Üniversite ve Süryanilerin Ortak Dili: Mardin
“Mardin, insanlığın yarattığı uygarlıkların ve yaşadığı tarihsel evrimlerin çoğundan beslenebilmiş nadir dünya kentlerinden biridir. Neredeyse dünya uygarlığıyla yaşıttır. Tarihin grameri gibi, vakur duruşu ve endamıyla diyor ki, siz insanlar milyar dolarlar harcayarak yeni şehirler kurabilirsiniz. Ama beni, yani bir Mardin’i asla!”(Filüksinos Saliba Özmen)
Fark ettiniz mi bilmiyorum.
Epey zamandır dillerin memleketi Mardin’in aile albümünde resimleri soluklaşan kadim kültürün; yaşayan her şey karşısında bilge duran dili, mahalli basının kuytuda kalmış köşesinden, birkaç gün önce toplumsal vicdanımıza göz kırptı.
“Mardin Artuklu Üniversitesi’nce açılan Süryanice Dil Kursundan 42 kişi mezun oldu.”
Hiçbir telaş taşımayan haber “memlekette iyi şeyler oluyorcular” ın emir kipi esintili iyi şeylerinden(!) tamamen farklı bilimsel ve sosyolojik bir “iyi şey” in tanıklığını yapıyordu.
M.Ö. dört bin yıllık mazisiyle kendi anavatanının kültür koridorunda aksak aksak yürüyen bu dil, üniversite sayesinde kilisenin çatısı altından çıkartılarak, farklılıkların hoşgörü ve birliktelik doğurduğu medeniyet kulvarında yol almaya başladı.
Kent sakinlerinin aidiyet ve mensubiyetlerinin belgelendiği haber fotoğrafında tek bir dil konuşuluyor, tek bir dil işitiliyordu: Mardin
Hayatımızın dekoruna geri dönüp şehre rengini ve tadını veren bu diyarın temiz, kibar, şehirli kadim dili…
“Geçmişten geriye kalanların son kalıntıları olarak değil, Mardin’in çoğulcu kimliğine farklı anlamlar katan değerlerin bekçisi “olduklarını her fırsatta dile getiren ‘Süryani Cemaati’ ve ‘Mezopotamya’ coğrafyasının zenginliklerini su yüzüne çıkartmaya kararlı Üniversitenin temsilcileri ile birlikte, mutlu bir aile fotoğrafıydı gördüğümüz.
“Mardinlilik” ile çerçevelenmiş bu fotoğraf; dinler ve diller şehrinde, dargınlık yaşıyormuşçasına birbirinden uzak kalmış kültürleri arasında gönüllü tercümanlık üstlenen Artuklu Üniversitesi’nin, toplumsal birlik ve beraberliğin tesisi yönündeki takdire şayan gayretlerini de aşikâr kılmaktaydı.
Dokunan Dil
Dil bir toplumun güzellik anayasasını yansıtır. Toplumsal ilişkilerin imlâsı, grameri, dilin yüreğe dokunma biçimi ve kalıplarıyla oluşur.
Sıvazlanan sırt, sıkılan el, yanağa kondurulan öpücük, okşanan saç ve hitamı ‘âmin’ le biten bütün duaların güzellikleri bu anayasa maddeleri arasında yer alır.
Ancak ve ancak dokunmakla bakmak arasına gerili olan bu dengede ustalaşmayı başarabilirsek, toplumsal olgunluğa yakınlaşır, nefretin tedirginliğinde değil sevginin huzurunda var olabiliriz.
Romantik yaftalamalarımızı bir kenara bırakıp fotoğrafı lütfen iyice okuyalım:
Yaşayan Diller Enstitüsü’nde çekilen bu resim, bakmamızı istemiyor. Dokunmamızı bekliyor bizden. Kucaklaşmamızı ve insanlıktan melekliğe terfi etmemizin mistik çağrısını yapıyor.
Dahası: Mardinli olmamızı istiyor.
Sizce de birbirimizin yüreğine dokunamamışlığımızın üzerinden çok uzun bir zaman geçmedi mi?
“Mardinli olmadan, Mardin Projesi “ yazımda bu coğrafyanın asli unsuru olan ‘Mardinlilik’ kavramının söz konusu olmadığı, ruhu müzeleştirilmek istenen bir toplumun gerçek asaletine rücu edemeyeceğini belirtmiştim.
Süryanileri ve Süryanice dilini, turistik broşürümüzdeki hediyelik mozaikte bir renk olarak değil, bu toprağın zengin serüveninden çıka bata gelen aynen bizler gibi Mardin’i var edenler olarak hissetmediğimiz müddetçe bunu sağlamamız mümkün olmayacaktır.
Ezan ve Çan
İtiraf edelim,
Turizm ve yerel yönetici ofislerinin şehri pazarlama jargonunda hala yer alan, toplum hayatının mazisinde kalmış çan ve ezan seslerinin karıştığı bir Mardin görmeyeli çok oldu.
Dini ritüele çağrının yanı sıra toplumsal algıda zaman kavramının parçasını oluşturan, çan ve ezan seslerini kastediyorum.
Dükkânını sabah ezanıyla açan esnafın kapattıktan sonra eve gittiğinde sofrada hazır bulduğu akşam yemeğinin hazırlıklarına başlanması gerektiği habercisini veren ikindi vakti çanı.
Müslüman ya da Hristiyan her Mardinli kadının günlük zaman yönetiminde yer alan ikindi vakti çanının popüler kültürümüzde tanımı bile vardı.(1)
Kendilerini bu toprakların gerçek sahibi kabul eden, istediklerini kapı dışarı etme, istediklerine nostaljik kimlik lütfetmekte beis görmeyen en barışsever ödülüne oynayanların riyakarlığından tamamen farklı;
Süryanicenin sadece Süryanilerin değil, Mardin’inde lisanı olduğu fikriyle, hayati enerjimize kattığı kültürel imkânla -Bin Nebi’nin tanımladığı gibi- topluma yaşattığı "Arşimed anı" için Artuklu Üniversitesi’ne Mardinli olarak teşekkür ediyorum.
Keşke ucuz siyasetin en tapon örneklerini sergileyen zevat, dedikodusunu yaptıkları, üniversitenin koltuk ve kanepeleri üzerinde, çaylarını yudumlayıp değerlenmeyi beklerken, Mardin kültürüne katkıda bulunup küçük bir mutluluk yaşatabilselerdi.
Bilgiyi siyaset mi şekillendirir dediniz.
GEÇİNİZ.
(1) “Bulgur çanı” olarak adlandırılır. Bulgur pilavını akşam yemeğine hazır etmek için ateşe koymanın en uygun zamanın geldiğini hatırlattığı şeklinde de tercüme edildiği için bu ad verilmiştir.