisi kesilince eşi GATA’da kanser tedavisi görüyordu. Hemen kapı önüne kondu ve bir ay geçmeden vefat etti..

Binbaşı rütbesindeydi. Örtülü eşiyle çocuklarına bayram elbisesi almak için çarşıya çıktıklarında bilinmesinler diye her biri karşı kaldırımlarda yürüyerek göz ucuyla ancak bakışabiliyorlardı. Ama fark edildiler yine de. Ve atıldı ordudan..

Yüzlerce dram, binlerce kahır, sayısız çile ve sonsuz iman..

Kendi özelinde anlatınca dramını ne kadar da vakur, ne kadar da mutevazi, ne kadar da içtendi..

Kendisini anlatırken ortak kaderi yaşayan binlerce mazlumun, mağdurun ve çilekeş adamın hüznü yansıyordu yüzüne.

Bu vesileyle Kemal Gürüz, Kemal Alemdaroğlu, Vural Savaş, Medya Patronları, Gazete Manşetleri, Rektörler, Yargıçlar, Anayasa Mahkemesi ve ortamı gererek puslu hava oluşturan mahşerin beş atlısı olan STK’lar..

Başörtülüler Arabistana diyen baş aktör Demirel. Ali Kalkancı, Fadime Şahin gibi rol modeller.

Dün gece yakın dönemi uzak tarih olmaktan çıkarmaya çalışan bu güzel iki adamı

 ve dirayet edip de bu anlamlı etkinliği düzenleyen Kadim Akademiyi kutluyorum.

Tarihin tekerrür etmemesi için ders alınmalıydı değil mi?