Üç Hikaye - Mehmet Rauf Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Üç Hikaye kimin eseri? Üç Hikaye kitabının yazarı kimdir? Üç Hikaye konusu ve anafikri nedir? Üç Hikaye kitabı ne anlatıyor? Üç Hikaye kitabının yazarı Mehmet Rauf kimdir? İşte Üç Hikaye kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Mehmet Rauf
Yayın Evi: Bordo-Siyah Yayınları
İSBN: 9786053540779
Sayfa Sayısı: 104
Üç Hikaye Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Eylül yazarı Mehmet Rauf, anlatı ustalığını daha önce yayımladığımız Eski Aşk Geceleri kitabındaki öykülerde olduğu gibi, Üç Hikâye kitabındaki öykülerde de gösteriyor. Toplumsal ve bireysel eleştiri kaygısının da sezildiği bu öykülerde, dönemin insanlarının yaşama ve evlilik kurumuna bakışlarının bir panoraması çizilmektedir. Hem hüzünlendiren, hem de meraklandıran ve güzelduyusal bakımdan Cumhuriyet öncesi dönemi öykücülüğünü Cumhuriyet dönemine bağlayan öyküler...
Üç Hikâye: "İyimser gerçekçilik"in en nitelikli üç örneği.
Üç Hikaye Alıntıları - Sözleri
- "Ve en çok nazarına çarpan şey herkesin yalnız kendisi için yaşadığı oldu".
- "Bugün ruhumda patlayan bu aşk ihtıyacına rağmen aşka inanmıyorum"
- "Ah insan denen mahlukat ne kadar zayıf ve alçak birşey
- Her gün onu tanıdıkça, karakterini daha yakından ayrıntılarıyla öğrendikçe, hayallerine , inceliğine hayran kalıp taparcasına bağlandığım o kelebek benim olacak değil mi ? Onu mutlu etmek... ah, onun mutluluğu için hayatımı nasıl sakınmayarak feda edeceğim...
- "Dünyada huzur ve rahat yalnız kötülere, bayağılara, rezillere özgü bir şeydir".
- "Gerçi çalışma ve becerinin hiçbir yerde yağcılık ve dalkavukluk yapılmaksızın ödüllendirildiği görülmemiştir"
- Nasıl olur ki ona bakabileyim ve nasıl mümkün olur ki onu göreyim? Şekline dair hafızamda tek bir hat bile mevcut değilken, şimdi kulaklarım sesiyle nasıl çınlıyor!.. Ve bu ses alçakgönüllü musikisi ile mevcudiyetimi nasıl taltif ediyor! Yalnız bunun güzelliğinin hatırası için ömrümü veriridim!
- Ve en çok nazarına çarpan şey, herkesin yalnız kendisi için yaşadığı oldu.
- Hepsi de kendi nefisleri kendi saadetleri için milletin sefaletine la-kayt kalıyorlar, memleketin mahvına göz yumuyorlar,yalnız alacakları insanları, nail olacakları rütbe ve nişanları düşünüyorlardı.
- Öteki Behiç ona : 'Budala, açsın diyordu. Gir içeri, bir etek öp, iki söz söyle, birkaç satır yaz, ceplerin altınla dolu çık, git, yaşa... Sende herkes gibi mesut ol... Bir etek öp, on kişi senin eteğini öpsün... Aç sürünmeyip zengin olmak bu kadar kolay iken neden tereddüt ediyorsun? '
- Vicdanen hiç kimsenin nâil olamadığı bir huzur ve refah içinde yaşadıktan sonra, bu sefaletin ne ehemmiyeti olurdu. Hatta bilakis, bu bir nişane-i iftihar [övünç nişanı] değil miydi?
- Her kadının zevkini insanı deli edecek kadar yegâne bir surette başka ve nefis bir hale getiren kuvvet, o aşk denilen sihir değil midir? Ve aşk olmadıktan sonra, hayat yâ- bis [kuru], akîm ve akur [boş ve yaralayıcı] bir çölden ibaret kalmıyor mu?
- Ah, insan denilen mahluk ne kadar zayıf, ne kadar alçak bir şey! ...
- İşte, yalnız bu teselli ümidiyle sefil hayatıma biraz güneş serpiliyor...
- Bu gün yine bize geldiler . Onun karşısında, bakışının parlak ışıklarıyla kendimden geçerek saatlerce mutlu oldum.
Üç Hikaye İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Adı üstünde kitabın içinde üç kısa hikaye var. Ama ben en çok 1. Hikayeyi beğendim. Yaşadığı zamanki toplumun menfaatçiliğini çok güzel gözlemlerlerle bize yansıtmış. Daha o zamanlarda yaptığı gözlemlerin hala günümüzde devam etmesi ise işin şaşırtıcı kısmı diyebiliriz. (MECNUN)
Mehmet Rauf'un okuduğum ilk kitabı. Kitapta üç hikaye mevcut. 1.Girdap : Memur olan Behiç dönemin padişahının zevk ve sefa içinde iken halkın yoksulluk ile mücadelesinde, el etek öpüp yalakalık peşinde koşan insanların zenginliğini konu almış. Behiç yalakalık ile mi aç karnını doyursun yoksa vicdanlı bir şekilde mi? 2. Bir hikaye-i hüsran : 43 yaşındaki adamın yalnızlığı ve evlilik yapmadığı için pişmanlığı, sonrasında 18 yaşında görücü usulü ile tanıştıgi kız ile tanısmasını ele almış. 3. Hediyeler : Saim efendi kızları olan Seniha'yı, zengin oğlan damat Rüştü 'ye almak isterler ama işleri biraz tersi olur. İyi okumalar dilerim herkese ;-) (Nisan T.)
Adından da anlaşılacağı gibi üç öykü bulunuyor kitapta: Girdab- Bir Hüsran Hikayesi- Hediyeler. İlk öyküde parasız Behic karakterinin isyanı var, değindiği noktalar güzel. El etek öperek daha çok paraya sahip olmayı reddetmek şerefli bir davranış ama aynı kişinin başka düşünceleri ve davranışları da bir o kadar itici. “Haftada bir otelde kalmayacaksam, lokantada yemek yiyemeyeceksem, tiyatroya gidemeyeceksem intihar etmeli değil mi” nasıl bir düşüncedir anlamadım! Madem parası yok neden bir gecede bütün parasını Beyoğlu’nda harcıyor, kendini sağlama almıyor? Anlatmaya çalışılan konuya bu karakter uygun değildi. Bir Hüsran Hikayesi ise evlilik kararı hakkında güzel bir hikayeydi. Hediyeler öyküsü ise pek çok yönden düşündürücüydü. Her karakter ayrı ayrı bir ders veriyordu. Saim Efendi, Rabia Hanım, Seniha, Rüştü Bey karakterlerinde çok şey buldum ben. Akıcı ve güzel bir kitaptı, öykü seviyorsanız okumanızı öneririm. “Biraz” yerine devamlı “bir az”, “elbette” yerine “elbet de” yazılması ise yayınevine ciddi bir eleştiri olabilir. (Kahveli Kitap)
Kitabın Yazarı Mehmet Rauf Kimdir?
Mehmed Rauf Servetifünun romancılarından, 1875 yılında doğdu, 1931 yılında İstanbul'da öldü. Bahriye Mektebi'ni bitirdi (1893), deniz subayı oldu, staj için Girit'e (1894), Kiel kanalının açılış töreninde bulunmak üzere Almanya'ya (1895) gönderildi, dönüşte İstanbul'da Tarabya'da elçilik gemilerinin irtibat subaylığına atandı. 1908'den sonra bahriye'den ayrıldı, hayatını yazarlıkla kazanmaya başladı. Cumhuriyet devrinde kadın dergileri çıkardı, ticaretli uğraştı. On altı yaşındayken yazdığı Düşmüş adlı hikayesini İzmir'e, Halit Ziya'ya göndermiş, Halit Ziya da Hizmet gazetesinde basmıştı, daha sonra İstanbul'da Mektep dergisinde yazıları çıktı. Halit Ziya, Cenap Şehabettin, Hüseyin Cahit'le böylece önceden tanışan Mehmed Rauf, sanatının en başarılı eserini Eylül romanıyla verdi; psikolojik roman örneği olan Eylül'de olduğu gibi öteki eserlerinde de özellikle aşk maceralarını konu yaptı. Romanları: Eylül (1901), Genç Kız Kalbi (1925), Böğütlen (1926), Define (1927), Son Yıldız (1927), Kan Damlası (1928), Halâs (1929) Hikâye Kitapları: İhtizar (Cançekişme, 1909), Âşıknâme (1909), Son Emel (1913), Hanımlar Arasında (1914), Bir Aşkın Tarihi (1915), Üç Hikâye (1919), İlk Temas İlk Zevk (1923), Aşk Kadını (1923), Eski Aşk Geceeri (1924) Mensur Şiir: Siyah İnciler (1901, 1925) Oyunlar: Ferdi ve Şürekâsı (1909, filme de alındı: 1917), Cidal (Kavga, 1911), Sansar (1920), Ceriha (Yara, 1927)
Mehmet Rauf Kitapları - Eserleri
- Eylül
- Genç Kız Kalbi
- Böğürtlen
- Ferdâ-yı Garâm
- Define
- Kan Damlası
- Halas
- Eski Aşk Geceleri
- Bir Aşkın Tarihi
- Define ve Kan Damlası
- Bir Hastalığın İlacı
- Yara
- Uzaktan
- Bir Zambak Hikayesi
- Üç Hikaye
- Karanfil ve Yasemin
- Siyah İnciler
- Kabus
- Serap
- Menekşe
- İsyanlar, Direnişler, Zaferler
- Âşıkane
- Edebi Hatıralar
- Son Emel
- İhtizar
- Eylül
- Eylül
- Sansar
- Son Yıldız
- Yağmurdan Doluya - Cidal - Sansar
- Seçme Hikayeler
- Harabeler
- Menekşe
Mehmet Rauf Alıntıları - Sözleri
- Yani hayale, yani şiire, yani aşka aşıktım. Aşkı evrenle hayatın tek varlık sebebi sayacak kadar deli bir aşık. (Eski Aşk Geceleri)
- Sende bir şey var, öyle bir şey ki hiçbirinde rastgelmiyorum. (Eylül)
- "Ah bu eksiklik duygusu.. İnsan değilim sanki bir denklemim.." (Eylül)
- O anda kapıdan genç bir hanım girdi. Fakat bu tam manasıyla bir güneşin doğuşu gibiydi. (Define ve Kan Damlası)
- "Ah insan denen mahlukat ne kadar zayıf ve alçak birşey (Üç Hikaye)
- “Günlerce ev bir hastane gibi, delirmiş genç kadına gelen giden hocalarla, hekimlerle dolar. (…) genç kadın bir deri bir kemik kalmıştır. (…) Hastalık geçer, fakat bu yara, bu valide yarası geçmez, aylarca kadını inletir.” (İhtizar)
- Biliyor musunuz, kadın olmasaydım belki Mesut olurdum. Zira kadın olmak, kadınlar arasında çirkin olmak gibi bir şey. (Ferdâ-yı Garâm)
- Zaten hayatımız âdet ile tesadüfün elinde zalim ve yırtıcı bir pençe içinde dayanıklılık ve katlanabilme yetisini kaybetmiş sefil bir hastalıktan başka bir şey miydi? (Serap)
- “Nedir bu insanın içten içe çürüyüşü...” (Eylül)
- Ah niçin bütün aşklar böyleydi? Niçin birbirlerini bugün sevenler hayattaki mutlulukları birbirlerinden bekler ve mutluluğu bulmakla bahtiyar ve zevk dolu olurken, iki gün sonra, birbirlerine iki amansız düşman oluyorlar, dişleri, tırnakları, pençeleri kan içinde, birbirini didiklemekten, mahvetmekten, helak etmekten başka bir şey istemiyorlardı? Buna nasıl razı oluyor, nasıl dayanıyorlardı? (Menekşe)
- Hayat böyle vesveselere değer mi? (Bir Hastalığın İlacı)
- Gök, yaldız içinde, aynı zamanda berrak, hayran hayran sevdiğine bakan bir genç kız gözü gibi saf ve berraktı (Karanfil ve Yasemin)
- "İnsanın içtenliğine inanmıyorum!" (Böğürtlen)
- “Ah, kim bilir ne nefis bir ruhu vardır.." (Menekşe)
- Dünyada şefkat, af, insanlık gibi güzel şeyler varken neydi bu insanlardaki vahşilik ki hâla birbirlerini yiyorlar, hâla birbirlerini yemekten zevk alıyorlardı ? (Kabus)
- ''Kalabalık içinde yalnız yaşamak, kalabalık içinde gezip beraber bir köşeye kaçmak, işte asıl zevk budur. İnsan, kalpleri birbirine bağlayan bu bağları o zaman anlar.'' (Eylül)
- “Zavallı hiç! Bazen ne etkili olarak zıddını ifade etmek ve anlatmak için kullanılır ve bir bakış açısına göre ne büyük, ne kahredici bir heptir!” (Serap)
- "Yaşamda o denli kötülük gördüm ki kimden olursa olsun, iyilik beklemiyorum." (Böğürtlen)
- Zaten hayatımız tamamen zannetmekten ibaret değil midir ? (Bir Aşkın Tarihi)
- Gün oluyor ki hiçbir şey görmemek için gözlerimi kapayarak oturmak istiyorum. (Ferdâ-yı Garâm)