Sonuncu Sonbahar - Pınar Kür Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Sonuncu Sonbahar kimin eseri? Sonuncu Sonbahar kitabının yazarı kimdir? Sonuncu Sonbahar konusu ve anafikri nedir? Sonuncu Sonbahar kitabı ne anlatıyor? Sonuncu Sonbahar kitabının yazarı Pınar Kür kimdir? İşte Sonuncu Sonbahar kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Pınar Kür
Yayın Evi: Can Yayınları
İSBN: 9789750734922
Sayfa Sayısı: 304
Sonuncu Sonbahar Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Sonuncu Sonbahar, Pınar Kür’ün Bir Cinayet Romanı adlı kitabının bir tür devamı. Pınar Kür, o romanında postmodern anlatım, biçim ve üslup arayışlarına girmişti; bu romanında ise bu arayışlarını daha da ileri götürerek sürdürüyor. Sonuncu Sonbahar’da, yazarın ilk romanı Yarın Yarın’daki kişiler de, Bir Cinayet Romanı’ndaki kişiler de var. İlk ve son romanı arasındaki on beş yıllık bir çember böylece kapanmış oluyor. Edebiyatımızda benzerine pek rastlanmayan “polisiye” türünün bu parlak örneğini okurların büyük bir beğeniyle okuyacağına inanıyoruz. “Mutsuzluk korkulacak bir şey değil. Sürekli değil bir kere, üstelik parıltılı... Doruk anlarda, sıra dışı olayların ardından yaşanan, aşırı ama eninde sonunda tüketilen ve hatta üretici, yaratıcı olabilen bir duygu. Asıl korkunç olan dirliksizlik... Her an, her şeyden, belki de farkına bile varılmadan duyulan hoşnutsuzluk. Aynaya her baktığında suratını asık görmek ve bunun nedenlerini tam olarak bilememek... (...) Dirliksizlik tüketilmiyor, tüketiyor ve sonu yok. Bir türlü bitmiyor. Her günün her ânında inceden inceye var. Gözle görülmeyen ama yapışkanlığı hissedilen bir zar gibi sarıyor yaşamı. İnsanın içine işliyor kışın kuru ayazı gibi.”
Sonuncu Sonbahar Alıntıları - Sözleri
- İnsanlarımızın okuduklarını anlama yeteneğinden bu denli yoksun olmalari, sasirtmaktan çok öte, ürkütüyor beni.
- İnsanın yapmaya karar verdiği şeylerle, yapmayı göze alabileceği şeyler ne kadar farklı ... Ya da, daha doğrusu, insanın yapmaya kesinlikle karar verdiği şeyler ile yapmayı kesinlikle göze alamayacağı şeyler çoğu kez birbirinin aynı...
- İnsanın yapmaya karar verdiği şeylerle, yapmayı göze aldığı şeyler ne kadar farklı... Ya da, daha doğrusu, insanın yapmaya kesinlikle karar verdiği şeyler ile yapmayı kesinlikle göze alamayacağı şeyler çoğu kez birbirinin aynı...
- İnsanın birine ihtiyacı oldu mu, yapmayacagi şey yok galiba.
- Bu adam, ortaokulda mazur görülebilecek bir tutkuyu nerdeyse hayat boyu sürdürerek kendi çapında üstün bir salaklık mertebesine ulaşmış, hepsi bu.
- Kendimden başka güvenecek kimse yok. Kendime bile tamamen güvendiğimden emin değilim.
- Zaten Boğaz'ın mehtabı yazın değil sonbaharda güzel olur. Bunu nereden biliyorum? Bir yerde okumuş ya da birinden duymuş olmalıyım.
- İnsanlarımızın okuduklarını anlama yeteneğinden bu denli yoksun olmaları, şaşırtmaktan çok öte, ürkütüyor beni.
- Ruhen romantik değilim herhalde.
- Kendimden başka guvenebilecegim kimse yok. Kendime bile tamamen güvendiğimden emin değilim
- Bütün mesele hayatı elden geçirebilmek...
- İnsanın yapmaya karar verdiği şeylerle, yapmayı göze aldığı şeyler ne kadar farklı... Ya da, daha doğrusu, insanın yapmaya kesinlikle karar verdiği şeyler ile yapmayı kesinlikle göze alamayacağı şeyler çoğu kez birbirinin aynı...
- "Her aşkın cinayetle son bulduğunu söyleyen sen değil miydin? Sen aşk hikâyeni yaz, ben de cinayet romanımı yazayım. Bakarsın bir yerde aynı sona varırız."
- İnsanlarımızın okuduklarını anlama yeteneğinden bu denli yoksun olmaları, sasirtmaktan çok öte, ürkütüyor beni.
- Salıverilmekten de korkuyorum, yok olmaktan da...
Sonuncu Sonbahar İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Bir Cinayet Romanı kitabina da daha okurken yorum yazmistim. Bu kitabini da bitirmeden yazacagim. Cunku cok cok cok başarılı gercekten. Pınar Kür'e hayran olmamak elde degil. Kafamin cok yogun oldugu bir donem olmasina ragmen beni icine aldi elimden birakmak istemiyorum. Hikaye, anlatim tarzi, yazildigi doneme bakacak olursak hala guncelligini koruyor olmasi cok etkileyici gercekten. Hic tereddutsuz alip okumalisiniz. Bitirip bir diger Pınar Kür kitabina geçmek icin sabirsizlaniyorum. (Didem)
Sonuncu Sonbahar: Pınar Kür'den ilk kez bir roman okudum. Bunu da arkadaş önerdi. Postmodern tarz içinde yazılmış olduğunu da özellikle belirtti. O tarz hakkında biraz da bilgi verdi ve ayrıca internetten de yardım alarak yanlışa düşmemeye çalıştım. Pınar Kür'ün Sonuncu Sonbahar adlı kitabı ise çok değişik geldi. O klasik anlatıyı tamamen dışlayan, savuran, reddeden anlayış. İşlenen bir cinayet ve oradan hareketle cinayeti çözme süreci ve bu süreç de olaya dahil olanların davranışları. Cinayetten çok anlatıcının hayatına odaklanıp, iç dünyasında yaşadığı gelgitler okuyucuya gösterilir. Eğer postmodern anlatı ve postmodern roman üzerine biraz bilginiz yoksa okumaya başladıktan belli bir süre sonra sizi sarmayabilir. Çünkü, polisiye romanda anlatı, sebep-sonuç-mekan-kişi üzerinden giderken; gerilim, aksiyon, heyecan arka arkaya gelir. Suçlu kaçar ve polis (Burada okuyucu) kovalar. Konuyu ayakta tutan da odur. Burada ise kurgu kendi içinde hareket ediyor ve gerilim, aksiyon, heyecan yerine, olaylar durağan, sıradan, normalmiş gibi akar. Cinayet arka planda. Anlatıcı ön planda. Postmodern unsurlar üzerinden değerlendirildiğinde-bu işin uzmanı değilim ama- bence başarılı bir çalışma denilebilir. Ama genel okuyucu -ben de genel okuyucu içindeyim- için çok tercih edilecek bir tarz olmayabilir (yanılabilirim). (Roman okuduğumda, gerçek olaylardan esinlenilerek yazılmış kitapları daha çok tercih ederim.) Cinayet, yazarın kendi kafasında oluşturduğu dünya ile anlatılır. Geçmiş ve şimdi hareket halindeyken ona takılan vagonlar içinde iç içe geçmiş hayatların parçaları da bulunur. Kişilerin iç sesleri daha yoğundur (burada anlatıcı). Kitapta yazarın oluşturduğu iç ses bazen parantez içinde gözükürken bazen de anlatılan metin içinde düz bir şekilde verilir. Cinayetin çözülmesi için gerekli maddi unsurlar çok önemli değil. Onlar arka plan da silik olarak verilir. Roman içinde roman var. Bir cinayet romanı yazmaya karar veren yazarımız, ünlü türkücünün öldürülmesi üzerine yazmaya başlar. Yazar Emin, cinayet soruşturmasında komiser Haydar'a yardım ederken, bilinen olgular haricinde kendi kafasında oluşturduğu bazı düşünceleri de kendi romanına ekler. O zaman şu soru sorulabiliyor? Yazarımız Emin, komisere yardımcı olup cinayeti çözmek mi istiyor yoksa yazacağı kitap için malzeme mi topluyor? Yazarımız evli ve karısı (Akın) da kendisi gibi bir yazar. Bir cinayet iki yazar var. Yazarımız, düşüncelerini bize sürekli aktarırken karısı ise eve misafir olarak gelen gizemli yabancıyla günlerini değerlendirir. Yazarımız hem sesli hem de sessiz düşünür. Soru sorar ve kendince cevap verir. Kendi oluşturduğu yapı içinde herşey doğrudur. İç ses gün gelir dış olaylara yani maddi delillere dayanmadığı halde sezgi olarak önplana çıkar. Yazar, düşlerinde oluşturduğu hayatı gerçek hayata taşımak ister ve ikilem içinde kalır. Cinayeti çözmeden önce kendi kafasında oluşturduğu o umarsız sorular için cevap arar. Bazen o cevabı iç dünyasından çıkarıp dış dünyaya montajlar. Kitabı okudukça (yani okuyucu) cinayetin çözümlenmesini mi okuyoruz yoksa yazarın (Emin) yazdığı cinayet romanı mı okuyoruz, bu düşündürüyor. Roman içinde romana bakarken daha sonra başka bir roman taslağı karşımıza çıkar. Klasik anlatı sevenlerin -belki de- garipseyeceği bir tarz olabilir. Anlatı bir cinayetle başlarken, farklı, ayrıcalıklı bir düşünme ile başka bir yere doğru gider. Bu gidişat Emin'in istediği gibi mi yoksa komiserin istediği gibi mi olacak bunu da zaman gösteriyor. Birinci tekil anlatımla hikaye başlar. Yazar rıhtımda oturup, aklından geçenleri anlatmaya başlar. Önce kendi hayatını anlatır ve oradan cinayete bağlanır kitap. Anlatıcının ağzından yapılacakları öğreniyoruz. O bizi yönlendiriyor. Anlatıcı kendini, etrafını, karısını anlatarak panoramik bir fotoğraf çeker. Kendisinin ve karısının (ikinci karısı) da matematikçi olduğunu ve ayrıca karısının da iyi bir yazar olduğunu buradan öğreniriz. Anlatıcı hayata dair şeylerden kısaca bahsediyor. Karısının yazdığı romana atıfta bulunuyor. Yaptığı katkıları anlatır ve yazar olarak karısını da eleştirir. Yazar bir erkeğin, yazar bir kadın ile ilgili edebi çalışmaları hakkındaki düşüncelerini de okuyoruz. Kitap uzun bir ön bilgilendirme içerir. Konuya hemen girilmez, olay hemen anlatılmaz. Sadece ileri de anlatılacak olayların nereden başladığını bildirir. Roman içinde roman okuyoruz. Biz romanı okurken içerde oluşturulan bir romanın da yapım sürecine (sonra başka bir roman daha ortaya çıkar) eşlik ederek hem yazarın 'acaba bu kısım oldu mu?' gibi sorularına muhatap olurken hem de bu doğrultuda okuyucunun da zihin jimnastiği yapması sağlanır. Kendi kendine sorular sorar. Esasında kafasında düşündüğü o soruları, çıkmazın aydınlatılması için hem de biz okuyucuların olaya dahil olup yazarla beraber düşünmemiz amacıyla sorar. Yazar tek başına düşünürken okuyucu da tek başına okurken, kendisine bir çeşit empati kurulmasını ister. Salt onun bize aktardıkları yanında bizim de okurken düşündüklerimiz çözüme ulaşmaya kılavuzluk yapar. Cinayetin aydınlatılması için yapılan işler (mekan, kişi, delil) anlatılır. Zanlının evine girildiğinde evin içi, masasının üstündekiler ayrıntılı bir şekilde anlatılır. O var, bu var, şu var diye. Ama masanın üzerindeki sigaraya gelince sigara diye geçmez. Samsun sigarası da demez. Özgün adıyla yazar: SAMSUN. Ama daha sonraki sayfada ise ilaçları anlatırken bir ilacı söyleniş şekliyle de yazar. Emin kentsoylu bir yazardır ve kendi çevresinden alıntılar yapar ve şaşalı bir şekilde yaşanan hayatı anlatır. Bekar evinde karşılaştığı manzara ve devamında elde ettiği bir kanıt onu 'Türk halkının lümpen zevkinin…" gerçeğiyle karşı karşıya getirir. Önce toplumu lümpenleşmekle eleştirir sonra 'görmezden gelmeyi yeğlediğini…" diyerek eleştirdiği toplum üzerinden kendilerini ayrıcalıklı yere koymayı sürdürür. İncelemeyi kitabın içinde geçen şu bilgiyle bitiriyorum: "Gerek katiller, gerekse yazarlar için başarı, inceden inceye örülmüş, belli belirsiz bir algılama ağı olmalı. Okur (ya da çözümcü) zorlanmalı, sonuca varmak için uğraşmalı ki, olay ödüle dönüşsün". Ezcümle: Beğendim, tavsiye ederim. Not: Keşke Fransızca kelimelerin Türkçeleri de yazılabilseydi. (S. Ali)
Kitabı bitirmenin heyecanıyla hemen aklımda kalanlar ve bana hissettirdiklerine dair bir inceleme yazmak istedim. Fakat hemen genel bir bilgiyle kitabın bir üçlemenin ikinci kitabı olduğunu fakat birinciyi okumadan da müstakil olarak anlaşılıp okunabileceğini belirtmek isterim(bir cinayetin romanı, sonuncu sonbahar,cinayet fakültesi).Serğnin ilk kitabı Bir Cinayetin Romanı’nı çok evvel okumama çok beğenmeme karşın neden seriyi tamamlamakta bu kadar geciktiğime bunu da okuyunca kızdım. Kesinlikle ilkinden daha başarılı ve daha iyi bir tekniğe ulaşmış pınar Kür bu kitapta.Postmodern edebi metinlerin vazgeçilmezi olan pekçok(üstkurmaca, bilinçakışı,içmonolog...)gibi teknikler bu romanda daha da güzel kullanılmış. Neyse yazıma dönecek olursam incelememi iki boyutlu yapmak istiyorum yine ama bu defa kitabı üslup ve içerik olarak tahlil etmek yerine: kitapta olanlar ve bana hissettirdikleri olarak anlatmak daha güzel olacak. Bu kitapta ne var? Evvela heyecanı ve merak unsurunun zirvede olduğu romanları sevenler için müthiş bir konu var:Çözülmeyi bekleyen bir CİNAYET. Ve en mühimi yakalanmasını ya da daha doğru ifade ile ortaya çıkmasını istediğimiz KATİL.Tüm bunlardan da belli olduğu üzere tipik bir polisiye romanı(konu bakımından). Aman sakın popüler kültürün pekçok kötü örneğini sunduğu basit polisiye romanlarından sanıp kitaba haksızlık etmeyin. Polisiye dediysek sadece konu bakımından. Gelin görün ki anlatımı oldukça orijinal bir roman. Kitap üst kurmacaya dayalı olarak yazılmış. Yani eserde kahraman anlatıcımız hem de yazarımız aslında romanı nasıl oluşturduğunu , kurmacanın sırlarını da biz okurlara sunmuş. Kişisel olarak en sevdiğim tekniklerden olduğundan ve Pınar Kür’ün de bunu çok iyi yapmasından ötürü henüz başında büyüledi kitap beni. Kahraman anlatıcımız olan matematik profesörümüz ki birinci kitapta da vardı hem romanı oluşturuyor hem de cinayeti çözmeye çalışıyor. Biz okurlar da esasen kahramanımızın cinayeti çözmesini merakla okurken romanın oluşumunu da takip ediyoruz. Kahramanımız matematik profesörü Emin Beyin eşinin de yazar olması romanın oluşumunda üst kurmacanı da üstüne çıkılmasını sağlamış( böyle bir teknik varsa da adını bilmiyorum ve bilmeden sevdim).Emin beyin iç monologları, uzun pasajlar halindeki bilinçakışları romanın çıtasını yükseltip postmodern lezzettini arttırmış. Romandaki geniş şahıs kadrosunu Emin Beyin gözünden irdelerken pekçoğunun davranışlarına dair yorumları da yine Emin beyden alıyoruz. Özellikle bu kısımlarda içmonologlarla Profesörümüz dış dünya gerçekliği ile kendi gerçekliğini mukayese edip derinleşen sorgulamalara giriyor ve tam da bu bölümler romanı basit bir polisiye roman olmaktan kurtarıyor. Tüm bunlar romanda olanlardı.Gelelim bana hissettirdiklerine. Evvela üzüldüm ikincisini okumakta geciktiğim için ve hemen üçüncü kitabı edindim. Sonra her solukta cinayetin sonunu ya da katili merak etmekten ziyade Emin beyin psikolojik tahlillerini, dış dünyayı, farklı tabakadan insanları yorumlama şeklini , eşini , aşk ve sevgi tanımını merakla okudum.Birinci kitapta olduğu gibi bu kitapta da sonunda hayalkırıklığına uğradım. İpucu verip okumayanların tadını kaçırmamak için neden hayal kırıklığına uğradığımı yazmayacağım. Belki de bilindik polisiylerden ayrı olması için yazarımız hep böyle sonları tercih ediyordur bilemiyorum. Üçüncü kitabı okuduğumda sanırım bu soru daha netleşir kafamda. Kitapta en çok elbette merak hissediyorsunuz. Ama sonra varlık ve varoluş sorunsalını daha alt metinlerde işleyen kitapta farkında olmadan kendinizi sorgularken buluyorsunuz. Özellikle son 70 sayfa daha felsefik bir atmosfere büründüğünden kitap biter bitmez baştaki cinayet,katiller, polis, takip ... havasından kopup ben kimim? Gerçek miyim? Gerçek ne? Varlığım neyin varlığıyla tanımlı.... gibi sorularla yüzleşiyorsunuz. Velhasıl öncelikle üslubu ve tekniği sonra içeriği bakımından çok güzel bir kitap. Herkese önermem bu tarzı sevenlere mutlaka öneririm:) (Bu nice okumaktır)
Kitabın Yazarı Pınar Kür Kimdir?
Pınar Kür (d. 15 Nisan 1945, Bursa) Türk yazarı. Lisans eğitimini Queens College ve Boğaziçi Üniversitesinde tamamladıktan sonra Sorbonne Üniversitesinde Karşılaştırmalı Edebiyat üzerine doktora yaptı. "Bitmeyen Aşk" adlı romanı "müstehcenlik" gerekçesiyle toplatıldı. İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller okulunda ingilizce okutmanı oldu. Şu anda Bilgi Üniversitesinde Medya ve İletişim Sistemleri bölümünde öğretim görevlisidir.
Pınar Kür Kitapları - Eserleri
- Asılacak Kadın
- Sadık Bey
- Bir Cinayet Romanı
- Akışı Olmayan Sular
- Bitmeyen Aşk
- Yarın Yarın
- Bir Deli Ağaç
- Cinayet Fakültesi
- Küçük Oyuncu
- Sonuncu Sonbahar
- Hayalet Hikayeleri
Pınar Kür Alıntıları - Sözleri
- Paydos saati diye bir şey kalmamıştı- hele hele son yıllarda. İşinde ilerlemek isteyen herkes gereğinden fazla çalışması, en azından öyle görünmesi gerektiğini biliyor, gözü saatte, beklediğini çaktırmıyordu. (Sadık Bey)
- ... Sevinç değildi aradıkları. Sevinç nedir biliyorlar mıydı? Kendi çocukluğunu anımsadı uzaktan - özlem - siz, acısız bir anımsama. Tüm başka bir çocukluk ama hep aynı sevinçsizlik. Mutluluğu bilmediği için mutsuz olmayan, ama gene de gülemeyen bir çocukluk. (Yarın Yarın)
- Düşünce özgürlüğünü bir kavram olarak bile ortadan kaldırmanın en iyi yolu, düşünmeyi bilmeyen kuşaklar yetiştirmektir. (Asılacak Kadın)
- İçimde en ufak bir sevgi kıpırtısı var mı diye yokluyorum kendimi.Yok, hayır.İlginç olan nefret bile duymuyorum.O derece hissizleşmişim ona, öylesine silmiş bende kendini. (Bitmeyen Aşk)
- Tüm bildiklerini ağaca anlattı kız . Ağaç delirdi . Yıllar var uğraşıyor güneşe tırmanacağım diye . Çevresini saran duvarları yeneceğini sanıyor. Deli bir ağaç bu . (Bir Deli Ağaç)
- Kızı en içten, en derin iç dökmelerindr bile ancak kendi kendine bağışlattığı şeyleri açıklar. (Küçük Oyuncu)
- Aynı evde oturan insanların birbirlerini öldürmeleri o kadar kolay ki... (Bir Cinayet Romanı)
- Gözlerini şu maviden ayırabilse dönüp gidecekti. Ama bu kez martılara takılmıştı. Bir de çok uzaklarda, tıpkı martılar gibi su yüzünde bir yükselip bir konan ufak motora. İçindekini ya da içindekileri seçemiyordu durduğu yerden. Her an iki yanında meydana geliverip yiten sudan tepecikler gerçekten göz alıcıydı. (Yarın Yarın)
- Bütün mesele hayatı elden geçirebilmek... (Sonuncu Sonbahar)
- “Geçmişinden gururu , geleceğinden umudu olmayan bir adam tek başına rakı masasında otururken hangi şarkıdan medet umar?” (Sadık Bey)
- “Korkmuyorum artık. Yani kızmıyorum. Yani kızıyorum ama o ilk günkü gibi delice degil. Akıllıca. Ne yapacağını bilenlerin sabırlı kızgınlığı var içimde.” (Asılacak Kadın)
- İlk kez zeki bir kızla karşılaşmış olmanın kıvancı içinde ama aslında kızın zekasına değil, hatta o zekanın aynası olduğuna inandığı acayip yeşil gözlerine bile değil, minicik memelerini düşünerek gülmüştü. Ceviz gibi, derdi o zamanlar. Ceviz gibi memelerin nesi güzeldi acaba? Şimdi sorsalar bilemezdi. (Yarın Yarın)
- Bazı şeyler öyle plansız oluyor - ya da bizim bilmediğimiz, ilerde irdemeye çalışsak da çözemeyeceğimiz başka bir plana uygun olarak gelişiyor. (Cinayet Fakültesi)
- Bu adam, ortaokulda mazur görülebilecek bir tutkuyu nerdeyse hayat boyu sürdürerek kendi çapında üstün bir salaklık mertebesine ulaşmış, hepsi bu. (Sonuncu Sonbahar)
- Ben hamalsam sen de mi hamalsın. Onlar aptalsa sen de mi aptalsın? (Küçük Oyuncu)
- " Yeryüzünde benden başka canlı yoktu sanki . Çakmağımı çakmak , derin bir soluk almak bile yersiz , gereksiz , belki de sakıncalı bir gürültü çıkarmak olacaktı ." (Bir Deli Ağaç)
- "Sevmek, her şeyi feda etmek değil. Tam tersine. Feda etmemek! İnsan kendisi olmaktan vazgeçerek sevemez ki... Kendini feda ettiğin anda neyinle seveceksin?" (Bitmeyen Aşk)
- Nasıl mı geçiyor ömrüm? Sensiz ama seni özleyerek... (Bitmeyen Aşk)
- “Dudaktan öpmek değil de, yanaktan öpmek, sevmektir. Biliyor muydun bunu?” (Bitmeyen Aşk)
- Bazı erkekler vardır, bilirsiniz, size en derin aşk sözcükleri söylerken bile gidicidirler... Kalıcılıkları yalnız üstünüzde bıraktıkları izlerdir... (Cinayet Fakültesi)