Tarihi Kırılma Noktasındayız

KÖŞE YAZISI

Zaman, insanı imtihan eden en büyük aynadır. Bugün bu aynaya baktığımızda, ümmet olarak yüzümüzde derin yarıklar görüyoruz. Kendi coğrafyamızda ufalanmalar, bidatler, duyarsızlıklar, gizli şirk ve nifaklarla örülmüş bir tablo var karşımızda. Tarih boyunca ümmet çeşitli belalar yaşadı; ama hiçbiri bugünkü kadar karmaşık ve içten çürüyen bir hale gelmemişti.
Hz. Ebubekir (r.a.) döneminde dinden dönenler kim olduklarını açıkça belli ederdi. “Biz İslam’ı terk ettik” der, karşı safa geçerdi. Yani kimliği netti. Bugünse durum farklı: ne tam Müslüman, ne de tam inkârcı; Mehmet Akif’in dediği gibi “ne Müslüman, ne Freng, öyle bir vücud-i sefil.” Bu sinsi bozulma için merhum Ebü’l Hasan en-Nedvî yıllar önce, “Bir irtidat ki, karşısında Ebubekir yok!” diye bir risale yazmıştı.
Tarihteki büyük kırılma anlarına baktığımızda, her birinin merkezinde inanç sarsıntısı görüyoruz. Hz. Ebubekir’in tavizsiz duruşu sayesinde İslam birliği Ridde Savaşları’ndan zaferle çıktı. Moğol istilasında şehirler yakılıp yıkılırken, Şeyh Feridüddin Attar gibi âlimler tebliğ uğruna şehit oldular. Haçlı Seferleri’nde Selahaddin Eyyubi, inançsız bir dünyanın karşısında iman ordusunu yeniden diriltti. Endülüs’te ilim ve medeniyetin sembolü bir İslam beldesi, 1492’de vahşice yok edildi. Ve İmam-ı Rabbânî, Ekber Şah’ın “Din-i İlahi” sapkınlığına karşı tek başına direndi, İslam’ı yeniden diriltti.
Bu örnekler bize gösteriyor ki her devirde bir “Ebu Bekir ruhu”, bir “Selahaddin imanı” ümmeti ayakta tutmuştur. Fakat bugün bu ruhun zayıfladığını, İslami şuurun yerini dünyevî hesapların aldığını üzülerek görüyoruz. Kur’an’ın “Bir kavim kendini değiştirmedikçe Allah onların halini değiştirmez” (Ra’d, 11) hükmünü iyice düşünmemiz lazım.
İçinde bulunduğumuz hal, tarihte yaşanan bütün felaketlerin bir birleşimi gibidir. Bir yanda Hz. Ebubekir dönemindeki irtidat gibi dinde tahrifat çabaları, diğer yanda Moğol istilasındaki sinmişlik, Endülüs’teki asimilasyon ve İmam-ı Rabbânî dönemindeki sinsi dejenerasyon. Hepsi sanki tek bir potada toplanmış durumda.
Ekranlarda İslam’a alenen saldırılar yapılırken, “sözde ilahiyatçılar” insanların zihinlerini bulandırıyor. Kadınlarımız haya perdesini, gençlerimiz hedef duygusunu, aydınlarımız da yönünü kaybetmiş. İslami kesimlerde bile dünyevileşme kol geziyor; zenginler sefaya, fakirler umutsuzluğa düşmüş durumda. Tasavvuf ehli bile birlikten uzak.
Oysa tarihte ümmet, her çöküşün ardından yeniden dirilmeyi başardı. Çünkü bir yerlerde, “Ey iman edenler! İman ediniz.” (Nisâ, 136) hitabına kulak veren bir topluluk hep vardı. Bugün de kurtuluş reçetemiz aynıdır: tevhide dönüş, adalete sarılma, Kur’an’a yönelme ve Resûlullah’ın (s.a.v.) sünnetine ittiba.
Gerçek soruyu kendimize sormalıyız: Biz, Medine’deki hendeğin hangi tarafındayız? Resûlullah’ın ordusunda mı, yoksa Ahzab ordusunun saflarında mı? Bazen ne olduğunuz kadar nerde durduğunuz da önem arzetmektedir.
Allah Teâlâ bize yeniden Ebu Bekir’in sadakatini, Selahaddin’in cesaretini, İmam-ı Rabbânî’nin basiretini nasip eylesin.
Amin