Abdurrahman Arslan kimdir? Abdurrahman Arslan kitapları ve sözleri
Sosyolog, Yazar Abdurrahman Arslan hayatı araştırılıyor. Peki Abdurrahman Arslan kimdir? Abdurrahman Arslan aslen nerelidir? Abdurrahman Arslan ne zaman, nerede doğdu? Abdurrahman Arslan hayatta mı? İşte Abdurrahman Arslan hayatı...

Sosyolog, Yazar Abdurrahman Arslan edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor. Kitap severler arama motorlarında Abdurrahman Arslan hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. Abdurrahman Arslan hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte Abdurrahman Arslan hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları...
Doğum Tarihi: 1947
Doğum Yeri: Van
Abdurrahman Arslan kimdir?
Abdurrahman Arslan, 1947’de Van’da doğdu. İlk, orta ve lise tahsilini bu şehirde tamamladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü'nden mezun oldu. Serbest çalışmaktadır.
Yazıları; Bilgi Hikmet, Kalem ve Onur, Haksöz, İktibas, Bilge Adamlar dergilerinde yayınlandı. Yazarın sık yazdığı İktibas dergisi başta olmak üzere yazılarında “devlet, iktidar, akıl, sosyal teori, sekülerizm, İslam dünyasındaki dönüşüm, postmodernizm “ gibi konuları ele almıştır.
Yeni Bir Anlam Arayışı ,Modern Dünyada Müslümanlar, Kalbin Akletmesi, Yeni Politik Kültürün Dünyasında, Zaman Dışı Konuşmalar gibi birçok önemli kitabın yazarıdır.
Abdurrahman Arslan Kitapları - Eserleri
- Dünyaya Müslümanca Bakmak
- Kalbin Akletmesi
- Kıbleyi Kaybettiren Dönüşüm
- Modern Dünyada Müslümanlar
- Nehri Geçerken
- Yeni Politik Kültürün Dünyasında
- Sabra Davet Eden Hakikat
- Zaman Dışı Konuşmalar
- Yeni Bir Anlam Arayışı
- Mustafa Kemal ve Kürtler
- LGSLise Giriş Hazırlık KitabıTürkçe ve Sosyal Bilgiler
Abdurrahman Arslan Alıntıları - Sözleri
- Değişmemiş bir kitap ve sünnet ile bu imkân İslâm’ın elinde bulunmaktadır. Bu kavramsal inşâ şüphe yok ki, sadece yaşanarak/tefekkür ederek mümkündür. (Modern Dünyada Müslümanlar)
- Bugün genç nesil Müslüman kızlarımız ya da erkeklerimiz ilişkilerini eşitlik üzerinden kuruyor, anlamlandırıyorlar, özgürlüğü de böyle anlıyorlar. Eşitlik temelinde bir özgürlük... Hâlbuki bu İslâm'a aykırı bir şeydir. İslâm, adalet talebinde bir eşitlik ister ve özgürlüğü de adalet temelinde kurar. Çünkü özgürlük çok ideolojik bir inşadır, masum bır şey değildir. Tabi ki burada da İslam elbette kadınla erkeğı ayırıyor, kimlik olarak ayırıyor... Bir kere modern dönem birey kavramıyla birlikte insanı hem erkek, hem kadın olarak kimliğinden soyutlamıştır. Birey kimdir sorusunun cevabına baktığımızda dişi midir, erkek midir, kökü nereden geliyor bilemezsiniz, çok soyuttur. Bu adamı aldatır. Oysa İslâm'da öyle değıldır, İslâm doğrudan doğruya dişi ve erkek üzerinden kimlik kazandırır, “mumun ve mümine” der. Dolayısıyla bir bakıma ikisinin de cinsiyetlerini gözeterek onlara rol verir. Tabii şunu kabul edelim ki, zorunlu hallerin haricinde kadına sunduğu tercih evdedir. Bu da kadının illa evde oturacağı anlamına gelmiyor. Kadının da kendine alt bir sosyal dünyası var. Ama bu dünya genel olarak hemcinsleriyle ilgilidir. Değindiğiniz gibi mahremiyet ilişkisi içerisinde, bir bakıma İslâm, bu iki cinsin kimliklerini hatırlamaları için her zaman aralarına bir perde koymuştur. Nasıl ki müminle kâfir, müminle müşrik arasında surekli olarak bir ayırıcı, uyarıcı, bir engel koymuşsa, bir hatırlatmada bulunmuşsa aynı zamanda kadın ve erkek için de böyle hatırlatmada bulunur. Çünkü eğer bu hatırlatma olmasa günümüz gibi "unisex" dediğimiz olay ortaya çıkar. Yani kadın mı erkek mi belli olmayan, yeni birtakım insan tipleri ortaya çıkar. Burada "post insan" kavramını kullanıyorlar. Dikkat ederseniz bu evrimle birlikte bugün Batı dünyasında boşanmaların oranı aşağı yukarı yüzde 60 civarında seyrediyor. (Kıbleyi Kaybettiren Dönüşüm)
- "Müslümanların trajedisi nedir? Biz modern dünyanın içerisinde modern dünyanın amaçlarına ve araçlarına uygun hareket edeceğiz, ama aynı zamanda İslâm ahlakına da sahip olacağız. Böyle bir şey olamaz,bu mümkün değil." (Zaman Dışı Konuşmalar)
- İnsana ilişkin en zengin tanımlamayı ya da tarifi ya da ona ilişkin anlatımı, tasavvufun yaptığı kanaatindeyim... Benim kanaatime göre Batının hiçbir felsefî ekolü tasavvufun bu konuda söylediklerinin yakınına bile yaklaşmış değildir. (Dünyaya Müslümanca Bakmak)
- Kainatta her şey çiftiyle mevcuttur;biri diğeri olmadan kendini tanımlayamaz.Yaratılış silsilesi göz önüne alındığında erkek makrokozmozu temsil ediyorsa, kadın da mikrokozmozu temsil eder. Ancak bunlar bir başlarına kendilerini tanımlama imkânına sahip değildir; ama buna rağmen ikisi de kendini tanımlamak gibi bir ihtiyaç içinde bulunur. Çağdaş bireyci telakkiye ters gelse de bu karşılıklı varoluşsal bağımlılık ilişkisinde kadın erkeğin yarısını temsil eder; kadın olmadan erkek, erkek değildir. Erkek kadınla tanımlanır. Kadınla erkek ya da eril ile dişil arasındaki ilişki dünya ile sema arasındaki ilişkiye benzer. Kozmozda olanları nefiste, nefiste olanları da kozmozta bulmamız bundandır. İslâm’ın zaman algısı güneş ve ay olmak üzere iki kozmik varlık üzerine kuruludur: Müslüman zamanı üstünde yaşadığı dünyanın bunlarla olan ilişkisi bağlamında anlamlandırılır. Gündelik hayat olan “şimdiyi” belirleyen güneştir: Geçmişi ve geleceği dönemleştiren, yani “ömrü” belirleyen ay’dır. Modern muhayyilenin kadın tasavvuruna aykırı düşse de kadim kültürler kadının ev, ay ve erkekle dünya dolayımında birbirlerini çağrıştıran bir ilişki içinde bulunduğunu söz konusu etmişlerdir. Dünya katmanında erkek ve ay müzekkerdir, yani aydınlatıtandırlar: oysa kadın güneş gibi müennestir. Evde kadın hâkimiyet sahibi olarak bu rolüyle bulunur. Bu hakkı ona sağlayan mahremiyetin uzamıdır. Bundan olacak ki, aslında kadın tesettürle kendini dünyaya kapatmaz, tersine bunu yaparken ayın kendini dünyaya açtığı gibi o da mahrem olana kendini açar. Kadın ve ay arasındaki ilişki mahiyeti kozmik olan muamma dolu bir ilişkidir. Kadim Grek insanına göre kadın tabiata benzer; irfanî geleneğin büyük yorumcularına göre de kadın “müteşabih”tir. Dünyadaki bütün kültürlerde ayla, fakat bilhassa ayın on dördüyle kadın güzelliği arasında bir ilişki kurulduğunu görürüz. O dünyaya ait zamanın ay olarak dönemselleştirilmesini ilk gözetleyendir. Bu ilişki içinde ayın geçirdiği safhaları aynı zamanda kadının da yaşadığına inanılır. Bunu zaman olarak harici, biyolojik olarak dahili bir tecrübenin uyumu olarak gözetler: bedenin yaşadığına bizzat kendisi şahitlik yapar. Bu kozmik zamanın biyolojik bir varlıkta kendini açığa vurmasıdır. Kadın zamanın bu türünü mahrem mekanda temsil ederek erkeğe duyurur: ay yüzünü dünyaya, kadın da kendini erkeğe kapatır. Nutfenin beşer halini alması kozmik zamanın on kameri ayına denk düşer. Kadim kültürlerde bu yüzden hamilelik, kameri takvim ve ebe ayrıştırılmaları mümkün olmayan üçlü bir yapı teşkil eder. Bununla özne ile nesnenin birbirleriyle uyumlu ilişki içinde oldukları bütüncül bir epistemoloji kurulur. İnsana dair bilginin aynı zamanda bu kendini üzerinde inşa ettiği temeli teşkil eder. Bir ebenin çocuk doğurtmasındaki sırrın, doğum yapan anneye gösterdiği kozmik duyarlılık ile sahibi olduğu beşeri ilmin uyumunda yattığına şahit olunduğunda ancak bu anlaşılabilir. Doğum ile ölüm arasındaki dünyevi ilişkide bu kadın, modern tıbbın yaptığı gibi doğum sırasında çocukta anneyi birbirlerinden yalıtarak araya kendini ikame etmez. Temsil ettiği epistemolojinin tabii hâsılası olarak, doğumu ölüm sebebine dönüştürerek bir tehdit aracı haline getirmediğinden, modern tıbbın yaptığı gibi beden üzerinde egemenlik kurarak onu mülkiyeti hâline getirmez. Doğumu ölüm gibi tabii bir hâl olarak kendi kozmik “vaktine” iade eder ve anneyle çocuk arasından çekilir. Böylece nutfe için hapishaneden kurtuluşun sevinci olan annenin doğum sancısını ayrıştırılması imkânsız bir bütüne dönüştürür. Ay bir kez daha kadına erkeğin öteki olmadığını, kendini her şeyiyle apaçık dünyaya gösterdiği on dördü haliyle hatırlatmada bulunur. Bu müzekkerin ideolojilerden aldığı intikamdır. Abdurrahman Arslan – Sabra Davet Eden Hakikat (Sabra Davet Eden Hakikat)
- İslâmda hakikat verilidir. Biz hakikati aramıyoruz. Bizde hakikat verilmiştir. Ancak hakikatın önündeki engellerin kaldırılması gerek. (Kalbin Akletmesi)
- ..akletmenin yeteri kadar cereyan etmediği bir dünyada yaşıyoruz. (Kalbin Akletmesi)
- Adalet fıtri bir şeydir. Adalet talebi insan fıtratının dile gelmesidir. İslam'da adalet, sadece ekonomik adalet, sosyal adalet veya ceza adaleti değil, varlıkla ilgili bir tasavvurdur da aynı zamanda. Şüphesiz İslami geleneğin zenginliği içinde adalet aynı zamanda AHLAKA bir davettir. Hakikate duyulan susuzluğun küreselleştiği bir vasata Müslümanların kendi entellektüel miraslarının önemli metinlerini okuyup anlamaları ve onları günümüz insanı için bir anlam ifade edecek şekilde açıklayabilmeleri lazım... (Yeni Politik Kültürün Dünyasında)
- Ben hâlâ “gâvur icadı” tanımının, yapılmış doğru bir tanım olduğunu düşünüyorum. Bizden önceki direnen kuşakları da rahmetle anıyorum. Doğrusu kendi kuşağımın oportünistçe bu hayata katılımını da hazmedemiyorum. Belli ki dünyayı çok sevmeye başladık ki, modemite bizi de hızla dişleri arasına alarak öğütmeye başladı. (Nehri Geçerken)
- Müslümanlar Kur'an'dan , sünnetten kalkarak hayata soru soruyorlardı. Günümüzün müslümanları hayattan kalkarak, Kur'an'a ve sünnete soru soruyorlar. Bu ise onların zihni dönüşümlerinin, ideallerinin tersi bir istikamete yönelmesini beraberinde getiriyor. (Kalbin Akletmesi)
- Günümüzde bireyin korunması ve güvenlik sorunu "haklar"da aranır ya da teminat altına alınmaya çalışılırken; İslâm bunu bizzat adaletin kendisinde ve onun, toplumun kendisinin de sorumlu tutulduğu uygulamasında aramaktadır. (Kıbleyi Kaybettiren Dönüşüm)
- Dolayısı ile şimdi yapılması gereken modern dünyanın fen/teknolojisini alırken ahlâk/kültürünü Müslüman dünyanın gümrük kapılarında tutmak olacaktır. (Modern Dünyada Müslümanlar)
- Müslüman erkek kapitalizme müslüman kadın da feminizme yavaş yavaş teslim oluyor. Kapitalizm islam'ın helal/haram anlayışına, feminizm de kadının evdeki rolüne ve İslâm'ın adalet ilkesinin aksine kadın-erkek ilişkisine eşitlikçi ideolojisiyle meydan okumaktadır. (Sabra Davet Eden Hakikat)
- Evet, her bilgi türünde, Müslüman’ın her bilgi faaliyetinde kuşku yok ki İslâmî unsurlar 0 bilgi faaliyetine katılıyor. Fakat biz her şeye rağmen, dünyayı Müslümanca anlamlandıracak bir bilgi türü, özgün bir bilgi türü üretemiyoruz. Sıkıntımız bu. Kabul etmeliyiz ki bu zihinsel olarak çok ciddi bir problemdir. Aslında bugün içinde yaşadığunız hegemonik kültürün bize dayattığı esaslı bir sorundur. Burada tabii ki biz söz konusu İslâm olduğunda, özgünlük derken birinci dereceden kendine referans aldığı kaynağın Kur’an ve sünnet olduğunu öncelikle belirtmek gerekiyor, ama bu yeterli değil. Bu şu demektir: İslâm’m öngördüğü hakikati kendi geleneği içinde kavrayan bir zihnin olması ya da en azından İslâmî hakikati o hakikatin öngördüğü anlama ve kavrama biçimi içerisinde kavrayan bir zihnin var olmasını gerekir. İşte bence günümüzün ve bizim karşı karşıya kaldığımız problemin esası bu. Biz İslâm’ın hakikatini başka bağlamların inşa ettiği ortamlarda kavramaya çalışıyoruz. Dolayısıyla bir türlü İslâm’ın hakikatini İslâm’ın hakikatinin öngördüğü bağlamları inşa ederek kavrayamıyoruz. Ondan dolayı her seferinde eksik bir kavrayışla karşı karşıya kalıyoruz diye düşünüyorum. (Kalbin Akletmesi)
- Sizin kim tarafından dünyaya getirildiğiniz, hangi ailenin, cemaatin, topluluğun ferdi olduğunuz önemli değildir; ancak onun nüfus kurumuna yaptırdığınız kayıt sonucu -seküler "vaftiz" sonucu- varlığınız gerçeklik kazanır. Evlenmek istediğinizde yine ona haber vermek yani kurumlarından birine "kayıt" yaptırmak -resmi nikâh- zorundasınız. Yakınlarınız istedikleri kadar dövünüp ağlasınlar, ölümünüz ancak onun kurumlarının vermiş olduğu kararla gerçeklik kazanacaktır. İnandığınız din, ölüyü "bekletmeyin" tavsiyesinde bulunabilir; fakat bu "mesai saatlerinin dışında" fazla anlam ifade etmeyecektir. Üstelik insanın nereye nasıl gömüleceğine o karar verecek -eğer paranız varsa- "mülk sahibi ölüler" sınıfına ait kılacak; böylece mezarınız dokunulmazlık kazanmış olacaktır. (Modern Dünyada Müslümanlar)
- Asr-ı saadet ile modern dünyanın gökdelenleri arasında yorulmadan gidip gelen bu insanlar; İslâm’ın mütevazılığının formu içinde statü ve prestij mücadelesinin ilk basamaklarını hızla tırmanmaktadırlar. Esas mesele ise bu basamakların bittiği yerde Müslümanlar’ı neyin beklediğidir! (Modern Dünyada Müslümanlar)
- Bugünün dünyasında giderek egemen hale gelen yeni kültürün veya “küresel episteme”nin anlaşılır sebeplerle dini çoğulculuk üzerinde yoğunlaştığını görmek şaşırtıcı değil. Küresel episteme nin tek bir yol, tek bir norm veya tek bir hakikat olduğu hususunda ısrar etmeyi “putperestlik” tek bir doğru din olduğu fikrine inanmayı totaliterlik ve uzlaşmaz bir tutumu temsil manasına alması; neoliberalizmin birçok şeye olduğu gibi dine de el koyma ve onu kendi ilkelerine göre yeniden yorumlama/şekillendirme isteğini yansıtıyor. Küresel kültür, dini çoğulculuğu farklı dinlere ait müntesiplerin barış içinde bir arada yaşamalarının imkânı olarak görmekte; dinlerin benzer taraflarım izafi ontoloji temelinde bir araya getirerek yeni bir din anlayışı çıkarmaya çalışmaktadır. Bu din anlayışı hakikatin bütünüyle temsilinden çok, hakikate ancak kısmen ulaşılabilineceği fikrine dayanıyor. Hakikatin temsilcisi olan vahiy temelli din anlayışı kendi müminlerinden kesin bir tercih ve bütünüyle teslimiyet isterken; çoğulculuğun din anlayışı, yaşanan hayatı onaylayan ve sadece bireyi kapsayan bir din anlayışını meşru kabul ediyor. Bilimde olduğu gibi dini alanda da birbirleriyle -pazar ekonomisine uygun şekilde- rekabet halindeki dini organizasyonların çoğulculuğunu öngörmekte, bireyin özgürlüğünü, kendine ait inançları seçme ve bunları oluşturma hakkı olarak tanımlıyor. Sözkonusu ettiğimiz bu özellikler ışığında dini çoğulculuk; Müslümanların fakat özellikle Müslüman teologların anladığı gibi farklı dinden olanların bir arada bulunması, beraber yaşaması, alışveriş etmesi olmadığı gibi; “ötekine” dair sorunun nasıl hallolacağı veya ötekiyle kurulacak diyalog meselesi de değildir. Hatta dini çoğulculuk, değişik ülkelerden çeşitli sebeplerle farklı dine sahip insanların bir araya gelmeleriyle ortaya çıkan bir mesele şeklinde de görülemez. Hem böyle bir tecrübeyi -Batı yaşamamış olsa bile- yeni saymak mümkün değil, hem de insan kadar kadim olan böyle bir meselenin tarihte bugüne kadar kendisi için bir çözüm yolu bulamamış olması düşünülemez. (Sabra Davet Eden Hakikat)
- "...insanoğlu belli bir hayat standardına alıştıktan sonra onu terk edemiyor. Dolayısıyla da o hayat standardını devam ettirmesini sağlayacak her şeyi şu ya da bu şekilde onaylıyor..." (Zaman Dışı Konuşmalar)
- - "Marifet iltifata tâbidir" sözünün bugün bir karşılığı kaldı mı? - Hayır, kesinlikle kalmadı. - İltifat neye tâbi peki? - İktisada tâbi... (Dünyaya Müslümanca Bakmak)
- Sosyoloji bilgiyi toplar ulus devlete verir. Ulus devletin ajanıdır sosyoloji aslında. Sosyal antropoloji de küreselleşmenin ajanıdır. Batı’nın metropollerine bilgiyi gönderir;ilkel toplumlar, gelişmiş toplumlar diye sınıflandırma yaparak. (Dünyaya Müslümanca Bakmak)